9 Kasım 2015 Pazartesi

5000 YILLIK SÜMER TÜRKMEN BAĞLARI

ÖNSÖZ
Atalarımızdan bize "eskisi olmayanın yenisi de
olmaz", "geçmişini bilmeyenin geleceği de olmaz"
gibi öğüt verici sözler kalmıştır. Onların binlerce
yıllık tecrübesinden geçip, kuşakların düşüncelerinde
yoğrulmuş bu sözlerin gerisinde büyük bir
gerçeğin var olduğunu gün geçtikçe daha iyi anlamaktayız.
Geçmişi araştırarak atalarımızın dünya uygarlığına
kattığı birikimi bilmek, onların kendi
elini, kutsal ata vatanını, ana toprağını koruyarak
sonraki kuşaklara daha gönençli ve güzel bir
şekilde devretmek uğrunda verdiği kahramanlık
dolu mücadelelerini öğrenmekten her toplumda
bir ulusal gurur ve kıvanç doğar. Bu kıvanç insanın
ruhuna güç, koluna kuvvet ve yüreğine
gayret verir. Ancak bunun tersine, kendi
geçmişine güvenmeyen, başarısına inanmayanlar
ise karamsarlığa, ruhî zayıflığa düşüp
başkalarının kulluğuna teslim olmaya uygun hale
gelir. Böyle bir duruma düşmüş
ulusların tarih sahnesinden ebediyen kaybolmaya
mahkum olduğunu biz, hem tarih sayfalarında
okuyor hem de günümüzde açıkça yaşıyoruz.
Biz de bu kendi geçmişimizi ve kültürümüzün
köklerini eski tarihte ve tarih öncesinde
atalarımızın dünya uygarlığına katkılarından
öğrenmek amacıyla manevi bir yolculuğa çıktık..
Elbette bizi bu işe yönelten gerçek, arkeologların
ve tarihçilerin yıllarca anavatanımız Türkmenistan'da
gerçekleştirdiği bilimsel
araştırmalarının sonuçları oldu. Bu çalışmalar
M.Ö. 6000
yılından itibaren eski Türkmenistan'da yaratılan
görkemli uygarlığın insanlık tarihinde pek büyük
rol oynadığını ve bu uygarlığı ortaya çıkaran
atalarımızın izinin ise dünyanın aşağı yukarı ilk
uygarlık ocaklarının hepsinde gö- rüldüaünü ortaya
çıkarmıştır.
y
Bu çalışmada biz, eski Türkmenistan ile Mezopotamya
arasındaki ilişkileri ve türkmenlerın
ataları ile Sümerlerin akrabalığını ortaya
koymaya çalıştık.
Mezopotamya'nın esrarengiz tepeleri ve onların
eteklerinde kalan paha biçilmez hazineler 12.
yüzyıldan başlayarak Avrupalı tüccarların ve ardından
bilim adamlarının ayağını bu uçsuz bucaksız
çöllere çekmiştir. Bu ilginç tepelerin uzun
çağlardan beri sinesinde sakladığı geçmişi
günümüze getiren yazılarının okunup sırlarının
çözülmesini sağlayan Sümeroloji bilimi yüzelli
yaşındadır.
Şimdiye kadar çok şeyin üstü açılmış olmasına
rağmen bu konuda hala kesinleşmemiş bir çok
sırrın varolduğu kabul edilmektedir. Örneğin
Sümerler Mezopotamya'ya nereden gelmişlerdir?
Onların doğdukları yerler nerelerdir? Dilleri
günümüzdeki dillerin hangisi ile akrabadır? gibi
soruların cevapları hala kesin olarak verilememiştir.
Biz bu soruların bazılarına, tarihi ve arkeolojik
gerçeklerden başka, Türkmen dili ve kültürü ile
ilişkisi yönünden de yaklaştık; cevap bulmaya
çalıştık. Sümerlerden günümüze yazılı belgelerle
gelen dil, edebiyat ve uygarlığın diğer örneklerini,
çok eskiden kalan kendi folklorumuz, efsanelerimiz,
kelime hazinesi zengin olan dilimiz
ve buna ek olarak son yıllarda ortaya çıkan bulgularla
karşılaştırıp değerlendirerek ele aldık. Bu
çalışmamızın devamında, eğer uygarlığın beşiği
sayılan topraklarda yaşaya gelen atalarımızın
geçmişi, bilimsel şartlarda araştırılır ise daha çok
gerçeklerin gün ışığına çıkacağına inandık.
Sümer dilini öğrenmenin bizim dil ve edebiyatımızın
tarihî karakterini aydınlatmaya hayret
verici şekilde yardım edeceğine bizde güçlü bir
inanç oluştu. Mesela, bizim ulusumuzun bin yıllardan
beri kutsal bir miras gibi sinesinde saklaya
geldiği, ancak temel anlamları bizim ulusal şuurumuzdan
kaybolan bir çok sözcüğün, özellikle de
daha durağan olan yer-yurt ve insan adlarının aslında
neyi anlattığını, bundan yaklaşık beş bin yıl
önceden başlayarak, yazıya geçmekle ebedîleşen
Sümer dilinden öğrenmek mümkündür diye
düşünüyoruz. Buna örnek olarak, bu metnin
devamında üstünde durulacak olan Mari, Enew
(Anau), Ürgenç gibi yer-yurt adları ve Anna,
Oraz gibi insan adlarını zikredebiliriz. Bu
çalışmamızın başlangıç sonucunu ın
kısa bir broşür şeklinde hazırlayarak 1993 yılında
Aşkabat'ta Türkmen tarihi üzerine yapılan
uluslararası sempozyuma takdim etmiş, bu sempozyomun
en eski çağ bölümünde sunmuştuk.
Bizim konumuz Türkmen bilim adamlarının
dikkatini çekti ve eski hocam Prof. Dr. Nazar
Gulia'nın önerisi ve yol göstermesi ile bu
araştırmayı devam ettirmeye karar verdik.
Bilindiği gibi 16. yüzyıldan itibaren dünyanın
bilim ve uygarlık merkezi Türkistan'dan-(Buhara,
Semerkant, Merv) Avrupa'ya geçmiştir. Mısır'dan
başlayarak Türkistan'a kadar gelişip çiçeklenen
Türk-İslâm adını verebileceğimiz medeniyetin
yaşam ışığının sönmesinin hemen ardından, belli
derecede onun devamı sayılabilecek yeni medeniyet
Avrupa'da Rönesans adı altında gelişmeye
başladı.
Ebu Musa Harezmî, İbni Sînâ, Ebu Nasr Fârâbî
gibi Türkistan'ın ünlü düşünür ve bilim adamlarının
Arap dilinde yazdıkları eserlerin Avrupa
dillerine çevrilmesi ile başlayan bu medenî
gelişim, daha hızlı ve daha yüksek seviyede
günümüze kadar devam etmişdir (F'irugi,
106-108).
Netice itibari ile, çağımızın bilimsel kaynakları,
eski tarih, arkeoloji ve hatta dil teorileri konusunda
da genellikle Avrupa'da yazılmış eserlerden
oluşuyor. Özellikle bizim şimdiki konumuz
onların verdiği belgelere dayanmaktadır.
Maalesef özellikle 19. yüzyıldan itibaren bilime
aykırı olan bir takım yanlış teoriler ortaya
çıkarılmıştır. Bu sahte teoriler çerçevesinde
Hindo-Cermenler özellikle de Ariyen ırkı hem
fizikî hem de zihnî yetenekleri açısından, başka
ırklardan daha yüksek ve başarılı gösterilmeye
çalışılmaktadır. "Dünyadaki tüm uygarlıkların ve
bilimin üreticisi sadece onlar olmalıdır ve
olmuştur"
şeklinde varsayımlar ileri sürülüyor. Nietzsche
(1844-1900) gibi meşhur filozoflar tarafından teorize
edilmiş bu yanlış düşünce, kendini devamlı
olarak siyasî olaylardan uzakta tutmaya temayülü
olan bilim merkezlerine bile olumsuz tesir ediyor,
bu merkezlerde de belli derecede gerçekleri
değiştirerek Arîyen ırkının lehine yorumlamak
hastalığı ortaya çıkıyor. Hatta Mezopotamya'da
Sümerlerin yazdığı çivi yazılar bulunduğunda da
büyük bir ihtimalle, bu yazıların illâ Hindo-Cermen
dillerinin kuralları ile okunmalıdır
şeklindeki anlamsız ısrar neticesinde epeyce zaman
kay-bedilmiştir. Oysa, aklıselim çalışmalar
neticesinde Sümer dilinin bir Hindo-Germen ya
da Samî dil değil, Ural-Altay dillerine yakın bir
bi- tişimli (agglutinativ) dil olduğu gerçeğine
ulaşılmıştır.
Netice itibari ile biz. konumuzla ilgili kaynakları
kullanırken bu durumu göz önüne alarak, Delitzsch,
Poebel, Deimel, Hommel, Falkens- tein
ve Kramer gibi bu alanda dünyaca meşhur olan
uzmanların yazdıkları taraflı yorumlardan uzak
olan temel eserlere dayanmayı doğru bulduk.
Sümerlerin nereden gelip Mezopotamya'ya yerleşmiş
olduğu konusundaki tarihî bilgileri öğrenmekte
ise Durant, Masson gibi meşhur Avrupalı
uzmanların verdiği bilgilerin dışında Türkmenistan,
Türkiye ve İran tarih uzmanlarının eserlerinden
de olabildiğince yararlanmaya çalıştık;
çalışmamızda başvuru kaynakları olarak Almanca,
Farsça, Türkçe ve Türkmence eserleri
kullandık.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında engin
birikimlerinden ve yapıcı eleştirilerinden yararlandığımız
fikir önderim muhterem Prof. Dr.
Nazar Gulla'ya ve hocalarım Prof. Dr. Yeğen Atagarrıyef
ve Prof.
Dr. Sultanşah Atanyazof'a şükran ve minnet
borçluyum. Metnin Türkiye Türkçesine aktarılması
ve bazı yeni kaynaklar eklemekte yaptığı
değerli yardımı için Dr. Dursun Ayan'a çok
teşekkür ederim.
Ayrıca hazırlanma aşamasında kitabı gözden
geçiren Prof. Dr. Orhan Türkdo- ğan'a ve
yayıncım Adem Sarıgöl'e çok teşekkür ederim.
Begmyrat Gerey Berlin/19 Mayıs 2003
I. GİRİŞ
Bu çalışmamızın amacı, Sümerlerin Orta
Asya'dan ve büyük bir ihtimalle Türkmenistan'dan
Mezopotamya'ya göç ettikleri ve
onların bizim eski ata-babalarımızın akrabaları
oldukları me-selesini, çeşitli yönlerden ele alarak
izah etmeye çaba göstermektir.
1. Amu Derya veya Turan Ovası ve Paleografyası
Amu Derya, Orta Asya'nın en önemli nehirlerindendir.
Klasik ismi Oxus'dur. Kuzeydoğu
Afganistan'dan doğar. 2.400 km. kadar kuzeybatıya
doğru aktıktan sonra Aral Gölü'ne
dökülür...
Amu Derya'nm Afganistan sınırı içindeki yukarı
kesiminde M.Ö. 4000 yıllarına ait renkli çömlekler
bulunmuştur. Hindikuş dağlarının Türkmenistan'a
bakan kuzey kesimleri yeryüzünde
tarımla uğraşan ilk insanların yerleşim yerlerinden
birisi olarak kabul edilmektedir. Burada
70'ten fazla buğday türünün mevcudiyeti bu
görüşü desteklemektedir.
Amu Derya nın batısında Karakum Çölü,
doğusunda ise Kı- zılkum Çölü yer alır.
Günümüzdeki yerleşim aianlarının büyük bir kısmı
güney ve güneydoğudaki dağ yamaçlarının
eteklerinde sulak arazilerde yer almaktadır.
Genel olarak Amu Derya Ovası veya Turan Ovası
olarak
• a
isimlendirilen bu bölge, batıda Hazar Denizi ve
Ust Yurt: güneyde Köpet dağları, Afganistan'ın
Parapamisus ve Bend-i Türkistan dağları: doğuda
Özbekistanın Nur dağlan ile Sirider- ya: kuzeyde
ise Aral Gölü ve bozkırlarla sınırlandırılmıştır.
1 1
Begmyrat Gerey
Bölgenin 15-20 bin yıl önceki coğrafyası (paleocoğrafya).
bir önceki bölümde anlatıldığı gibi
günümüzden çok farklı idi. Bölgede yaşamış olan
insanların, tarih öncesi çağlar ile tarih çağlarında
geçirmiş oldukları hayat hikayelerini anlayabilmek
için o günlerden günümüze kadar bölgenin
geçirmiş olduğu pa- leocoğrafî evrimini bilmek
gerekir.
Son buzul çağından günümüzdeki arabuzul
dönemine geçişte, buzulların ilk ana ısınma
dönemi 20.000 yıl önce başlamış ve 12.500 yıl
öncesine kadar devam etmiştir. Bu dönemde
Kuzey Avrupa ve Asya'daki buzullar çabukça
çözülmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak,
çözünen buzulların kenarında birbir- leriyle
bağlantılı büyük buzul gölleri oluşmuştur. Buzul
göllerinden taşan bol miktardaki buzul suları
güneye doğru akan Din- yeper. Don, Ural, Tobol,
iris gibi büyük nehirlerle Karadeniz'i, Hazar Denizi
ni ve Aral Denizi ni sürekli olarak beslemiştir...
M. O. 12.500 ile 11.500 yılları arasında hüküm
süren ve Younger Dryas diye anılan buzul döneminde
yağışlar azalmış, biraz geriye çekilmiş
olan kuzeydeki buzul kıtasının eteğindeki bir dizi
buzul gölünün mevcut suları eskisi gibi güneydeki
iç denizlere boşalma yerine, Adriyatik Denizi
ne ve Kuzey Buz Denizi ne doğru boşalmaya
başlamıştır. Böylece Aral, Hazar ve Karadeniz'i
besleyen büyük nehirlerin suları epeyce azalmış,
bir kısmı ise kurumuştur. Bunun sonucu olarak bu
üç denizin birbirleriyle olan bağlantıları kesilmiş,
her biri kendini besleyen nehirlerle yetinmeye
çalışmıştır. Younger Dryas'ın sonunda (M.Ö.
11.500 yıl) Mini Ice Age'in başlangıcı (M.Ö.
6.200 yıl) arasındaki ılıman dönemde denizleri
besleyen akarsuların getirimleri, buharlaşmayla
kaybolan suları ancak karşılayabilmiş ve su seviyelerinde
önemli bir azalma gözlenmemiştir.
1 2
Mini-Ice Age buzul dönemiyle birlikte (M.Ö.
6.200-5.800) bölgede felaket rüzgarları esmeye
başlamıştır. Yağışlar epeyce x düşmüş, ana nehirlerin
suları azalmış, küçük nehirler kurumuş;
göllere boşalan nehir suları buharlaşarak kaybolan
suyu karşılayamaz olmuştur. Durgun sular,
akarsulara göre daha çabuk kirlendikleri ve
tuzlandıkları için sürekli yağışlar ve büyük akarsular
tarafından beslenmezlerse, hayat kaynağı
olma özelliğini zamanla kaybederler. Zaten çok
sığ olan Aral Gölü de hızla küçülmeye, büzülmeye
başlamış: bunun sonucu olarak göldeki
çözünmüş tuz konsantrasyonu artarak çoraklaşmaya,
bir acı göl haline dönüşmeye
başlamıştır. Mini-Ice Age döneminin sona ermesiyle
başlayan yağışlı ve ılıman iklim, büyük
denizlerden uzak olan Orta Asya'ya fazla bir
yağış getirmemiştir. Eriyen kıta buzlarının suları
da iç denizlere dökülmez olmuştur. Dolayısıyla
sıcaklık arttıkça göllerdeki buharlaşma ve su kaybı
çoğalmış ve çölleşme hızlanmıştır. Kuruyan
gölün tabanında biriken tuzlu kum ve mil taneleri
şiddetli rüzgarların erkisiyle etrafa savrulmaya
başlamıştır. Bir zamanların sahil kenarlarındaki
verimli topraklar ve yerleşim yerleri kısa denebilecek
bir zaman dilimi içinde kum yığınlarıyla
örtülmeye başlamıştır. İşte o günlerde başlayan
felaket günümüze kadar devam etmişir.
Bazı kitaplarda var olduğu yazılan, bazı kitaplarda
uydurma olduğu öne sürülen Orta
Asya'daki hayat kaynağı tatlı sulu içdenizlerin
varlığı ve sonradan kuruyarak çoraklaştığı,
çölleştiği jeojolik bir gerçektir. Henüz yeterince
bilinmeyen husus, bu ortamlarda insanoğlunun
nasıl bir hayat sürdürmüş olduğudur.
2. Turan Ovası İnsanlan
Turan Ovası'nda tarih öncesi çağlarda yaşamış ve
ileri bir medeniyet düzeyine erişmiş insan topluluklarının
varlığı hakkında bazı kalıntılar mevcut
ise de bilimsel nitelikli herhangi bir veri, ayrıntılı
bir arkeolojik çalışma henüz mevcut değildir. Ancak
yerkürenin bereketli altın kuşağı içinde bulunan,
insan ve diğer canlı türleri için en uygun
paleocoğrafik şartlara sahip olan bu yörenin,
gelişmiş insan topluluklarının yaşamış olduğu bir
arazi parçası olarak kalmış olması da akıl ve
mantık kabul etmektedir...
Çölleşme Mini-lce Age'den sonra hızlanmış ve
daha geniş alanlara yayılmıştır. Siz o cağlarda
bu coğrafyada yaşayan büyükçe bir ailenin reisi
olsaydınız, ne yapardınız? Herhalde büyük kum
fırtınaları karşısında mevcut yurdunuzu koruyamayacağınızı
anlar; tatlısuyu bulunan, çok
uzak olmayan, daha güvenli yerlere göç ederdiniz.
Herhalde onlar da öyle düşünmüş ve öyle yapmışlardır.
Tatlısuya ve verimli toprağa sahip en
elverişli yerler büyük nehirlerin deltaları olmalıydı.
Nitekim tarih öncesindeki pek çok medeniyetler
Nil, Mezopotamya, İndüs gibi vadilerde
kurulmuş. Turan Ovası nda kum fırtınasından
kaçan bu insanlara (birinci büyük göç) kucak açabilecek
4 önemli nehir ağzı, delta bulunmaktaydı.
Bunlar Amu Derya ağzındaki Harezm, Siri
derya ağzındaki Kızılorda, Hazar Denizi
sahilinde eski Amuderya ağzındaki Uzboy ile
Utrek bölgeleriydi. İkinci yerleşim yerleri olarak
bu bölgelere yerleşen insanların daha kalabalık
topluluklar oluşturarak küçük köyler kurmuş olmaları;
ilk tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin de
bu dönemde başlamış olmasını gerektirir. Kedi,
köpek, sığır bu dönemde ehlileştiril- miştir. Arpa,
buğday, çavdar yetiştirmek için mevsimlere göre
rejim değişikliği gösteren nehirleri, sulama
kanalları ve göletlerle ıslah etmeyi ve kontrol
altına almayı bu dönemde öğrenmişlerdir.
Ancak buzul dönemlerinden uzaklaştıkça havalar
daha çok ısınmaya, akarsular azalmaya, kum
fırtınaları çölleşmeyi yaygınlaştırmaya, insanların
deltalardaki ikinci yerleşim merkezlerini de
tehdit etmeye başlamıştır. Kuraklıktan,
çölleşmeden ve aşırı sıcaklıktan bunalmaya
başlayan bu insanlar için M. Ö. 4000 ve 5000'li
yıllarda artık üçüncü yerleşim merkezlerine
doğru ikinci büyük göçlerini yapmaları kaçınılmaz
olmuştur.
1 3
Turan Ovası insanları üçüncü yerleşim yerleri
olarak güneydeki ve doğudaki yüksek dağların
eteklerinde, havası serin ve yağışlı, suları bol ve
berrak, toprakları verimli ve çölleşme tehlikesinden
uzak. kenarlarında otlakları bol, yazkış
suları kesilmeyen nehir yataklarının kenarlarında
kurmuşlardır. Birinci yerleşim yerleri
olan göl kenarında ve ikinci yerleşim yerleri olan
deltalarda edinmiş oldukları deneyimlerden de
yararlanarak buralardaki üçüncü yerleşim yerlerini
bir büyük köy veya küçük kasaba şeklinde
daha toplu ve daha büyük ölçekte yap- m ıslardır.
Tarımsal faaliyetlerinde sığırın ve eşeğin
gücünden büyük ölçüde yararlanmaktadırlar.
Dünyada atı ilk defa ehlileştiren insanlar olarak
böyük bir taşıma ve ulaştırma imkanına
kavuşmuşlardır. Bu dönemde, insanların toplumsal
faaliyetleri oldukça gelişmiş, komşu şehir ve
ülkelerle ticari ilişkiler kurulmaya başlanmış olması
gerekir. At sırtındaki bu insanlar için
dünyaları küçük gelmeye başlamış, onlar sayesinde
dağlar fethedilmeye, dağlar ötesi ülkelere
ulaşılmaya başlamıştır. Havalar ısındıkça havası
serin, suyu bol ve berrak olan, bol otlu ve verimli
yaylalara doğru at sırtında göç ederek, oralarda
yeni yerleşim merkezleri kurmuş olabilirler.
Örneğin. Hindikuş
dağlarının kuzeyindeki tarih öncesine ait
kalıntıların sahipleri bu insanların hemşehrileri
veya akrabaları olmalıdır. Bu son yerleşim yerlerinde
insanlar daha güvenli, daha huzurlu ve daha
mutlu olmuşlardır. Bu nedenle bu kasabalardan
başlayarak büyüye büyüye günümüze kadar
gelinmiştir.
Günümüzdeki başşehirler ile diğer büyük şehirler
bu üçüncü yerleşim yerlerinin yakınında veya
üstünde kurulmuşlardır. Bunlardan bazıları
olarak, Aşkabat, Merv (Man), Buhara, Semerkand,
Duşanbe,
Taşkent, Andican, Namangan, Çimkent,
Türkistan, Cambul (Taraz), Bişkek ve Almatı
sayılabilir...
3. Anav (Anau) Türkmenistan Medeniyeti
Raphael Pumpelly isimli Amerikalı bir jeolog 19.
yüzyılın ikinci yarısında, Çin ve Moğolistan
dahil, Orta Asya'da 70 yıl kadar gezmiş, bu
kıtanın jeolojik ve jeomorfolojik haritalarını
çıkartmış, yerbilimleriyle ilgili pek çok gözlemlerde
bulunmuştur. Bütün bu çalışmalarını
iki ciltlik bir kitap halinde 1908 yılında yayımlayan
Pumpelly, insanoğlunun ilk tarımsal faaliyetleriyle
ilgili Tatlıgöl Teorisi (Oasis Theory =
Vaha Teorisi) diye bir teoriyi ortaya atmıştır
(Pumpelly, 1908; Ryan ve Pitman 1998'de).
Pumpelly insanoğlunun ilk tarımsal faaliyetlrinin
oasis veya vaha diye anılan, (tarafımızdan
Tatlıgöl diye Türkçeleş- tirilmiş olan) büyük tatlı
su birikintileri etrafında gelişmiş
olabileceğini öne sürmüştür. Son buzul çağının
sonlarına doğru, Orta Asya'da oldukça kurak bir
iklim hüküm sürmekteydi. Ona göre, taş devri insanların
bu kurak iklim bölgesinde yaşamlarını
sürdürebilmek için, vahşi hayvanlar ve bitkilerle
birlikte, büyük tatlısu gölleri etrafında toplanmış
olmaları gerekirdi...
Pumpelly. son olarak 1904 yılında Türkmenistan'ın
bugün- ki başkenti Aşkaabat
yakınındaki bazı harabelerde, buradaki insanların
tahıl üretmiş olduklarının işaretlerini bulmuştu.
O zamanlarda muhtemelen Hazar-Aral tatlısu
gölünün güneydoğu sahilleri Aşkaabat a kadar
uzanmaktaydı...
Gordon Childe'ye göre tahıl çiftçiliği ve
hayvancılık ilk defa Orta Asya'da gerçekleştirilmiş
ve daha sonra Karadeniz sahillerinden
Avrupa'ya geçmiştir. Ona göre, Avrupa"daki ilk
evcil koyun türü (Ovis vignei) Türkistan (Türkmenistan)
ve Afganistan'dan gelmiştir (Ryan ve
Pitman 1998'den) Konumuzla ilgili bölümünü
kısaltarak aldığımız ve tekrar baş vuracağımız bu
makalenin Sonuç ve Öneriler başlıklı son bölümü
aşağıdaki satırlarla noktalanmıştır: "Gerek uzaktan
algılama yöntemi ile yeni bulunabilecek,
gerekse bilindiği halde henüz yeterince incelenmemiş
kalıntıların ön incelemesi, kalıntıların bulunduğu
ülkenin arkeologları tarafından yapılmalı,
bu ön inceleme sonucunda önemli görünenlerin
daha ayrıntılı olarak incelenmesi için Türk
Dünyası'nın ve uluslararası kuruluşların maddi,
teknolojik ve bilimsel desteği aranmalıdır. Bu ve
benzeri çalışmalar 1 4
yapıldığı takdirde, Sümerlerin kökenlerine ait izlerin,
Orta Asya'da özellikle Turan Ovası'ndakı
kalıntılarda bulunabileceğine inanıyorum'
1 5
ÖN BİLGİLER
Sümerler Kimdir?
Sümerler M.Ö. 4000. yılın ortalarından itibaren
Mezopotamya'da insanlık tarihinin en eski ve en
temel medeneyetini yaratmış kavimdir. Onlar
dünyada ilk olarak kendilerinin ürettiği çivi
yazısı ile insanın beyninden geçtiği ve dilinin
söylediği şeyleri diğer insanlara ulaştırmanın ve
gelecek nesillere iletmenin mümkün olduğunu ispat
etmişlerdir. Bu yazıya, enine boyuna konulmuş
çivilere benzediği için çivi yazısı denilmiştir.
O kavmin kendi kendilerine verdiği isim Kİ-ENGİ
ve sonraları Kİ-IN-Gİ, KENGİ (R)'dir. Sümer
ya da Sümerler adı ise onlara Akkadlar gibi Samî
kavimler tarafından verilmiştir.1
Sümerlerin ortaya çıkışı, onların edebiyatı ve dil
karakteri konusunda bilim adamları tarafından
bazen birbirine aykırı olan çeşitli fikirler ortaya
atılmıştır. Ancak bazı ortak noktalar hemen hepsi
tarafından benimsenmiş ve tartışılmaz gerçeğe
dönüşmüştür. Onlar aşağıdakilerden ibarettir: 1.1
Yukarıda değinildiği gibi insan toplumlar
arasındaki tüm sorunları ve tecrübeleri yazı
yoluyla saklamayı, diğer insanlara iletmeyi ve
gelecek nesillere aktarmayı insan tarihinde ilk
olarak, kendilerinin icadettiği çivi yazısı ile,
Sümerler mümkün kılmıştır. Sonraları bu yazı esasen
ticaret ilişkileri yolu ile Mezopotamya'dan
dünyanın diğer bazı ülkelerine ve kavimlerine
yayılmıştır.
Sümerlerin dinî inançları, eposlan, şiir sanatı ve
bunun gibi dilinin etkisi çivi yazısı vasitesiyle
dünyanın diğer uygarlık ocaklarına ve kavimlerine
(Akkadlara, Mısır'a, Elam a, Hindistan'a
ulaşmış
ve daha sonra ortaya çıkan uyğarlıklara, özellikle
dini inançlara ve eposlara esas ve maya olmuştur.
Sümerlerin dili gramer karakteri açısından
bükünlü (ilti- sakî) dil grubuna girer. Bu dil
grubunun temelinde ise Ural-Al- tay dilleri durmaktadır.
Bazı bilim adamları ise bu gramatik
karakteri ve onların arasındeki var olan söz benzerliklerini
de na- zar-ı dikkate alarak bu dili
genel Türk dilini esaslandıran dil, Proto-Türk
dili; bazıları ise Eski Türk dili diye adlandırmışlardır.
Sümerler doğudan, büyük ihtimalle Orta
Asya'dan gelerek Mezopotamya'ya yerleşmişlerdir.
2. Çivi Yazısı ve Sümer Uygarlığına Dair
Eski Mezopotamya'da Eridu, Uruk, Ur, Mari,
Nippur, Nusi, Gaurtepe gibi eski harabelerde bulunan
sayısız buluntuların bilim adamları
tarafından öğrenilmesiyle tarih biliminde açılımlar
gerçekleşmiştir. Yani, çivi yazısının okunması
ile muhteşem Sü- merli uygarlığı ortaya çıkmıştır.
Kramer'in açıklamasına göre bu açılımın başlayıp
çivi yazısının okunması için XII. yüzyıldan
günümüze kadar süren uzun zaman gerekmiştir.2
2.1. Toprağı Alt Üst Eden Hazine Avcılan
Eski Mezopotamya'da büyük devletlerin çok
gelişmiş olduğunu insanlar eskiden beri biliyorlarsa
da, bu devrin insanlık uygarlığının
gelişmesindeki öneminin bilinmesinden buyana
çok zaman geçmedi.
Eski vasiyetnamelerde bu konuda zengin bilgiler
vardır. XII. yüzyıldan başlayarak Avrupalılar
Yakın-Doğu'ya seyahatlere gittikleri zaman
kendileriyle beraber Dicle ve Fırat nehirleri
arasında yerleşen kırlardaki kum tepelerinin
eteğinde yatması muhtemel olan kentler konusunda
bilgiler de getiriyorlardı. 1626 yılında
Doğu seyyahı Pitro Della Balle uzun yıllar Yakın-
Doğu'da kaldıktan sonra yanındaki Arap yardımcıları
ve topladıkları pek çok eşya ile beraber
Roma ya dönüyor. O kendisi ile sadece küpler,
çömlekler ve süs eşyaları, çok eski güzel
malzemeler getirmeyip belki yazılı tuğlaların da
ilk örneklerini Avrupa'ya taşımıştır. Bu eşyalar
gerçekte sonraları bilim adamlarının araştırmaları
için şaşırtıcı metinler ve materyaller hükmünde
değer taşıyacaktır. Ancak, çivi yazısını 1 6
1 Deimel. Anton. 1939. Sümerische Grammatik
mit Ubııngsstücken und zvvei An hangen-Listc
der gebrauchlischslen Keilschriftzeichen mit
ihren Urbilden und den Ha- uptbedeutungen.
Roma.
2 Kramer. Sanuıel Noah. sayfa: 8-14. 1971.
Mesopotamien. Hamburg.
2 Falkenstein. Adam. sayı: 1 M4. 1959. Das
Sümerische. I.eiden.
5000 Yıl ık Sümer Türkmen Bağları
okumak yolunda ilk çalışmalara kadar yine 200
yıl zaman gerekmektedir. XIX. yüzyılda
Avrupa'da
"çölün eşya toplama âşıkları" diye düşünülen bir
akım, bu sırlı tepeleri araştırmak için toprağı alt
üst etmeye başladılar. Onlar çok hayret verici bir
şekilde Babil'in Dur-şarukin, Koma, Ninova ve
diğer eski kentleriyle karşılaşıyorlar.
2.2. Hazine Avcılan Yerine Bilim Adamlan
Mezopotamya'nın insanlık tarihindeki misli olmadık
öneminin açığa kavuşması ilk defa hazine
arayıcısı karakteri olan kazıcıların kendi yerlerini
bilim adamlarına terk ettikten sonra gerçekleşmeliydi.
Bu değişim 20. yüzyılın
başlarında hazine arayıcılarının yerini arkeologların
almasıyla gerçekleşmiştir. 1920 yılında
Yakın-Doğu'da arkeolojik çalışmalar tam bilimsel
bir düzeye ulaşmıştır. Arkeologlar kazıcıların
çıkardığı binlerce kil tabletin ve başka buluntuların
yüzüne çivi yazısı ile yazılmış olan yazıları
okuyup, yeniden tasnif ederek Mezopotamya'nın
tarihi, kültürü ve bu toprakların sahipleri konusunda
bilgileri açıklığa kavuşturuyorlar. Bu
çivi yazısı ile yazılan dokümanlar eski dönemlerdeki
yaşamın çeşitli yönlerini; kralın gösterişli
fermanlarından, iş
adamlarının ambarlanmış mallarının listesine
kadar, edebiyat ve dinî geleneklerinden, bir
babanın kendi haylaz oğluna verdiği öğütlerine
kadar farklı bilgileri içermektedir.
Anlamlı açıklamalar 1920-1940 arasındaki yirmi
yılın devamında oluşmuştur. Güney Mezopotamya
"daki Ur harabelerinde İngiliz arkeoloğu Sir
Leonard Walley (1880-1960) önemli sonuçlar
elde ederek M. Ö. 3000 yılına ait olan bir kralın
meza- rina rastlıyor. Bu mezarda altından,
gümüşten, cevherden ibaret dünyayı şaşkınlığa
düşüren zenginliklerin yanı sıra korkunç durumda
diri diri gömülen muhafızlar da bulunmaktadır.
Bunun yaklaşık 80 km kuzey batısında-yer
alan Uruk kentinin kütüphanesinin yeri Alman
arkeologları tarafından kesinliğe kavuşturulmuş,
harabelerin altından çivi yazısına esas oluşturan
resim yazısı ile yazılmış yüzlerce kil tablet bulunmuştur.
Arkeologlar daha sonra şimdiki Irak ile Suriye
sınırlarına yakın bir yerdeki Mari kentinin üstünü
açmışlardır. Bu kent 3700 yıl önce defineciler
tarafından viran edilmiştir. Bu ilginç harabenin
altında genişliği 22.000 m2 den ibaret bir hakan
sarayına rastlanmıştır.
Çivi yazısını okuma süreci XIX. yüzyılın ilk yıllarında
başlamıştır. Bu sırrı açmakta üstat olarak
başlayan Georg Friedrich olmuştur. O, 1802
yılında bu çiviye benzer çizgilerin yardımıyla sadece
yazıyı değil, belki bir eski dili de öğrenmenin
mümkün olduğunu ispat ediyor. Bundan habersiz
Doğu Hindistan Birliği'nde görevli İngiliz koloni
askerlerinin subayı Henri Rav- linson
1830-1836 yılları arasında İran'ın doğusundaki
Pars vilâyetinde bulduğu bir krala ait yazıyı okuyor.
Sonraları bu araştırma çivi yazısının oluşup
diğer ülkelere yayılma yeri olan Mezopotamya
daki yüzlerce yazılı metin yardımıyla devam
eder.
1 7
Sümer dil ve edebiyatının öğrenilmesi konusuna
gelince, göz önünde tutulması gereken esaslar
şunlardır: Çivi yazısı Sü- merlerden diğer
ülkelere yayıldığı için onların dini inançları,
eposları ve bütün kültürü de bu yolla onların mirasçıları
olan Akkadlılara, Elamlılara, Hititlere,
Asurlulara, Aramilere ve onlardan da dünyanın
diğer ülkelerine yayılmıştır. Sümer dili, bu
kavmin güçten düşüp dağılmasından sonra da.
günümüzdeki İslâm dünyasının Arap dili gibi, bir
kutsal dil ola'rak sonraki kavimlerin arasında
uzun zamanlar saklanmıştır. Onun için de Sümer
dili ile bu kavimlerin dillerinin arasında
karşılaştırmalı sözlükler yazılmıştır. Bu iki dilde
yazılan sözlükler Sümer dil ve edebiyatını öğrenmekte
çok önemli rol oynamıştır. Mezopotamya'da
1851-1855 yılları arasında yapılan kazı
çalışmalarına katılan Asurolog Jules Oppert Babillilerin
çivi yazısının yoktan türemiş bir yazı
olmayıp belki onun başlangıcında başka bir yazı
üretiminin olması gerektiğine şüphesiz inanıyordu.
O, ilk adımda şöyle bir hipotezi öne sürüyor:
Süslenmiş yazıya ve gelişmiş uygarlığa sahip
olan Babilliler ile Mezopotamya'nın yazılı
kültürü olmayan tarihten önceki nüfusunun
arasında belli bir bağlayıcı zincir olmalıdır. Bu
yazıyı icat eden ve uygarlık üreten kavime Oppert
bir çok araştırmalar ve bilimsel çalışmalar
sonucunda Sümerler diye bilinen eski adı teklif
ediyor. Elbette yukarıda da belirtildiği gibi bu ad
onlara Akkadlar tarafından verilmiş bir ad olup,
Sümerlerin kendilerini kendi yurtlarına yazıtlarında
verdikleri ad Kİ-EN-Gİ, KENGİ(R)
veyahut KIN-GIR'dir. Bu konuda ilk çalışmaları
yapan birisi de Alman bilim adamı Friedrich Delitesch'dir.
O, 1889 yılında Asur Dilinin Grameri
ve 1914 yılında ise Sümer Dilinin Sözlüğü ve
Sümer Dili Gramerinin Esasları adlı bilimsel eserleri
yazmıştır. O yıllardan itibaren Sümerlerin
dili, dini ve sosyo-ekonomik ilişkileri konusunda
açık bilgiler ortaya çıkmıştır ve bundan başka da
GılgamıĢ
Destanı, Dommuzi ile Ġn-Anna gibi destanlar ve
başka edebî metinleri okuyarak günümüzdeki
dillere çevrilmiştir.
Fritz Hommel, Diemel, Föbel, Falkenstein gibi
dünya çapında tanınmış bilim adamları tarafından
okunan ilk sözcüklerin içinde günümüzdeki
Türkmen diline hem yansıma, hem de anlam
bakımından çok yakın sözcüklerin bulunması ilginç,
anlamlı ve dikkate değerdir. Örneğin
DİNGİR: Tanrı (tengri), DU: di (demek), Tİ: diri.
Kİ, GİR: yer, yurt. Sümerlerin yaşadığı yerlerin
kır (gır) olduğunu göz önünde tutarsak bu iki
sözcüğün aslında bir köke dayalı olma ihtimali
vardır.
Kitabımın sonunda Sümer-Türkmen (ve diğer
bazı Türk lehçeleri ve Eski Türk) dilleri
arasındeki benzer sözcüklerin listesini vereceğiz.
3. Sümer Yazısı İle Kültürün Gelişmesi ve Yayılması
3.1. En eski yazılı buluntular olarak göz önünde
tutulanlar Uruk harabelerinin dördüncü katındaki
M.Ö. 3000. yıla ait metinlerdir. Günümüze kadar
biz onun bin tane işaretini (ideog- ram. belgi)
biliyoruz. Onun en azından iki bin işareti olmalıdır
diye tahmin ediliyor. Ancak son
dönemlerde bu işaretlerin sayısı git gide azalmaktadır.
Yaklaşık M.Ö. 2500 yıllarında 800 ve M.Ö.
2000 yıllarında ise 200 e kadar azalmıştır. Bu
iki yüz belgi Sümerlerin sonraki metinlerinde
devamlı kullanılmıştır.
Akkadlarda bu sayı daha da azalır.
Mezopotamya yazıları çok erken dönemlerde
hâlâ çok basit ve gramer bakımından gelişme
süreçlerini geçirmemiş ilkel dilde ticarî ilişkiler
için kullanılmıştır. Sonraları diğer amaçlar için
de kullanılmaya başlamış ve Eski Sümer döneminde
ise dilbilgisi kurallarına uygun hâle gelmeye
başlamıştır.
M.Ö. 2500 yıllarından itibaren bu yazı Akkadların
dilinde de kullanılmaya başlıyor. Babillilerin
egemenliğinin Sar- gon'un eline geçmesiyle
(M.Ö. 2350) ise bu yazının önemi Ak- kadlar
arasında daha da artar. Bu dönemden başlayarak
çivi yazısı Elamlıların ve Asurluların arasında da
yayılmaya başlar. M.Ö. 2000 yılında Mari üzerinden
Suriye'ye geçer. O dönemde Küçük Asya'nın
merkezinde yer alan Hititliler bu yazıyı alırlar.
Asurlular ise onu kendi dillerine uyarlayarak 1 8
kullanırlar. Kuzey Suriye ve Filistinliler M.Ö.
1200 yıllarına kadar bu yazıyı kullanmışlardır.
Mısırlılar ise o dönemlerden başlayarak 1400-
1500 yıl bu yazıyı kullarlar.
Babillilerin değişmiş şekilde almış oldukları çivi
yazısı Aha- menitlerden önce ve onların döneminde
onlar ile komşu olan Elamlılar arasında
yürürlüğe girmiştir. Ahamenitler de bu yazıyı
devlet dokümanları için kullanmışlardır. Onlar bu
yazıyı Ara- milerden almışlardır. Çivi yazısı Babil'de
Sulukitler ve Arsakitle- rin döneminde de
muhafaza edilmiştir. Babilin astronomi biliminde,
hatta milâdî birinci yüzyılın sonlarına
kadar kullanılmıştır.5
Çivi yazısının Aramiler vasıtasıyla İskender
Zulkarneyn (Büyük İskender) döneminde Türkmenistan'a
ulaşmış olduğu ve Türkmenlerin
atalarının bir kolu olan Parlar tarafından3 kurulmuş
Fart (Parfiya) devletinde kullanıldığı konusunda
şu bilgiler vardır: "Kölelik döneminde Partlar,
Margiana. Harezm ve diğer Yakın Doğu ve
Avrupa devletleri ile ticari ve kültürel ilişkilerde
bulunmuştur. Bu sebeple Harezm'de Aramî alfabesi
ve Mısır takvimi vb. gelenekler benimsenmiştir.
Part alfabesi de Aramî yazısına göre oluşturulmuştur.'
Elimizdeki bilgilere göre Sümerlerin icat ettiği
çivi yazısının uzun çağları ve uzak yolları aşarak
onların eski yurtları olan Türkmenistan'a tekrar
dönmüş olabileceğini düşünebiliriz.
4. Türkmenlerin Atalarının Kurduğu Anâu Uygarlığı
3 Parlar (Parllar. Yunanca Parfian) şimdiki Türkmenlerin
bir l>oyudur. veTürkmenis- tan ın
çeşitli yörelerinde bilhassa Partlann başkenti olan
Nusay'ın çevresinde yasamaktadırlar.
7 Türkmen-Sovyet Ansiklopedisi, sayfa:41.
1978. Askal>ai.
Dünya Uygarlığının en eski ocakları konusunda
söz edildiğinde âdet olarak Yakın Doğudan,
Mısır'dan, Hindistan'dan, Çin'den ve Yunan dan
bahsedile gelmiştir. Ancak, tarih bilimi sahasında
yeni yeni gerçeklerin ortaya çıkması sonucunda
bilim adamları arasında yeni fikirler ve bakış
açıları da oluşmaktadır. Ve genel değişme yasası
kapsamında olarak tarihsel gerçeklik de
değişmektedir.
Bu tarihsel değişmelere asıl sebep olan şeyler
arasında en önemlilerinden biri de arkeologların
son yıllarda yaptıkları kazılar ve açıklamalarıdır.
Bunların en önemlilerinden biri de yer yüzünün
en eski ve ilginç uygarlık ocaklarından olan
Türkmenistan'daki Anau uyğarlığıdır. Bu uygarlık
konusunda Türkmen-Sovyet Ansiklopedisi
nin 8. cildinin 38. sayfasında şöyle yazılmaktadır:
"Sekiz bin yıl önce Yakın-Doğu yurtlarında ve
Güney Türkmenistan'da eski tarım ve hayvancılık
uygarlığının yayıldığı dönemde, yeryüzünün
başka ülkelerinde hâlâ eski avcılığın basit ekonomisi
devam etmekteydi.
Yukarıda adı geçen yurtlarda tarımcılar yerleşip
ilk köyleri meydana getiriyorlardı. Bu köylerde
her aile bağımsız bir birim olup bir odalı evlerde
yaşıyor, M.Ö. 5000 yılının sonlarında Türkmenistan'ın
sınırında insanlar bakır, altın, M.Ö
3000 yılları başlarında pirinci kullanıyorlardı.
Bakır ile pirincin bulunması çok daha gelişmiş
iş aletlerinin (saban, dokuma aletleri vb.) yayılmasına
yardım etmiştir."
O dönemde yaşayan ve dünya uygarlığının
temelini atan insanlardan olan bu kavimler ile
günümüzdeki Türkmenler arasındaki etnik ilişki
konusunda Rus tarihçisi Rusliyakof kendisinin
Türkmen Halkının Gelip Çıkışı "Türkmen
Halkının oluşumu" adlı kitabında şöyle yazıyor.
"Biz bugün o eski kavimlerin adlarını bilmiyoruz.
Türkmenlerin en eski ataları da onlar olmalıdır.
Anû'nun eski obalarından bilim adamlarının kazı
çalışmaları sonucunda buldukları brokisefallerin
şu günkü Türkmenle- rinkine benzerliği çok ilginçtir.
"s
N. Gulla bu konuda şunları yazıyor: "M.Ö. 6-7
bin yılları arasında Köpet dağının eteğinde şimdiki
Aşkabat ve Göktepe bölgesinde ortaya çıkan
en eski atalarımız sonra M.Ö. 6000- 2000 yılları
aralığının sonlarında Türkmenistan sınırlarında
Ceytun ve Anû uygarlığı adıyla dünya tarihine
geçen, o dönemlere göre uygarlığın en gelişmiş
ve yüksek seviyesi sayılan kültürü türetmişlerdir."
9
Anu uygarlığı Türkiye ve İran bilim adamlarının
da dikkatini çekmiştir. Türk bilim adamı Anıl
Çeçen şöyle yazıyor: "Proto- Türk kültürünü temsil
ettiği benimsenen Anav bugünkü Türkmenistan'ın
başkenti Aşkabat çevresinde ilk
kültür tabakasına yaklaşık olarak altı bin yıllık
bir geçmişi simgelemektedir. Anav kültürünün
dördüncü katı ise milât yıllarına rastlamaktadır.
Tarihçiler genel olarak Orta Asya kavimlerinin
kültürlerini Anav
Rusliyakof. Türkmen Halkının Gelip Çıkışı.
Aşkabad. 1956. Bu kitap Begmırad Gerey
tarafından f-'arscaya çevrilmiştir: "Peydayeş-e
Halg-e Torkmen .
Gulla. Nazar. Gulla. Nazar. 1994. "Köki Çunnur
Türkmenim". s. 16. Yaşlık Jurnali, sayı: 1
Aşkabat.
uygarlığı tabakalarına göre tarihlendirmeye ve iki
binlerde bu tabakalarla karşılaşmaya çalışırlar
/.../
Bu dönemde dünyanın altın merkezi Altaylar'da
görünmekte ve bu endüstriyi Proto- Türkler
yürütmektedir.",0
Genel Türk Tarihi adlı eserde bu konuda şu satırlar
vardır: "Anau'da bulunan kalıntılar, insanların
ilk uygarlık aşamaları hakkında fikir edinebilmesi
bakımından çok önemlidir. Gerçi burada
yakılmış
cesetleri kapsayan alt tabakanın üstünde bulunan
yuvarlak, brokisefal kafatasları ile Türkmen el
işlerinde görülen motiflere benzeyen keramik
motifleriyle Anau kültürünü yapan halkın saf
Türk olduğunu ispatlamak olasılığı yoktur. Ama
bu kültürü bir Aryan eseri olarak değerlendirmeye
de bu öğeler engel olmaktadır."11
Bu medeniyet hakkında elimizde olan en son bilgiler
şöyledir: "13/05/2001 tarihli New York
Times gazetesinde yer alan bir makaleye göre,
Rus ve Amerikan arkeologları bugünkü Türkmenistan
ve Özbekistan'da, zamanımızdan 4.000
yıl önce yaşamış bir medeniyetin kalıntılarını
bulmuşlardır.
2 0
Aşağıdaki bilgiler bu makaleden alınmıştır.
Araştırmayı yürüten arkeologlara göre, bu
bölgedeki insanlar, bir Tatlıgöl (oasis) çevresinde
kerpiçten yapılmış binalardan oluşan yerleşim
merkezleri kurmuşlardır. Bu medeniyetin insanları
koyun ve keçi beslemişler, kanallarla sulamalı
ziraat yapmışlar, tarlalarda buğday ve arpa
yetiştirmişlerdir. Onların bronz baltaları, mükemmel
sera-mikleri, mermer ve kemik oymaları,
altın ve değerli taşlardan süs eşyaları varmış. Elit
sınıfa mensup insanların mezarlarına lüks eşyalar
bırakmışlardır.
2 1
Pensilvanya Üniversitesi Eski Asya Dilleri uzmanı
Mair'e göre bölgede yeni keşfedilen bu yüksek
medeniyet. Eski Çağ As- yası'nın kültür ve
ticaret yolu üzerindeki çok büyük bir boşluğu tam
olarak doldurmuştur. Bu buluşla eskiden sanıldığı
gibi. Asya halkının M. Ö. 4000 yıllarında
birbirlerinden ve dünyanın diğer yerlerinden kopuk,
ayrışık (izole) halklar olmadığı ortaya çıkmıştır.
Yeni keşfedilmiş olan bıi medeniyete ait.
batıda An- nau'dan (Anav, Anau) doğuda Özbekistan'a,
hatta Afganistan'ın kuzeyine kadar uzanan
Karakum gölü boyunca, düzinelerce yerleşim
harabeleri bulunmuştur. Bu saha 300-400
mil uzunluğunda ve 50 mil kadar genişliğindedir.
Bu insanların kim oldukları, nereden ve kendilerine
ne isim verdikleri henüz bilinmemektedir. Bu
nedenle arkeologlar bu medeniyete bulunduğu
bölgeleri dikkate alarak Bacteria Margiana Archaeology
Complex; ismini vermişler ve kısa
olarak BMAC ismini vermişlerdir"4
Bugüne kadar gün yüzüne çıkan gerçeklere göre,
Türkmen toprağı dünya uygarlığının en eski
kaynaklarındandır. Bu ilginç medeniyeti türetenlerin
ise Türkmenlerin ataları olduğunu gösteren
ve gün geçtikçe artan bilimsel çalışmalar ortaya
çıkmaktadır.
İD. Türkmenlerin Atalan ve Sümerler île Eski
Türkmenistan-Mezopotamya İlişkileri Önce de
değindiğimiz gibi, Anau medeniyetinin hemen
ardından Mezopotamya'da insanlık tarihinin çok
zengin uygarlığı Sümerler tarafından meydana
getirilmiştir. Tarih biliminin gelişmesi sonucunda
Sümer ve Anû medeniyetleri arasında bulunan
ilişkiler ve Sümerler ile Türkmenlerin atalarının
arasındaki akrabalık aydınlanmaktadır.
1. Tarihi Gerçekler
Türk Ansiklopedisi adlı eserde Sümerler
hakkında şu satırlar vardır: "Güney Mezopotamya'da
Sümer ilinde yapılan arkeolojik
araştırmalar, hususiyle Uruk harabesinde tespit
edilen kültür katları ile, başka başka kazı merkezlerinde
bunlara tekabül eden katlarda elde edilen
ve asıl bu yerlerle temsil edilip onlara göre adlandırlan
buluntuların mukayesesi Sümerlerin
Aşağı Mezopotamya'nın yerli halkı olmadığını
göstermektedir... Sümerlerin Güney Mezopotamya
Uruk katı sonlarına doğru göç ettiklerinin
delilleri olduğu söylenebilir...
Öte yandan Benno Landsberg'in tahlil ve
teşhislerine göre, aslında tek heceli bir karakter
arz eden Sümerceye, Sümerlerin Mezopotamya'ya
göç edip yerleşmelerinden sonra birtakım
iki veya daha fazla heceli ve Sümercenin
bünyesinden farklı yer adları ile meslek adları ve
diğer kültür kelimeleri girmiştir. Bu arkeolojik
ve filolojik deliller, başta Frankfort olmak üzere,
bazılarının Sümerlerin El-Ubeyd cağından beri
Güney Mezopotamya'da mevcut oldukları
görüşünü kabullenmeye imkân bırakmamaktadır.
Sümerlerin umumiyetle Mezopotamya'ya
doğudan geldikleri kabul edilmiştir.
Tabii bu görüşte arkeolojik ve filolojik bakımlardan
birtakım münasebet ve benzerliklerin tesiri
bulunmaktadır..." Tanınmış Sümerolog Kramer
de Sümerlerin Mezopotamya'ya dördüncü binin
ikinci yarısında gelmiş olacaklarını ve ana
yurtlarının bilinmediğini belirtmektedir. Onun
kanaatince, Enmerkar ve Aratta üzerinde dönen,
destanî menkıbeler silsilesinden hükmedileceğine
göre, ilk Sümer hükümdarları, belki Hazar
Denizi çevresinde kurulmuş olan bir şehir devleti
ile çok sıkı bir münasebete girmiş bulunuyorlardı.
Bir ölçüde Ural-Altay dillerini hatırlatan
Sümer dili de yapısı bakımından bir bitişken
dildir ve bu dil vakıası da Aratta gibi aynı geniş
sahaya işaret etmektedir."1"
Kramer tarafından Sümerlerin sıkı ilişkide
olduğu ve onun fikrine göre Hazar çevresinde yer
alan Aratta şehrinin Eski Türkmenistan'da olduğu
konusunda Türkmenistan'ın ve bütün eski Sovyet
Cumhuriyetlerinin ünlü bilim adamları tarafından
yazılmış olan Sovyet Türkmenistanı adlı eserin
birinci cildinde aşağıdaki bilgileri buluyoruz:
"Margiyanalıların yerleştiği yurtların tümü konusunda,
yerleştiği pek çok bölgenin susuzluktan
çöl olmuşsa da, onların birkaç kentlerinin mevcut
olduğu konusunda açıklamalar ve bilgiler vardır.
4 Türkler r. c.l. s.483. 2002. Ankara.
2 X
.'>000 Yıl ık Sümer-Türkmen Bağları
Part Margianası kentlerinin gerçek sayısı,
birbirlerine göre coğrafî konumları bakımından
doğru belirlenmiş olmasa da, M.Ö. 2. yüzyılın
birinci yarısında yaşayan Klaudi Ptolomey
tarafından yazılmıştır. O kentleri 102° ve 106°
doğu boylamlarında gösterip, güneyden kuzeye
doğru sayarak aşağıdaki dokuz kentin adını
yazıyor: Nigeya (Niseya), Kamaguryana, Re- ya,
Antihoya, Margiyana, Nasoi, Argadina
(Aradena), Sena (Sina), ARATA ve Ariyaka"14
Yukarıda adı geçen ARATTA destanının metnini
kitabın yer-yurt adları bölümünde tanıtacağız.
İranlı tarihçi Hasan Pirniya bu konuda şöyle
yazıyor: Ancak Akkadların ve Sümerlerin nereden
geldikleri konusunda Aşkabat'ın yakınındaki
Anû, Astarabad'ın yakınındaki Türen- depe,
(bazılarına göre Turantepe B.G.) ve Daraygezde
(Güney Türkmenistan çevresi, B.G.) bulunan
seramik eşyalar, kap kaçaklar ve buna benzer
şeylerin imalât ediliş şekilleri Elam tarzı ile aynı
olup altın vazoların yüzünde ise Sümerlerin resimlerinin
işlenmiş olmasını göz önüne alarak,
bazı bilim adamları Elam Uygarlığı ile Güney
ve Batı Türkmenistan uygarlığının birbiriyle
ilişkisinin olması gerektiği kanaatine, belki de
Sümerler de kuzey taraftan Basra Körfezine ve
Babil düzlüğüne gelmiştir şeklinde düşünceye
varmışlardır.""' Pirniya kendi kitabının girişinde
dünyadaki mevcut dilleri ve eski dilleri üç gruba
bölerek Elam ve Sümer dillerini Ural-Altay ve
diğer bükünlü (iltisaki) dil grubuna koyuyor.
Türk tarihçisi Kâmuran Gürün de Anû Medeniyeti
ve onun tarihi dönemi (M.Ö. 8000-3900
arası) konusunda uzmanların ortaya koyduğu
çeşitli fikirleri izah etmesinin yanı sıra Sümer
medeniyetinin ve Sümerlerin menşeinin neresi
olduğu hususundaki çeşitli fikirleri de (Türkmenistan,
Hindistan, belki de üçüncü bir yer) analiz
ediyor. Gürün burada Anû'dan elde edilen
buluntuların bu konuların açığa kavuşmasındaki
önemini vurguluyor.5
Tarihçi Nissen Sümerlerin başka yerden gelmesini
şöyle açıklıyor: "Mezopotamya'da M. Ö. 3200
yıllarında çok sınırlı bir dönem süresinde
beklenilmedik bir durumda medeniyetin çeşitli
yönleri kesin olarak değişmiştir. Bu değişmenin
sadece eski kavmin yerini daha gelişmiş bir ülkeden
gelen yeni bir kavmin alması ile gerçekleşmesi
mümkündür.' Bundan başka da nüfus
sayısında yedi kat bir artışın olduğunu zikrederek
bu olayı Sümerlerin Mezopotamya'ya gelip yerleşmesi
ile ilişkilendiri-yor.6
Yene bir İranlı tarihçi Meşkur da bu konuda şöyle
yazıyor: "Bahirin ilk yerli kavimlerinin Sümerler
ya da Samîler olduğu konusunda çeşitli görüşler
var. Günümüzde alimlerin çoğunluğu Sümerlerin
Babil'de yerleşmiş olduğunu savunuyorlar.
Sümer yurdu Tevrat'ta Şenar adıyla geçiyor. Onların
kendileri kendi yurtlarına Şumer demişlerdir.
Sümer'de bulunan pirinç eşyalardan anlaşıldığına
göre onlar Fırat etrafına birden bire
beklenilmedik durumda gelip, medeniyetlerini
ise Hazar Denizi'nin güney doğusundan kendileriyle
getirmişlerdir. Ancak bazı bilim adamları ise
bunların deniz tarafından geldiklerini öne
sürmektedirler' 7
Alman bilim adamı Oberhuber Die Kultur des
Altesorientes adlı kitabında dünya uygarlığında
yazının bulunması konusunda şöyle bir fikir öne
sürüyor: "Sümerlere ait bulunmuş
yazıların ve yazının sonraki olgunlaşma süreci ile
ilgili belgelerdeki metinlerin çoğunluğu ticaret ve
yönetim işlerine ait olduğu için bilim adamları
yazının meydana gelmesinde ticarî ilişkilerin
temel rolünün olduğunu vurguluyorlar. Bu düşüncenin
savunucusu Heischelheim'in fikrine göre
şehir medeniyeti sadece coğrafî şartların ya da
kent uygarlığının ortaya çıkması sonunda
teşekkül etmeyip belki ticarî ilişkilerin ekonomide
temel rol oynamasından kaynaklanmaktadır.
Eki teorinin doğruluğunu ispat eden en inandırıcı
delil ise Yakın-Doğu ve Orta Asya'nın ticarî
ilişkilerinin kesişim merkezinde yerleşen Hazar
ötesindeki (Türkmenistan'da) doğunun en eski
kenti Anu'dur.8
XI. yüzyılda yaşamış olan Kaşgarlı Mahmut
dünya çapında tanınmış eseri Divauı Lügati't-
Türk'te ve XIII. yüzyılda yaşayan ünlü tarihçi
Hamedanlı Hoca Reşideddin Fazlullah'ın
Câmîu't Tevarih adlı eserinde Türklerin şeceresini
Hz. Nuh dan başlatıyorlar. Nuh ise bilim
adamlarının açıklamasına göre Ziusudra adıyla
Sümerler arasında yaşamış bilgin, belki de 16.
Gürün. Kamuran. 1981. sayfa: 31-35. Türkler ve
Türk Devletleri. Ankara.
6
Nissen. Hans J.. 1990. sayfa: 71-75. Grundzüge e
iner Geschichte der Fruhzeit des Vorderen Orient.
Darmstadt.
7
Mohammüdcevade Möşkur. 1985. Iran dar Ahde
bastan.s. 115. Tahran.
8
Oberhuber. Kari. 1972. Die Kultur des Altesorient.
s.43-44. Frankfurt anı Main.
2 4
marangoz olmuştur. Nuh Tufanı Destanı ise tarihçilerin
fikrine göre herhalde dünyayı su
bastığında (bazılarına göre Sümerlerin yurdunu)
kendi yaptığı gemi ile bir grup insanı ölümden
kurtarışını konu alan folklorik bir destandır. Bu
destan zamanla dinî bir nitelik kazanarak Tevrat
ve sonraki kutsal kitaplara girmiştir diye
düşünülebilir.9
Belki yukarıda belirtilen ünlü tarihçilerin Türklerin
aslını Nuh'tan getirmeleri ile ilgili görüşleri
bir hayale dayalı olmayıp çok eski kaynaklara ve
halk arasında uzun zamandan beri ya- şaya gelen
yaygın rivayetlere dayanmaktadır.
Nuh sözüne gelince, bu sözcük Sümer dilindeki
NU sözü ile bir olup sonraki Sâmî Kavimler
tarafından NUH şeklinde yazılmış olabilir. NU
sözcüğünün Sümer dilindeki anlamları: insan,
türetmek ve tohum demektir.10 Bu söze anlam
bakımından denk, yansıma bakımından da çok
yakın kelimeler Altay dillerinde de vardır.
Örneğin: Gold dilinde NAİ. Kore dilinde NEI,
Mongol dilinde ise NİALMA, hepsi insan anlamındadır.
11 Türk- menlerde de bir kimseyi
övmek istediklerinde NAY
BAŞI ibaresi kullanılmaktadır. Bu sözün de anlamı
insanların en seçkini olsa gerek.
Türkmenistan ile Mezopotamya arasındaki tarihî
ilişki konusunda Türkmen bilim adamlarının
yazdığı son makaleler daha açık bilgiler vermektedir.
Ödek Ödekof şöyle yazıyor: "... Yazarın
(kendisinin) Türkmen Boyu "Teke" ve "Göktürk"
sözcüklerini açıklamaya sistematik yaklaşması
Türkmenlerin etnoge- netik kökünü M.Ö. 3000.
yıla götürmeye imkan verdi. Bunu çeşitli uzmanlar,
tarihçiler, arkeologlar, dil bilimciler ve yazarlar
teyit etmişlerdir. Bunun gibi yaklaşmanın
esasında Şumerler (Sümerler) adının ve uygarlığının
temel unsurunu izah etmeye Sümer
yurdunda ve Altındepe'de (Güney Türkmenistan)
yaşayan halkların birbirleriyle akraba olduklarını
ispat etmeye imkân buluyoruz. Böylece, Sümer
yurdunda yaşayan SAKGİK halkı Altıntepe uygarlığını
türeten halkların doğrudan nesilleridir
şeklindeki tarihî sonuca varmak mümkündür.""
Gulla da "Türkmenlerin ataları sayılan ve Mezopotamya'ya
göç eden Sümerler sonra Akkatlar.
Elamlılar konusundaki bilimsel kaynaklar oraya
göçmeyi M.Ö. 4000 yılına tarihlendir- mektedir.
Ancak bu dönem Anû medeniyetinin gelişmiş bir
dönemine rastlamaktadır. Bu nedenle onların
kendi vatanlarını ekonomik düzey ve uygarlık
seviyesinin yüksek olduğu bir dönemde terk
etmelerini anlamak zordur. Ancak M.Ö. 4000 yıllarının
sonlan ve 3000 yıllarının başlarında o
döneme göre
• a
• •
«
ekonomi ve uygarlık bakımından gelişmiş
GÖKSUYRU'nün (Türkmenistan'da) dokuz
obasının hepsi boşalmıştır. Bu göçün sebebi ise
o dönemde OKS diye adlandırılan şimdiki Tecen
ırmağının suyunun bu günkü İran toprağından
kasıtlı olarak azaltılmasıdır. Bu, rutubetin azalması
nedeniyle, Karakum (şimdi Türkmenistan'ın
% 80 i teşkil eden bir saha) alanının çölleşmesine
neden olmuştur.
Bu sürecin başlaması ile M.Ö. 4000 yıllarının
sonunda Göksüyrülilerin, sonra Sümerler adını
alan büyük bir kesiminin, bol su arayarak Mezopotomya'ya
giden kavim olması mümkündür."1
Sümerologların birkaçı Sümer dilinin Hindistan'da
Aryanlar- dan önce yaşayan ve dilleri Ural-
Altay dil karakterine sahip olan DRAVİDA'ların
diline benzerliğini de göz önünde tutarak belki
de Sümerler şimdiki İran'ın güneyinden geçerek
Mezopotamya'ya ulaşmışlardır demektedir. Ancak
o dönem doğal şartlarının şimdiki İran'ın
doğusunda çok büyük ve sıcak çölleri meydana
getirdiğini dikkate alarak bunun mümkün
olduğuna inanmanın çok zor olacağı sonucuna
varıyorlar.
9
Nuh Tufanı nın Sümer kültürü bağlanımda ele
alındığı aşağıdaki çalışmalar da dikkate değerdir.
Muazzez İlmiye Çığ. Kur an. İncil ve Tevrat'ın
Sümer deki Kökeni. Kaynak yayınları. 2. baskı.
1996.
İstanbul.
10 Delitzsch. Friedrich. 1914a. sayfa: 206.
Sümerische Sprachlelıre. Lcipzig.
11 Poppe. Nikoleos. 1990. sayfa: 11. Bermerkungen
zu (i. J. Ramsteds Flinführung in die Altaische
Sprachvvissenchaft. I lelsinki.
Bu ihtimali öne sürenlerin biri ise Soden'dir. O
sözünün devamında : "Bu eklemeli karakterli bir
dile sahip ofan Dravida- lar Hindistan'daki zengin
uygarlığın yaratıcısı sayılırlar. Hindistan'a en son
nüfuz eden (ârileşen) Aryanlar ise onları Doğu
Hindistan'a sürüyorlar. Ancak, Dravidaları batıya
göçmeye neyin mecbur ettiğini anlamak ve onların
M.Ö. 4000 yılının hangi kesiminde göç ettiğini
tespit etmek çok zordur."12
Dravidalar konusunda Sümerolog Hommel de şu
açıklamalarda bulunmaktadır: "Kollar (Kolhlar)
Hindistan'ın yerli nüfusunun son kalıntılarıdır.
Sonra Turanlı (Türkistanlı) Dravidalar Hindistan'a
geliyorlar, en sonunda da Aryanlar gelip
Dravidaları Doğu Hindistan'a sürmüşlerdir"
(1925, 18).
Dravidi dilinde konuşan nüfusun günümüzdeki
sayısı yaklaşık 200 milyon olup Hindistan
yarımadasının 1/4'ünü oluştururlar. Bu dil, özellikle
onun Tamilce lehçesi güçlü edebiyatı, eski
metinleri ve M.Ö. 300 yıllarına kadar giden
geçmişi ile kendi karakterini korumaktadır. Bu dil
Tamil, Andrapradaş ve Misur gibi birkaç yurtta
resmî devlet dilidir."13
12 Sotlen & Landsberger 1965 - Soden Wolfram
Von & Landsberger. sayfa: 18. B. 1965. Die Eigenbegriffliclıkeit
der Babaylonischer VVissenchafl.
Dar m st ad t.
13 Störig. HansJoachim 1987. sayfa: 297-298.
Abenteuer Sprache. Berlin.
2 6
Sümerlerin Orta Asya'dan gelmeleri konusunda
bilimsel gerçekler daha çoktur. Ancak biz metnin
bu bölümünü bu konuda yazılan en son eserlerin
birine müracaat ederek noktalıyoruz: "Sümerlerin
(M.Ö. 3300) Orta Asya'dan gelme ihtimali
aşağıdaki şu faktörlerle açıklanıyor. Onların
dillerinin Altay- Türk dillerine benzerliği,
tapınaklarının mimarî şekilleri ve süslemelerinin
dağ tapınaklarına benzemesi ve genellikle yazıda
kullanılan ideogramlarının (belgilerinin) dağ
yurtlarıyla benzerlik göstermesidir. Sümerlerin
dinî inançlarının kökünün de Orta Asya ya da
Bakterya'dan olduğunu kanıtlayacak anlamlı
şeyler vardır: Dağ tapınakları, dağ öküzüne secde
etmek ve ek olarak Orta Asya'da olduğu gibi
kralın muhafızlarının o öldüğü zaman, kendilerini
zehirleyerek intihar etmeleri..."14
2. Yer-Yurt Adlan
Yer-yurt adları dünyada en sabit ve derin tarihî
anlamı olan sözcüklerdir. Çünkü bir yurtta
kültürlerin değişmesiyle hatta resmî dilin
değişmesiyle yer-yurt adları kayp olmayıp halk
tarafından muhafaza edilmektedir. Hatta pek çok
bölgede yer-yurt adlarının manasını o bölgede
şimdiki yaşayan halkın diliyle anlamlandırmak
mümkün değildir. Bunun için bilim adamları
Mezopotamya'daki bazı yer-yurt adlarının Sümer
dilinde belli bir anlamı olmadığı için o bölgede
Sümerlerden önce başka bir kavim yaşamıştır,
Sümerler ise başka bir yerden göç edip gelmiştir
diye bir kanaate varıyorlar. Bu sebeplere göre,
Eski Türkmenistan ile Mezopotamya'daki birkaç
yer-yurt adının birbirine denk gelmesi veya yakın
olması çok anlamlı ve tarihî açıdan önemlidir.
Meselenin yene ilginç ve anlamlı yönü ise Türkmen
topraklarındaki bazı yer adları hatta insan
adları günümüzdeki konuşulan Türkmence ve
hatta diğer Türk dillerinde anlam bulunmadığı
bir durumda bile, Sümer dilinde belli bir anlam
kazanmaktadır. Bunun sebebi ise Sümer dilinin
o dönemlerde yazıya geçerek değişmeden ve asimile
olmadan kurtulan yegâne akraba dil olmasıdır.
Bu adların birkaçını inceleyelim:
2.1. Aratta
Biz yukarda Kramer'in Sümer metinlerinde adı
geçen "Aratta kentinin Hazar çevresine işaret ettiğini
savunduğunu ve aynı şekilde bu kentin
Türkmenistan'ın en eski kent adlarının arasında
bulunduğunu açıklamıştık. Şimdi Kramer'in zikr
ettiği bu kente ait destanın metnine bakalım: Enmerkar
ve Aratta'nın Sahibi (İyesi) O bir defa
öyle olmuştu: İn-anna'nın kendi kutsal yüreğinde
sevdiği, İn-anna'nın kendi kutsal yüreğinde Şuba
yurdundan seçtiği, "Utu" nun oğlu Enmerkar'dan,
Kendisinin mehriban hanım hakanı olan
kızdardeşine Kutsal İn-anna'ya bir yalvarış geldi:
Ey benim kızdardeşim İn-anna, Uruk için, Koy,
Aratta'nın halkı güzel süslenen altın gümüşler
temin etsin.
Koy. onlar temiz yakutları, dağın kayalarından
dereye indirsinler,
Koy, onlar cevherler ve temiz yakutları getirsinler:
Kutsal yurt Uruk'a
• • • •
Senin vatan tuttuğun yerin, kutsal Gipar'a (?)
Aratta'nın halkı güzel sanatı ile, içeriyi süslesinler,
Ben; yalvarıyorum .... onların arasında, Koy,
Aratta Uruk'a boyun eğsin, Koy, Aratta'nın halkı
dağın taşını eteklerine
14 Slein. sayfa: 20.
2 7
getirenden sonra. Benim için ulu tapınak yapsınlar,
Koy, benim için ulu sandık yapsınlar. Benim
önümde bir ulu sandık olsun, .Tanrıların sandığı,
Onlar benim Kullab'daki Tanrılık Yasamı doğru
icra etsinler.
Benim için Absu yapsınlar, bir kutsal büyük yurt
gibi. Benim için Eridu'yu bir dağ gibi temizlesinler.
Benim için Absun'nun kutsal tapmağı gibi bir
kovuk yapsınlar. Ben. kutsal türkümü Absu'dan
seslendirdiğimde Ben, tanrılık yasamı Eridu'dan
getirdiğimde Ben tanrılık orunumu
çiçeklendiğimde?
Çiçeklendirdiğimde??? Ben Kullap ta ve Uruk ta
hakanlık tacımı başıma koyduğumda
Koy, utu (güneş, güneş tanrısı) bana dostluk nazarını
salsın Elçi Aratta'nın iyesine dedi
Senin atan benim hakanım beni gönderdi,
Uruk'un sahibi, Kullab'ın sahibi
Beni senin yanma gönderdi
Senin hakanın, o ne söyledi, o ne dedi?
0
Benim hakanım, o şöyle söyledi, şöyle dedi, Benim
hakanım senin doğum gününden bir taç belirledi
Uruk'un iyesi, Sümer'in ejderhası, o ....
gibi. Hakan gibi güçlü, büyük yurda buyurgan
koç O
çoban
Mehriban inekden, büyük yurdun yüreğinden
doğan, En-merkar, Utu'nun oğlu, beni gönderdi.
Benim hakanım, o şöyle dedi:
Ben kentin halkını sürgün ederim, onlar göç etmeli
olurlar kuşlar yuvalarından kaçmış gibi Ben
onu toza kararım, sanki kökünden viran edilmiş
yurt gibi,
En-ki'nin beddua eden yurdu. Arrata'nı Ben hükmen
orayı toz ederim.
Sanki bir zamanlar toz olup kalan yurt gibi.
İn-anna onun karşısında silâhlanmıştır.
O. (Aratta) sözü dinlemedi diyen sözleri kullandı
(Onun dediklerini hiçe saydı)
Ben kenti kül olan toprak gibi ederim.
Ben hükmen kentin
Üstünde toz duman yükseltirim.
Onun madenlerinden altınlarını aldıktan sonra
Onun topraklarından gümüş çıkardıktan sonra
Gümüş işlendikten sonra ....
Çuvallar katırların sırtına yüklendikten sonra ....
Sümer'in genç Enlil'in evi ....
En-ki'nin tarafından,
Onun kutsal yüreğinde seçilmiş iye,
Koy, büyük yurdun halkı, benim için temiz ...
yapsınlar Koy, o, benim için şimşir gibi büyüsün,
çiçeklensin
Güneş gibi ışık salsın, Ganun'dan çıktığı zaman,
Benim için onun eşiğini süsle.
*o*««»
Ey, Uruk'un iyesi, bir parça kil al, levha gibi,
onun yüzüne 2 8
sözcükler yaz
O kilin yüzünde bir sözcük yok
Evet, sana güneş Tanrı şöyle hatırlattı,
Şöyle yap, levhanın yüzüne yaz: Enmerkar2S
Bilim adamları bu destanda geçen Enki ve İnanna
gibi büyük Sümer tanrıları tarafından öne
sürülen amaç ve eposun cereyan ettiği atmosferi
göz önünde bulundurarak bu olaylarla ilgili açıklayıcı
fikirlerini şu şekilde beyan etmişlerdir. Uhlig
şöyle yazıyor: "Bu metin noktalar ile gösterilmiş
boş yerler olmasına (kaybolmuş sözcüklerine)
rağmen çok şeyleri açıklıyor. An-laşıldığına
göre Eridu kentine kadar uzanan ülkelere egemen
olan Uruk'un hakanı, Enki'nin kenti olan Eridu
yu viran etmesinin ardından altın ve yakut zenginliği
ile meşhur olan Aratta'nın halkı yıkılan
şehirleri tekrar yapmaya ve Enki'nin tapınağını
tekrar inşa etmeye, ayrıca gümüş ve mücevherlerini
getirerek Uruk'un tapınağını süslemeye ve
orada yeni bir tapınak kurmaya mecbur ediliyor.
Bu amaç ilk olarak bir tanrının ağzından tehdit
edici motifte ifade edilerek, bir elçi vasitesiyle
Aratta'nın sahibine haber veriliyor. Bu olay kutsal
bir dini amaç gibi gösterilirse de, gerçekte o
dünyevî çıkarlar ve güç ifade etmek için olup, din
ise sadece örtü olarak kullanılmıştır.'
Soden'in açıklamasına göre bu mitte İn-anna
kendi hakanının yardımına geliyor. O bu amaç
için düşman yurdunu (Aratta yi) müthiş bir kuraklığa
uğratarak ağır şartlar altına sokuyor.
Soden'in bu değerlendirmesi, yukarıda Türkmen
bilim adamlarının o dönemde Türkmenistan'da
Karakum Çölünün büyümesi ve ağır kuraklığa
maruz kalmasından dolayı oranın halkının
dünyanın çeşitli yurtlarına, bu cümleden olarak
Mezopotamya'ya gitmeye mecbur oldukları konusundaki
fikirlerine uygun düşmektedir. Çünkü,
destanda bu iki yurdun arasında ilişki olduğunu
açıkça görüyoruz.
Burada "Aratta" yurt adının Güney Azerbaycan
topraklarında da bulunmasına dikkat çekmek
istiyoruz.
2.2. Küngür (Künür). Türkrrıensahra'da (Kuzey
İran'da) yerleşen bir eski Türkmen obasının adı
Küngürdür.
Sümerliler kendi yurtlarını KİN-Kİ daha açıkçası
KİN-GİR diye adlandırmışlardır. Bu adın asıl ya
da mecazî anlamı uygarlık yurdu diye anlaşılmıştır.
Sümer dilinde günümüz Türkmen
dilindeki gibi geniz sesi (palatal nazal) olmasını
göz önünde tutarak bu iki sözcüğü aynı
yansımada okumak mümkündür. Birleşik sözcük
olan KİN-GİR iki basit sözcükten KİN ve GİR
sözcüklerinden oluşmuştur. KİN sözcüğü Sümer
dilinde birkaç anlamda kullanılmış ve bir anlamı
da iĢ demektir (bkz. sözlük bölümüne). Bu
sözcük Türkmen dilinde müşkil ve zahmetli anlamına
gelen KIN
sözcüğü ile yansıma bakımdan bir. anlam
bakımından ise çok yakındır. İkinci basit sözcük
GİR (Kİ) ise Sümer dilinde yer, belli bir yer anlamına
gelmektedir. Bu .sözcük Türkmen
dilindeki gır (kır) sözcüğü ile hem yansıma hem
de anlam bakımından tahminen birdir. Nedeni,
gır sözcüğü Türkmen dilinde ırmakların
çöküntüsünden oluşmuş, bazı yerleri kuru ve
çoğunluğu tepelerden ibaret yer anlamındadır.
Sümerlerin yurdu da iki ırmağın arasındaki gır
(kır) dan ibarettir. Bunları göz önünde bulundurarak
zahmetli kır diye düşünmek mümkündür.
Bilim adamlarının Mezopotamya'nın kurak toprağının
çok zahmet istemesi konusundaki açıklamaları
da bu düşünceye destek veriyor.
Türkmenistan'da da eskiden kalmış harabelerin
arasında kalalı gir, kaplanlı gir gibi adlar vardır.
Sümerolog Falkenstein bu sözcüğü KEN-GER ve
KENER şeklinde yazıyor.15 Azerbaycan'ın
Tebriz kenti yakınında bir köyün adı da
Kenger'dir. Bizim bu yer adının nereden gelip
çıktığı konusunda elimizde bilgimiz yok, ancak
meselenin ilginç yanı, Falkenstein in LU- KEN'-
GER-RA 15 Falkenstein. Adam. 1959. Das
Sümerische. sayfa: 14. Leiden.
2 9
sözünü Sümerli (Mann von Sümer, Sümerer) diye
adlandırmıştır.16 Yukarıda adı geçen Azerbaycan
köyünün
(veya kentinin)bazı sakinleri kendileri için
Kengerlu (Kengerli)

soyadını kullanıyorlar. LU-KEN-GER-RA
sözcüğü ile KENGER- LU sözcüğü arasındaki
benzerlik çok anlamlıdır. Özellikle (LU) eki her
iki dilde de bir yurda mensup adam anlamına
geliyor (bkz.
sözlük bölümü).
Bazı bilim adamları bu sözcüğü Kİ-EN-Gİ
şeklinde yazıp, onun birinci hecesi^deki Kİ
sözcüğünü yer-yurt anlamında veriyorlar.
Sümerlerde çoğunlukla adın sıfattan önce
gelmesini göz önüne alırsak hu şekilde yazılmasının
daha doğru olması mümkündür. Ancak
hangi şekilde yazılırsa yazılsın bu sözcüğün terkibindeki
Kİ sözcüğü yer, yurt veya kır/gır anlamındadır.
"Türkistan'a ait eski adlarda da Kengü; yurt adı,
Kagir Çayı ve Kangar etnik adı bulunması da
dikkate şayandır."17
Orhon yazıtlarında da Kengeres ve Kengü
sözcüklerinin de yurt ya kavim adı olarak zikr
edilmesi de çok anlamlıdır.18
Ânew (AĢkabat'ın 14 km. doğusunda eski kent
harabesi) Sümerlerin en ulu tanrılarının adı, Gök
tanrısı olan Anü'dur. Ayrıca onların en büyük tapmağının
adı da Uruk kentindeki Anû'dur. Biz bu
iki sözcüğün anlamlarının bir olması konusunda
dinî adlara ayrılmış
bölümde söz edeceğiz. Ancak burada iki noktayı
hatırlatmak isteriz. Birincisi, yabancı dillerde
(Hindo- German dillerinde) yazılmış eserlerde
Ânew sözcüğünün Anû, bazen Anau şeklinde
yazılması ve ikincisi, bilim adamlarının eserlerinde
atalarımın gök tanrısına inandığı konusunda
kesin bilgiler vardır (bkz. din bölümüne).
Urgenç (Eski Urgenç Türkmenistan'da, Yeni Urgenç
Özbekistan da) Süm€
rlilerin en önemli ilk kentlerinin adları Ur ve
Uruk olmuştur. Samer dilinde Ur sözcüğü insan
ve Uru sözcüğü ise kent anlamadadır. Bu sözcükler
günümüzdeki Türkmen dilinde Uruğ (Uruk),
yanı hanedan, boy sözcüğü ile aynı kökten olsa
gerek. Çünkü bu sözcüklerin şekil ve anlam bakımından
birbirine yakınlığından başka bilim
adamlarının açıklamasına göre ilk köyler, belli
bir akraba toplulukları, yani uruğ un yerleşmesiyle
türemiştir. Netice itibariyle uruğ veya
urug sözcüklerini ilk insanların kurdukları
köylere ad olarak vermiş olmaları büyük bir ihtimaldir.
Bunları nazara alırsak, bu sözcüklerin
arasında yani Sumerdeki Ur, Uruk, Türkmenistandaki
Urgenç ve kent adlarının arasında
belli benzerlikler bulunmaktadır diye düşünüyoruz.
Nusay (Aşkabat'ın 16. km güney batısında eski
kent harabesi) Günümüzdeki Irak Türkmenlerinin
yurdu olan Kerkük şehrinin çevresinde (Yorgan
Tepede) de Sümerlilerin M.Ö. 2500 yı- lına
ait Nusi (Nuzi) kentinin harabeleri vardır, iki tane
basit kelimeden ibaret olan bu birleşik kelime
yansıma bakımından hemen hemen aynıdır. Bu
sözcüğün anlamını ise şöyle düşünmek
mümkündür. Daha önceki satırlarda NU
sözcüğünün insan olduğuna işaret edilmişti. Sİ
sözcüğü Sümer dilinde hürmetli, dost anlamına
da gelmektedir.19
Böylece, Nusi sözcüğünü hürmetli, dost insan,
pir gibi anlamlarıyla düşünmek mümkündür.
NU-SAY birleşik sözcüğüne gelince, SAY
sözcüğü Türkmen dilinde seçkin ve SI-LAG kelimesi
ise hürmet demektir. Netice olarak NUSAY
sözcüğünü seçkin insan olarak düşünmek
mümkündür.
16 a.g.e.. sayfa: 15.
17 Türksoy jurnali. Sayı 8. Oca|< 2003. s. 15-16.
18 Tekin. Talat. 1993. Tür^e.japonca. s>]05.
19 Delitzsch. Friedrich. 1914b. Süınerische
Glossar. $.236. Leipzig.
3 0
Parab (Farab) Türkmenistan'daki bu eski kentin
adı da Mezopotamya'daki Fara kentin adına
yakındır.
Madau Tepe ve Madau Dağlan Türkmenistan'daki
bu eski yurt adlan ise Sümer
dilindeki MADA sözcüğü ile bir kökten olsa
gerek. Mada sözcüğü Sümer dilinde yurt, uygarlık
yurdu anlamındadır.20 (Delitzsch 1914,
172). Ayrıca matu sözcüğü de Sümer dilinde yurt
anlamındadır.21
Durun Türkmenistan'daki bu eski yurdun adının
Sümer dilinde DUR, DURU ve DURUN
şekillerinde iskân, yurt tutmak, yaşamak gibi anlamları
vardır (bkz. sözlük bölümü). Bu sözcük
Türkmen dilinde de durmak, toktamak, yurt tutmak
gibi anlamlar taşımaktadır.
Gavur Tepe, Gavers Türkmenistan'daki bu eski
yurt adları da Mezopotamya daki Gaur Tepe
(Tepe Gaur) ile çok yakındır. .
Ahal (Türkmenistan'da bir vilâyet adı): Sümer
dilinde AKAL sözcüğü güç ve AGAL sözcüğü
ise güçlü anlamındadır (Delitzschel959, 3). Bu
sözlerin kökeninin bir olması ihtimali güçlü olabilir.
Amı (Amuderya) Bu sözcüğü Sümer dilinde
şöyle düşünmek mümkündür. Am yaban öküzü,
dere sığırı demektir, i ise ırmak demektir.22 Neticede
AMI sözcüğü öküz ırmağı anlamına gelebilir.
Mari, Marguş Türkmenlerin günümüzdeki
yazdıkları şekliyle Mari Sümerlerin ünlü kentlerinden
biri olmuştur. Mezopotamya'daki Mari konusunda
Kramer şöyle yazıyor: "Kuzey Mezopotamya'da,
şimdiki Irak ve Suriye sınırları
yakınında Fransız arkeologlar Mari kentini kazıp
ortaya çıkardılar. Bu kent günümüzden 3700 yıl
önce defineciler tarafından viran edilmiştir. Bu
kentin harabelerinde 28.000 m' alanda yer alan
büyük bir hakan sarayı göze çarpıyor.;is Mezopotamya'daki
Mari ile çağdaş olan Marguş
medeniyeti konusunda arkeolog Sarianidi şöyle
yazıyor: "Bu medeniyetin 40 yüzyıl önceye ait
olduğu açıklığa kavuşmuştur. Hatta onun özel
yazısının olmasına da ihtimal veriliyor. Onun
çalışmasındaki bu konu ile ilgili kısma bakalım:
"...
yerli demirci ustalar hemen hemen her türlü
bakır, pirinç silâhlan ve süs eşyaları yapmayı
öğrenmişlerdir. Onların arasında insan gözü resimleri
ve şekilleri ile süslenmiş büyük baltalar
dikkati çekiyor. Taş ustaları da burada
çalışmışlardır. Onlar taşın her çeşidinden türlü
süs eşyaları, o cümleden incelikle nakışlanan
mühürleri yapmışlardır. Ancak taş kolyeler yapmakta
özel maharet göstermişlerdir. Buna kanıt
başını çevirip ağzı ile ayağını yalayıp . duran deve
resmi ile süslenen kolyedir. Bu ise Mezopotamya
sanatından hiç de geride olmayan taş sanatına
sahip olmasının bir göstergesidir.'19
MAR sözcüğünün Sümer dilinde çeşitli anlamları
olup, bir anlamı da öküz dür (Deimel 1939, 180),
ek olan İ sözcüğü, yukarıda denildiği gibi ırmak
demektir. Netice olarak MARİ'yi öküz ırmağı diye
düşünmek mümkündür. Ami ve Mari adlarının
öküz ile ilgili olması ve Türkmenistan'da
günümüzden 6000 yıl önceye ait öküz başı
heykelleri bulunması bir kanıt mıdır? Öküzün
kutsallığını göz önünde tutarsak, çok doğal bir
gerçekliktir.
Mar sözcüğünün öküz anlamında olmasını biz
Babil'in en büyük tanrısı sayılan MARDUK
sözcüğünde görmekteyiz.
20 Delitzsche. Friedrich. 1914h. Sümerische
Glossar. s. 172 Leipzig.
21
Deimel, Anton. 1939. Sümerische Grammatik
mit Übungsstücken und zvvei Anhângen-Liste
der gebrâuehlisehsten Keilschriftzeichen mit
ihren Urbilden und den Hauptbedeutungen. s.57.
Roma.
22 Delitzsche. 1914. s. 10.
3 1
(MARDUK Sümer dilinde MAR-UTUK (MARUT)
şeklinde de vardır. Yani. güneşin genç öküzü
anlamında olarak Babil'in kent tanrısıdır (M.Ö.
2000 yılı). O ilk olarak M.Ö. 2600 yılından itibaren
bilinmektedir. Hammurabi'nin döneminde
MAR- DUK'un önemi daha da artarak Kassitler'de
ise (M.Ö. 2000. yılın ikinci yarısında) Babil'in
devlet tanrısı derecesine kadar yükselmiştir".
1,0
M.Ö. 1000 yılına ait Türkmenistan'daki Margiyana
uygarlığını da dikkate alırsak, Man, Marguş
ve Margiyana gibi Türk- menistanın eski uygarlıklarını
simgeleyen adların aynı kökden
olduğunu görüyoruz. Buna ilâveten Afgan Türkmenlerinin
şimdi yaşadıkları yerlerdeki
Marçavve İran Türkmenlerinin yaşadığı yerlerdeki
Marava Tepe kentlerinin adlarına da dikkati
çekmek istiyoruz.
Genellik'le Aratta, Mari, Mada (Med), Kenger
(Küngür) gibi en eski yurd adlarının Türkmenistan'da,
Azerbaycan'da. Mezopotamya'da ve
Anadolu'da aynen tekrar olması, bizim en eski
atalarımızın devamlı olarak doğudan batıya akın
etmesini anlatmaktadır.
Şekil 1: Türkmenistan'ın Mari vilayetinden bulunmuş
bir eski tapınağın restore edilmiş resmi (
m. ö.
2000)
3 2
Şekil 2: A- Türkmenistan, altından yapılmış öküz
başı. m. ö. 4000-3000) B- Mesopotamya.
bronzdan yapılmış öküz başı. m.ö. 3000. yıl
(Mesopotanıien. Jean-Claude Margueron,
München-1978. s. 45)
3. İnanç Sistemleri
Genel Kavramlar:
Dinin ortaya çıkışı konusunda teoriler ve Türklerin
İslâmdan önceki dinleri konusundeki kısa
bilgiyi Muzaffer Sencer'den" aynen aktarmayı
doğru bulduk: "Türklerin, İslâmlık öncesi inançlarıyla
ilgili kaynaklar, ayrı din teorilerine konu
olan totemizm, animizm ve natürizm öğelerinin
bir arada bulunduğu ve Şamanizm adı verilen bu
sistemin, bu inanç ve pratiklerin toplamı
sayılabileceğini göstermektedir. Bu bakımdan
ayrı din teorileri olarak sunulmakla birlikte dinlerin
evriminde ayrı ayrı aşamalar olan adı geçen
din sistemlerine kısaca değinmek yerinde olacaktır.
Totemizm
Genel insanlık tarihinde ilk olarak Mac Lennan
tarafından bağlanan "totemizm" Durkheim'e göre
en temel ve en ilkel bir kült olarak bilinen en ilkel
ve en basit bir örgüt içinde klan örgütünde geçerlidir.
Klanı meydana getiren bireyler kendilerini bir
akrabalık bağıyla, ama çok özel türden bir bağla
birleşmiş sayarlar. Bu akrabalık, onların
birbiriyle belli kan bağlarının bulunmasından
ileri gelmez, onlar sadece aynı adı taşıdıklarından
akrabadırlar. Bu ad, aynı zamanda, kendisiyle çok
özel ilişkilerin bulunduğuna inanılan belli bir
maddî nesneler türünün de adıdır. Bu ilişkiler
akrabalık ilişkileridir. Klanı kollektif olarak
göstermeye yarayan nesneler türüne "totem"
denir. Klanın totemi aynı zamanda üyelerinden
her birinin de totemidir.
Her klanın ancak kendisine özgü olan bir totemi
vardır ve aynı kabilenin iki ayrı klanı aynı toteme
sahip olamaz.Totem olarak kullanılan nesneler,
çok büyük bir oranda, ya hayvanlar ya da bitkiler
dünyasına, özellikle de ilkine özgüdür.
Totem yalnız bir ad değildir, bir amblemdir,
Totem yalnız bir ad ve amblem değil, gerçek bir
kutsal nesne tipidir. Totem klan üyeleriyle totem
olan nesne arasındaki töz (cevher) birliği anlamına
gelmektedir. Totemin basitleştirilmiş şekli
eşya vb. üzerine kazılmaktadır. Görüldüğü gibi,
totemizm, temelce klan birliğini temsil eden bir
sembolün kutsallaştırılmasıdır.
3.3. Animizm Dinlerin kökeniyle ilgili bir sistem
olarak ana çizgileriyle animist teoriyi kuran
Tylor'dur. Ondan sonra teoriyi geliştiren Spencer,
onu birtakım değişiklikler yapmaksızın yeniden
tekrarlamamış olmakla birlikte, genellikle sorunlar
her ikisi tarafından da aynı terimlerle konmuş
ve benimsenen çözümler aynı olmuştur.
Tylor ve Spencer'e göre ruh kavramı, dinin temel
kavramıdır. İlk insan basit bir yanılgının sonucu
olarak rastgele bu kavrama ulaşmıştır. Düşlerinde
bedenî bir yerde durup kalmışken kendisinin
şurada burada dolaşması ve çeşitli işler yapması
yüzünden, o, kendisinde iki varlığın bulunması
gerektiği çıkarımında bulunmuştur. Yine düşlerinde
bedenleri düş görülen yerde olmayan
kimseleri görmesi ve onlarla konuşması
yüzünden, onların da kendilerinde iki varlığa
sahip olmaları gerektiği yargısına varmıştır.
Böylelikle giderek her bireyin bedenden ayrılma
ve uzaklarda dolaşma gücünde bir eşinin, bir
başka kendisinin bulunduğu kavramına
ulaşmıştır. Bu eş, kişiye benzemekte ama ondan
çeşitli özelliklerle ayrılmaktadır.
Bu eş "ruh" tur. Bu ruhsa bir "tin (spirit)" değildir,
kendisinden ancak olağan dışı durumlarda
ayrıldığı bir bedene bağlıdır. Ruh, ancak kendisini
değiştirerek bir tin olabilmiştir. Öte yandan
ölümün sadece bir uzun baygınlık veya uzayan
bir uyku olduğunu düşünen ilk insan, bedenin
uyanacağına, sonunda dağıldığını görmüştür.
Böylelikle ruhun serbest kaldığını ve cisimlenmemiş
bir tin meydana getirdiğini varsaymak
zorunda kalmıştır. Böylece herhangi bir organizmadan
ayrılmış ve mekânda serbest kalmış tinler
doğmuştur.
3 3
Artık ruh biçim değiştirmiştir. Bu insanın bedenini
canlandıran basit bir hayat ilkesinden, bir tin.
iyi veya kötü bir cin hatta bir tanrılık doğmuştur.
Ama bu tanrılaştırmaya ölüm yol açtığından, insanlığın
bilinen ilk kültü, ölülere, ataların ruhlarına
yönelmiştir.
Serbest kalan ruhların yaşayan varlıklar arasında
dolaştıkları ve her türlü iyilik ve kötülüğün onlardan
geleceği inancı, insanı, bu ruhların
kötülüğünden kurtulmak için birtakım yollara
başvurmak zorunda bırakmıştır.
Ata ruhlarının ayrı bir varlık alanı meydana getirdiği
inancından hareket eden bu sistem, doğa
üstü dünyadaki ata ruhlarının yöneticiliğiyle, kutsallığın
baba yoluyla geçtiği ilkesine dayanır. Bu
bakımdan, soy üyeleri ata ruhlarını kutlayarak
onlar adına yanan soy "od" unu söndür memeye
çalışmışlardır.
3.4. Naturizm Animizmin temelindeki postüla,
dinin hiç olmazsa kökçe, hiçbir fiziksel gerçekliği
göstermediğidir. Ama Max Müller, karşıt bir
ilkeyle işe girişir. Ona göre, dinin, bütün otoritesini
aldığı bir deneye dayandığı bir aksiyondur.
Müllere göre "din" eger, "bilincimizin yasaya uygun
bir öğesi olarak yerini alacaksa, diğer bütün
bilgiler gibi duyulur deneyle başlanmalıdır. Gerçekten
Max Müller ve diğer Sanskritçe
araştırıcıları, dinin kaynağını bir başka doğrultuda,
dış doğanın insan üzerindeki etkisinde aramışlardır.
Tanrıların adları genellikle, ya hâlâ kullanılan
cins adlar veya orijinal anlamı bulunabilecek önceden
cins olan kelimelerdir. Bunların her ikisi
de ana doğa olaylarını gösterir. Örneğin Hindistan'ın
ana tanrılarından birinin adı olan "Agni"
kökçe duygularımızla algılandığı şekilde ve herhangi
bir mitolojik ekleme olmaksızın yalnız
maddî ateş olayını göstermiştir. Bu ve buna benzer
olaylar, bu toplumlarda doğanın biçim ve
güçlerinin, dinsel duygunun kendisini bağladığı
ilk objeler, tanıştırılacak ilk nesneler olduğunu
göstermektedir.
Müller "ilk bakışta" der, "doğadan daha az doğal
hiçbir şey yoktur. Doğa en büyük sürpriz, bir
korku, bir şaşkınlık, bir durağan mucizedir ve
süreklilik, değişmezlik ve düzenli olarak tekrarlanmaları
yüzündendir ki bu durağan mucizenin
belli görünüşleri, önceden sezebilirlik, olağanlık,
anlaşabilirlik anlamında doğal sayılmıştır. İlk
zamanlardan başlayarak dinsel düşünce ve dili
doğuran, bu geniş
sürpriz, korku, şaşkınlık, mucize alanı,
birbirinden ayrı olarak bilinmeyen, başka bir
ifade ile sonludan ayrı olarak sonsuzdur." Bu sonsuzun
duyumlanmasından din çıkmıştır.
Bununla birlikte, gerçekte din, ancak bu doğal
güçler, artık zihinde soyut bir biçimde gösterilmedikleri
zaman kurulur. Bu güçlerin, kişisel
etmenler, yaşayan ve düşünen varlıklar, tinsel
güçler ve tanrılara dönüşmesi gerekir. Max
Müller'e göre, düşünce üzerine yaptığı etkiyle bu
biçim değişimini doğuran dildir.
Kendisinden kullandığımız bütün kelimelerin
çıktığı ve bütün Hint-Avrupa dillerinin temelinde
bulunan "kök" 1er, iki belirgin karakteristik gösterir.
Önce, kökler geneldir, yani, özel nesne ve
bireyleri değil, tipleri hatta aşırı genellikteki
tipleri gösterir. İkinci olarak, bunların karşılık
olduğu tipler, obje tipleri değil, eylem tipleridir.
Bunlar, canlı varlıklarda, özellikle insanlarda
görülen en genel eylem biçimlerini gösterirler.
İşte kökenleri yüzünden, bu kelimeler, doğa
güçlerini, ancak insan eylemlerine en yakın
görünen belirtileriyle gösterebilirler. Örneğin,
güneş, boşlukta altın oklar atan "bir şey" olarak
adlandırılmıştır.
Ama, doğal olaylar, bu şekilde insan eylemleriyle
karşılaştırıldığından, onların bağlandığı bu "şey"
zorunlu olarak az çok insanlara benzeyen kişisel
etmenler biçiminde anlaşılmıştır.
Böylece dil, duyulara açık olan maddî dünya
üstüne, hiçten yaratılan ve fiziksel olguların
nedenleri sayılan tinsel varlıklardan meydana
gelen yeni bir dünya koymuştur.
Bir kere bulunduktan sonra, tinsel dünyayı
gösteren kelimeler, sınırsız genişleme gücü
kazanmış, böylece bir pantheon, bir tanrılıklar hiyerarşisi
yaratabilmiştir. İnsanın kendi ruhu, fikri
ikinci 3 4
dereceden bir gelişmedir ve atalara tapınma dini,
daha önemli olan doğaya tapınmanın bir
yansımasıdır.
Bu üç teorinin dayanağını ve içeriğini meydana
getiren inanç ve pratiklerin, birbirine karşıt ve
ayrı ayrı dinin kaynağını açıklayan sistemler olmaktan
çok. -hiç olmazsa Türklerin dinleri söz
konusu olduğunda- birbirini izleyen dinsel
gelişme dönemleri olduğu düşünülebilir."23
3.5. Şamanizm
Türklerin dinsel evrimlerini belirledikten sonra,
totemizm, animizm ve naturizm öğelerinin bir
bileşimi olan şamanizm inanç ve pratikleri üzerine
durmak yerinde olacaktır. Eski Türklerde bir
ve büyük Tanrı hakkında açık bir inanç ve anlayışın
bulunup bulunmadığı kesinlikle bilinmemektedir.
Çin kaynaklarının belirlediğine göre
Orta Asya'da devlet kuran sülâlelerin hepsinde
Gök tanrı kültüne rastlanmaktadır. Göktürk yazıtlarından
VI. ve VII. yüzyıllarda, Gök tanrı
hakkındaki inançların ge-lişmiş olduğu, "Tanrı"
adının tek başına, başka tanrılarla karıştırılmadan
söylendiği anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte Göktürk ve Uygur hakanlığı
döneminde, maddî bir varlık olarak tasarlanan,
Gök'le onun sahibi olan ruh birbirinden
ayrılmamış olsa gerekir. Kaşgarlı Mahmut'un
"Tengri" sözcüğünü açıklarken " kâfirler göğe
tengri derler, yine bu adamlar büyük bir dağ,
büyük bir ağaç gibi, gözlerine ulu görünen her
şeye tengri derler. Bu yüzden bu gibi şeylere
yükünürler (tapınırlar)" demesi, Eski Türklerde
"tengri" sözcüğünün görünen gökle, ulu varlık
anlamına geldiğini, maddî bir varlık sayılan gökle
büyük bir gücün aynılaştırıldığını göstermektedir.
Bugünkü şamanist Türkler, "tengri"
kelimesini eski Türbedeki anlamıyla kullanmakta
ve bizdeki anlamıyla "gök" kelimesine dillerinde
yer vermemektedirler.
Güneş, ay, yıldız, yıldırım ve yelle ilgili inançlar,
Gök tanrı kültüyle ilişkilidir. Altaylı şamanistler
güneşle ant içerler. Altay- lılara göre Güneş ana,
Ay atadır. Şamanistlerin inançlarına göre, güneş
ve ay tutulmasının nedeni, güneş ve ayın kötü
ruhlarla çarpışmaya girişmesi ve bazen
yakalanarak karanlık dünyasına sürüklenmesidir.
Bütün Türk lehçelerinde bu olayın "tutulmak" la
açıklanması, eski bir inancın izlerini gösterir.
Güneş ve ay tutulduğu zaman, şamanistler
bunları kötü ruhların elinden kurtarmak için
bağırır çağırır, davul çalarlar."
4. Sümerlerin ve Eski Türklerin Dinî İnançlarının
Karşılaştırılması
Metnin bu bölümüne girişte iki meseleyi göz
önünde tutmak gerekiyor. Birincisi, Sümerlerde
insanların dünya, insan ve toplum ilişkileri konusundaki
bütün düşünceleri ve bu cümleden
olarak, destan ve lirik gibi sanatsal edebiyatın
çeşitli türleri de, ekonomik ve toplumsal ilişkiler
konusundaki düşünceleri de doğrudan doğruya
din ile ilişkilidir. İkincisi, bilim adamlarının açıklamasına
göre Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm
dinlerindeki inançların ve Yunan mitolojisinin
hemen hemen hepsinin kaynağı ve mayası
Sümerlerin ürettiği ilginç uygarlık olmuştur.
Örnek olarak dünya ve insanın yaradılışı, cennet
ve cehennem, insanın cennetten kovulması vb.
konulardaki düşünceler ve yene, Nuh Tufanı
destanı Sümerlerin din ve inanç sistemlerinde
üretilmiş, sonraları onların mirasçıları olan
kavimler arasında ortaya çıkmış dinlere girmiş,
zamanın koşullarına uygun olarak mükemmelleşmiştir.
24
Bu bölümde Sümerlerin dini inançları ile Türklerin
İslâmdan önceki çok eski dönemlere ait inançları
arasındaki benzerlikleri ve buna ek olarak,
bazı dini termlerin de günümüzdeki Türkmen
sözcüklerine yakınlığı ve onların köklerinin bir
olması ihtimalini izah etmeye çalışacağız.
23 Sencer. Muzaffer. 1974 Dinin Türk Toplumuna
F.tkileri. s.43-48. İstanbul.
24 Bu konu ile ilgili olarak bkz. Muazzez ilmiye
Çığ. Kur an. İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki
Kökeni.
Kaynak yay. 2.baskı. 1996. İstanbul. Aynı yazar.
İbrahim Peygamber. Kaynak yay. 1 baskı. 1997.
İstanbul.
5. Sümerlerin Evren Anlayışı
"Sümerlerin dini, yazı vesilesiyle bilinen en eski
dindir. Bu yazılar Sümerlerin dinî inanışlarını
yansıtmanın dışında, bütün insan yaşayışının
çeşitli yönleri konusunda manevî ve felsefî
bakışlarını betimlemektedir. Bu metinler, yaşayış
ve ölümün en nihai sırları konusunda böyle ikna
edici açıklamaları öne sürmek ve çeşitli şekilde
yansıyan mitleri miras bırakmak yoluyle, sonra
ortaya çıkan dinlere devamlı tesir etmiştir. Tarihî
olaylardan ve çeşitli konulardan meydana gelen
bu formüller insan toplumlarını devamlı rahatsız
eden temel sorunları cesaret ve açıklıkla ortaya
koyar: Biz kimiz? Biz nereden geldik? Biz nasıl
bu düzeye eriştik?
Mezopotamyalılar bu sorulara doğrudan ve anlamlı
(elbette günümüzdeki çağdaş bilimsel yöntemler
arasında yer almayacak şekilde) cevaplar
veriyorlar. Onların düşüncesine göre yer, etrafı
sınırsız boşluk ile çevrilmiş ve çevresi gök kubbe
ile sınırlanmış bir düzlemden ibarettir. Bunların
hepsi birleşerek evren kavramına geler. Buna
Sümer dilinde AN-Kİ yani gök-yer (gök ile yer)
deniler. Gök ile yer arasındaki hacmi dolduran
maddeye ise LİL yani yel, hava deniliyor. Yer ile
göğün etrafını daima dalgalanmakta olan uçsuz
bucaksız sular çevrer.
Sümerlerin düşüncesine göre, ezelden-ebede
kadar kalan varlık sudur. Her şeyin kaynağı ve
mayası sudur. Bilim, evren kendi gök kubbesi
ile, yeryüzü, yer ile gök arasını dolduran atmosferde
ışık saçmakta olan sayısız yıldızlar, ay, gün,
yaradılış ve yaşayış, bu cümleden olarak, insanın
yaradılışı ve uygarlığın gelişme ortamı, bunların
hepsi o sudandır.'14
3 6
6. Çok Tanrılık (Politeizm)
Eski Türklerde de. Sümerlerde de çok tanrılı inanç
sistemi vardır. Sümerler doğanın dört temel
görüntüsü ile ilgili dört ulu tanrı, belki yüzlerce
belki de binlerce ikinci dereceden olan yarı tanrı
ve tanrıçalara inanmışlardır. Bu yarı tanrılar
genellikle Türkmenlerin inandığı İye, Pir, Peri
ve Al (A:l) gibi insan üstü güçler ile farklı
değildirler. Sümerolog Soden bu kadar çok tanrının
ilginç ve düşünülmesi zor olduğu konusunda
şöyle yazıyor: "Sümer metinlerini okuduğumuzda
ilk dikkati çeken konu olağanüstü
çok sayıda tanrılar ve onların adlarıdır. İlk açıklanan
tanrı adları listesinde hemen hemen M.Ö.
3000 yılın ortalarında yüzlerce tanrının adı
kendini gösteriyor. Sümerlerin son dönemlerinde
ise onların sayısı daha da artar. Sümerlerin
kendilerinin kuşkusuz abartma ile verdiği tanrı
sayıları 3600'dür. Babil'in dar sınırında bu kadar
çok tanrıya inanılmasının mümkün olduğunu
kavramak pek zordur."4'
"Onlar sayılarının çokluğu ve çeşitli olmalarına
rağmen belli bir düzen işleten panteon fantezisi
yoluyle genel bir uyum içerisindedir. Tanrılar
kendilerinin şahsî önemi ve bıraktığı tesirlerine
göre belli bir hiyerarşi düzenine uymaktadır. En
ulu tanrılar doğanın dört gücüne egemen dört tanrıdan
ibarettir: Gök tanrısı: AN (Anû), hava ve
yel tanrısı EN-LİL, yer tanrısı (yer ile su) EN-Kİ
ve yerin ulu tanrısı NİNHURSAK'tır. Bu dördü,
tanrılar dünyasının en üstünde otururlar. Bunlar
dünyadaki tüm güçleri ve varlıkları planlayarak
yaratıyorlardı. Bu dört tanrının rolü zamanla belli
toplumsal, ekonomik ve siyasî şartlara uygun
olarak değişer. M.Ö 4000 yılından itibaren AN
(Anû) birinci yerde durur. Sonra Uruk kentinin
düşmesiyle kendi yerini kaybederek M.Ö. 2500
yıllarında EN-LİL onun yerine sahip oluyor. Sonraları,
EN-LİL'in NİN-LİL adında bir genç kız
tanrıya hürmetsizlik ettiği için diğer tanrılar
tarafından yer altına sürgün edilmesiyle tanrıların
önderliği EN-Kİ'ye geçer'
EN-Kİ'nin kızı İN-ANNA Sümerlerde güzellik
sembolü şeklinde görülmektedir. Yunanlıların
Afrodit'i (Roma'da Venüs) İN- ANNA'dan örnek
alınarak türetilmiştir.''7 Yukarıda adı geçen tanrılar
yurdun siyasî düzenini yaratmak ve kendi
yarattığı insanları çeşitli tehlikelerden korumak
ve yaşamın maddî ve ruhî meselelerinde onlara
yardımcı olmak için çok sayıda tanrıları belli bir
görevle gönderiyorlar. Bütün yurdun Sümerlerin
inandığı tanrılarına ait olduğu fikri hakimdi.
Yurdun (kentlerin) bu göze görünmeyen
hakimlerinin çok büyük tapınakları olmuştur. Bu
binalar, halkın üstünden bakması için, çok büyük
ve yüksek yapılırmış. Tanrılar siyasî hâkimiyet ve
dinî rehberlik görevini kendi üstüne almış ruhanî
hakanlar gibi temsil ediliyordu."25
Bu tanrıların rolünü Kramer şöyle açıklıyor. "ENLİL,
ME'le- rin (belli tanrılar topluluğu B.G) yaratıcısı
olmalı... ME'lerin olması Mezopotamyalılar
için bu şaşalı dünyada onların rahatlığa,
güvenliğe olan isteklerinin temin edilmesi anlamını
taşımaktadır. Onların arzusu dünya ve sudaki
tüm yaratıkların bir defa yaratıldıktan sonra
gelecekte de kendi durumlarını muhafaza etmelerini
sağlamak ve onun yitip yok olmasına meydan
vermemektedir. Yüzden fazla ME vardı.
Dünya hayatının her yönüne özgü bir ME vardı;
Tanrılar, insanlar, yer-yurt ve kentler, saraylar,
tapınaklar, sevgi ve yasa, gerçek ve yalan, barış
ve savaş, saz sanatları, din ve gelenekler ve
bunun gibi her bir el sanatının da kendi ME'si
vardı."26
Görüldüğü gibi Sümerlerin bu inançları Türkmenlerinkine
yakındır. Yukarıda zikrettiğimiz
ME'ler Türkmenlerin inandığı Eye (sahip), Pir,
Evliya gibi güçlere çok yakındır. Örneğin Türkmenlerde
de belli bir dağın, derenin, ormanın,
ırmağın göze görünmeyen (ve bazen görünme ihtimali
olan) güçler (iyeler) tarafından korunmakta
olduğuna inanılagelmekte ve öyle yerlerden biraz
korku ile geçilmekte idi. Öylece de birtakım
pirlere (koruyucu, yardımcı güçlere) inanılmıştır.
Örneğin yel piri.
saz sanatın piri (Aşık Aydın Pir) ineğin piri
(Zengi Baba). Belli birisi ağır duruma
düştüğünde, 48 Emin Bilgiç. "Sümerler maddesi.
Türk Ansiklopedisi, cilt: 30. s. 122.
26 Kramer. Samuel Noah. 1971 Mesopolamien.
s. 105. Hamburg.
3 7
Begmyrat Gerey
meselâ hasta olduğunda, bu pirlerden yardım
temenni ediyorlardı. Bu inançlar bazen
günümüzde de devam etmektedir. Bu gibi inanç
Köroğlu gibi eski destanlarımızda da vardır.
Örnek: "Pir olmazsa merdin işi haraptır".
Bu konuda Türkmenlerin islamdan önceki dini
inançlarını araştıran Kalafat, şöyle yazıyor:
"Türkmenlerin İslamdan önceki dini Gök Tanrı
İnancı idi. Türkmen'de Göğe, Asman derler ve
mavi anlamına gelir. Gök Tanrı bütün canlı ve
cansızların emiri idi. Gök Tanrı inancındaki Od
ile Avesta'dakı Od farklıdır. Benzerlikleri olabilir.
Ancak, Gök Tanrı inancı Zertüş- dizm'den daha
eskidir. Gök Tanrı inancında yerin de itibarı
vardır. Ölünün defni anlamında "Yere Caylandılar",
"Yere Düğne- mek", "Şu gün şu kişiyi yere caylandırdık"
"Şunu yer aldı" denir. Artık o şahsın
hayatı yerde devam eder.
Türkmenler'de Tanrı, Huda demekdir. Türkmen
halkının iki kutsiyeti vardır. Birisi Tanrı, diğeri
Hakan'dır. Buğra Han, Hakan'dır. Han,
Hakan'dan küçüktür. Hakanın mahiyetinde bir
çok han vardır. Türkmen halk inancına göre
dünya öküzün boynuzundadır.
Türkmenler arasında "Burkut Ata' inancı çok ilgimizi
çekti. Deli Dumrul tiplemesinin "Çömçe
Gelin"
rolünü üstlenmesi ve "Ata" olarak anılması
oldukça düşündürücüdür. Burkut Ataya Burkut
Peygamber de denilmektedir. Efsane veya menkıbeye
göre, çok kurak bir mevsimde Burkut Ata
Tanrı'ya el açar ve "Tanrı isen yağmur gönder,
yağmur vermezsen sen Tanrı değilsin" der. Tanrı
da kulu Burkut a "Ben yağmur yağdırırsam sen
Tanrı ya ne adarsın?" der. Burkut Ata da "Kırk
gün geceli gündüzlü bir ayağımın üzerinde duracağım,
yağış yağdır. Bu ibadetim sana
armağanım olsun" der. Daha sonra yağmur yağar.
Böylece Burkut Divane, yağmur un iyesi olarak
bilinir.
Müslümanlıktan evvel olan bu inanca göre.
Burkut Ata, tarlasını sürerken, bulutları kamçısı
ile kovar, toprağın sürümünün, kolay olmasını
sağlardı.
Burkut Ata, Allah'a "cehennemi yok et ulu Tanrı,
bütün insanlar cennete gitsin" diye yakarmış. Ulu
Tanrı da Burkut Ata'ya "Bütün cehennemlikleri
değil de bir kısmını affederim'" demiş. Bu efsane
veya menkıbeye göre. tek bir erkek evladı olan
kimsenin, bu evladı ölecek olsa atası, Ulu Tanrı
bağışlasın diye Burkut Ataya aracı olması için
yalvarır."'0 Aynı inançların eski Kırgız Türklerinde
de var olduğu hakkında Kılıçev'in Nevruz
bayramı ile ilgili makalesinde şu bilgiler vardır:
"Ezelki Kır-gızlar, her türlü dinlere inandıklarını
(Saman, Maniheizm, Buda. daha sonra İslam) ve
su. dağ
pirlerine tapınıp geldikleri herkesçe malumdur.
Onlar güreş pirine "Umay ene" (Umay anne) diyorlardı
ve onu dünyadaki her şeyin başıdır diye
anlıyorlardı. Bir de ot (ateş) pirini insanlar
yaşadıkları çevredeki cin-şeytan- ları yok edecek
diye inanıyorlardı. Bundan dolayı, onlar eski yılla
vedalaşıp yeni yılı karşıladıkları "Nevruz"
bayramında birbirlerine dileklerini söyleyip,
"alas-alas"
söyleyip, ateş üstünden sekirişip, çam ağacından
yakıp, ondan çıkan dumanı ailesinin ve eşyalarının
üstünden üç defa dolaştırıp cin-şeytanları
kovuyorlardı. Kırgız halkı, çok eskiden beri
"Nevruz" bayramını kutluyorlardı..."27
27 Nevruz 1995. a.g.e . v 149
3 8
Yukarıda zikrettiğimiz gibi eski Türklerde de
Sümerlerde olduğu gibi tanrılara ve yarı tanrılara,
tanrıçalara inanılmıştır. Onlar bu tanrılara "Han"
lakabını vermişlerdir. Bu konuda Karalı- oğlu da
şu bilgileri vermektedir: "Türkler, Mavi
Gökyüzü'nün ve Kara Yerin arasındaki
yeryüzünün tanrısına Kara Han derler. Tanrı Kara
Han, bu ülkeleri kendisi yönetmez; aydınlık
ülkelerin yönetimini göğün on yedinci katında
oturan oğlu Bayülken Han'a, karanlık ülkelerin
yönetimini de Erlik Han'a bırakır.
Ba- yülken Han iyilikleri kutlayan Hayır Tanrısı
dır. Yeryüzünü yöneten tanrılarla perilere Yersuklar
denir. Toprak, su, ateş, demir ve ağaç Türklerce
kutsal sayılır. Büyük törenlerde Bayülken
Han'a beyaz, Erlik Han'a da yağız atlar kurban
edilir. Eski Türkler kötü ruhlara cin derler;
dünyanın kötü ve iyi ruhlarla dolu olduğuna inanırlar.
"'2
Bu dinî inançların birbirine benzerliği konusunda
ünlü Sü- merolog Hommel şöyle yazıyor:
"Yukardaki olgulara dayanarak, Sümerlerin Ural-
Altay dil grubu ile yakın ilişkisi vardır diyebiliriz.
Din, mitoloji ve hayvanlar dünyasında da çok
şaşırtıcı ilişkiler ortaya çıkar. Bu ise saf dil
karşılaştırmalarının ardından diğer önemli
sonuçları verir. Sümerlere ait en eski metinler,
kötü tanrıların kahrından korunmak için din
adamları tarafından ifade edilmiş formüllerden
ibarettir. Bu dualar devamlı olarak gök ve yer
tanrılarının adları ile ilişkidedir. Onlar diğer tanrıların
üstünde en güçlü tanrılar olarak meydana
gelir. Babil'in en
esaslı panteonlarının arasında Sümerlerin en ulu
üç tanrısı da-

ha görkemli görünmektedir. Bunlar ANU (gök
tanrısı), EN-LIL (hava tanrısı, yel tanrısı), EN-Kİ
(yer tanrısı) ve bunun gibi de EA (E Sümerce ev
demektir B.G) yani yer ile gök aralığını dolduran
hava hacmine sadece yardımcı olarak girmiş Ay
durağıdır. Aynı inancı biz günümüze dek Şamanizmi
koruya gelmiş Şamanlarda da görüyoruz.
Burada da yukarıda görüldüğü gibi gök ve yer
tanrıları en esasi rol oynamaktadır. En eski Türk
yazıtlarında da ilkel kozmolojideki mavi gökte
"Gök Tanrı" ve kara yerde ise "Yağız Yer" ile
başlandığını öğreniyoruz. Bu ikisinin aralığında
ise "insan dünyası"
yerleşir. Gök, hem kudret hem de cömertlik
yapıcı (bereket verici) ve hayır sembolüdür. Onun
adı devamlı olarak yalnız tek başına veya yer ile
birlikte geçmektedir."'
Türkmenlerin Sümerler ile birbirine çok yakın
olan inançlarının bir parçasını da onların çok eski
dönemlere ait inançlarında ve masallarında
görüyoruz. Örneğin, yeryüzünü iyi ve kötü, ak ve
kara cinlerle, ruhlar veya devlerle dolu görmeleri,
onlar ile insanlar arasında devamlı ortaya çıkan
mücadelelere inanmanın kalıntılarıdır. Bu gibi inançların
Sümerlerdeki örneğini Soden şöyle izah
ediyor: "Sümerlerde iki tür sihircilik vardı: Kara
sihir insanları ağır durumlara sokarak kötülükler
getiriyordu. (Türkmence'de kargış, lanet, B.G) ak
(beyaz) sihiri ise devleri, kötü iyeleri insanın
çevresinden kovmak ve onları ağır günlerden,
olumsuzluklardan kurtarmak için kullanılırdı (alkış
B.G). Kara cinlerin alkış-dualara karşı girişim
için gösterdiği çabalar konusunda da geniş ölçüde
söz ediliyor. Biz burada Sümerlerin nasıl devamlı
zarar verici sihirlerin korkunç olduğuna inanarak
endişeli yaşadıklarını görüyoruz. Sümerler kötü
"udug" ların yanında iyi udugların (devlerin)
varlığına da inanmışlardır. Sümerlerin diğer
devleri "DİMME" ve yel-dev "LİL" dır. Onların
bir çoğunluğu da ölenlerin ruhu "GİDİM" dir.
("Gid" sözcüğü Sümer dilinde uzaklaşmakdır.
B.G.).
Bunların hepsi "yedi yamanlar" (yedi kötüler)
lakabı ile birleşirler. Yel kızı "KİSKİL-LİLLA"
ve çocuklara zarar veren DİMME'nin karşısına
çıkmak için (onlardan korunmak için) özel dualar
veya sihir sözleri vardır."28
Yukarıda tasvir edilmiş Sümer inançları ve geleneklerini
okuduğumuzda Türkmenlerin "Ata
boyunda" 601ı yıllara kadar muhafaza edilmiş
"zikir" törenleri tam olarak göz önünde can-28
Soden. Wollram Von. 1985. Einführung in die
Altorientalistik. s. 189-190. DarmsUKİl.
Begmyrat 6c rey
lanmaktadır. Belli bir ruhun hastayı sağlığa
kavuşturmak amacı ile düzenlenen bu törenlerde,
eski şamanları yansıtan "porhan" (Kutub) hastayı
kara cinlerden kurtarmak için şaşırtıcı hareketler
yaparak, özel dualar okur, hatta elindeki kamçı ile
onları evden kovardı.
Yukarıda izah ettiğimiz gibi eski Türkler kendi
tanrılarına "han" lâkabını veriyorlardı. Aslında
belki de onlar diri iken kutsallık seviyesine
yükselen hürmetli "hanlar" olmuşlardır.
Sümerlerde de aynı durumun oluştuğu konusunda
Kramer şöyle yazıyor: "Sümerlerin diğer zikir etmeye
lâyık kralları da URUK sarayında MESGİ
AGGAŞER'in yolunu devam ettiriyorlar. Onlardan
bazıları kendi halkının üzerinde öyle derin
bir etki bırakıyor ki, öldüklerinden sonra bir tanrı
derecesinde hürmet görüyorlar.
Onların arasında DUMUZİ adında birisi, üretim
ve bereketi açan (cömertlik eden) tanrı derecesinde
Mezopotamya'nın tanrılar dünyasında en
önemlilerinden sayılmıştır. Belki de onun "Külf'ü
Yakın-Doğunun diğer kavimlerinin dinlerine de
etki etmiştir. Örneğin, Yahudiler onu "Temmuz"
adıyla tanıyorlar. İbranî takvimlerinin bir ayı
günümüze kadar "Dumuzis" adını taşımaktadır ki
bu Samilerin "Tammus" adıdır.Sj
4 0 .
Biz burada açıkça Hakanların tanrılaşmasını
görüyoruz. DUMUZİ' nin adına gelince, Türkmenlerde
de üç ay yaz mevsimine "Tomus" denilir.
Sümerlerde de Haziran-Temmuz ayları
dönemine domuzi denir, yine Türkiye'de de Temmuz
kelimesi ay adı olarak kullanılmaktadır.
Burada en eski Türklerde de Sü- merlerdeki gibi
hakanların tanrılaşmasından bir örneğe dikkati
çekiyoruz: "Eski Türkler'in Şamanizm öncesindeki
dini "Gök- Tanrı Dini" idi. Burada göğün
kendisi değil, göğün simgelediği kutsallık ön
plandaydı. Yani göğün kendisine tapılmıyordu.
"Ruhsal Yönetici Mekanizma "ya da bir başka
ifadeyle "Kozmik Hiyerarşi" fikri "Gök-Tanrı
dini "nin özünü oluştuyordu. Hun- lar'da "Tengri"
yani Tanrı sözcüğüne karşılık geliyordu. Birbirlerine
komşu olan iki ulusun benzer sözcük
kullanmaları son derece doğaldır. Yine benzer bir
şekilde hem Çinliler'in İmparatorlar'!, hem de
Hunlar'ın Kağanlar'ı "Tanrı nın Oğulları" olarak
nitelendirilmekteydi. Türk Mitolojisi'ni oluşturan
çeşitli öge- lerden de rahatlıkla anlaşılabileceği
gibi, Türk Kağanları nın göksel irtibatları bulunmaktaydı.
Bu nedenle de gerek mitolojik Türk
Kahramanları, gerekse de tarihte yaşadığı bilinen
Kağanlar "Tanrı'nın Elçisi" olarak nitelendirilmekteydi.
56
"Mao-Tun (Mete) (İ. Ö. 209-174) un başkanlığında,
atlı göçebe bir uygarlığa sahip olan ve
biraz tarımla uğraşan Hsiung- Nu'ların Çin'e egemen
olmak istemelerinin nedeni, uyruklar
arasında elden geldiği kadar fazla köylü olarak
besin sorununu sürekli bir şekilde çözümleme
isteğidir. Böylelikle ticaret ve yağmacılık gereksiz
olacaktır. Bu yüzden, Çin'e egemen olabilmek
için Hsiung-Nuların hakanı da göğün oğlu olarak
görünmek zorunda kalarak Çin İmparatoru gibi
Tengri Kutu (göğün oğlu) adını almıştır. Mao-
Tun döneminde büyük bir güç hâline gelen Hunlar
onun ölümünden sonra parçalanmışlardır. Çin
kaynaklarına göre, çoğunluğu büyük bir şef
çevresinde birleşmiş bir kabileler konfederasyonu
şeklinde kurulmuş olan büyük step imparatorluklarının
başlarına önceleri "shan-yû"
denilmişti, M. Ö. 3. yüzyılda "Tengri Kut", daha
sonra da "Kağan" adı verilmiştir.57
"Mete Çin hakanlarına gönderdiği mektuplarda
kendisini gök ile yerin doğurup ve gün ile ayın
tahta çıkardığı Hunların "Büyük Tanrı Kutu" diye
tanıtıyor."58 Krallar ile tanrıların arasındaki
ilişkilerin Mezopotamya'da ve Mısır'da birbirine
tam aykırı durumda olduklarını Geis şöyle izah
ediyor:
"Mezopotamya'da krallar, kral-din adamı (EN)
yerinde, tanrıların yeryüzündeki en üst derecedeki
vekili ve temsilcisidir. Ancak Mısır'da
bunun tersine krallar, şahsîleşmiş (maddîleşmiş)
tanrılar sayılıyor. Yukarıda gördüğümüz gibi
hakan ve tanrı arasındaki ilişkiler eski Türklerde
Sümerlerdeki gibi olmuştur. Ancak Sümerlerin
komşusu olan Mısır da bambaşka olması çok anlamlıdır.
/
Candan. Ergun. 2002. Türkler in Kültür Kökenleri,
s.24. İstanbul.
Sencer. Muzaffer. 1974. Dinin Türk Toplumuna
Etkileri, s.31-33. İstanbul. 58 Sencer. Muzaffer,
a.g.e.. s.53-54.
59. Geiss. Imanuel. 1994. Epochen und Strukturen.
s. 16. Gıundzüge einer Univer- salgeschichte
für die Oberslufe. Frankfurt am Main.
7. Yaradılış Destanı
Dünyanın ve insanın yaratılması, insanın
cennetten kovulması konusunda Sümerler ile eski
Türklerin arasında çok benzer ve bazen mutabık
denebilecek inançlar vardır. Yaratılış destanının
Sümerlerdeki birkaç varyantı şöyledir:
1 .Varyant : "Tatlı su sembolü olan AP-SU ile
tuzlu su sem- bolı olan TİYAMAT adlı bir dişi
devden gökler ve yer oluşur ve sonra ise gök 4 1
tanrısı ANU, hava tanrısı EN-LİL ve deniz tanrısı
EA türer. EN-Kİ'nin yarattığı bu üç tanrının da,
günü, ayı ve yıldızları yarattıkları görülüyor."60
Varyant: "Eposta izah edildiğine göre,
başlangıçta yalnız su genişliği vardı. APSU (tatlı
su) ile TİYAMAT (deniz, tuzlu su) beraber evreni
ve tanrıları yarattılar. Sonra APSU tanrıların
karşısına çıkmayı amaçladı.
Her şeyden haberi olan EN-Kİ onu yok etti.
Öfkelenen TİAMAT, tanrıların karşısında
mücadele etmeyi kendi üstlendi. Tanrıların
hiçbirisinin onun karşısında duracak gücü yoktu.
Nihayet, EN-Kİ'nin oğlu MARDUK (Mar-Ud)
TİAMAT'ın karşısına mücadele etmek için kendisini
teklif etti. Bunun için o, tanrılara birkaç şart
önerdi...
Meşveret için toplanan tanrılar MARDUK'un
teklifini onayladılar ve ona yasal güç verdiler.
Ağır savaşlar sonucu MARDUK TIAMAT'ı
yendi ve onun yarı gövdesinden göğü yarattı,
sonra ayı ve yıldızları donattı. TİAMAT'a güvenen
bir tanrının kanından ise insanı yarattı.
Sonra tanrılar meclisi onun bu başarısı onuruna
ona şükranlarını sunarak onun için muhteşem bir
tapınak inşa ettiler. Ve şenlik, toy tuttular."61
Varyant: Bu destanın yine bir varyantını Kramer,
Sümer yazıtlarından sonuç çıkararak şöyle izah
ediyor: Göğü ve yeri yaratan "Nammu" adlı bir
tanrıça olmuştur. Dünya bir biteviye dağ, bu
dağın eteği yer ve zirvesi gök imiş. Gök tanrısı
AN ve yer tanrısı Kİ olup onların ikisinden de
hava tanrısı EN-LİL tü
1
Uraz. Murat. 1994. Türk Mitolojisi, s. 15-16.
İstanbul.
1
Kramer. Samuel Noah. 1971. Mesopolamien. s. 1
14-115. Hamburg.
remiştir. Başka bir rivayete göre. dünya bir ulu
ağaç, onun başı gök ve tanrıların durağı, aşağı yer
ve yaratıkların yaratıldığı mekân sayılır.
Sümerlerin kutsal kenti "Nippur" En-Lil'in yurdu
sayılmıştır. Kentin tapınağının sekisine ise "duran-
kf yani yer ile göğün arasındaki durak
denilmiştir.62
4. Varyant. İnsanın yaratılışı: "Sümerin son dönemindeki
ERİDU kenti ile ilgili mitin, insanın yaratılışına
ait olduğu açıkça görülüyor. Bu mitin
merkezine EN-Kİ'den yakın duran yoktu. O, akıl
ve gaybın tanrısı derecesinde alkışlanmış
(öğülmüş), ERİDU ve diğer Sümer kentlerin
yöneticisi olan ME'leri idare etmiştir.
4 2
Yer tanrısı anlamında olan EN-Kİ yer altının iyesi
(sahibi) makamında da görülmektedir. O, Babil'in
tanrısı YAHVE gibi, yer yüzünü insanlaştırmak,
insanları yeryüzüne yerleştirmek konusunda verdiği
karardan sonuna kadar vazgeçmez.
Sümerlerin verdiği bilgilere göre, EN-Kİ ağır ve
derin uyur. Tanrılar ise onun ettiği kutsal ve ağır
teklifin yükünün altında bağırıp çağırırlardı.
Sonra annesi NAMMU
ondan yol göstermesini istemek için yanına gider.
EN-Kİ, sadece kendisinin annesi olmayıp belki
gök ile yeri de doğuran ana tanrıça, NAMMU'ya,
APSU'nun üstünde kil topraktan (balçıktan) bir
diri varlık yapmasını önerdi ve tanrıların bu işte
ona yardımcı olacaklarını söyledi.
Böylece insan, Sümer mitine göre Mezopotamya'nın
yumuşak balçığından tanrıların yaptığı
bir varlık olarak yaratılır. Tanrıça NAMMU onu
bir top balçıktan yapar, sekiz tane tanrıça ise bu
yaratma işinde ona yardımcı olurlar. Onların en
güçlüsü olan ana tanrıça NİNMAH ise kendisinin
hesaba katılmadığını zannederek, kendisine fazla
güvenir, gurur hastalığına düşer ve kendisinin
yaratma kabiliyetini ispatlamaya kalkar. Elbette,
bu kötü düşünmeden vücuda gelen gazap (öfke)
onu kör eder. (Öfke yüzünden iyiyi kötüyü teşhis
edemez). Yerin iyesi (sahibi)
1 Farrohi. Baceian. Tarihe Aferineş der Asatir
(Sümer), s. 145; Tehran.
EN-Kİ kendisinin yarattıklarını yok etmeden, sadece
onlara kusur bulmakla yetinmeye razı olur.
Öylece, NİNMAH balçığın kalanından yedi tane
gövdesi özürlü, cins bakımından normal olmayan,
hasta varlık yarattı. Onlar insan dünyasının
güzelliğini bozmalıydı. Burada cennetten kovulmanın
sebebi, insanın yaptığı hata olmayıp, tanrıçanın
yaptığı kabalık olmuştur.03 Bu hadiseyi
tasvir eden metnin Landsberger tarafından
yapılmış tercümesi şöyledir:
"Yukarıda gök adı olmadık çağda
Etekde yer adı olmadık çağda
Her şeyden ilk var olan ABSU (şekilsiz)
(Ve şekilsiz) şekil mayası TİAMAT, onlar her
şeyi
doğurmuşlardı.
4 3
Onların suyu birbirine katıldı (...) Tanrılardan
hâlâ hiçbirinin türemediği çağda Kimsenin ad ile
çağırılmadığı, geleceklerin kesinleşmediği çağda.
O çağda tanrılar türetildi, İlk LAHMU ve
LAHAMU dünyaya indi64
Bu metinle ilgili ünlü Türkolog Wilhelm Radlof'un
(1837- 1918) Türk halkları arasında topladığı
materyallerden çok eski dönemlere ait
destanlardan, Yaratılış Destanı şöyledir: "Su,
uçsuz bucaksız su!...
Yalnız su yaratılmıştı. Zaman ve yer daha yaratılmamıştı.
Sudan başka henüz hiçbir varlık
yoktu. Evren, uçsuz bucaksız sularla kaplıydı.
Yer gök yaratılmadan önce her şeyin su olduğu
bu yokluk içinde bir Tanrı Kara Han vardı, bir de
»»
su .
Tanrı Kara Han, beyaz bir iri kaz olmuş, bu uçsuz
bucaksız suyun üstünde uçuyordu. Tüm varlıkların
başlangıcı Tanrıların en büyüğü, insanoğlunun
ilk atası Tanrı Kara Han, bu sonsuz
Uhlig. Helmut.
1976. Die Sümerer. ein Volk anı Anfang der
Geschichte. s.21- 22. München.
Uhlig. Helmut.
1976. Die Sümerer. ein Volk ani Anfang der
Geschichte. s.30- 31. München.
boşlukta, can sıkıntısıyla uçarken, sulardan Ak
Ana göründü. Tanrı Kara Han'a: "yarat" dedi.
Tanrı Kara Han, yalnızlığını gidersin, kendisiyle
sularda yüzsün, boşlukta kendisiyle uçsun diye.
kendine benzer "Kişi"yi yarattı. Tanrı da yaratma
isteğini uyandıran bir kadındı. Ak Ana ydı.
Yaratanla yaratılan, biri ak biri kara. birlikte
uçuyor, birlikte yüzüyorlardı. Kişi, Tanrı'dan
daha yükseklerde uçmak istiyordu. Tanrı, Kişi
nin içinden geçenleri biliyor, kızıyordu buna.
Kişi'nin uçma yeteneğini aldı.
Sularda boğulmak üzereyken yalvardı Kişi: "Tanrım,
bana üstünde durabileceğim bir yer yarat!"
Tanrı Kara Han, "Yüksel!" diye buyurdu; Kişi yi
suların derinliklerinden yükselterek, bir yıldızın
üstünde oturtarak boğulmaktan kurtardı. Tanrı
Kara Han, uçmak kudretini kaybeden Kişi'nin
yaşaması için yer yüzünü yaratmaya karar verdi.
Suların ortasında sivri bir kaya yarattı.
Kişi, bu sivri kaya üstünde otururken sıkılıyor,
derin sulara bakarken gözledi kararıyor, sulara
düşüp boğulmaktan korkuyor ıırperiyordu.
Tekrar Tanrı Kara Han'a yalvardı: "Üzerinde rahat
yaşayabileceğim daha geniş bir toprak yarat!"
Tanrı, o zaman yeryüzünü yaratmaya 4 4
karar verdi. "Suyun dibine dal, toprak çıkar" dedi.
Kişi daldı, suların derinliğinden bir avuç toprak
çıkardı. Tanrı Kara Han: "Saç toprağı suya!" dedi.
Kişi, çıkardığı toprağı suyun yüzüne serpti. Tanrı:
"Büyü!"
dedi toprağa. Karalar, dümdüz, inişsiz, yokuşsuz
ovalar büyüdükçe büyüdü. Kişi, kendisi için gizli
bir dünya yapmak üzere bir parça toprağı ağzında
saklıyordu. Tanrı Kara Han, bunu gördü:
"Tükür!" diye emretmeseydi, Kişi boğulacaktı.
Kişi'nin ağzından saçılan topraklar yeryüzünü
çukurlarla, bataklıklarla, dereler, tepeler, dağlar,
inişler, yokuşlarla sardı. Tanrı Kara Han, dünyayı
böyle bırakamazdı; bitkilerle hayvanları da yarattı.
Neler yapmaları, neler yapmamaları gerektiğini
bildirdi. Kişi ye ağzındaki toprak yüzünden
kızmıştı; onu o "ışık evreni"nden kovdu:
"Senin adın bundan sonra erlik (şeytan) olsun!"
dedi. Kişi "yi yer altındaki karanlıklara sürdü;
sonra bağışladı. Erlik yalnız mı kalsındı.
Tanrı Kara Han. dokuz dallı bir ağacın her
dalından dokuz cins insan yarattı. Erlik'e dedi ki:
"Ben insanlara buyruğumu bildirdim. Neleri yapmaları,
neleri yapmamalan gerektiğini biliyorlar.
Git onları kendine çağır. Be- nim buyruklarımı
dinleyenler benden, senin buyruklarını dinleyenler
senden olsun!..." Şeytan, insanları kendisine
çekmesini, kötülüklere sürüklemesini. Tanrı Kara
Han aleyhine kışkırtmasını biliyor, onları Tanrı
buyruğundan çıkarıyordu. Tanrı Kara Han buna
kızdı, Erlik'i tekrar toprak altındaki karanlıklar
dünyasının üçüncü katına sürdü; kendisi de
göğün on yedinci katındaki nur âlemine çekildi.
Yarattıklarını başıboş bırakmamak, onları doğru
yola döndürmek, insanları Erlik ten kurtarmak
için bir meleğini gönderiyordu.
Tanrı Kara Han'ın oturduğu nurlu âlemi gören Erlik,
birçok yakarışlarla gökle yer arasında Tanrı
katına benzer bir dünya yaratmayı başardı. Bu
dünyanın kötülüklere saptığını gören Tanrı Kara
Han, Erlik'in dünyasını yıkmak için
"Mandişire'yi yeyüzüne musallat etti. Mandişire,
korkunç gök gürültüleri, depremlerle kudretli
mızrağıyla dünyayı darmadağın etti bıraktı. Tanrı
Kara Han, Erlik'i dünyanın en alt katında, ışıktan,
güneşten, ay ve yıldızlardan yoksun 4 5
bıraktı."65 Bu konu ile ilgiii pekçok mitoloji kitabında
ve edebiyat tarihlerinde farklı örnekler de
bulunabilir.
İnsanın Tufan dan sonra yaratılması konusunda
eski şanıan- lığı muhafaza etmekte olan Altaylılar
arasındaki bir mitte de şöyle denilmektedir: "Tufan'dan
sonra ÜLKEN insanı yeniden yaratmaya
karar verdi. Bir kırmızı fincanın içine bir gök
renkli gül koydu. Kardeşi ERLİK bu gülün bir
parçasını çaldı ve ondan bir insan yarattı.
ÜLKEN
bu işten incindi ve ona şöyle dedi: "Senin yarattıkların
kara kayış
kuşaklı ve kara olsunlar. " Sonra tekrar "benim
yarattıklarım Doğuya senin yarattıkların Batıya
65. Karalıoğkı. Seyit Kemal 1973. Türk Edebiyatı
Tarihi. $.47-48. İstanbul.
gitsin" dedi. ERLİK'in yarattığı insanlar deriden
bir büyük davul yaptılar ve yeryüzünde ilk olarak
şaman törenini kurdular.66
İşte dünyanın yaratılışı konusundaki mitlerde
Türkistan'daki atalarımızın ve Mezopotamya'da
Sümerlerin arasındaki varyantlarını gördük. Bunları
karşılaştırdığımızda aralarında çok ilginç
benzerlikler görüyoruz. Örneğin, onların ikisinde
de başta dünyada sudan başka bir şey yok. Başka
şeylerin hepsi sudan yaratılmıştır. Tanrılar ile dev
ya da şeytanların (iyi ile kötünün) aralarında
devamlı bir mücadele sürer. Ve nihayet tanrıların
galibiyeti ile sonuçlanır. İki varyantta da yaratılanların
tanrıların cennetinden kovulmasının
sebebi benzerdir.
Yani, onların gururundan. tanrılar ile yarışmak
istemelerinden kendilerine özel dünya yaratmak
için yaptığı girişimlerden dolayıdır.
İki varyantta da Tanrılar henüz insanlardan çok
farklılaşmamış, insana benzer ancak insanüstü
güçlerdir.
Günümüzde tarihçiler için genellikle dinlerin, bu
cümleden olarak, kutsal kitapların, Kitab-ı
Mukaddes'in tahminen 3500 yıl önce yazılmaya
başlandığı, Hristiyan dininin de kökünün Doğuda
olduğu kabul görmektedir. Bu konuda NewYork
uluslar arası Kitab-ı Mukaddes'i Öğretme Cemiyeti
tarafından yayımlanmış "Good News to
Make You Happy" adlı kitapta şu bilgiler vardır:
"Kitab-ı Mukaddes'in çoğunlukla neşir merkezi
Batı ise de gerçekte o bir Doğu kitabıdır.
Onun yazılmasında payı olan insanların hepsi
doğuda olmuşlar ve Orta-Doğu'da yaşamışlardır.
Ondaki olayların hepsi Doğuda 4 6
gerçekleşmiş, doğu gelenek ve göreneklerini
yansıtmaktadır.
Örneğin, Kitab- ı Mukaddes, insanın yaratıcısını
kendi sürüsünü yürekten sevip koruyan ve besleyen
Doğu çobanı gibi gösterir:
"Fakat kapıdan giren koyunların çobanıdır.
Kapıcı ona açar ve koyunlar onun sesini işitirler;
o da kendi koyunlarını adları ile çağırır ve onları
çıkarır. Bütün kendininkileri dışarı çıkarınca 66.
Veliev. Kamil. 1988 F.lin Yaddası Dilin Yaddası.
s. 16. Bakı.
onların önünde yürür ve koyunlar ardınca
giderler; zira sesini tanırlar.
Ve yabancıların ardınca gitmezler, fakat ondan
kaçarlar; çünkü yabancıların sesini tanımazlar"
(Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna 10, 2-5).
"Baba beni tanıdığı gibi ben de Babayı tanıdığım
gibi, benimkiler de beni tanırlar; ve koyunlar
uğruna canımı veririm (Yuhanna 10: 15).
8. Nuh Tufanı
Şimdiki dinlerin hemen hepsinin kutsal kitaplarında
bulunan Nuh Tufanı Destanı ile ilgili
kısımlara dikkat edersek, temel düzeni bir olup
çeşitli varyantlarda beyan edildiğini görürüz.
Bizim bildiğimize göre bu destanın ortaya çıkışı
konusunda iki görüş vardır. Birincisi, onun ortaya
çıkışı 4. jeolojik zamanın sonlarındaki dünyanın
hemen hemen hepsini su bastığı, buzulların
eriyip, devamlı yağışların olduğu, ırmakların
coştuğu döneme aittir. İkinci görüş, bu destanın
Sümerler zamanında ortaya çıktığını savunmaktadır.
Aslında Avrupalıların ilgisini Mezopotamya'ya
çeken şey de onların yüzyıllardır Kitab-ı
Mukaddes'ten öğrendikleri bu destanın Sümerlerin
çivi yazılı metinlerde bulunması idi. Bu konuda
İranlı tarihçi Ravendi şöyle yazar: "M.Ö.
2300 yıllarında bu yurdun (Sümer Yurdunun)
şairleri ve bilim adamları kendi tarihlerini
yazmayı düşünürler. Şairler, yaratılış, ilk cennet
ve hakanların birinin azgınlığı sebebiyle korkunç
tufanın bu cenneti gark etmesi konusunda destanlar
türetmişlerdir. Bu destanı Babilliler ve
İbraniler alırlar, onlar vasıtasıyla Hıristiyanların
dinî inançlarının bir parçası hâline dönü- şur.
Yukarıdaki fikirlerin ikisinin de doğru olması
muhtemeldir. Yani bu destanların çok eski
dönemlerde ortaya çıkarıp daha gelişmiş halde
yazıya geçmiş olması mümkündür. Çünkü onların
hepsinin genel teması insanların belli bir
azgınlığından do-4 7
67. Ravendi. Murteza. 1963. Tarihe içtimaiye
Iran. s. 168. Tahran layı tanrıların gazabına maruz
kalmasından ibarettir. Biz böyle bir benzerliği
yukarıda Yaratılış Destanı nda da görmüştük. Bu
konuda Uhlig şunları yazar:
"Sümerlerin çivi yazılarında da Kitab-ı
Mukaddes'in eski metinlerinde de Nuh Tufanı'nı
görürüz. Onların ikisi de büyük bir viran kalma
durumunu ve onun kasıtlı olarak yapıldığını
açıkça ortaya koymaktadırlar.'
Türkmenler de bazen ay ve güneş tutulması, deprem
gibi büyük doğal olayların nedenini
kendilerinin bir azgınlığı sonucu tanrı-tarafından
bir uyarı olarak düşünürler ve yakalarına tükürerek
"tu tu" diyerek tövbe ederlerdi. Nuh Tufanı
nın Türk halkları arasındaki bir varyantının teması
şöyledir: "Yakın gelecekte kopacak tufanı
herkesten önce bir gök tüylü teke haber verdi.
Gök tüylü teke yedi gece, yedi gündüz dünyanın
dört bucağını dolaştı ve yüksek sesle duyurdu
(car çekti), bundan sonra yedi gün deprem oldu
ve yedi gün dağlar ateş püskürdü, yedi gün
yağmur, dolu ve kar yağdı, yedi gün tufan koptu
ondan sonra korkunç soğuklar başladı. Yedi
kardeş vardı, Tufanın kopacağı onlara haber verilmişti.
Onların en büyüğünün adı ER- • • ■
LIK, bir diğerinin adı da ÜLKEN idi. Onlar yedi
kardeş olarak bir gemi yaptılar ve her tür
hayvandan bir çift gemiye aldılar. Tufan bittikten
sonra bir horozu bıraktılar, soğuğa dayanamayıp
hemen öldü. Sonra bir kazı suya bıraktılar kaz
dolaşıp gemiye geri dönmedi. Üçüncü kez kargayı
bıraktılar o da geri gelmedi. Bir leş bularak
onunla ilgilenmişti. Yedi kardeş yere, kıyıya
yetiştiklerini anlayarak gemiden indiler. "69
Bu destanın Altaylardan öğrendiğimiz bir varyantı
da şöyle- dir:
"ÜLKEN dünya üzerindeki NOMA adında bir
adama tufan olacağını söyleyerek gemi yapmasını
bildirmiştir. NOMA'nın Balıksa, Sarvul,
Soozunuul adında üç oğlu vardı. Bunlarla bir
dağın tepesinde gemi yaptılar. İçerisine insan ve
yaratıklardan
birer çift aldılar."70

Uhlig. Helmut. 1976. Die Sümerer. ein Volk am
Anfang der Geschichte. s. 17. München.
Veliev. Kamil. 1988. Elin Yaddası Dilin Yaddaşı.
s. 15. Bakı.
4 8
Uraz. Murat. 1994. Türk Mitolojisi, s. 140-14İ.
İstanbul.
Bu destanın Sümerlerdeki varyantının teması
şöyledir: Tanrılar bir tufan göndererek insanı
yeryüzünden yok etmek için anlaşırlar. İnsanı cehennemin
o tarafındaki topraktan yaratan EN-Kİ,
onu bu tehlikeden kurtarmak ister. EN-Kİ Sippar
kentinin takva hakanı ZİU-SUDRA'nın yanına
vararak onu tanrıların bu düşüncesinden haberdar
eder.
ZİU-SUDRA (Nuh) bir gemi yaparak her cinsten
yaratıktan birer çift gemisine bindirir.
Korkunç tufan kopar ve gemi altı gece, altı
gündüz büyük dalgalarla boğuşarak yedinci gün
güneş tanrısı UTU yer ve göğü ışıklandırır, tufan
sona erir, ZİU-SUDRA, UTU'nun önünde diz
çöküp bir öküz kurban kesir ve bir de koyun
keserek ziyafet verir ZİU-SUDRA varıp EN-LİL
ve ANÛ'nun önünde
diz çökür. O insanı ve diğer yaratılanları tehlikeden
kurtardığı için ebedî yaşayışa erer. Bu geminin
akibeti yazılı levhaların bozulması
dolayısıyla belli değildir. Ancak, metnin diğer bir
bölümünde ZİU-SUDRA ve diğer canlı hayvanların
kurtulmasının ardından tanrıların buyruğu
ile DİLMUN topraklarında yerleşiyorlar ve
böylelikle yeni yaşam Dilmun'da başlar. Bu destan
sonraları Akkad, Babil ve Asurların mitlerinde
mükemmelle•
"71
şır. 71
Bu destan Sümerlerde Gılgamış Destanına da
yansımıştır. Onun diğer bir varyantında ZİUSUDRA
bu haberi işittikten hemen sonra onu
Gılgamış'a duyurur.
Destanın yukarıdaki Sümer ve Türkî varyantlarının
ana teması bir olmakla beraber, buna ek
olarak, destanın asıl kahramanı olan Nuh'un adı
ve lakabı iki varyantta da benzerdir. Yani, Sümer
varyantında Nuh'un Ziu-sudra Türkî varyantında
No- ma'nın oğlunun adı Soozunul isimleri benzerlik
göstermektedir. Nuh ile Noma sözcükleri
hem yansıma bakımından yakın, hem de yukarıda
tarih bölümünde söz edildiği gibi, NU
sözcüğünün Sümer dilinde de Türk dilinde de insan
manasında kullanılması anlamlıdır.
71. Farrohi. Bacelan. Tarihe Aferineş der Asalir
(Sümer), s l50-151.Tehran.
4 9
Destanın Mezopotamya varyantına bakalım. Ancak
bu metnin Sümerlerden sonraki dönemlerde
geliştirilmiş metinlerden çevrilmiş
olması muhtemeldir. Çünkü metinde bazı Sümer
isimleri yerine sonraki Samîlerin değiştirdiği
isimler yer almıştır.
Ey kamıştan çit. ey kamıştan ev. ey duvar
Ey kamıştan ev. dinle: Ey duvar, anla:
Ey Şuruppak'ın adamı, Ubar Tudun'un oğlu
Evi yık, bir gemi yap.
Serveti terket, hayatı kazan.
Mülkten nefret et, hayatı kurtar.
Bütün hayvan tohumlarını gemiye getir.
Yapacağın geminin
Bütün büyüklükleri ö'.çülü olacaktır.
Uzunluğu ve genişliği aynı olacaktır.
Sonra onu sulara indir.
Anladım ve efendim, Ea'ya dedim:
Evet efendim, emrettiklerini
Hürmetle karşıladım. Onları yapacağım.
Fakat şehre, halka ve ihtiyarlara ne diyeceğim?
Ea ağzını açtı ve konuştu
Ve kullarına, bana dedi:
Sen ey insan, onlara şöyle diyeceksin:
Tanrı Enlil bana karşı fena fikir besliyor.
Bu yüzden artık şehrinizde oturmam
Ve bundan sonra yüzümü artık Enlil toprağına
çevirmeyeceğim Tanrım Ea ile yaşamak üzere suların
içine ineceğim.
Fakat, o sizin üzerinize servet yağdıracaktır Bir
sürü kuş, bir yığın balık
Bol bir ürün,
Lütûfları
....(Başınıza inecek) dolu yağacaktır. (Şafak
sökünce) (Tablette birkaç satır kırılmış ve okunamamıştır).
Güneş batmadan (?) geminin yapılması bitmişti.
....Müşküldü.
Gemiyi yapanlar gemiyi... yukarı ve aşağı
götürdüler.
5 0
İki sülüsanı idi (üçte iki)
Benim olan bütün şeyleri ona (gemiye) yüklettim.
Benim olan bütün hayvan tohumlarını ona yüklettim.
Bütün ailemi ve akrabamı gemi içine
aldım. Ova sürülerini, kır hayvanlarını, bütün
sanat adamlarını içeriye aldım. Tanrı Şamaş. bana
bir zaman kararlaştırmıştı (diyerek):
...Gönderen, akşam üstü bir dolu yağdıracak.
O zaman gemiye gir ve kapını kapat.
Gösterilen zaman yaklaştı.
... Gönderin, akşam üstü dolu yağdırdı.
Yaklaşan boranın manzarasını seyrettim.
Buna bakarak dehşetli bir korkuya kapıldım.
Gemiye girdim ve kapımı kapadım.
Geminin dönencisi, gemici Puzur, Enlil e (...)
Büyük evi (gemiyi) bütün içindekilerle ona
emanet etti.
Sabahın ilk ışığında.
Göklerden kara bir bulut çıktı.
Onun içerisinde Tanrı Adat görülüyordu.
Nabu ve Sarruh (Marduk) önden gidiyorlardı
Nida edici olarak tepe ve ovalar üzerinde yürüyorlardı.
İrragal (Nergal) geminin kazığını kırdı.
En-Urta (İnurta), ilerdeki kasırgayı indirdi.
Annuanaki'ler ışıklarını parlattılar.
Parıltılarıyla yeri aydınlattılar.
Adat ın kasırgası gökleri süpürdü.
Her ışık parıltısı karanlığa döndü.
....Yer sanki....bitmişti.
Bütün gün (Sağanaklar indi)...
Süratle yükseldi....Su. dağlara yetişti.
(Sum) Halka bir savaşçı gibi hücum etti.
Kardeş kardeşi görmüyordu.
İnsan göklerde tanınmıyordu.
Tanrılar kasırgadan ürkmüşlerdi.
Onlar Anû'nun göğüne çekildiler.
Tanrılar köpek gibi duvara büzülmüşlerdi.
5 1
Tanrıça İştar doğuran bir kadın gibi bağırıyordu.
Tanrıların sonuncusu tatlı bir sesle şöyle feryat ve
5 2
figan ediyordu:
O gün çamura döneydi
Zira ben, tanrılar heyetine fenalık teklif ettim
Tanrılar heyetine ben nasıl fenalık ettim?
Halkımın yok edilmesi için ben nasıl savaş teklif
ettim?
Halkımı ben mi yarattım?
Ki onları ufak balıklar gibi denize atabileydim.
Tanrılar yere kapandılar ve oturup ağladılar.
Ağızları sımsıkı kapanmıştı.
Sekiz gün ve gece.
Fırtına bütün şiddetiyle devam etti ve kasırga
memleketi bitirdi. Yedinci gün kasırga, bora ve
yağış durdu. Ki bir ordu gibi mücadele etmişti.
Deniz sakinleşti, yırtıcı rüzgâr dindi, kasırga
kesildi. Gündüz olunca dışarıya baktım, sesler
kesilmişti. Ve insanlık çamura dönmüştü. Bütün
yer dümdüz olmuştu. Pencereyi açtım ve ışık
yüzüme çarptı. Yere kapandım, oturdum ve
haykırdım.
Gözyaşlarını yanaklarımdan aşağıya akıyordu.
Dünyanın dört tarafına baktım. Etrafı kaplayan
suların sınırlarına baktım. Oniki ada tepeleri
görünüyordu. Gemi Nisir (....) dağının üzerine
oturdu. Nisir dağı gemiyi tuttu ve kımıldatmadı.
Birinci günde, ikinci günde. Nisir dağı gemiyi
tuttu, kımıldatmadı.
Üçüncü gün, dördüncü günde Nisir dağı gemiyi
tuttu ve kımıldatmadı.
Beşinci günde, altıncı günde Nisir dağı gemiyi
tuttu ve kımıldatmadı.
Yedinci güne gelince,
Bir güvercin çıkardım ve salıverdim.
Güvercin uçtu ve (sonra) geri geldi.
Üzerine konacak yer bulamadığından geri geldi.
Bir kırlangıç çıkardım ve salıverdim
Kırlangıç uçtu ve (sonra) geri geldi.
Üzerine konacak yer bulamadığından geri geldi.
Karga uçtu, alçalan suları gördü. Yedi sulardan
geçti (?) yükseldi (?) geri gelmedi. O
zaman her şeyi çıkardım. Her tarafa yaydım ve
bir
kurban kestim.
5 3
Dağın tepesinde bir adak sundum...
yakut mücevherleri asla unutmadığım gibi, Bu
günleri daima düşünecek, ve onları asla unutmayacağım.
Tanrılar Adat'a gelsin.
Fakat Adat'a, Enlil gelmesin. Çünkü düşünmedi
ve kasırgayı çıkardı.
Ve halkımı yok etmek için, onun üzerine
salıverdi. Enlil yaklaşınca Gemiyi gördü, o zaman
Enlil suratını astı. Tanrılara, İgigi'ye karşı
öfkelendi (ve dedi) Hayatını kurtarabilen birisi
mi var? O, sağ
kalmayacaktır. Umumî harabiyette hiçbir
insan sağ kalmayacaktır. O zaman En-Urta ağzını
açtı ve konuştu. Ve savaşçı Enlil'e dedi: Ey tanrılar
prensi, ey savaşçı! Sen nasıl hiç düşünmeden
bir kasırga çıkarabildin, Günahkâr olanın günahı
kendi başına insin. Tembihe aykırı hareket edenin
kabahati kendi başına insin. Fakat merhamet edin
ve (her şey) yok olmasın.
Tahammüllü olun (ve insan lekelenmesin)... Bana
gelinci, ben büyük tanrıların sırrını beyan etmedim.
Atra-Hasis'e (...) bir rüya gösterdim o
tanrının
sırrını bu suretle duydu. Şimdi onun hakkında
artık bir karar verin.
Bunun üzerine tanrı Enlil bir gemiye girdi. Elimden
tuttu ve beni önüne getirdi. Karımı da önüne
getirdi ve yanımda diz çöktürdü. Alınlarımıza
dokundu, aramızda durdu, bizi kutladı (ve dedi):
Uta-napiştim bundan evvel sırf bir insan gibi.
Fakat şimdi, Uta.
napiştim ve karısı bizle, tanrılar gibi
olsunlar.
Uta-napiştim uzakta nehirlerin ağzında kalacaktır.
Ve onları uzak bir yere götürdüler ve nehirlerin
ağzında oturttular.T£
Destanın başka bir varyantının Amerika Kızılderilileri
arasında olduğunu XVII. yüzyılda oraya
giden İspanyol seyyahlar tespit etmişlerdir. Ancak
onların varyantında insanlar bu tufandan
yaptıkları yüksek bir kulenin üzerine çıkarak kurtulmuşlardır.
Sümerlerin dinî inançları konusunda eski
Sovyetler Birliğinde
%
Diyakonof ve Kuvalof yönetiminde yapılan
çalışmada şöyle yazılıyor: "Sümer mitlerinde ve
dinî inançlarında en temel sorun ölüm ve yaşamdır.
Niçin insanlar fâni olarak, tanrılar ebedî
olarak yaşıyorlar? Onların dinî destanlarının
birinde insanın fâni olmasının sebebi ADA-PA
(Sümer dilindeki ada, Türk dilindeki ata bir anlamdadır.
B.G.) adındaki ilk insanın yaptığı
hatadan diye düşündürülüyor. O, tanrı EA'nın
sevdiği oğlu imiş. EA'nın aklı çok olduğu halde
onu ebedî yaşayıştan mahrum etmişler. Bir gün
ADA-PA için ebedî yaşayış kazanmaya fırsat
doğmuştur. Ancak bu işten vazgeçmiştir. ADAPA'yı
güney yelinin kanatlarını kırdığı için
ANUM'un yanma çağırmışlar. EA ona orada
ölüm yemeğini ve suyunun sunulacağını, ondan
tatmaması gerektiğini duyuruyor.
ADA-PA'nin kusuru incelenirken diğer tanrılar
onu aklamaya başlıyorlar. AN UM da yumu- şayarak
ona acıyor. Dua dirilik yemeğinin ve suyunun
sunulmasını emrediyor. Ancak o
(ADA-PA) buna rağmen yiyip içmekten sakınıyor.
ANUM merakla neden yemediğini soruyor.
ADA-PA cevabında "benim babam EA bana bir
şey yiyip içmememi söyledi." Bu cevaptan sonra
Anüm
"onu tekrar yere atın!" diye buyruk verdi.73
Biz eski insan uygarlığının önemli bölümünü
oluşturan dinî inançların hem Türkistan'daki hem
de Mezopotamya daki Sümerler
ve eski atalarımız arasındaki görünüşlerini
gözden geçir-72. Uraz. Murat. 1994. Türk Mitolojisi,
s. 133-139. İstanbul.
73 Diyakonof. V & V. Kuvalof. 1969. Tarih-i
Cihan-ı Bastan, s. 156. Tahran.
dik. Onların ikisinde de çeşitli yaşam şartlarını
ve tarihî dönemleri anlatan inançları görüyoruz.
Ancak onların arasında genelde iki tip dinî inanç
açıkça farkedilmektedir. Onların birincisi, ekonomide
avcılığın ve hayvancılığın temel rol oynadığı
döneme ait olan
"Animizm" dir. Bu inancı savunanlar bütün
yeryüzünü göze görünmeyen iyelerle, cinler ve
devlerle dolu görüyor ve halk arasında cadıcılık
(sihirbazlık) gelenekleri ve görenekleri temel rol
oynuyordu. İkinci inanç ise, hayvancılıktan
tarımcılığa ve yerleşik yaşama geçilerek, ilk
köylerin ve kentlerin meydana 5 5
gelmesi dönemine ait olan "Naturizm" dir. Bu
dinî inanç sisteminde belli bir düzen hakimdir.
Ekonomik ve toplumsal ilişkilerde
şahlar, hakimler ve çeşitli bölge ve
kentlerin arasında oluşan düzenler, tanrıların
arasına da yansımıştır. Ayrıca tarımda temel rol
oynayan "gök" ve doğanın diğer güçlerine ve
"öküz"e tapınmak ortaya çıkıyor. Bilim adamları
bu süreci şöyle açıklıyorlar: "İşte boyların
birleşmesiyle büyük kabilelerin ku-rulduğu ve bir
kabilenin diğerine baş eğdirmesiyle egemen bir
"sülâle"nin belirdiği sıralarda, aile atalarına
tapınma niteliğindeki animizmin natürizme
dönüştüğü görülmektedir. Gerçekten ilkel tarımın
natürizmin kaynağı olduğu açıktır. Geniş ölçüde
doğal güçlerin etkisine bağlı olan tarımcılığın insanları
güneş, yer, su vb.
doğa nesnelerine ve olaylarına üstün güçler
yüklemeye, doğanın en önemli ve belirgin yönlerini
tanrılaştırmaya ve bu güçler ile egemen
varlıklar arasında bir aynileştirmeye sürüklendiği
anlaşılmaktadır."74
Yukarıda görüldüğü gibi Sümerlerin dinî inançlarında
Şa- manlıgm izi açıkça görülüyorsa da,
hakim olan temel inanç ikinci tipte olmuştur. Bu
inanç sisteminde en üst yeri gök tanrısı ANU
alırken, hemen ardından yer tanrısı EN-Kİ ile yel
tanrısı EN-LİL ve ondan sonra ise ikinci sınıf tanrı
ve tanrıçalar sistemi görülmektedir.
Bizim eski atalarımızın arasında da böyle dinî inançların
var olduğunu biz yukarıda açıklamıştık.
74. Sencer. Muzaffer. 1974. Dinin Türk Toplumuna
Etkileri, s.51. İstanbul.
%
Bizim düşüncemize göre, gök tanrının özel yeri
olan çok tanrılı dinî inancın ilk meydana geldiği
Türkmenistan (Genel Türkistan) olmalıdır. Bu inancın
ortaya çıkması ise "Ânev" (Anu) uygarlığının
meydana geldiği dönem olmalıdır.
Sümerler de bu dinî inacın mayasını bu yurttan
götürmüş olmalıdır. Onların gök tanrısının adı
ANU sözcüğünün ise, yukarıda da açıkladığımız
gibi Türkmence ÂNEV sözcüğü ile aynı olması
açıkça görülmektedir. Burada altının çizilmesi
gereken bir önemli mesele de Sümerlerin kendi
gök tanrılarına dingir (tanrı), yel, yer ve diğer tanrılarına
ise "EN"
(iye, sahip, pir) takma ad koymalarıdır.
Arkeologların günümüze kadar Türkmen topraklarından
ortaya çıkardığı çeşitli tanrıçalarının ve
kutsal öküzlerin çok sayıdaki heykelleri de bu
fikre temel oluşturmaktadır. Çünkü onların hepsi
Mezopotamya'da tekrar oluyor. Eski Türkmenistan
ile eski Mezopotamya arasındaki
birbirine denk gelen yer-yurt ve insan adlarını da
buna eklemek mümkündür.
Bu fikri daha güçlü destekleyen başka bir delil
de Amerika'nın ünlü bilim adamı Durant'ın
dünyanın en eski uyğarlık beşiklerinin başında
Ânev (Anau) ün gelmesi ve uygarlığın çeşitli
görünüşleri yönünden "tek tanrıcılık" inancının
ilk kez Türkistan'da (Orta Asya'da) ortaya çıktığı
konusundaki bilimsel açıklamalarıdır/5
Çalışmanın "Sonuç" bölümünde Durant'ın bu konudaki
görüşüne tekrar yer verilecektir.
9. Bayramlar
insan toplumlarında bayramlar başta din ile ilgili
olarak meydana çıkmıştır. Sümerlerin dinî inançları
gibi onların bayramları ile Türk mitolojisindeki
bayramlar arasında da benzerlikler
vardır. Hem Sümerlerde hem de Türk mitolojisinde
bayramla-75. Duranı. IVili. 1985. Kullurgeschichte
der, Menschheit. s.109-116. B 1
Köln.
I
7 X
rın en önemlisi bahar bayramıdır. Kışın ağır ve
şiddetli günlerinin bitmesi ve ardından hayata
tam coşku, sevinç ve heyecan veren bahar
mevsiminin başlaması, tüm hayatının doğa
şartlarına bağlı olan eski insanlarda ne derece
sevinç, coşku ve hareket yaratmış
olduğu bellidir. Aslında bahar bayramının felsefesinin
özü
"yeniden doğuş tur. Güngör bu konuda şöyle der:
"Tarihin eski ve en medeni milleti olan Sümerler
kozmolojik bir strüktüre sahip olan yeni yıl
bayramını kutluyor, bunu A-ki-til diye
adlandırıyorlardı. Burada kullanılan Til sözcüğü
yaşamak, yeniden doğmak anlamına geliyordu.
Bu bayram Sümer-Akad sentezi içinde de yer aldı
ve Akadlar ona Akitu adını verdiler.76"
9.1. Sümerlilerde Bahar Bayramı (yeniden
doğuş)
"Mezopotamya'nın büyük kentlerinde hemen hemen
her gün tanrılara kurban sunma töreni
yapılıyordu. Et, tarım ürünleri, su, şarap vb.
ziyafeti veriliyordu. Çeşitli kokular kullanılıyordu.
Bu törenler sadece ruhanîler tarafından
yönetiliyordu, ancak gündelik törenlere sade insanlar
ya katılamıyor, ya da çok az katılabiliyordu.
Ancak bunun aksine her yılda ya da belli
aylarda kutlanan bayramlara tüm sade insanlar
da büyük coşku ile katılarak dinî törenlerini de
yapıyorlardı. Bu bayramların en önemlisi ise ilkbaharın
başında kutlanan bahar bayramı idi.
Şenlikler gün boyunca devam ediyordu. Onun en
önemli ve ilginç fırsatları kutsal düğün idi. Bu
düğün Kitab-ı Mukaddes te TAMMUZ diye adı
geçen Uruk kentinin hakanlarından olan
Domuzi'nin rolünü oynayan hakan ile İNANNA'nın
rolünü yerine getiren yüce ruhanî
kadının beraberce ortaya çıkmasıyla sahneleştiriliyor.
Gerçekte bu düğün töreninde yani
DOMUZİ ile Uruk kentinin koruyucu tanrıçası
IN-ANNA'nın kutsal düğünlerinin
yıllık tekrarında iki temenni vardı.
Birincisi, yurtta bolluk ve bereketin temin olmasından,
ikincisi ise kentin haka-76. Nevruz
1995 = Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası
Sempozyumu Bidirisi. s.31. 1995.
Ankara.
nına tanrıçanın kocası makamında uzun ömür
verilmesinden emin olmaktı."'7
Ünlü Türk Sümerolog'u Çığ ın çok değerli eserlerinde
bu konuda etraflı bilgiler bulunmaktadır.
Bu eserlerden alınan, Lu- dingirra adlı bir
Sümer şair ve öğretmeninin bu konuda yazdığı
öyküsünün parçalarına göz atalım:
"Çocukluğuma ait ilk anımsadığını olay, korkunç
bir kalabalık ile Tapınağa koştuğumuz. Herkes
büyük bir sevinç içinde Tanrıçamız ile Tanrımız
evlenecek diye birbirini kutluyordu. Bunun ne
demek olduğunu bir türlü anlayamıyordum...
Neler göreceğimi merakla bekliyordum. Nihayet
büyük bir alana geldik. Karşıda, göğe kavuşacakmış
gibi yükselen "zigguratı"
(basamaklı kule) ile yeni yapılmış gibi pırıl pırıl
parlayan E-KUR
Tapınağı göründü. Yaptığım araştırmaya göre bu
bayramın başlangıcı, biz Sümerlere dayanıyor
muş. Öyküsü şöyle: Sevgili Tanrıçamız Inanna
bilbad (venüs) yıldızından gelmiş veya onunla bir
ilişkisi varmış. Biz o yıldızı çok çok sıcak olarak
biliyoruz. İnancımıza, yıldızın Tanrıçamıza
büyük bir ateşlilik ve cinsel güç veriyormuş. Bu
yüzden ona "Aşk Tanrıçası" adı verilmiş.
Tanrıçamız günlerden bir gün yeraltı kraliçesi
olan kız kardeşi Ereşkigal'ı görmek için yeraltına
gitmeye kalkar. Galiba asıl amacı yeraltı
kraliçeliğini de ele geçirmekti. O, yeraltına
gidenin bir daha çıkmayacağını biliyor, ama
kendisi bir Tanrıça, kardeşi de oranın kraliçesi
olduğuna göre çıkabileceğini umut ediyor. Fakat
yine de veziri Tanrıça Ninşubura, "Eğer üç gün
içinde yeraltından 5 9
çıkmazsam, Tanrılarımızın toplantısına git ve
beni kurtarmaları için rica et!" diyor...
Kardeşi onu görünce büyük bir kızgınlıkla,
"Niçin geldin buraya?
Bilmiyor musun buraya gelen bir daha çıkamaz"
diye acı bir bakışla bakar bakmaz Tanrıçamız,
çiviye asılı ceset gibi kaskatı oluveriyor. Aradan
üç gün üç gece geçiyor; veziri bekleye-77 Kı.mm
Samuel Noah. 1971. Mesopolamien. s. 113.
Hamburg.
«sn
5000 Yıl ık Sümer- Türkmen Bağları
dursun, ne gelen var ne giden! O hemen Tanrılar
Meclisine koşar, Tanrılara birer birer yalvarır;
hiçbiri aldırış etmez. Hatta babamız Enlil, onun
büyükbabası olduğu halde "Gitmese idi, ne işi
vardı orada?" der, yardım etmeye hiç yanaşmaz.
İyi ki, bizim bilgelik Tanrımız F.nki var. O hemen
Kurgarra ve Kalaturra adlı iki cini yaratır, ellerine
yaşam suyunu, yaşam yiyeceğini vererek yeraltına
gönderir. Onlar Tanrıçanın üzerine ellerindekini
serper serpmez, Tanrıça dirilir ve hemen
yeraltından çıkmak için davranır. "Dur hele,
buradan böyle kolay çıkılmaz, yerine birini bırakman
gerek" der oradakiler. Hemen kimi bırakacak
Tanrıça!
"Ancak yeryüzüne gidince birini gönderebilirim"
der. Tanrıça, yanında korkunç görünüşlü yeraltı
cinleriyle yeryüzüne çıkar ve yerine gönderecek
birini aramak için kent kent dolaşmaya başlar.
Her gittiği kentte Tanrıları, Tanrıçalarının yok
oluşuna üzülmüş, çuval giysiler içinde bulur ve
hiç birini vermeye kıymaz.
En sonunda kocası Dumuzi'nin oturduğu Kullab
kentine gelir. Bir de ne görün, kocası en güzel
ve görkemli elbiselerini giymiş, başına tacını
koymuş, tahtına kurulmuş oturuyor; umurunda
değil karısının yok oluşu! Tanrıçamız, onu öyle
görünce o kadar kızar ve sinirlenir ki, hırsından
"Alın bunu, benim yerime yeraltına götürün" der.
Onlar da Dumuzi'yi yaka paça sürükleyerek yeraltına
götürürler...
Buna çok üzülen (Dumuzi'nin) kız kardeşi Tanrıçamız
Geştinanna, Tanrılar meclisine başvurarak
"Ne olur kardeşimin yerine beni göndersin
yeraltına" diye yakarmış. Fakat Tanrıçamız Inanna,
kocasının yaptığı saygısızlığın ve
acımasızlığın cezasız kalmasına gönlü razı olmadığından
hemen ona karşı çıkmış.
• •

Onun üzerine Geştinanna, "Oyle ise yılın yarısını
ben yeraltında geçireyim, diğer yarısını da
kardeşim geçirsin" demiş. Çok kızgın olmasına
karşın kocasının bütün bir yıl boyunca yeraltında
kalmasını istemeyen Tanrıçamız bu öneriyi uygun
görüp Tanrılar Meclisine kabul ettirmiş. O
olaydan sonra Tanrımız Dumuzi, kış
aylarını yeraltında geçirdikten sonra, yaz
başlangıçında yeryüzüne çıkıp sevgili karısı ile
birleşiyor. Biz. bu birleşmenin yeryüzüne bolluk
ve bereket getireceğine inanıyoruz. Bunun için
Tanrımız yerine kralımız. Tanrıçamız yerine bir
baş rahibe yılda bir kere beraber olurlar. Onların
beraber oldukları bu günlerde, şarkıcılar, ozanlar
heyecan verici ateşli aşk şarkıları söyler ve çalarlar..."
78
Oğuzhan Günü
Gülkarian "Oğuz günü" hakkında Cami-i Tevârih
adlı esere dayanarak şunları yazıyor: Türkler
Yafes İbn-i Nuh'un kökündendir, onlar doğu kısmına
geldiler. Bu göçme dolayısı ile Yafes'in adı
"Abulce" yahut Abulbeceye olarak değiştirildi.
Inanc kentine yakın olduğu "Ortak" ve "Kurtak"
yerlerini yayla olarak seçti ve kışlak için "Yursak",
"Gagian", Karakum", "Talaş" ve
"Karaseyren'i beğendi. Abulbece handan, "Dip
Bakuy" adlı bir oğlan oldu... Dip Bakuy dört
oğula sahip oldu. Kara- han'dan bir oğlan oldu ve
adın Oğuzhan tayin ettiler. Oğuz'un doğumu ile
çiçekler, ağaçlar ve yeryüzü yeni hayata başladı.
Oğuz bir kaç yıl sonra aynı zamanda kendi
rakipleri ve düşmanlarına üstün gelerek Talaş
şehrinden Buhara'ya kadar feth etti. O günden
dolayı
"Büyük düğün" yahut "Büyük şenlik" yaygın
olarak, Oğuz günü veya yeni gün olarak tanımlandı."
79
Hunlarda Bahar Bayramı
6 2
5000 Yıl ık Sümer-Tiirkmen Bağları
Bu Sümerli bayramına benzer bahar bayramının
Hunlarda da var olduğu konusunda şu bilgiler
vardır: Çin kaynakları Hun kültüründen söz ederken,
her yılın babında yapılan dinsel törenlere
değinmektedir. Bu törene Hunların 24 boyunun
başbuğu katılmakta ve yılın beşinci ayında da
Lung-Çeng şehrinde top-78. Çıg. Muazzez İlmiye.
1996. Sumerli Ludingirra. s. 19-24, İstanbul.
79 Nevruz 1995 = Türk Kültüründe Nevruz
Uluslararası Sempozyumu Bidirisi.
s. 131. 1995. Ankara.
lanılarak atalara. Gök tanrıya, yer-su ruhlarına
kurban sunul-maktadır. Hakan her sabah
çadırından çıkarak güneşe ve geceleri aya tapmaktadır.
80
Ayzıt Bayramı
Ayzıt bayramı Altayların güzellik tanrısı
AYZIT'a atfedilmiş bir bayram olarak ilkbaharın
başında ormanlarda kutlanırmış. Bayram törenleri
Akşamanlar tarafından yönetilirdi. "Şamanlara
ak ve kara lâkapları onların giyindiği elbisenin
rengine göre verilmiştir.
Bayram günlerinde evler temizlenir, süslenir, en
iyi yemekler pişirilir, en güzel elbiseler giyilirmiş.
Şaman dokuz kız ve dokuz delikanlı
seçerek sağ ve sol yanına alır, sonra onları
AYZIT'ın sarayına götürür ve orada şenliklere
başlanır. AYZİT şöyle betimlenir: Başında ak
başlık, omzunda ak atkı, ayaklarında ise kara
çizmesi vardır, bu giysileriyle ormanda ağaçlar
arasında yaşar ya da kayalara arkasını vererek uyur.
"81
Göktürklerde Bahar Bayramı
Türk dünyasının en ünlü destanlarından sayılan
Ergenekon destanına göre Göktürkler düşmanları
tarafından müthiş katliama uğradıktan sonra, çok
az sayıdaki kalanları bir yere toplayarak şöyle
karar vermişlerdir: "Yurdumuza varalım desek,
dört taraftaki eller hep bize düşman. En iyisi
dağlar arasında kimsenin yolu düşmeyecek bir
yer arayıp bulmalı" deyip sürülerini dağa 6 3
sürdüler, gittiler. İyice gezip dolaşarak gördüler
ki, orasının geldikleri yoldan başka, hiç yolu yok.
O yol da öyle bir yol ki, at veya deve bin güçlükle
yürüyebilirdi; bir yanlış hassalar parça parça
olurlardı. İçerisindeki genişliğin ise hiç sonu
yoktu. Orada akarsular, pınarlar, türlü otlar, türlü
türlü avlar vardı. Orasını görünce Tanrıya
şükürler ettiler; hayvanlarının kışın etini yediler,
yazın sütünü içtiler, derilerini giydiler, o yere
Ergene-Sencer. Muzaffer. 1974. Dinin Türk
Toplumuna Etkileri, s.53. İstanbul.
Veliev. Kamil. 1988. Elin Yaddaşı Dilin Yaddası.
s.59. Bakı.
kon adını verdiler. İki Türk prensinin zamanla
oğulları çoğaldı.
Kayı Han'ın çok çocuğu oldu. Dokuz Oğuz
Han'ın daha az çocuğu doğdu. Kayı Han'ın
çocuklarına "Kıyat" dediler, Dokuz Han'ın
çocuklarına da iki ad koydular; Bir kısmına "Tokuzlar''
diğer bir kısmına da "Türülken" dediler.
Bu iki hanın oğulları uzun zaman Ergenekon'da
kaldılar; enine boyuna uzayıp yayıldılar. Her boy
başka başka oymaklarla genişledi.
Ergenekon'da dört yüzyıldan çok oturduktan
sonra hayvanları, nüfusları o kadar çoğaldı ki,
artık sığışamaz oldular. Çare bulmak için kurultay
toplandı. Dediler ki: "Atalarımızdan işittik,
Ergenekon'un dışında geniş yerler, güzel yurtlar
varmış... Bizim yurdumuz eskiden oralarda imiş.
düşmanların başkanlığı altında başka eller, bizim
soyumuzu zaptetmişler. Tanrıya şükür biz şimdi
o halde değiliz ki düşmandan korkup da dağda
kapanıp oturalım.
Dağın arasından yol arayıp bulalım, göçüp
çıkalım, bize dost olanlarla görüşelim, düşman
olanlarla savaşalım." Herkes bu düşünceyi doğru
gördü; çıkacak yol aradılarsa da bulamadılar. O
zaman biri şöyle dedi: "Burada bir demir madeni
var, yalınkata benziyor. Onun demirini eritirsek
yol açılırdı. Oraya varıp baktılar ve bu fikri de
makul gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun
ve bir kat kömür koydular; dağın üstünü, arka ve
beri yanını böylece 6 4
5000 Yıl ık Sümer-Tiirkmen Bağları
doldurduktan sonra, yetmiş deriden körük yapıp
yetmiş yerde kurdular, körüklediler. Tanrının
kudretiyle, ateş kızdıktan sonra, demir dağ eriyip
akıverdi, yüklü deve çıkacak kadar bir yol açıldı,
o ayı, günü ve saati belleyerek dışarı çıktılar. O
günden beri Göktürklerde âdet olmuştur, o günü
bayram sayarlar; bir parça demiri ateşe koyup
kızıl hâle getirirler, sonra Han bunu demir
kıskaçla tutarak örse koyar ve çekiçle döver.
Beyler de bu günü, hapisten çıkıp ata yurduna
dönülen günü olduğu için kutsal bilirler.
Ergenekon'dan çıkınca, Göktürklerin ulu hakanı
Kayı Han soyundan Börteçine, bütün ellere elçi
gönderip Ergenekon'dan çıktığını bildirdi. Tüm
iller, Göktürklerin Ergenekon'dan çıkışını öğrenince
baş eğdiler. Büyük Türk Kağanı Börteçine'yi
ululadılar.
Düşmanlarsa karşı çıktı, vuruştular. Göktürkler
üstün geldi.
Düşman büyüklerini kılıçtan geçirdiler, küçüklerini
de kul ettiler.
Böylece dört yüz elli yıl geçtikten sonra öçlerini
aldılar: ata yurduna yerleştiler. Eskisi gibi
dünyanın en büyük ulusu oldular."82
Bilim adamlarının açıklamasına göre Göktürklerin
sert dağlardan çıktıkları zaman, her yer, çöller
yem yeşil ve her yan gül- çiçeğe bürünmüş, tam
kainat sevinç ve coşku içinde imiş. Gerçekte bu
Göktürklerin yeniden doğuşunu simgelemektedir.
Ve- liyev in açıklamasına göre Ergenekon'dan
çıkılan gün 9 Mart olmalıdır.83
9.6. Uygur Bahar Bayramı, İlk Yaz, Buku Kağan,
Köken ve Yeniden Doğuş
Bu bayram hakkında Aktok-Kaşgarlı şunları kaydetmektedir:
"...
Uygur boylarının Yaradılış ve yeniden doğuş efsanesi,
Buku Kağan Efsanesi Türk Mitolojisinin
en önemlilerinden biridir...Çin kaynaklan uzun
uzun bu efsaneyi anlatır:
Orada bir ağaç var, doğadan iki akar su akıyor,
Tola ve Se- lingan iki nehrin arasında bulunan
kuru ve ulu bir ağacın üzerinde 6 5
hamileliğe benzeyen ur gibi bir şişkinlik belirir.
Gökten sık sık bir ışık inmektedir. 9 ay 9 gün
sonra ağacın üstündeki şişlik yarılır ve beş çocuk
belirir. Bu beş küçük çocuk Uygur Türklerinin
doğuşunu fakat aynı zamanda Uygurların yeni
nesillerle doğa gibi yeniden oluşumunu temsil
eder...
Takeo, Buku Kağan mitinin oluşumunu erken
Orta Çağ Uygur takvimlerine dayanarak aşağı
yukarı 28 Şubat-21 Mart olarak verir... Buku
Kağan mitinin iki anlamı vardır: Birincisi Uygur
Türklerinin kökeni, ikincisi "Yeniden Doğuş'. Bahar
Bayramı, yenilenme... Uygur Türk toplumu
Budizm. Maniheizm,
82. Karalıoğlu. Scyil Kemal. 1973. Türk Edebiyatı
Tarihi, s.63-65. İstanbul. 83 Karalıoğlu. Seyit
Kemal. 1973. Türk Edebiyatı Tarihi, s.44-45.
İstanbul.
6 6
Nasturi Hristiyanlığı, İslam gibi çeşitli inançları
kabul etti. Ancak bütün bu dinlerin temelinde
ulusal inançları olan "Gök Tanrıcılığın"
akisleri açık olarak izlenebilir. Ağacı dölleyen
Gök Tanrı'nin ışığıdır... Bu mitin "Bukhan" adı
ile Moğolca varyantında "Bir Tanrıça Bukhan'la
evlendi, erkek çocuğu oldu. Onu bir ağaç
kovuğunda sakladı. Bukhan çocuğu oradan
çıkardı.
9.7. Türkmen Mitolojisinde Yeniden Doğuş "Akpamık
Masalı"
Akpamık masalı Türkmenlerin, kökü çok eskiye,
Türkmen tarihinin başlangıç çağlarına dayanan
çok yönlü ve anlamlı masallardan birisidir: Çok
eski çağlarda bir ailenin tek kız çocuğu olan "Akpamık"
kendisinin erkek kardeşinin
olmamasından dolayı büyük üzüntü ve hüzün
içersinde yaşar. Oysa onun 7 erkek kardeşi büyük
dağların yamaçlarında avcılıkla yaşar ve
kendilerinin kız kardeşlerinin olmamasından çok
kızgın oldukları için evlerine uğramazlar imiş.
Akpamığın anne ve babası ise Akpamığın,
kardeşlerini aramak için dağlara gidip kendisini
tehlikeye salmasından korkarak bu meseleyi saklarlar,
ona du-yurmazlar. Günün birinde Akpamık
7 kardeşinin mevcut olup, onların dağlarda yaşamak'ta
olduklarını komşularının birisinden duyar
ve hemen yola çıkar. Nihayet O, 7 kardeşini bulur,
büyük sevinç ve mutlulukla onların yanında
beraberce yaşamaya başlar...
Günün birinde Akpamığın kardeşleri "Devlerin"
arasında müthiş
bir savaş başlar. İlk defa onlar bir Kara Deve
üstün gelerek onu öldürürler, nihayet, çok sayıda
Devler birden saldırır ve bu 7
kardeşi öldürerek etlerini yer ve kemiklerini ise
atıp giderler. Bir yerlerde gizlenerek bu tehlikeden
kendisini kurtarabilen Akpamık, büyük ve
ağır üzüntü ile karşı karşıya gelir, an-84. Nevruz
1995 = Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası
Sempozyumu Bidirisi. s. 168-171.
1995. Ankara.
6 7
cak çökmeden bayılmadan, kardeşlerini yeniden
diriltmenin ça-resini aramak ve bulmak için
büyük yolculuğa çıkmaya karar verir...
Uzak yollan geçer, sert dağları. ırak memleketleri
aşar ve nihayet çok yaşlı ve bilge hanıma durumunu
anlatınca O. Akma- mığa şöyle der:
Karşıdaki tepenin ardında "Akmaya" (Türkmenlerde
bir deve çeşidi) adında bir deve vardır,
eğer o devenin sütünden götürüp kardeşlerinin
kemiklerinin üstüne serpersen hemen dirilirler.
Ancak bu deve insana karşı çok serttir ve kimsenin
yanına yaklaştırmaz. Tepenin yanındaki otlakta
devenin yavrusu otlar, belki ona yalvarırsan sana
yardımcı olabilir.
Akpamık gül çiçeğe bürünmüş yem yeşil otlakta
otlamakta olan yavrunun yanına yavaşça yaklaşır,
derdini anlatarak yardımcı olması için ona yalvarıp
yakarır. Yavru ona yardımcı olmaya razı
olur. Nihayet Akpamık Akmaya nın sütünden
alıp götürür. Sütü kardeşlerinin kemiğinin üstüne
serper ve kardeşleri hemen dirilir.
Onlar kendilerinin ağır bir uykuya daldıklarını
zan ederler.
Akmamık'ın olanları onlara anlatmasının ardından,
heyecan ve sevinç her yere ve herkese
hakim olur. Onlar kız kardeşlerine, gösterdiği bu
büyük başarı ve fedakarlıktan dolayı şükranlar
sunar, mutlulukla yeni yaşamlarına başlar,
düğünler yapar ve evlenirler..."
Görüldüğü gibi esas felsefesi yeniden doğuş, hayatın
yenilenmesi ve devamı anlamına gelen bahar
bayramının, Sümerler ile Türklerin, özellikle
Türkmen mitolojisi arasında çok anlamlı benzerlikler
ve hatta denklikler bulunmaktadır. Örneğin,
Akpamık efsanesinde de tıpkı Sümerlerdeki gibi
yeniden diriliş doğanın yemyeşil ve gül çiçeklere
büründüğü ve hayvanların bol süt verdiği bahar
mevsiminde gerçekleşir. Bu masalda Akpamığın
en küçük kardeşinin adının Bayram olması da
çok anlamlıdır. Aşağıda X X
5000 Yıl ık Sümer-Tiirkmen Bağları
göreceğimiz gibi, bu metinlere ait Sümer sözcüklerinin
izi de çeşitli Türk dillerinde bulunmaktadır.
10. Sümer Dinî Adlannın Türk Dilindeki İzleri
DİNGİR: Sümerologların açıklamasına göre bu
sözcük günümüzdeki Türk lehçelerindeki Tanrı,
Tangrı. Tengri sözcükleriyle aynıdır.
Bu sözcüğün Sümerli yazı dilindeki belgisi bir O
yıldız işaretidir.
Bu işaret Sümerli dilinde iki türlü telaffuz
edilmiştir. Birisi DİNGİR, diğeri ise AN yani
"gök", "yukarı" ve "uzak" demektir/'
Daha önceki satırlarda tanrı ve göğün Sümerlerde
olduğu gibi eski Türklerde de aynı anlamda
olduğu belirtilmişti. Radloff'un açıklamasına
göre Orhun yazıtlarında da Tengri hem Tanrı hem
de gök anlamına gelmektedir/6
AN: Bu sözcük yukarıda da belirtildiği gibi
"gök", "uzak", "yukarı"
anlamındadır. Onun çeşitli şekilleri Sümer ve
Türk dillerinden başka İndo-German dil
grubundan sayılan Farsça'da da
kullanılmaktadır. Ancak aşağıdaki delillere göre
bu sözcüğün aslının Farsça olmayıp Türk-Sümer
diline ait olduğunu gösteren deliller vardır:
Sümer dili Fars ve diğer Aryan dillerinden daha
eski bir dil olup, üstelik bu dilin gramer
bakımından İndo-German bü- künlü (flektiv)
dillere ait olmayıp Türk dilin de içinde bulunduğu
bitişimli (agglutinativ) dillere dahildir.
Burada yukarıda da izah edildiği gibi çivi yazısı
vasitesiyle çok sayıda Sümer sözcüğünün Samî
ve İndo-German dillerine girmiş olmasını da göz
önünde
bulundurmak gerekir.
Birkaç dilde birlikte kullanılmakta olan bir
sözcüğün hangi dile ait olduğunu belirtmek için
o sözcüğün bu dillerden hangisinin gramerine uygun
olduğunu belirtmek gerekir. Örneğin, NUR
sözcüğü günümüzdeki Türk, Fars ve Arap dillerinde
geniş çapta 6 9
kullanılmaktadır. Ancak onun Arap dilinin
gramerine uygunlukta envar / tenvir / münevver
/ şekillerde kullanıldığına bakarak bu kelimenin
Arapça olduğu kabul edilmektedir. Buna
Delitzsch. Friedrich. 1914a. Kleine Sümerische
Sprachlehre. s. 12-13. Leipzig.
Orhun. 1995. s.6.
X X
5000 Yıl ık Sümer-Tiirkmen Bağları
göre eğer biz AN sözcüğünün Sümerce. Eski
Türkçe. Farsça dillerinden hangisine ait olduğunu
aynı esaslara göre araştırırsak onun bir Türk-
Sümer kelimesi olduğu açıkça ortaya çıka-caktır.
Sümerce AN-A
AN-DA/Anna AN-TA
Eski Türkçe
Türkmence Farsça
ANA ANDA
ONA BE ANCA
ANTA
ONDA/Onna DER ANCA
ONDAN (andan)
EZ ANCA 8788
Görüldüğü gibi AN sözcüğünün ismin çeşitli
hallerindeki durumu Sümer veTürk dillerinde hemen
hemen aynı olduğu halde Farsçada durum
çok farklıdır. Yani, Türk ve Sümer dillerinde bu
hâller sadece ekle izah edilirken, Farsça'da edatlara
ihtiyaç duymaktadır.
3.Ortak sözcüklerin hangi dile ait olduğunu belirtmenin
bir diğer yolu bu sözcüğün bu dillerde
çeşitli kullanılma şekillerinin var olma durumudur.
Bu çalışmanın diğer bölümleri de dikkate
alınırsa AN
sözcüğünden türemiş ANU (Anev), ANNA gibi
çok sayıda ismin hem Türkmen hem de Sümer
dillerinde mevcut olduğu görülecektir.
Türkmen dilinde Eski Türkçe'de olduğu gibi ANDA
kullanımını yaygın olarak gösteren pek çok
edebî metin de mevcuttur. Örneğin, Mahdumgulu'nun
şu dizelerinde olduğu gibi:
Ya Hızır-İlyas ile Şah Süleyman andadur Ya Selim
Şah Mekke Hani İbni Sultan andadur Bayezit
Sultan Uveys hlarakanî Migan andadur Dayanur
Musa asası Mari gördüm şondadur.
Orhun. 1995. s. 12-13.
Delitzsch. Friedrich. 1914a. Kleine Sümerische
Sprachlehre. s.36-37. Leipzig.
Mahlımguh Divanı, s.52. 1907. Taşkent.
7 1
Anda sözcüğü "yukarı, yüksek, uzak. cennet,
ahiret anlamlarını taşımaktadır.
ANU : Sümerlerin en büyük tanrısı olan gök tanrının
ve en büyük tapınaklarının ismidir. Bu adın
Anu sözcüğü ile bir olduğundan şüphelenmeye
gerek yoktur. Sümerce "de ENU (gök) ve ENNU
(koruyucu) anlamlarının olması dikkate değerdir.
90 Bu sözcüklerin AN'dan türediği açıkça bellidir.
Türkmence'de INDEW (INNEW)
sözcüğünün de korumak kelimesine yakın bir anlamı
vardır.
İN-ANNA: Bazen büyük tanrı ANU'nun kızı,
bazen de onun hanımı konumu görünmektedir.
Burada dikkati çekici ve önemli olan mesele
ANNA kelimesine başka bir sözcük eklenerek
hem Sümerlerde, hem de günümüzdeki Türkmenlerde
ge- niş ölçüde insan adı olarak bulunmasıdır.
Örneğin, ANNA-TU (büyük tanrının
hanımı olan tanrıça) ve KULİ-ANNA (Dumuzi'nin
lâkabı). Bu Sümerli adları
ANNATUVAK, ANNAKULİ (Annaguli)
ANNABERDİ, ANNABİBİ vb.
Türkmen adları ile hemen hemen aynıdır. "Uruk
kentindeki büyük bir tapınağın adı da E-Anna
(Haus des Anu) Annanın evi'dir.""
KULİ-ANNA sözcüğünün anlamına gelince
ANNA tanrının adı ve KULİ
sözcüğünün birinci hecesi olan KU oturmak, konmak
ve Lİ ise ile, beraber anlamındadır. Sonuçta
KULİ sözcüğü beraber oturmak, yakın dost gibi
manalarını veriyor.'^ Böylece Türkmen adı olan
Annakulı /
Annaguli sözcü-
Delitzsch. Friedrich. 1914a. Sümerische Sprachlehre.
s.34-35. Leipzig.
Parrot. Anre'. 1960. Sümer. s.64-65. München.
Deimel. Anten. 1939. Sümerische Grammatik
mit Übungsslücken ıınd zvvei Anlı ângen-Liste
der gebrâuehlisehsten Keilschriftzeichen mit
ihren Urbilden und den Ha- uptlıedeutungen.
s.83. Roma.
Cıg. M I. 1997. İbrahim peygamber, s.90. İstanbul.
günden tanrının yakını, dostu anlamını çıkarabilmek
mümkün-
• • • •
dür. Burada Cuma günü için ANNA GUNU'nün
kullanılması da düşündürücüdür. Bu kullanımın
tanrı günü anlamına geldiğini sadece Sümer
dilinin yardımıyla anlayabiliyoruz.

EN-LİL: Yukarıda görüldüğü gibi "yel" ve "hava"
tanrısı, yel piri demektir. Bu sözcükteki LİL Türk
dilindeki "yel" sözüyle bir 7 2
5000 Yıl ık Sümer-Türkmen Bağları
anlamdadır. EN sözcüğü ise büyük tanrıların adı
ile gelmektedir. Bu sözcük Delitzsch'in açıklamasına
göre yüksek, iye, pir, ağa anlamlarına
gelmektedir. (1914a, 34-35). Ve Delmelin açıklamasına
göre de EN, ENU ve ENNA şekillerinde
yazılarak gök, koruyucu, saklayan, iye, pir,
ruhani gibi anlamlara gelmektedir. (Deimel 1939,
24). Burada dikkatimizi Türk- mencedeki İNNEMEK
ve ya
"inde-mek" (himaye etmek, sahip çıkmak,
örneğin zayıf ve hasta bir çocuğun bakımı ile ilgili
olarak "bunu kim inneyecek" denmektedir)
sözüne yöneltmek mümkündür.
EN-Kİ: Yer tanrısı. Bu sözcüğün ikinci hecesi
olan Kİ Sümercede GİR
şeklinde de görülmektedir. Bu sözcük yer, belli
bir yer, yurt anlamındadır. Türkçedeki KIR / GIR
sözcükleri de aynı kökten olabilir diye düşünülmektedir.

URAS: Yerin ana tanrıçası; diğer adları Kİ ve
EN- Kİ'dir (Uhlig 1985, 29). Bu sözcüğün Türkmen
adı "Oraz" ile bir kökten olması
mümkündür. Tanrı ve din ile bağlı olan ORAZ
Türkmen adı olarak çok çeşitli ekler ile oldukça
yayğın kullanılmaktadır. Örneğin, Orazkuli,
Orazberdi, Orazgül vb.
ADA-PA: İlk adam, Adem Baba/Adam Ata
Sümer dilinde ADA günümüz Türk lehçelerindeki
ATA sözü ile aynıdır, (bkz. sözlük bölümü).
ARUNAS: Tanrılaşan denizin adı/3 Bu sözcük
günümüz
Türkmencesindeki ARNA (İrmak) sözcüğüne
hem yansıma hem anlam bakımından çok
yakındır.
DOMUZİ: Sümerlerde üretim ve bereket tanrısı,
aynı zamanda Haziran ve Temmuz aylarının adı.
Türkmencede TOMUS, yaz mevsimi için kullanılmaktadır.
BARAK: Hızlı giden ve cennet hayvanı olan
köpeğin adı. "Şamanlar da Barak adlı köpeğe
binerek göğe çıkmışlardır. Kırgızlarla cins
köpeğe Barak denilmiştir. Oğuz destanında İt-
Barak kavminden bahsedilir.
Onların totemleri de kuştan türemiş bir köpektir.
' 94 Bu Sümer sözcüğünün kökünün Türkmen
dilindeki bar (var, varmak) ile bir olması
mümkündür. Türkmencedeki baragan (hızlı
giden, ulaşan, varan) sözcüğü de BARAK
sözcüğü ile yansıma ve anlam bakımından benzerdir.
E-GAL-. Mabet veya saray anlamına gelen bu
kelime Tevrat'da HEGAL olmuştur.Kelimenin
birinci hecesindeki E Türk dilindeki Ev ile aynı
anlamda olup ikinci hece GAL ise ulu ve büyüktür.
E-GAL ise ulu ev anlamına gelmektedir.
Türkmencede (yukarı) GAL, galmak (kalmak),
Gala (kale) gibi kelimelerle hemen hemen aynı
anlamlıdır.
Arapça olduğu kabul edilen gal-eh (kale)
sözcüğün, yüzlerce başga sözcükler gibi Sümer
dilinden sami dillere o cümleden arab diline
girmiş olması da mümkündür.
ihraz. Murat. 1994. Türk Mitolojisi, s.53. İstanbul.
Veliev. Kamil. 1988. Elin Yaddaşı Dilin Yaddası.
s.22. Bakı Cığ. Muazzez İlmiye. 1995. Kur an.
İncil ve Tevrat'ın Sümerdeki Kökleri, s. 18. İstanbul.
10.14. E-KUR: Yukarıdaki metinde bahar
bayramı Sümerlerin tepenin üstünde, yükseklikte
yerleşmiş tapınağının adıdır. Bu ad iki sözcükten
türemişdir. Sümercedeki "E" ve "EB" Eski
Türkçedeki EB
ya ÂB, Yeni Türkçedeki EV. Türkmencedeki ÖY
aynı köktendirler.
İkinci Sümer sözcüğü "KUR" ise. Eski
Türkçedeki KUR ve KURGAN, Türkmencedeki
GORGAN aynı kökten olup, tepe ve yükseklik
anlamına gelmektedir. Bu konuya Sözlük
Bölümü'nde tekrar temas edilecektir.
şekil 3: In-Anna, Sümerlilerin güzellik Tanrıçası.
İştar. Afrodit ve Zöhre bu tanrıçadan örnek alınmıştır.
7 5
Şekil 4: Mezopotamya (m.ö. 2000)
Dünyada ilk dafa tekeri icad edenlerin Sümerliler
olduğu kabul edilmiştir. Onların inançlarına göre
Tanrılar bu arabalarla cennete gidiyorlardı.
Şekil 5: Türkmenistan (A- m.ö. 4000. B-m.ö.
3000)
Acaba. Sümerliler bu arabalarlamı Türkmenistan'dan
Mezopotamyaya göçmüşler?
7 6
5000 Yıl ıkSümer-Türkmen Bağları
Şekil 6: Türkmenistan (Tanrıçalar, m.ö. 3000 ve
2000) Mezopotâmya(M.ö. 27Ö0 yıl)
Şekil 7: Mezopotamya (Tanıçalar. m.ö. 2700 yıl)
95
11. Edebiyat ve Folklor Benzerlikleri
Sümerlerin edebiyatı yukarıda da belirlediğimiz
gibi genelde din ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bu
edebiyatın başında ise tanınmış "Gılgamış
Gerey
Destanı" durur. Ondan başka DOMÜZİ ile İNANNA
nin arasındaki ilişkiden ortaya çıkmış
lirik şiirler, karşılıklı söylenen koşuklar ve hitap
mektupları gibi usûller ve tarzları da vardır. Bu
metinlerde de Türk halklarının edebiyatına, özellikle
onların çok zengin folkloruna benzerlikleri,
hatta aynılıkları görüyoruz. Üstelik, bilim adamlarının
Sümer dilinin karakterini günümüzdeki
dillerin hepsinden fazla Ural-Altay dillerine
yakın ve bazılarının ise bu dile ait olduğunun
altını çizmelerini dikkate alarak edebiyat bilimcilerinin
bazıları "Türk Edebiyatı" tarihini Sümer
edebiyatı ile başlatmayı uygun görürler.
Örneğin, yukarıda adı geçen "Türk Edebiyatı
Tarihi" adlı ilmi eser
"Gılgamış Destanı" ile başlanır. Hilmi Ziya
Ülken bu konuda şöyle ya-zıyor: " bazı tarihçilerin
tahmin etmelerine göre eğer Sümerler bir Türk
kavmi ise, o zaman dünyanın en eski destanının
da bir Türk destanı olmuş olması kesin olacaktır."
96 Şimdi Sümer edebiyatının bazı temalarının
mazmununa ve onlardan birkaç parçanın tercümesine
bakalım:
11.1. Gılgamış Destanı ve Eski Türk Edebiyatı İle
Karşılaştırılması Bilim adamları Gılgamış Destanı'nin.
dünyanın en eski ve en güzel destanlarından
biri olduğunun altını çiziyorlar. Bu destandan
ilham alınarak ve onun güçlü etkisi altında
dünyanın bir çok ülkesinde ve çeşitli ulusları
arasında çeşitli destanlar yaratılmıştır. Bu konuda
Kramer şunları yazıyor:
"Gılgamış (Bilgamiş) "Uruk" kentinin ünlü
hakanlarından birisi olmuştur. Onun hükmettiği
dönem M.Ö. XXVII. yüzyıldır. Sonraları çok
sayıda mitler türemiş ve onun adı ile ortaya
çık-96. Karalıoğlu. Seyit Kemal. 1973. Türk
Edebiyatı Tarihi. $.26. İstanbul.
mıştır. O, yüzyıllar boyunca sadece Mezopotamya'nın
"yarım tanrısı'
ve saygı gösterilmiş milli kahramanı değil ayrıca,
bütün eski dünyanın tarihi kahramanlarının
arasında en büyük şahsiyetlerden birisidir.
Yüzyıllar boyu onun savaşları, vahşi hayvanların
ve insan üstü güçlerin karşısında sürdürdüğü
mücadeleleri ve sonsuz yaşamın (ebedî dirilik)
sırrını bulmak uğrundaki arayışları, Sümerlerin,
Akkadların, Hititlerin ve Yakın Doğunun diğer
kavimleri arasında 7 8
destan olarak dilden dile geçip gelmiştir. Yunan
kahramanı
"Herakles' in türemesine de onun örnek olmuş olması
mümkündür."97
Kramer başka bir eserinde Gılgamış'ın şahsiyetini
şöyle tasvir ediyor: "Metnin bu iki bölümünde.
Gılgamış bir cesaretli kahraman, savaşçı önder,
korkarak bağıran çocuk, zeki danışman, adaletli
hakan ve ölümden korkan fâni insan görünüşlerinde
ortaya çıkıyor."98
Başka bir rivayete göre Gılgamış 120 yıl yaşadıktan
sonra vefat etmiştir. Gövdesinin üçte ikisi tanrı
ve kalan bölümüyle insandı. Bu destan
Sümerlerden sonraki dönemlerde form ve
mazmun açısından değişiyor. Bu destanın kökü,
belli bir dinî metin olmayıp belki halk arasındaki
masallardan ve rivayetlerden alınarak dizilmiştir.
O, poema (uzun şiir) görünüşünde olarak, her biri
müstakil güzel şiirden ibaret 12 levhadan dizilmiştir.
11.2. Destanın Mazmunu
Büyük Sümer destanının kahramanı Gılgamış,
Uruk ülkesinin kralıydı.
Anası tanrıça Nin-sun'dur. Kendi vücudunun üçte
ikisi tanrı, üçte biri insan etinden idi. İdaresindeki
insanları çok çalıştırmış, onlara ağır vergiler
koymuştu. Uruklular bundan çok bunaldı. Gılgamış'ı
önleyecek, kendilerini onun elinden kurtaracak
birini yaratmalarını tanrılardan yalvardılar.
Tanrılar bu isteği kabullenerek tanrıça
Aruru'ya, Gılgamış'a bir rakip yaratmasını emrettiler.
Aruru tanrıların dediklerini yapmak için.
Kramer. Samuel Noah. 1971. Mesopotamien.
s.42-43. Hamburg.
Kramer. Samuel Noah. 1961. Sümerische Lilerar
Texte aus Nippur. $.11. Borliıı.
yaratacağı rakibin nasıl olacağını epeyce
düşündü. Sonra bir parça çamur aldı, tanrı En
Urta'ya benzeyen bir erkek yaptı. İsmini de
Enkidu koydu. Enkidu ormanlarda yaşar, hayvanlarla
düşer kalkardı.
Bir gün onu bir avcı gördü, korktu. Dönerek babasına
anlattı.
Babasının tavsiyesi üzerine, Enkidu'yu kendine
bağlayacak bir kadını ormana gönderdiler.
Enkidu kadını gördü. yaklaştı. Kadın onu
kandırarak hayvanlardan ayırdı, şehre getirdi.
Enkidu önce Uruk kahramanı Gılgamış ile kavga
etti. Nihayet Gılgamış üstün geldi.
Bundan sonra dost oldular.
7 9
Gerey
Günün birinde Sedir ormanında bulunan Khumbaba
adındaki dev ile savaşmak üzere ikisi
birlikte yola çıktı. Ormana gelince Khumbaba'nın
bekçisine rastladılar, öldürdüler. Bundan son- ra
Enkidu hastalandı. On iki gün koma hâlinde yattı.
İyileşmeye başlayınca Gılgamış'ı bu isteğinden
vazgeçirmeye çalıştı, mümkün olmadı. Devle
aralarında korkunç bir savaş başladı. Nihayet
Khumbaba'nın başını kestiler. Bu başarı üzerine
tanrıça İştar, Gılgamış'a âşık oldu, ama Gılgamış
iltifat etmedi. Buna İştar öfkelendi. Babası
Anû'ya şikâyet ederek Gılgamış'ı öldürmek için
gökten kutsal bir boğa göndermesini istedi. Anû
nihayet boğayı gönderdi. Gılgamış ile Enkidu
boğayı öldürdüler, yüreğini güneş
tanrısına sundular. İştar buna daha çok öfkelendi,
ama bir şey yapamadı. Enkidu bundan sonra
tekrar hastalandı, çok geçmeden öldü.
Gılgamış, Enkidu'nun ölümünden çok acı duydu.
Kendisinin de bir gün öleceğini düşünerek üzüldü
ve tanrılardan Enkidu'nun ruhunun az bir zaman
içinde yeryüzüne çıkmasını istedi. Tanrılar bunu
kabul ettiler.
Enkidu'nun ruhunun yeryüzüne çıkmasına izin
verdiler. Gılgamış ona yer altı âlemini, cehennemi,
insanların oradaki hâlini sordu. Aldığı
cevaplardan çok sarsıldı. Ölümden kurtulmaya,
ölmezler arasına girmeye çare bulmak üzere
memleketinden çıktı. Gün geçtikçe korkusu ve
ıstırabı artıyordu. Bu arada. Tufandan kurtulan ve
ölmezler arasına katılan Uta-napıştım'ı hatırladı.
Ondan ölmemenin sırrını öğrenmek istedi. Onun
kaldığı yeri bulmak üzere yola çıktı.
Sonsuz hayata kavuşmak arzusu, kederlerini gün
geçtikçe artırıyordu.
Bir gün Maşu dağına geldi. Bu dağın
giriş tarafını akrep insanlar bekliyordu. Gılgamış
bunları görünce çok korktu. Bu akrep insanlardan
biri karısına: "Bu insanın vücudu tanrılar etinden
yapılmıştır" dedi. Karısı da: "Onun üçte ikisi tanrı
ve üçte biri insandır" cevabını verdi.
Bunun üzerine akrep insan, Gılgamış'ı iyi
karşıladı. Gılgamış ona maksadını anlattı: Akrep
insan: Bu yolculuğun çok tehlikeli olduğunu,
yirmi dört saatte aşılabilecek yolu ve bu dağın
karanlık taraflarını, 8 0
kimsenin geçemediğini söyledi. Bu sözlerden
Gılgamış yılmadı, karanlıklara daldı. On iki saat
sonra aydınlık bir yere geldi. Orada güzel bir
meyve bahçesi gördü. Bu bahçede bulunan güneş
tanrısına maksadını söyledi. Tanrı ona beyhude
emek sarf etmemesini söylediyse de tesiri olmadı.
Gılgamış, tanrıça Siduri'nin kalesine gitti, onunla
görüştü. Siduru ona, bu telâşlı ve perişan hâlinin
sebebini sordu. Gılgamış da ölümden korktuğunu
yana yıkıla anlattı. Bu tanrıça da emeklerinin
beyhude olduğunu, bu ümitsiz yolculuktan
vazgeçmesini söyledi. Gılgamış yine yalvararak
kendisine bir yol göstermesini istedi. Siduri, Gılgamışa
önünde bir denizin bulunduğunu, o tehlikeli
denizi şimdiye kadar kimsenin geçmediğini
anlattı. Şayet bu denizin önüne varabilirse, Utanapıştım'in
sandalcısı Ur-şanapiyi orada bulmasını,
bu denizi onunla geçmesini, eğer bu olmazsa
geri dönmesi gerektiğini söyledi.
Gılgamış, Siduri den ayrıldı, sandalcıyı buldu.
Sandalcı Gıl- gamış'a maksadını sordu, o da anlattı.
Sandalcı, Gılgamışa baltasını alarak ormandan
sırıklar kesmesini söyledi. Gılgamış,
dediklerini yaptı.
Nihayet Uta-nipiştim'in bulunduğu yere vardılar.
Uta-nipiştim bunlara hem hayret etti, hem güldü.
Gılgamışa niçin geldiğini sordu.
Gılgamış ona da arzusunu anlattı.
Uta-nipiştim hiçbir şeyin bakî ve devamlı olmadığını,
hiç kimsenin ölümden kurtulamayacağını
söyledi. Gılgamış ısrar etti; kendisinin
ölümden nasıl kurtulduğunu sordu. Tufanı anlatmasını
istedi, o da anlattı.
Bundan sonra Uta-nipiştim. Gılgamış a dedi ki:
"Tanrılar sonsuz hayatı kimseye vermemiş,
kendilerine ayırmışlardır." Gılgamış yine ısrar
etti. Bu defa Uta-nipiştim ona: "Kalk! Yedi gün,
yedi gece uyumamak için kendini yere atma!"
dedi. Ama Gılgamış o kadar yorgun idi ki duramadı
yattı, hemen uyudu. Uta-nipiştim'in karısı,
Gılgamış a acıdı, kocasının izni üzerine ona yemek
pişirdi. Gılgamış
yedi gün yedi gece uyudu. Uta-nipiştim yedinci
günden sonra ona dokundu. Gılgamış hemen
uyandı, kalktı. Gılgamış hâlâ ölümden 8 1
Gerey
kurtulmanın çarelerini düşünüyordu. Tekrar Utanipiştim
e sordu. O
da geriye, memleketine dönmesi gerektiğini
söyledi.
Çaresiz kalan Gılgamış. sandalcı ile yola çıktı.
Ama yola çıkmazdan önce, Uta-nipiştim ona denizin
dibinde bir ot bulunduğunu, otu bulup da
alırsa, sonsuz hayata ereceğini söyledi. Gılgamış
ayağına ağır bir taş bağlayarak denizin dibine
indi. Otu bulunca aldı. ayağındaki taşı çözdü,
yüze çıktı. Artık Gılgamış'ın gönlü rahattı. Sandalcı
ile karaya çıktılar, yolda giderlerken bir
gölün kenarına geldiler. Gılgamış
yıkanmak için o göle girdi. Bu sırada bir yılan
bu otun kokusunu alarak geldi buldu, yedi ve
kaçtı. Yılan gençleşmiş, sonsuz hayata ermişti.
Gılgamış ise duyduğu üzüntüden çok perişan,
ümitsiz bir hâlde Uruk'a geldi. Ölümden kurtulmanın
çaresi olmayacağını artık anlayınca,
kendini kedere bıraktı."
Destan hakkındaki tabletlerin birincisinde Gılgamış
şöyle anlatılmaktadır: Onun görmediği
hiçbir şey yoktur. Dünyanın bütün bilgeliklerini
bilip torunlarına bırakan bir adamdır. Sırları
görüp perdesini yırtan bu adamdır. Tufan'dan
önce olayın haberini getirdi.
Uzun yoldan gelip yorgun düştü amma çökmedi,
bütün çektiklerini bir anıt taşma kazdı.",co
Görüldüğü gibi bu destanda bizim halk destanlarımızı,
masallarımızı hatırlatan
Uraz. Murat. 1994. Türk Mitolojisi. $.306-310.
İstanbul.
Uraz. Murat, a.y.e.. s.310.
8 2
yansımalar az değildir. Başka bir ifade ile,
yukarıda bahar bayramında gördüğümüz gibi Gılgamış
destanının izlerini de Türk mitolojisinde
açıkça görebiliriz. Bu benzetmeleri aşağıdaki tertip
ile göz önünde bulundurmak mümkündür.
Gılgamış Destanı ve Akpamık Masalı
Destanların oluşma süreçlerindeki pastoral hayat
ve onların tasvir ettikleri dönem takriben aynıdır.
İkisinde de halkın doğa ile ilişkisi de birdir. Bu
ise bu destanların çok eski çağlarda türemiş olmalarını
ispat etmektedir. Akpamık'ta asıl rolu
kadınların oynaması M. Ö. 4
bin yıllarında Türkmenistan'daki sosyal
ilişkilerde Anaerkil (Matriarkal) anlayışın hâkim
olduğu döneme aittir. Bu dönemi daha iyi anayabilmek
için Türkmen-Sovyet Tarihi'nin birinci
cildinin 38-45.
sayfalarına bakabiliriz.
Yukarıda görüldüğü gibi Türkmen mitolojisindeki
Akpamık masalı, Sümer mitolojisindeki
"Domuzi ve In-anna" ve Gılgamış
destanlarının üçünün de mazmununun temelini
oluşturan
mesele, insanlığın en önemli sorunu olan "yaşam
ve ölüm" so- • •
runudur. üçünde de "dirilik ilacını" bulmak için
büyük çaba gösterilir.
Akpamık ve Domuzi-Inanna destanlarında hemen
hemen aynı şekilde dirilik ilacı bulunarak
yeniden dirilme gerçekleşir, ancak Gılgamış bu
ilacı bulursa da onu kullanamadan kaybeder. Gılgamış
ile Enkidu'un birleşerek "Hum-baba" adındeki
bir Devi öldürmesi, Akmamığın 7
kardeşinin "Kara Devi" öldürmeleri ile aynı
olduğu halde, başka bir taraftan ise Dede Korkut
destanındakı "Besed"in "Depegöz"ü öldürmesini
yansıtmaktadır.
Gılgamış ve Dede Korkut Destanlan
Bazı bilim adamlarının fikrine göre "Bu destanın
yılın 12 ayına uygun olarak 12 bölümden ibaret
olması, 12 bölümden oluşan "Dede Korkut" destanını,
Gılgamış'ın tanrılara boyun eğmeyerek onlara
karşı mücadele vermesi ise Dede Korkut
destanındaki Azrail ile savaşa giren "Dirsehan'ın
şahsiyetini hatırlatmaktadır/'101
Gılgamış'ın kendi dostu Enkidu ile beraber, tanrıların
onların karşısına gökten yere gönderdikleri
"boğa" ile savaşarak onu 8 3
Begmyrat Gerey
öldürmesi, Dede Korkut destanının "Boğaç ve
Dirsehan Oğlunun Boyu" bölümünde.
Boğaçhan'ın kendi adını bir esrik boğa ile
savaşarak onu öldürmekle almasını hatırlatır.102
Yukarıda görüldüğü gibi Gılgamış'ın şahsiyetinin
bir yönü de onun bazen başkalarına karşı
acımasız davranması ve halkın üzerinde sert
hakimiyet kurmasıdır.
İnsanları çok çalıştırır ve ağır vergiler alırdı.
Hatta Uruk kentinin çevresine büyük Kale
yaptırarak kuşatmıştı. Dede Korkut destanındaki
"Deli Dumrul" da hemen aynı karakteri taşır. O
da bir susuz kuru ırmağın üzerine köprü
yaptırarak, her geçenden 30 ve geçmeyenden 40
akçe parayı zorla alır.
Gılgamış'ın arkadaşı Enkidu ilk defa ormanlarda
hayvanlarla yaşar ve sonra bir kadının vesilesi
ile kente getirilir. Oruz go- canın oğlu Beset de
ormanlarda aslanlar ile yaşar ve nihayet Dede
Korkutun öğüdü ile Oğuzların arasına gelir. Gılgamış
ve Deli Dumrul ikisi de ölümden çok korkar
ve ondan kurtulmak için çare ararlar.
11.5. Gılgamış ve Oğuzhan
Veliyev, "Sümer kahramanı Gılgamış'ın annesi
"Nin-Sun" tanrıça idi.
Onun gövdesinin üçte ikisi tanrı, üçte biri ise insan
etindendi.
Oğuzhan ın annesi de "Ayhan" adında bir tanrıça
sayılırdı"
demektedir.103
Karalıoğlu. Seyit Kemal. 1973. Türk Edebiyatı
Tarihi, s.25-26. İstanbul.
Köse. Mati. 1990. Korkut Ata. s.26-40. Aşkabat.
Veliev. Kamil. 1988. Elin Yaddası Dilin Yaddası.
s.39. Bakı.
11.6. Gılgamış ve Köroğlu
Gılgamış destanının meydana gelişi, yani
Sümerlerin arasında türemesi ve sonrası yüzyıllar
devamında mükemmelleşmesi ve kuşakların dehası
ile süslenerek güzelleşmesi, Köroğlu destanının
türeme ve mükemmelleşme süreci ile benzerlikler
göstermektedir.
Bu konuda Bekmırad'm Köroğlunun İzleri adlı
eseri ilginç ve ilham vericidir. Bu eserinde o.
Köroğlu nun, Dede Korkut un ve bunların
kaynağı olan "Oğuzname'nin Türkmen ulusunun
çok eski çağlarda türeterek bin yıllar içinde ulusal
dehası ile süslediği bir eser olduğunu ortaya koyur
(Bekmırat 1988). Bu durum Sümerologların 8
4
açıklamasına göre Gılgamış eposunun meydana
gelmesinde de aynıdır.
Gılgamışın çok genç yaşlarında kendisini gösteren
yiğitliği ve cesareti, aynı zamanda çok basit
bir insan gibi tasvirlenme- si, hatta onun 120 yıl
yaşaması da Köroğlu'nu hatırlamaktadır. Gılgamış'ın
yerin altındeki ölüler dünyası ile ilgilenmesi
ve ölen arkadaşı Enkidun'un ruhu ile
görüşerek ondan yerin altındeki karanlık
dünyanın durumundan bilgi alması, Köroğlu'nun
Türkmen varyantı (Göroğlu = mezaroğlu ve onun
yerin altından aydınlık dünyaya çıkması) ile çok
benzer anlam taşımaktadır. Köroğlunun Kıratı da
bu destanda 40 gün yer altında kalmıştır.
Bu bölümü ünlü tarihçilerin, "folklorun" önemi
ve tarih bilimine verdiği hizmeti konusundaki
sözleri ile bitirelim. "İnsan toplumunun tarihten
önceki yaşam tarzını öğrenmekte, arkeologların
elde ettikleri çok değerli materyallerinin yanında,
günümüze kadar saklanarak kalmış yazılı olmayan
kültürün araş-* tırılması ile yürütülmekte olan
Mitolojinin de, tarihin bir parçası hükmünde çok
önemi vardır. İnsanların ürettiği bu büyük kültür,
belli bir toplumun devleti olmasa da, onun yerini
tutabilecek ve ilerlemiş toplumların devlet organları
ile denk dinî, eko- nomî, siyasî vb. yönlerde
güçlü teşkilâtlar yaratmak vesilesi ile memleketi
adaletli yönetmiş
olmalarının simgesidir. Yalnız onların yazıları
olmamıştır."104
104. Weirich. Rudolf & Bürk. Gerhard. 1972.
Gründzügeder Geschichte. s.l. Belin- München.
Yukarıdaki satırlarda alıntı yaptığımız Gılgamış
destanının, Sümerlerden sonraki dönemlerde
Samî kavimleri tarafından çoğaltılmış ve geliştirilmiş
metinlerden alınmış olduğunu hatırlatmıştık.
Şimdi ise bu destanın direk Sümerlerden
kalmış me-tinlerinin bazı parçalarına göz atalım.
11.7. Sümer Edebiyatından Bazı Örnekler
11.7.1.Gılgamış
Destan konusundaki levhaların birincisinde Gılgamış
şöyle tasvir edilir:
a- "Onun görmedik şeyi yoktur. O, dünyanın tüm
bilimlerini öğrenerek, gelecek kuşaklara
kaldırmış bir insandır. Sırları görerek 8 5
Begmyrat Gerey
perdeleri açan, bu insandır. Tufandan önce olacakların
haberini getirdi. Uzak yoldan yorgun
geldi ancak çökmedi. Gözü ile gördükleri ve
omuzu ile çektiklerinin hepsini bir anıt taşın
yüzüne yazdırdı.
Uruk'un dört yanına kale yaptırdı. Kutsal İnanna'nın
(hem savaş hem sevgi tanrıçası Iştar'ın)
tapınağına hem de temiz hazinenin kalelerine
bak! O kalelerin duvarları di- dilmiş yünden
örülen urgan gibidir.
Ulu tanrı Gılgamış'ı en dolu ve mükemmel
şekilde yarattı. Tanrılar ona en iyi huyları vermekte
birbirleri ile yarışıyorlardı. Güneş tanrısı
ona huyların en iyisini, yer altındaki tatlı (tuzsuz)
su okyanusunun tanrısı EA ise ona bilimliliği
armağan etti. Ulu tanrılar Gılgamış'ı şu aşağıdaki
ölçüde yarattılar:
Boynunun uzunluğu on bir [endaze], göğsünün
genişliği dokuz karış
... adımlarının genişliği ... idi. Sakalı yanaklarından
aşağı uzamıştı.
Güzel bıyıkları vardı. Başındaki saçlar perişan
idi. Vücudu her bakımdan ölçülü idi. Onda üçte
iki tanrılık ve üçte bir insanlık vardır.
Gövdesi pek iri idi. Bütün ülkeleri dolaştıktan
sonra Uruk şehrine vardı. Uruk caddelerinde
azametinden kafasını dik tutuyordu.
Caddelerde yabanî bir boğa gibi böğürüyodu.
Eşsizdi. Silâhları kalkıktı. İnsanlara dirilik vermemek
için eli durmazdı. Dirliksizliği yüzünden
Uruk ahalisi gittikçe eksildi."105
b- " Sabahın erken çağında kardeşi, güneş tanrısı
"Utu"
kendi yatağından çıktığında, İn-anna kendi
isteğini Gılgamış'ın yanında tekrarladı. Gılgamış
ona yardım etmeye karar verdi. O, silâhını
bağladı..."106
c- "Altı gün altı gece ağladım onun için; Dehşetli
korkmuştum Ölümden korktum, bu nedenle
dolaşıyorum dünyayı
Arkadaşımın felâketi beni son derece üzüyor,
Bunun için dünyada büyük yolculuğa çıktım:
Ben nasıl susabilirim? Ben nasıl bağırıp
çağırmayabilirim?
Benim sevgili arkadaşım toprak oldu;
Enkidu, benim aziz dostum toprak oldu.
Ben de yatmaya mecbur olarak
Sonsuza kadar kalkmamaya mecbur olmayacak
mıyım? "107
d- "Gılgamış! Nereye gidiyorsun?
8 6
Sen aradığın (sonsuz) diriliği bulamazsın
Tanrılar insanı yarattıklarında,
Ölümü ona böldüler.
Diriliği kendi ellerinde sakladılar.
Sen ey Gılgamış! ye, iç
Geceni-gündüzünü iyi geçir!
Günlerini sevinçle doldur!
Gece gündüz dans et, oyna,
Temiz giysiler giy.
Suda çim. başını yıka
Elindeki çocuğa bak!
Hanımın, senin kolların arasında sevinsin!
İnsan (işte) böyle olmalıdır. "10S
%
Uraz. Murat. 1994. Türk Mitolojisi. $.310-311.
İstanbul.
Kramer, Samuel Noah. 1971. Mesopotamien. s.
13-14. Hamburg.
Karalıoğlu. Seyit Kemal. 1973. Türk Edebiyatı
Tarihi, s. 15. İstanbul.
Kramer. Samuel Noah. 1971. Mesopotamien. s.
141. Hamburg.
11.7.2. "DOMUZİ ile İN-ANNA"
Domuzi-İn-anna koşuğu: Uruk'un çoban hakanı
Domuzi'nin Uruk'un mağrur ve saldırğan koruyucusu
tanrıça İn-anna'yı kendisine nişanlamak için,
hem isteme sözleri hem de onların toy şenliklerini
beyan eden. Sümerlerin şiir ve mitolojisinin yürek
tarım (sazını) çalan bu koşuk, onların fantezisinde
en güçlü yansımasını bulur. Koşukların her birinin
Domuzi ile İn-an- na'nın sözlerinden oluşan beş
varyantı vardır:
25. sayı, düğünden önce söylenen sevgi koşuklarından
ibarettir. Onu şu aşağıdaki gibi bölümlere
ayırmak mümkündür:
a
Birinci Bölüm Sevgi Kendi Yolunu Bulur: Bu
bölüm yazarı tarafından
"Tigi" (1) diye belirtilmiştir, yani belli bir saz (ud,
kopuz) ile söylenen bir türkü. Bu türkü (tigi), iki
bölümden ibarettir. Birincisi İn-anna'nın kendi
kendisi ile söyleşmesinden başlar:
Önceki gece ben hanım-hakan, parlayarak
açıldığım çağda, Önceki gece ben göğün hanımhakanı,
parlayarak
8 7
Begmyrat Gerey
açıldığım çağda,
Parlayarak açılıp dans ettiğim çağda
Aydın ışığın geceyi yendiği anlarda, içimden
türkü
mırıldandığım çağda.
«««o
O, benimle karşı karşıya geldi, o benimle karşı
karşıya geldi Koç yiğit "Kulı-anna" (Domuzi) (2)
benimle karşı karşıya geldi Koç yiğit, elini belime
koydu
"Uşumgal-anna" (Domuzi) (3), beni kollarına
alarak kucakladı.
Bunun hemen ardından bir birini sevmiş bu iki
insan arasında, çok nazik duygular yaşanır. İnanna
çok nazik, sevgiye yoğrulmuş
"tete-a- tete" ile kendisini korur:
Gel? şimdi? beni bırak, ben evimize gitmeliyim
"Kulı-anna" (Domuzi) (4) beni bırak, ben
evimize gitmeliyim!
Ben annemi aldatmak için neler söyleyebilirim?
Ben annem "Ningal'ı aldatmak için neler söyleyebilirim?
Ancak "Domuzi" onu geri bırakmayıp, hemen bir
cevap ve çare hazırlamıştı:
Ben sana söylüyorum, ben sana söylüyorum!
Gelinlerin en güzeli "İn-anna" Ben sana
söylüyorum Sana söylüyorum: benim
mihribanım!
Sen beni kendinle pazarın en açık meydanına
götür
Orası bizi eğlendirir, bir müzikçi oyunu ile
O, kendisinin hoş türkülerini, bizim için söyler.
O, kendisinin ilginç oyunları ile, bizim
zamanımızı geçirir.
İkinci Bölüm:, İn-anna'nın gelecekteki eşi olan
sevgilisine gösterdiği sevinç dolu şu monoloğu
ile bitiyor:
Ben "İn-anna", annemin (evinin) eşiğine geldim
Sevinçle içeri girdim Ben Ningal'ın (evinin)
eşiğine geldim Sevinçle içeri girdim O,
(Domuzi), benim anneme o sözü söyler Servi
ağacının yağını, evin döşeğine serper O, Ningal
a o sözleri söyler Servi ağacının yağını evin
döşeğine serper.
8 8
Yaşayan evi hoş kokutan Sözleri sevinç getiren o,
Benim beyim, en temiz ve saygılı üyedir "Ama-
Uşamgal-anna" "Sin'in" damadı! Benim beyim!
Senin bitkilerin tatlıdır Senin sahrandaki otların
ve tahılların tatlıdır "Ama-Uşamgal-anna"! senin
bitkilerin tatlıdır Senin sahrandaki otların ve
tahılların tatlıdır100
No 24: Bu yazıların çoğu bozulmuş durumda
günümüze kalmış 5- 12.
satırları "İn-anna" nin söylediği koşuklardan ibarettir.
O, onu sev-mekle kendini mutlu hissedir.
(Domuzi benim yanıma gelmiştir. Ben kendimi
onun yanında mutlu hissediyorum.)
109. Kramer. Samuel Noah. 1961. Sümerische
Literar Texte aus Nippur. s.13-14. Berlin.
Ey benim .... haydi kucaklaşalım
Gel sevinçle birbirimizle bakışalım
Ey "Kulı-anna" benim beyim! yüreklerde neler
var?
Belki o .... olsun, vicdanı rahat yüreği sevinçlidir.
İn-anna yine özellikle Sümer dininin doğmaları
ile bağlantılı olan sözünü devam ettirir:
Ben sahibimin huzuruna giderim, ona söylerim:
Sen En-Lil'in yanında oturmuşsun.
Benim atam "Sin' seni kendi yüreğinde seçmiştir.
Sen benim yüreğimde seçilmişsin, ben geldim
O, (Sin) ebedîlik "Tiyaranı" kutsal tacı, senin
başında koydu Onlar... ulu tanrılar, seni dikkate
alırlar
"Anûnnakiler" övgülü türkülerinin üstü ile,
göğsüne keramet dök-müşlerdir.1,0
11.7.3. Şiirin Bazı Kelimelerinin Açıklamalan:
"Tigi" sözcüğü metinlerden anlaşıldığı gibi
"koşuk, türkü" anlamına gelir. Bu sözcüğün kökü
çeşitli türk lehçelerindeki demek, dimek, timek,
diği sözcüğü ile aynı olduğu görülebilmektedir
diye düşünüyorum.Çünki Sümer dilinde "du"
(bazen "df şeklinde) sözcüğü, demek anlamındadır.
Yine de bu sözcükten kaynaklanan
"du-ga" yani demek, söylemek sözcüğü de vardır
(ayrıntılı bilgi için bkz. Sözlük Bölümü).
8 9
Begmyrat Gerey
ve (4): Bu sözcükler Domuzi'nin (Tamuz'ın,
Tomus'un) takma adlarıdır ve belli tanrıların
dostu veya kulu anlamında- dır(bkz. Dinî Adlar
Bölümüne).
:
Uşamgal: Ejderha.
110. Kramer. Samuel Noah. 1961. Sümerische
Literar Texie aus Nippur. s. 12-14. Berlin.
9 0
"Sümer Atasözleri"
Bekçisi köpek olmayan kentte. Tilki bekçilik
yapar.
Gümüşü çok olan, mutlu olabilir. Tahılı çok olan.
rahat olabilir. Hiçbir şeyi olmayan ancak, rahat
uyuyabilir.
Sümer elinde yoksullar en sessiz insanlardır.
Yazmak hatipliğin annesi, sanatın babasıdır.
Annenin sözünü dinle, Tanrı sözü gibi.
Evlenmek insan için bir lezzettir, ancak, akıl için
bir zarardır.
Hükümdar gibi büyüyen, kul gibi yaşar, Kul gibi
büyüyen, hükümdar gibi yaşar.
Düşmanından ihtiyatlı gez. Tıpkı bir eski ocaktan
(sönmüş ateş
yerinden) ihtiyatlı geçişin gibi.
İyi söz herkesin dostudur.
Kadın insanın geleceğidir. Oğul insanın kurtarıcısıdır.
Kız insanın mutluluğudur, Gelin insanın
mutsuzluğudur.1:!
1 1 1 . Kramer. Samuel Noah. 1971. Mesopolamien.
s. 177. Hamburg.
Şekil 8: Sümer güreşi
Şekil 9: Türkmen güreşi
12. Sayı Sistemi ve Müçe Hesabı (12 Hayvanlı
Türkmen
Takvimi)
Bilim adamlarının fikrine göre altı esasına dayanan
"sayı sistemi''
(sexagesimalsistem) Sümerliler tarafından bulunmuştur.
Bazı bilim ı oy
Begmyrat Gerey
adamlarının fikrine göre ise bir yılın 360 güne, 12
aya, her ayın 30
güne, her günün 24 saate ve her saatin 60
dakikaya bölünmesini de Sümerliler bulmuşlardır.
G.Ifrah'ın Universalgeschichte der Zahlen
(Rakamların Evrensel Tarihi) adlı eserinde şu
satırlar vardır: "Bilim adamları, Yunanlılar
tarafından astronomide geniş çapta kullanılmış,
altı esasına dayanan sayı sisteminin Sümerliler
tarafından bulunduğunu, Mezopotamya'da
yapılmış kazı çalışmaları sonucu bulunmuş
yazılar vesilesi ile ispat etmişlerdir. Sümer dilinin
sayı sisteminin de temeli altı esasındaki sayı sistemi
ile olmuştur. Günümüzde bu sistem, zaman,
daire (yuvarlak) ve köşe ölçüsünde
/
kullanılıyor. Örneğin: her yıl 12 = 6 x 2 ay. her
gece-gündüz 2 4 =
6 x 4 saat, daire 360 = 6 x 6x 10 derece.
On (10) esasındaki sayı sistemin (Desimalsystem)
insan toplumlarının hemen hemen hepsi
tarafından kullanılmıştır. Onun sebebi ise insan
ilk defa kendi parmaklarının sayısı esasında
çevresindeki şeyleri saymaya başlamasıdır. Ancak
bunun tersine, Sümerlilerin neye göre "altı
esaslı" sayı sistemini türettiklerini düşünmek zor.
Onu bazı bilim adamları, bir yılın 360 günü esasında
türetilmiştir derken (Türkmenlerin bir yıla
"tegelek bir yıl" yani "daire bir yıl" demeleri de
dikkate şayandır, çünkü daire 360 derecedir.
B.G.) Bazı bilim adamları ise, Babil'in her saatinin
bizim iki saatimize denk olmasını dikkate
alarak. Sümerlilerin bu sayı sistemini bir
gündüzü (günün görüldüğü zamanı) ölçmek esasında
meydana getirmiş olmasını savunuyorlar.
"112
Becker'in açıklamasına göre, göğün yıldız kümelerini
belli hayvan resimlerine benzetmek yolu ile
meydana getirilmiş 12 hayvanlı takvimi
Mısırlılar ve Yunanlılar Mezopotamya'dan
almışlardır.
Meselenin anlamlı yönü ise, eski Çin'de geçerli
olan yıl hesaplama, Sümerlilerde olduğu gibi "ay
hesabı" (Kamerî) esasına göre olduğu halde,
Mezopotamya'nın komşusu olan Mısır'da "gün
hesabfna göre (Şemsî) olmuştur.113
9 2
Biz burada da Sümerlilerin Doğu Asya ile olan
ilişkilerinin bir örneğini görmekteyiz. Bu
konunun yine ilginç bir yönü ise, Türkmenlerin
çok eski çağlardan beri kullanıla geldiği ve özel
bir Türkmen Takvimi diyebileceğimiz, 12
Hayvanlı Takviminin yani
"Müçe" Hesabı nın da altı esasına dayanan sayı
sisteminde olmasıdır.
Bunun başka bir anlamlı yönü ise "Müçe"
sözcüğünün Sümer dilindeki anlamıdır, yani
"mu" ve ya "mü" sözcüğü Sümer dilinde "yıl" demektir.
Türkmen dilinde ise, "müçe" 12 yıl anlamındadır.
Demek "mu. mü"
sözcüğü eski Türk-
Ifrah. Georg. 1991. Universalgeschichte der Zahlen.
74 sayılı. 1982. Frankfurt- Main. Ne w York.
Becker. Friedrich. 1980. Geschichte der Astronomie.
s. 14-17. Zürich.
men dilinde de "yıl" anlamında olup "çe" ise
azlığı anlatan ek işlevinde olmuştur.
Buna ilâveten kökü çok eski çağlarda olarak son
dönemlerde yazıya geçirilen "Korkut Ata" (Dede
Korkut) destanının 12 bölümden ibaret olması,
"Oğuzhan torunlarının (Oğuz boylarının) ve bu
boyların onğunlarının (damgalarının) sayısının
24 olması, bu 24 damganın 24
harften ibaret Oğuz yazısına çevrilmesi",114
arkeologlann Türkmen topraklarından buldukları
ve m.ö. 2000 yıllara ait olan tapmakların her
yanındaki kulelerin sayısının altı olması115 da
anlamlıdır diye düşünüyoruz.
Türkmen dilinde yaz mevsimi demek "Tomus"
sözcüğü, yukarıda da belirlediğimiz gibi Sümer
dilindeki "Domuzî" ve sonraki Babil dönemindeki
"Tamuz" sözcüğü ile aynı olmalıdır.
Oberhuber söz konusu çağın takvimi hakkında
şunları kaydetmiştir: "Tamuz, Juni-Juli
(Temmuz-Ağustos) aylarına doğru gelen ayın adı
bilhassa tarım şenliklerinin mevsimi olmuştur.
Bunun gibi de bu ay ELLİL'in (yel piri, yel tanrısının)
dünyaya geldiği aydır."116
Bu bölüme bazı sayıların Sümer ve Türk dillerinde
hemen hemen aynı olduğunu hatırlatarak son
veriyoruz:
Sümerce Türkçe
eş üç
u
on
uşu (eş-u, üç-on) otuz(bk. Sözlük)
9 3
Begmyrat Gerey
(Bekmırad 1987. 54-82)
Sarianidi. Viktor. 1994. "Cadımı Garagumun
Beyik Medeniyeti". s.32. Türkmen Medeniyeti
'Jurnali, sayı: 1. Aşkabat.
1136. Oberhuber. Kari. 1972. Die Kultur des
Allesorienl. s.319. Frankfurt am Main.
9 4
Şekil 10: Müçe (12 hayvanlı Türkmen takvimi)
13. Mimarlık Ve Heykeltıraşlık Sanatında ve
Bunun Fıbi'de İlk Yazı işaret(symbol)lerindeki
Benzerlikler
Geçen bölümlerde,
Mezopotamya'da tarih
ölçeği ile çok az bir zaman
içerisinde uygarlığın
çeşitli yönlerinde
fevkalâde büyük
değişimler meydana
gelmesini dikkate alarak,
bilim adamlarının bu
uygarlığın mayasını başka
bir gelişmiş ülkeden
getirilme
ihtimalini öne sürdüklerini
açıklamıştık. Örneğin maden bulunmayan Mezopotamya'da
gelişen madenciliğin meydana
gelmesi, bu teknolojinin daha önce madenciliğin
yurdu olan Anau (Ânew) gibi bir ülkeden getirilmiş
olma ihtimalini öne süren fikirleri de
gördük. Mezopotamya'da meydana gelen
mükemmel sulama sistemi konusunda da aynı
düşünce öne sürülmüştür. Biz tarımcılığın
dünyada ilk kez Orta Asya'da, özellikle de Türkmenistan'da
gelişmeye başladığını tarihî kaynaklardan
öğreniyoruz: .
"Yeryüzündeki en eski ve gelişmiş tarımcılık uygarlıklarından
birisinin başlangıcını ve gelişmesini
gösteren çok eski kalıntılar 9 5
Begmyrat Gerey
İran dağlan ile Turan sahrasının arasındaki sınır
bölgede bulundu.
Böyle kalıntıların en eskisi Cebel mağarasında
(Türkmenistan'ın Balkan vilayetinde B.G.) eski
neolitik insanların yaşadığı zamana yani tahminen
M.Ö. 5000. yıla aittir. İlk sırada. Aşka- bad'ın
30 km kuzeybatısındaki Ceyhun'un yakınında bulunan
yerleşim bölgesi buna örnek olacak anıtlardır.
"117 Mezopotamya'da ise bu süreç
gördüğümüz gibi M.Ö. 3000. yıldan itibaren
meydana gelmiştir.
Türkmenistan ile, iklimi benzer olan Mezopotamya
arasında mimarlık ve heykeltıraşlık sanatında
da çok anlamlı benzerlikler vardır. Bu
bölümde, eski Türkmenistan ve Mezopotamya
hakkında bilim adamlarının bulgu ve görüşlerini
verdikten sonra, iki bölge arasındaki anlamlı benzerlikleri
ve aralarında bulunan ilişkileri açıklamaya
çalışacağız.
13.1. Mezopotamya:
"Mezopotamya'ya, özellikle onun güney
kesimine doğal zenginlik çok az verilmiştir. Onun
temel zenginliği su ile balçık olmuştur. Buna rağmen
(belki de gerçekten buna göre) Mezo- potamyalılar
bugünün uygarlığı ile mümkün olabilecek
temel iş aletleri ve teknolojileri yaratmışlardır.
Böylelikle onlar kendileri için sadece
yemek, içmek ve ev malzemeleri gibi en gerekli
şeyleri temin etmekle tatmin olmayıp, üstelil
daha yukarı seviyedeki hem ruhî (manevî)
isteklerine gereken sanat ve güzellikleri hem de
dinle meşgul olmaya imkân verebilecek yaşam
standar- tını yaratmışlardır. Onlar ilk evlerini
etraflarında buldukları şeylerle süslemeye başlayarak,
insanlık tarihinde en eski ve ileri
sayılabilecek düzeyde güzel sanat ve anlamlı mimarlık
yaratma kabiliyetine ermişlerdir.
Bu sanat yaratıcı zihinlerin yetişmesine, birinci
aşamada din yardım etmiştir. Tapınakların Mezopotamya
daki gibi açıkça or-117. Türkmenistan
SSSR-nin Tarihi. C.l. 38. 1959 Aşkabat.
taya çıkmasına, başka hiçbir yerde rastlamıyoruz.
Bu yurttaki tapınaklar ve mihraplar, sinagogların,
kiliselerin, katedrallerin (Papazların toplantı yeri)
ve başga da müslüman camilerinin başlangıç
örneği olmuştur. Böyle tapınakların inşa edilmesinin
9 6
temelinde ise, insanların kutsal bildikleri ve kendi
koruyucuları olan tanrılar için de bir ev lazımdır
diyen düşünce vardır. İnsanların yerleşikliğe
geçip kendilerine ev yapmayı öğrenmelerinin hemen
ardından, Mezopotamyalılar kendi tanrılarına
da kendi- lerininkine benzer ev yapma
düşüncesini buldular... "!,s Kramer bu ilk basit
evlerin çok büyük tapınaklara (zigguratlara) ve
köşklere kadar yükselmesini açıkladıktan sonra
sözü heykeltıraşlığa getiriyor: "İlk tapınma durumunda
olan heykeller, teknik açıdan yetersiz olmasına
rağmen sanat açısından yüksek derecede
değerlidir. Etkili durumda bazı cadılı göz dikmeler
(hipnotik bir bakış) ve tevazuyla sallanmış
kollar, bunların hepsi derin dinî duyguların
açıkça görünüşleridir.
Bununla birlikte bu heykeller hem kendilerine
duydukları gurur hem de gösterdikleri tam saygınlığı
da betimlemektedir. Bu kadar taş
fakiri bir ülkede heykeltıraşlık sanatının bu derecede
gelişmesi şaşırtıcıdır. "119
Schmökel de mimarlık ve heykeltıraşlıkta kullanılmış
ham maddelerin genelde kil balçık
olduğunu ve nadir olarak kullanılan taşların, çok
uzak ülkelerden buraya getirilmiş olmasını şöyle
açıklar: "inşaat yapma gücü ve kabiliyetinin ilk
örneklerini gösteren mimarlık Sümer, Akkat ve
Asurlar'ın tapınaklarında ve köşklerinde görülmektedir.
Ancak gündelik konutlarda yüksek seviyede inşaat
sanatından söz etmek mümkün değil. Kireç
ve mermer yalnız m.ö. üçüncü bin yıla ait Uruk
kentindeki tapınaklar gibi çok seyrek karşılaşılan
binalarda kullanılmıştır. Diğer binalarda ise, kurak
havada ve sıcak güneşte çabuk kuruyan
balçıklardan yani, ufak samanla yoğrulan kil
balçıktan üretilmiş (dökülmüş) dikdörtgen veya
(uzun gönü burçlu) 118. Kramer. Samuel Noah.
1971. Mesopotamien. s. 142. Hamburg. 119
Kramer. Samuel Noah.
a.g.e.. s. 153.
çiğ tuğlalar kullanılmıştır. Tuğlaların büyüklüğü
küçüklüğü çeşitli dönemlerde değişiyor. İlk
kavimlerin döneminde 27x12x7 cm, sonraları ise
genişliği 20-30 cm ve kalınlığı 9-10 cm oluyor.
/.../ Dinî binaların gelişmesi, belli bir uyğarlık
düzeyini gösterir. Bu inşaat teknolojisi her yanı 3
metreden ibaret basit dörtgen, tek odalı 9 7
Begmyrat Gerey
tapınaklardan başlayarak, çok odalı ve bir
avlunun etrafına dizilen çok odalı kutsal binalara
kadar varan ilerleme yolunu gösteriyor."120
Araştırmacı sözünü mimarlıktan çömlekçiliğe ve
heykeltıraşlığa getiriyor. "Kil balçıklar sadece
tuğla yapmak için değil belki iyice yoğrularak
heykel yapmaya da yaramıştır. Mezopotamya'nın
sıcak güneşi, fazla emek gerekmeden şekillendirilmiş
heykelleri kurutup sertleştiriyor. Kâse, kap
kaçak, küp ve lamba gibi evlere en gereken
şeyleri yapıp ateşte pişirerek sertleştirmeyi, hem
de emayelemeyi (sırlamayı) insanlar tez öğreniyorlar.
Şekillendirmenin doğasından meydana
gelen güzellik, kil balçığı (toyun balçığı) sanatın
ilk gereken malzemesine çeviriyor. Gövdesi, sapı
ve kulpu yaraşır ve güzel olarak, kullanmaya niyetlenerek
pişirilmiş kap kaçakların güzelliği süs
çizgileri ve çeşitli boyalar ile daha da mükemmelleşir.
Ayrıca kil balçık (toyun balçık), çoğunluğun kullanabileceği
ucuz ürün olarak heykeltıraşlık sanatının
meydana gelmesinde ham madde hükmünde
işe yarır. Biz böyle ürünlerle M.Ö. 4-1
bin yıllar arasında sürekli karşılaşıyoruz. G. V.
Shovv'un fikrine göre din bütün bu sanatın temeli
olmuştur. Gerçekte eski doğunun kil balçık sanatı
temelde dinî kültürün çerçevesindedir diye
düşünülür. Çünkü biz onda çocuklu ya da çocuksuz,
bazı durumda yılanla birlikte olan sayısız
anne tanrıçaları görüyoruz. Ayrıca çıplak kızların
veya göğüsleri iri ve çekici kadınların, ürünün ve
bereketin simgesi olan gözleri çok büyük öküz
başlarının heykelleri ile karşılaşıyoruz.
120. Schmökel. Hartmut. 1961. Kulturgeschichte
des Altenorient. s.235-237. Stutt- gart.
9 8
Kamunun dinî ve hurafe inançları ve bilimleri ise
emeği çok olan sırlar ve simgeleri gerektiriyordu.
Mezopotamyalılar kazandıkları paralarla, çeşitli
renklere boyanmış küçük heykelleri alarak, evlerine
götürürler ve kötü ruhları kovmak amacı ile
onları binanın büyük girişine veya evlerin
kapılarına oturturlardı. Bunun gibi kilden
yapılmış ürünlerin yanında, pişmiş kilden
(seramikten) yapılmış ve yukarıda dediğimiz gibi
halkın düşüncelerini ve dinî inançlarını anlatan
işleri de görüyoruz. Burada da tekrar sevginin
piri veya anneliğin koruyucusu sayılan İn-anna
(İştar) hem de ona bağlı olan başka tanrıçalarla
karşılaşıyoruz.
Yazar burada tekrar, doğum tanrısı, elinde dirilik
suyu olan tanrıçalara sundukları kurbanlar
(hayvanlar) getirilmekte olan tapınaklardan,
ayakta veya çömelme durumunda olan tanrı
güçler, kahramanlar, kaplanlar ile savaşanlar,
köpek besleyenler, yaşama sembolü olan "kutsal
ağaç'ın iki yanında duran "çift keçi", "ejderhalar
', "kanatlı öküzler" ve sair konulardan söz eder.
'121 Mezopotamya'nın mimarlık ve
heykeltıraşlığı konusunda araştırmalar yapan
Moskati de bilim adamlarının yukarıda belirttiğimiz
görüşlerini onaylar. Moskati, mimarlıkta
kullanılmış esas ham maddenin ufak samanla
yoğrulan balçıktan yapılmış çiğ tuğla olduğunu,
pişmiş tuğlanın ise m.ö. üçüncü bin yıldan itibaren
kullanıldığını, bu sanatın dinle bağlılıkta
ilerlediğini ve binalarda kullanılan süs eşyaların
dua ve tılsım hükmünde belli bir dinî inanca bağlı
olarak, evleri kötü ruhların karışmasından korumak
için amaçlandığı vb. hakkında söz eder.
Bu gibi taş ve madenin Mezopotamya'da kıt olmasının
büyük bir eksiklik şeklinde kendisini
göstermesi ve onu çok uzaklardan getirildiği için
çok pahalı olması, bu yüzden de bu malzemeden
heykeltıraşlık sanatında kullanılmasının daha geç
başlandığını açıklar."522
a.g.e. s.244-246.
Moskati. Sabatino. 1979. Wie erkenne ich Mesopotamisclıe
Kıınst. s.8-10. Stuttgarı und Zürich.
Bu araştırmacının eserinde M.Ö. 2500 yılına ait
bronzdan yapılmış
öküz başı heykelinin resmi ve onun hakkındaki
düşünceleri burada yer almaktadır. Bu öküz
başının Türkmenistan'da (Altıntepede) bulunan
öküz başı heykeline çok benzemesi ilginçtir. Ancak
9 9
Begmyrat Gerey
Türkmenistan'da bulunan heykelin birincisinin
altından yapılmış
olması, ikincisinin ise M.Ö. 4000 yılına ait olması
çok anlamlıdır.
Arkeolog Margueron da bu konuda şunları yazıyor:
"Mezopotamya'nın eski kentlerinde yapılan
arkeolojik araştırmalar sonucunda, kadın figürleri
(heykelleri) çömelip oturan durumda bulunmuştur.
Eski sanatın anlamlı eserlerini gösteren
bu heykellerde. kadınların insan yaşamının
devam etmesindeki büyük rolü hem de hayat sunucu
gücü, onların göğüslerini, dizlerini tasvir etmek
vesilesi ile daha büyük ve anlamlı şekilde
gösterirken başları ancak, küçük ve güçsüz durumda
gösterilmiştir. Bu heykeller dinî düşüncelerin
ortaya çıkmasının değerli örnekleridir. Yine
hayret verici bir şey ise, bu heykellerin arasında
"öküz' e aşırı saygı gösterilerek yer verilmesidir.
Mimarlıkta bir kubbeli yapılan binalarla çok
karşılaşıyoruz. Onlar genel şekil ve tarz
açısından, son dönemin mimarlığını da uzun süre
etkilemiştir. ",2:l Margueron M.Ö. 2600'lü yıllara
ait bir öküz başı heykelinin resminin altında şöyle
bir açıklama yazmıştır: "Bakır heykeltıraşlık sanatına
ait ve gözleri sedef ve gevher taşından
yapılmış öküz başı; boyu 17 cm (Bağdat-Irak
Müzesi)". Belli bir amacı anlatmak için yapılmış
bu sanat eseri, tapınakların mimarlığında süs için
kullanılmış olmalı. "Öküz" başı kutsallık sembolü
olmuştur. Sümer-Akad anıtlarında
karşılaşılan tanrıların ve tanrıçaların, (ve yarı tanrıların)
başlarındaki boynuzlu taçlar böyle bir
düşünceyi ifade eder. Bunun gibi bir gelenek m.ö.
üçüncü bin yıldan itibaren Asur dönemine kadar
miras kalmıştır."124
Margueron. Jean-Claude. 1989. Die Grossen Kulturen
der WeİL s. 148. München.
Margueron. JeaıvClaude. a.g.e.. s. 190.
13.2. Türkmenistan
Şimdi bu konudaki uzmanların son
araştırmalarına müracaat ederek Eski Türkmenistan
mimarlığına bir göz atalım. Arkeolog
Memmedof şunları kaydedin "Arkeolojik kazı
çalışmaları sonucunda Türkmenistan toprağının,
doğunun en eski uyğarlık bölgesi olduğu tespit
edildi. Arkeolojik keşifler bizim yurdumuzda
geçen 1 0 0
aşamalarıdekı. Türkmen uygarlığının o cümleden
mimarlığının köklerine göz atmaya imkân yarattı.
M.Ö. 6000 yılda (neolitik çağda) kurulmuş Ceytun
uygarlığına ait konutların özelliği, onların
planlarının düzensiz olmasıdır. Bu köyler bir
odalı dikdörtgen konutlardan oluşmuştur. Her
odada bir ocak vardır. Bu odaların duvarları
saman katılmış balçıktan üretilen tuğlalarla
yapılmış ve kil ile sıvanmıştır. Ceytun Uygarlığına
ait olan anıtların arasında Göktepe
çevresinde yerleşmiş Pessecikdepe adı ile tanınmış
anıtlar çok ilginçtir. Burada konutların yanı
sıra tapınakların da üstü açılmıştır. Tapınakların
içindeki duvarın yüzü avcılıkla ilgili resimler ile
süslenmiştir. Bu resimler dünyanın en eski betimleme
sanatının ilk örnekleri sayılır.
Altıntepe'nin mimarlığının arasında özel belirlemeli
binalar, ziggurat şekilli tapınaklardır. M.Ö.
2000 yıllarında Marguş'da bulunan tapınakların,
konut komplekslerinin ve köşklerin kalıntıları
M.Ö. 2000
yıllarında burada özel bir mimarlığın gelişip filizlendiğini
ortaya koymuştur. Genellikle Margiana'nın
bronz dönemine ait olan mimarlığı,
kendinden önceki dönemlerin plânlama geleneklerini
ve kendi çağının inşaat sanatının en
önemli üstünlüklerini kendisinde toplayarak, özel
bir mimarlık ekolünü meydana getirir. Bu ekolü
oluşturan mimarlık plânlama prensipleri, sonraki
dönemlerin mimarlığını büyük ölçüde
etkilemiştir. Buna örnek Türkmenistan topraklarında
muhafaza edilmiş ve XIX. yüzyıla kadar
Türkmen ev yapma sanatının evrimini gösteren
mimarlık anıtlarıdır.12r*
125. Mâmmedof. Muhammet. 1993. Türkmenistanın
Gadımı Arhitekturası". s. 12- 15.
Türkmen Medeniyeti Jurnali, sayı: 1. Aşkabat.
Türkmenistan Arkeoloji Araştırmaları başkanı
Sarianidi şunları kaydeder: "...Gerçekten de M.Ö.
6000 binli yıllarda, yani günümüzden sekiz bin
yıl önce Orta Asya'da ilk çiftçilerin ilk köyleri
meydana gelmiştir. Onlar yerli uygarlığın, eski
doğu görünüşünün temelini koymuşlardır. Yerli
Güney Türkmenistan uygarlığının gelişip filizlenmesi
sonucunda ilk çiftçilerin basit köyleri
son yüzyıllar, hatta bin yılların devamında gerçek
kent seviyesine kadar yükselir.
1 0 1
Begmyrat Gerey
Gözden uzaklaşmış kentlerin harabeleri Köpet
Dağ eteklerinin bu biçimdeki görünüşlerini
verir."12"
Türkmen heykeltıraşlık sanatının kökleri konusunda,
Kura- yeva şunları yazmıştır:
"Heykeltıraşlığa Türkmen süsleme sanatının en
eski görünüşü demek mümkündür. O. Taş Devrinin
son döneminde meydana gelerek, karmaşık
ve çok basamaklı gelişme yolunu geçmiştir. En
eski gelenekler ve görenekler, ölüyü toprağa vermek
geleneği ile heykellerde, eski çağ insanlarının
kendilerini kuşatmış
dünya ile sağladıkları ilişkileri de açıkça göstermiştir.
Doğa güçlerine tapınmak, cadıcılık gelenekleri,
işte Taş Dev- ri'nin son dönemlerinin eski sanatının
meydana gelmesinin ruhî atmosferi
takriben böyledir. Burada o dönemde
heykeltıraşlıkta geniş
düşünmenin ilk düğümleri atılmıştır. Onlarda, insanın
kendi çevresini kuşatmış doğanın durumuna
akıl erdirmesinin uzak ve karmaşık süreci
etkisini gösterir. Orta Asya sanatı üzerinde
çalışan Pugaçenkova'nın gösterdiği örnekler çok
ilginçtir. Onun doğrulamasına göre, eski çağda
Türkmenistan arazisinde çiğ ve pişmiş kil balçıktan
yapılmış hayvan resimleri ile karşılaşılır.
Vinkelman adlı bilim adamı ise kili ilk ham
madde diye belirliyor.
Biraz kaba yapılmış bu resimler, hayvanların genelleştirilmiş
olarak yüz ifadesini gösteriyor. Eski
insanlar kendileri ile çevre ve hayat arasındaki
ilişkileri işte böyle beyan etmişlerdir. Keçi, koyun
ve öküz gibi hayvanların kemikten ve
126. Sarianidi. Viklor. 1994. "Cadımı Garagumun
Beyik Medeniyeti . s.31. Türkmen Medeniyeti
Jurnali, sayı: 1. Aşkabat.
1 0 2
taştan yapılmış şekilleri, eski çağda yontu
şeklinde kullanılmıştır.
Onu kısır kadınlar doğum için ve ayrıca kötü ruhları
kovmak için takınmışlardır. İnsan şekilleri de
aynı amaç için kullanılmıştır. Onların arasında
kadın şekilleri daha çok ve geniş alanda
yayılmıştır. Onlar Ceytun'da Gaıadepe'de bulundu.
İlkel insanlar kadınla erkek arasındaki bazı
önemli farklılıkların ayrımına varmışlardır.
Abramova bu konuda dört tane temel yönü görür:
1. Kadının ev ocağı ile ilişkisi.
2. Kadının nesil ile ilişkisi. 3. Kadının nesil
başlatıcı hükmünde tasvirlenmesi. 4. Kadının av
bü- yüsündeki rolünün açıklanması.
Bunların hepsi birlikte, ana erkilliğin hâkim rolde
olduğu dönem ile ilişkilidir. Güney Türkmenistan'ın
genelinde bulunan, çömelip oturma
durumundaki kadınları tasvirlendirmiş olan eski
kil heykeller M.Ö.
6000'li yılların, Taş Devri'nin çok eski dönemlerine
aittir. Taş
Devri'nden Bronz Çağı na geçiş dönemine ait
kızılımtrak boyalı, pişmiş balçıktan yapılmış birtakım
şe- kilcikler vardır. Masson ve Sarianidi
bu tür şekilciklerin 7 görünüşünü belirlemişler.
Eski dönemin insanı tüm görüntüsünün yerine
gövdenin bir bölümünü şekillendirmiştir.
Bununla birlikte kadın-ananın temel simgelerini
belirlemişlerdir. Tanrıçaların meydana gelmesi de
bunlardan kaynaklanmıştır. Bu ise yaşam sırlarının
temel simgeleri olmuştur.
Böylelikle büyücülük fonksiyonları, sanatsal
mükemmelleşmeyi ikinci plâna düşürüyordu. O
dönemler heykeltıraşlık sanatı yol ayrımında duruyordu.'
127
Türkmenistan ve Mezopotamya ilişkisi konusunda
yakından ilişkileri olan bir kaç Rus uzmanının
görüşlerine bakalım: Mas- sonna,
"Mezopotamya'nın Ur kentindeki mezarda bulunan
öküz başı heykelinin Türkmenistan'da bulunandan
farkı, orada süslemesinin yakut taşının yerme
lâzurit ile yapılmasıdır. "l2s yorumunda bulunmaktadır.
"Orta Asya'da arkeolojik buluntular
arasında mühürlerin yüzünde ve diğer bazı eşyalarda
yılan şe-Kuraeva. Gurbancemal. 1994.
"Türkmen Heykeltaraşlık Sunğatının Kökleri . s.
]4-16. Türkmen Medeniyeti Jurnali, sayı: 2.
Aşkabat.
Masson V M. 1981. Altinlepe. s.l 10. Leningrad.
Begmyrat Gerey
killeri görülür diyen Antonova'nın fikrine göre bu
tür şekiller yılan tanrısının sembolüdür. Mezopotamya'da
tanrı Marduk da yılan sembolü ile tasvir
edilmiştir."129
Türkmenistan'ın en eski medeniyetini araştırma
çalışmalarına da bizzat katılmış ve altından
yapılmış meşhur öküz başının heykelini kendisi
bulup değerlendirmiş olan büyük arkeolog Masson
şu bilgileri verir: "Altıntepe çevresinde ilk
tarımcılık yerleşim medeniyetinin en geç M.Ö.
5000'li yıllarda ortaya çıkmış olduğu açıktır. Onlardan
yüzü ilkel geometrik nakışlarla süslenen
kupa kırıntıları kalmıştır. O
dönemde yaşayanlar, kendi türettikleri uygarlığı
geliştirmede ve yaymada başarılı olmuşlardır. Biz
bu gelişmeyi takip ettiğimizde, kupaların devamlı
güzelleştiğini ve süslerinin arttığını görüyoruz.
Artık, süslere hayvanların ve insanların resimleri
de giriyor ve kompleksleşiyor. Birbirine uyumlu
iki boyalı nakışlar, Türkmen keçelerinin
yüzündeki nakışları hatırlatıyor...
Kazı çalışmalarında sık sık karşılaşılan pirinçten
ve güzel taşlardan yapılmış kap kaçaklar,
tekniğin gelişmesini anlatır. Onlar tarımdan daha
çok ürün almak için çeşitli sulama kuralları
geliştirmişlerdir.
Radio-Karbon usûlü ile. kesinleştirildiğinde, kurulmuş
en eski kentlerin tarihi M.Ö. 3. bin yıla
doğru gelmektedir. Bu eski kentlerin nüfusu, tahmine
göre 6000-7500 kişiden ibarettir. Bu sayı o
dönem için çok anlamlı bir rakamdır. Sümer'in
medeniyet merkezi olan UR
kentinin nüfusu da M.Ö. 2500 yılında 10, 000
kişiden ibaretti."130 O, Altıntepe'nin mimarlık ve
heykeltıraşlık sanatının özellikleri ve onların
dinle olan ilişkileri hakkında şunları kaydeder:
"Taştan yapılmış bir plaketin yüzündeki bir haç
ile yanmayı şekillendiren, bir kurt ile öküz
başının heykellerinin bulunması, özellikle dikkat
çekici ve anlamlıdır. Öküzün gözü ile ay
şeklindeki heykelciğin yanında-Antonova Y. V.
1984. Ocerki Kulluri Drevnih Zemledelssiv Predney
i Sredney Azii. s. 124. Moskova.
Masson V. M. 1987. Das Land der tausend Stadle.
s.22-28. München.
ki yıldız, yakuttan yapılmıştır. Bu eşyalar birlikte
dikkate alındığında belli bir kompleks ve çok
yönlü fonksiyonu anlatmaktadırlar.
Mezopotamyadaki en eski dini metinlerden anlaşıldığına
göre, Ay Tanrısı (veya tanrıçası) Nin-
Sun, güçlü ve sert öküz görünüşünde 1 0 4
tasvir edilmiştir. Heykeltıraşlar onu altından
yapılmış öküz şeklinde anlatmışlardır. Ay tanrısı
(veya tanrıçası) Sümer'in UR kentinin en üst
düzeydeki korucusudur. Nin-Sun'un Altıntepedeki
yerel örneği olan bir Ay Tanrısı da dikkati
çekiyor. Ona da Altıntepe'nin dini kompleksi takdim
edilmiştir. Bu kompleksin Sümer Zigguratının
prototipi olduğu açıktır. Bu merkez.
Altıntepe kentinin kuruluşunun özelliğinin
simgesidir.
Mimarlık üzerinde yapılmış incelemeler, Altıntepe'de
de Sü- merde olduğu gibi, uzunlukları
ölçmekte belli bir sistemin kullanıldığını ispat
ediyor. Çok sayıda bulunmuş ağırlık ölçücü
taşlar, ağırlıkları ölçmekte de özel sistemin
olduğu hakkında söz etmeye imkan verir.
Bu ölçülerle, toplanan ürünlerin ağırlığını
ölçmüşlerdir. Madenciler çeşitli metallerin
ağırlıklarını çok doğru ve hassas ölçüp, onları
eriterek yeni metaller üretmişlerdir.
Heykeltıraşlıkta çok büyük başların küçük
gövdelerin üstüne oturtulması ve dikkat çekici
büyüklükte çok iri gözlerin konması da görülmektedir.
Sümerlerde bunun gibi iri gözler ve
kulakların, bilgelik ve duyarlılık organları hükmünde,
Tanrıların her şeyi görmeye ve işitmeye
kadir olduğunun simgesi olması anlamsız
değildir. Altıntepe medeniyetinde, yeni metodlarla
tas- virlendirilip anlatılması gereken bir dini
sistemin ortaya çıkmış olduğunu savunabiliriz.
131
Masson Altıntepe uygarlığında belirli bir yazının
ortaya çıktığını isbat eden belgelerin bulunduğu
konusunda ilgine ve anlamlı bilgiler verir:
"Nüfus sayısının değişmesi ile çok genişlemiş
bilgileri, belirli notalara almak vesilesi ile saklanılmalı
idi.
131. Masson V. M 1987. Das Land der tausend
Slâdte. s.37-38. München.
Bu sorun ise elde edilmiş olan bilgileri tespit edebilecek
itibarlı ve uygun işaretleri düşünüp bulma
mecburiyetini ortaya çıkarmıştır. Bu mecburiyetten
dolayı, Altıntepe nin sakinlerinin belirli bir
yazı sistemini bularak kullanmış oldukları büyük
ihtimaldir. Gerçekten de seramikten yapılmış
Tanrıça heykellerinin yüzüne çizilmiş birkaç
işaret bulundu. Bu işaretleri birbirine uygun gelen
6 guruba ayırmak mümkündür. Bunlar devamlı
olarak tekrarlanmaktadır ve her bir 1 0 5
Begmyrat Gerey
heykelde çeşitli işaretler özel formalarda birbiri
ile bağlanırlar. İlk sırada bir yıldız (*) işareti ile
gökteki bir Tanrıçayı, çiçeklenmiş bir ağacın
budağı ile de, belirli bir bitimliğin yahut
buğdayın "korucu Tanrısını" anlatmış olmalıdır.
Bu işaretlerin birkaçı protoelam (Elam öncesi)
piktog- rafında da görülmektedir.
Bulunmuş yegâne örnek olan bir mührün
yüzünde ise pro- tohint yazı sistemine ait olduğu
açıkça belli işaretler vardır. Eski Sovyet bilim
adamlarının Konorozov'un yönetiminde protohint
metinlerini ortaya çıkarmakta kullanılmış
metodlarla karşılaştırdığımızda, Altıntepe'de bulunan
bu yazıyı "belirli bir Ulu Tanrı ya Tanrıçanı
anlatıyor" diye yorumlayabiliriz....
Bunların hepsini dikkate almakla, Altıntepe'de
yaşayanların kendilerinin de bir protohint yazı
sistemleri olmuş olmalı ya da her halde protohint
yazı metinlerini okuyup anlamışlardır diyebiliriz."''
Altıntepe nin yerel medeniyeti ile Mezopotamya
medeniyetinin aralarındaki ilişkileri anlatan
en ilginç örnek, bu bölgeden buiunan atından
yapılmış öküz başının heykelidir. Bu öküz
başının terkibi, gözünün ve kulaklarının biçimi
ve... UR
kent-devletinden başlayarak prens mezarlarına
kadar karşılaştığımız öküz başlan ile tanınmış
Sümer heykeltıraşlık sanatına götürür bizi.
Biz bu sözünü ettiğimiz konuyu aşağıdaki
sonuçlarla özetleyebiliriz: Altıntepe medeniyeti
eski doğunun çok geniş medeniyetinin göze
çarpan ve önemli parçası olarak Mezopotamya ve
î 32 Masson V M. 1987. Das Laml der lausend
Slâdle. s.38-40. München.
1 0 6
>000 Yıllık Sümer-Tiirkmen Bağları
eski Hindistan gibi medeniyetlerin karşılaştığı
bölgede, bunlar ve diğer eski yurtlar ve halklarla
karşılıklı etkide, karmaşık ve çok yönlü gelişme
aşamaları geçirmiştir.""
Rus arkeolojisinin atası Nikolsky şunları söyler:
"Sümerlerin Ana vatanı Aşkabad kentinin
yakınındadır. Bu ülkenin kurganlarından
arkeologlar taş, gümüş ve kilden yapılmış eşyaları
bulmuşlardır ki bunlar, Mezopotamya'nın
güneyindeki Sümer kur- ganlarındakilere çok
benzerler. Bütün bunlar şu düşünceye getirir ki,
Sümerler büyük bir ihtimalle bu günkü Türkmenistan'dan
Mezopotamya'ya varmışlardır. Bu
iki uygarlığın son analizi onların arasındaki bir
çok ortaklıkları göstermektedir. Sümerlerin baş
Tanrıları olan En-Lil'in yerleştiği yer. Mezopotamya'nın
güneyindeki düzlükte değil, dağlarda
olmuştur. Belki de Köpet Dağı'nın etekleri onların
ana vatanı olmuştur."13*
Ânevv-Altıntepe medeniyetinin ardından, yani
Sümerlilerin Türkmenistan'dan göçüp gitmesinden
sonraki dönemde bu günkü Türkmenistan'ın
Mari vilayetinde devam eden MAR- GUŞ
medeniyeti ile Mezopotamya ve diğer medeniyetler
arasındaki ilişkiler konusunda Rusya'nın ve
Türkmenistan'ın ünlü arkeologu Sarianidi şöyle
yazar: "Murgap Irmağı'nın eski yatağı çekirdekli
bitkilerden yüksek ürün almaya uygun şartlar
yaratmıştır. Sellerin getirdiği çamurların
otluğunda çok sayıda ev hayvanları beslenmiştir.
Bu durum eski Margiana (Marguş) kültürünün
filizlenmesine ortam yaratmıştır. Gerçekten de
bundan 40 yüzyıl önce buraya ilk yerleşen insanlar,
önce onlarca, sonra ise yüzlerce köy kurmuşlardır.
Bu köylerin her biri ise onlarca evden
ibaret olmuştur ve her birinin özel avlusu vardır.
Onların çoğunluğunun çevre koruyucu duvarı
yoktur.
Zengin aileler ise hemen hemen geniş duvarlı
savaş kuleli gerçek
"kalelerde" yaşamışlardır. Marguş'un başkenti
şimdiki "Gonur"
anıtları (harabeleri) olmuştur. Onun
merkezindeki köşkün sağlam binası tapınak
bileşiminin karşısında yerleştirilmiştir.
Masson V M. 1987. Das Land der tausend Stâdle.
s.41-43. München.
Mateveev. K. & A. Sazanova. 1986. Zemlya Drevnego
Dvureçie. s.38. Moskova.
1 0 7
Begmyrat C >erey
Gonur'un etrafına çömlekçilerin bölgesi yerleşmiştir.
Onların elleri ile çok nefis, bazen çok
geliştirilmiş kap-kacaklar yapılmıştır. Bazen de
kap-kacakların basit nakışlısı, o cümleden ' iki
keçi resimli" ve ağaçtan yapılmış türü ile de
karşılaşıyoruz. Yerli demirci ustalar hemen hemen
her türlü bakır ve bronz silâhları ve süs eşyaları
imal etmeyi öğrenmişlerdir. Onların
arasında insan gözü şeklinde resimlenmiş şatafatlı
baltalar da kendisini gösterir. Yontucular da
burada çalışmışlar, onlar her türlü eşyaları ve incelikle
nakışlanmış
mühürleri taştan üretmişlerdir. Ancak onlar kıymetli
taşları tıraşlamakta daha üstünlük kazanmışlardır.
Buna örnek, başını geri çevirerek ayağını
yalamakta olan, güzel süslenmiş deve
şekilli tumar (süs eşyanın bir çeşidi, B.G.) dır. Bu
sanat, Mezopotamya sanatından hiç de eksik olmayan
yontuculuk sanatının yüksek seviyesini ispat
etmektedir.
Bu insanların yazılı eserleri ya saklanmamıştır
ya da şimdiye kadar arkeologlar tarafından bulunmamıştır.
Buna göre de onların manevî
dünyalarına girmek için el sanatlarına yüzü resimlenmiş
bazen anlatıcı komposizyon oluşturan
tumarlara (yontulara) başvurmak yegâne imkân
olarak hizmet etmektedir. Tu- marların çok
sayıdaki şekillerinin öğrenilmesi, onları yapan insanların
yüksek düşünceli olduklarını anlatır.
Elimizde onların yazılı eserleri bulunmasa da
burada yaşamış insanların mükemmel ve
karmaşık mitolojisinin, hatta
"hayır ile şer" mücadelesi düşüncesi ile ilgili mitolojilerinin
olduğunu söylemek mümkündür.
Hayırlı güçler yılanlar, ve şer tarafı ise ejderhalar
ile simge- lenmiştir. İşte atalarımızdan kalma
hayır ile şerrin mücadelesi, çok sayıdaki eserlerde
görülmektedir.
Marguş yurdunda eski mimarlığın özel bir
mektep geleneğinin var olduğunu, son yıllarda
bu bölgede üstü açılmış köşkler ve tapınaklar ispat
eder. Örneğin Gonur'un merkezinde tapınak
için yapılmış anıtsal mimarlık birikimi kazılar
neticesinde bulundu. Burada bulunmuş
onikigen minareli tapınak, bütün yakın doğu mimarlık
sisteminde ilginç bir bina olarak özel
dikkat çekmektedir.
1 0 8
Biz hâlen bu uygarlığın nasıl meydana geldiğini
tahminen bilmiyorsak da onun meydana gelmesine
Güney Türkmenistan halkının katıldığını
açıkça görüyoruz. Buraya sonra yeni kavimlerin
gelmiş olması da gerçektir, onların ana yurtları, o
dönemde dünyanın en ilerlemiş
merkezlerinden sayılan Anadolu'ya kadar genişler.
135
Bu bölümde biz, Türkmenistan ve Mezopotamya'da
türemiş ilk uygarlığın çok önemli
parçasını oluşturan mimarlık ve heykeltıraşlık
sanatı konusunda, bilim adamların en son açıklamaları
ile karşılaştık.
Görüldüğü gibi bu iki yurt hakkında söylenenlerin
pek çok yönü, tıpkı aynı ülke konusunda
söylenmiş gibi benzerdir. Bu konuda herkes
kendi düşüncesi çerçevesinde belli ve özel anlamlara
varabilecektir, ancak bizim kanaatimize
göre, aşağıdaki sonuçları çıkarmak mümkündür:
Bu uygarlığın Türkmenistan'da Mezopotamya'ya
nazaran daha önce meydana gelmesi ve Mezopotamya
uygarlığının ise onun devamının bir kolu
olması muhtemeldir. Bu düşünce birkaç bilim
adamların
"Sümerliler bu bölgelerden göç edip Mezopotamya'ya
gitmiş olmalı"
diyen fikrlerine uygundur.
Hem binaların hem de heykellerin dış görünüşlerinin,
motifi ve içerdiği anlamlarının, özellikle
dinî mazmunların hayret verici ölçüde benzer ve
hatta aynı olduğunu söylemek de mümkündür.
Heykeltıraşlık sanatının, yakut ve altın gibi kıymetli
taşların ve madenlerin bol olduğu Türkmenistan'da
daha gelişmiş (ilerlemiş) seviyede
olduğu gözükmektedir. Bu ise yukarıda
gördüğümüz gibi, Sümerologların: "Mezopotamya'da
bu sanatta kullanılan yakut ve maden
gibi maddeleri bulunmadığı için, onlar pek uzaktaki
doğu ülkelerden getirilmişlerdir" demelerinin
135. Sarianidi. Viktor. 1994. "Gadımı Garagumun
Beyik Medeniyeti'. Türkmen Medeniyeti
.Jurnali, sayı: 1. s.31-33. Aşkabat.
1 0 9
Begmyrat C >erey
altını çiziyoruz. Biz yukarıda. Sümerlilerin
Arat'ta eposunda da bunun gibi işaretleri
görmüştük.
14. Hayvanlar Dünyası
Sümerolog Hommel saf dil karşılaştırmaları
yoluyle Sümer ve Türk dilleri arasındaki ilişkiler
konusunda elde edilmesi mümkün olan sonuçlara
ilâveten mitoloji, din ve hayvanlar dünyasında da
ilginç ilişkilerin su yüzüne çıkmakta olduğunu
teyit eder. O, hayvanlar dünyasındaki ilişkilere
örnek olarak deve ile eşeği gösterir.
Hommel'in fikrine göre bir hörgüçlü devenin en
eski yurdu Arap ülkeleri sayılırsa da iki hörgüçlü
develere gelince, iki hörgüçlülük yalnız Orta
Asya'nın doğal şartları etkisi ve buna ilâveten onların
terbiyesi ve belli amaçla kullanılması sonucu
ortaya çıkmıştır. Aslı yaban eşeğinden (kulan'dan)
olan eşeği de bunun gibi yetiştirmiştir.
Bu hayvanların ikisi de Orta Asya'dan Mezopotamya'ya
getirilmiş
olmalıdır.136
Şekil 11
136. Hommel. Fritz. 1925. Ethnologie ıınd Geographie
Des Alten Orients. s.22-24, München.
Türkmcnistan(M.ö 3. bin vıl)
1 1 0
Şekil 12
Mezopotamya 'M.ö. 2700 yıl)
1 1 1
ffl. SÜMER VE TÜRKMEN DİLLERİNİN
MUKAYESESİ
1. Dillerin Meydana Gelişi ve Onların Akrabalığı
Meselesi
"Dil mitler ve masallar yolu ile muhafaza edilip,
kuşaktan kuşağa geçmek yoluyla çoğalmış ve
zenginleşmiştir. Elde edilen tarihî belgeler insanın
dil ile hayvandan ayrılmış olmasını anlatır.
Dil,
"tanrıların insanlara verdiği armağan'' olarak telakki
edilmiştir. Bu anlam sonra Kitab-ı
Mukaddes'te şöyle izah edilmiştir: "Başta sadece
dil vardı."137
İnsan topluluklarında dilin meydana gelmesi
üzerine düşünürler çeşitli fikirler ortaya
koymuşlardır. Burada dünya çapında tanınmış
ünlü dilci, uluslar arası Dog-Hamershold ödülünü
kazanan, 25 dilde konuşan ve dil konusunda
yüzden fazla eser yazmış Charles Berlitz'in
fikrine bakalım. Dilin meydana gelişi konusunda
ortaya konmuş fikirler ve teoriler şöyle özetlenebilir:
Genellikle kuşun, balığın, su ve kır hayvanlarının
seslerine benzer seslerin işlenmesinden ilk
sözcüklerin meydana geldiği kabul edilmektedir.
İlk sözcüklerin bir şeyi duyurmak veya yardıma
çağırmak için kullanılan seslerden meydana
gelmesi muhtemeldir: Hey, tut, kaç, ne vs. Bu
sesler meselâ bir mağaradan bir yaban
hayvanının beklenmedik durumda birdenbire
çıkıp saldırdığı anda çıkan sesler olmalıdır.
137. Jonas. Doris & Jonas A. Davkl. 1979. Das
ersi e VVorl. s.34. Hamburg.
1 1 3
Begmyrat 6 ?rey
&
"Aha" teorisi: Kötü ya da şaşkınlık, açlık, ağrı
gibi heyecanı etkileyen duygular sonucu uf. ay,
vay. ov gibi ilk sözcükler meydana gelmiştir.
Bau-Bau teorisi: Hayvanların seslerine
öykünerek onlara benzer sözcüklerin meydana
getirilmesi ya da adların konulması. Örneğin mumu
(öküz), hau hau (köpek), me-me (koyun).
• 5- Kling-klang teorisi: Dilin insanı etkileyen
çevresindeki şeylerden meydana gelmesi: "Bum"
gök gürültüsü, "plaç" su, "tziş"
bıçak, "kinstir" ateş, "pika pika" yıldırım, Yunanlılarda?
"bum" her patlayıcı vs. "Tun tun" kızılderililerde
yürek demektir.
"Yo-he-ho" teorisi: Bu teori ilk sözcüklerin meydana
gelmesini, insanların beraberce çalışmaya
ve yaşamaya başladığı zamanda birbiri ile anlaşmak
gerektiği fikrini ortaya koymaktadır. Meselâ
büyük taşları beraberce yuvarlayarak bir tehlikeli
hayvanın inini kapatmak gibi işlerde. Türkü ve
şiirlerin de bu gibi durumlarda meydana geldiği
yaygın olarak kabul edilmektedir. Günümüzdeki
dillerde kökü Neolitik Çağ a ait olan sözcükler
vardır. Meselâ Bask dilinde ' ıçak için kullanılan
sözcüğün tercümesi "kesen taş"
(keskin taş) oluyor.
Fu-pu teorisi: Bu teoride, ilk temel dilin meydana
gelmesinde korku, av ve savaşın olduğu fikri öne
sürülür. İlk sözcüklerin duygu, heyecan ve coşku
gibi ruhî hareketleri ifade etmek için meydana
geldiği kabul edilmektedir. Sevgi ve nefret
sözcükleri buna bir örnektir. Dillerin hemen hemen
hepsinde "sevgi" için kullanılan sözcük, hoş
ve yumuşak olurken "nefret" için kullanılan
sözcük tam tersine kaba ve sert yansımaktadır.'38
Burada başka bir dilci olan Faster'in, dillerin
akrabalık konusunda öne sürdüğü fikri zikredebiliriz.
O Amerika Kızılderilileri- nin de hemen hemen
10.000 yıl önce Kuzey-Doğu Asya'dan Bering
Boğazfndan geçip gittiklerini, onların
soylarının Avru-13S. Berlitz. Charls. 1982. Die
VVunderbare Welt der Sprache. s. 19-22. Wicn-
Ham- burg.
pa-Moğol karışımı olduğunu hatırlatarak
yeryüzündeki insan toplumlarının birbirinden
tam ayrı yaşamadıklarını, onların şimdiki
konuştukları dillerin temellerinin bir kaynaktan
geldiğini ve köklerinin nihayet bir noktada
birleşmekte oldukları fikrini ileri sürmektedir.
Buna örnek olarak Kızılderililerin dili ile Fin-
Ugor ve Lap gibi Avrupa'da yaşayan halkların
dilleri arasındaki benzerlikleri gösterir.130
Buradan Fin-Ugor dilleri ile Türk dillerini de
içeren Ural-Al- tay dillerinin akrabalığını göz
önünde bulundurursak, Kızılderililerin dilleri ile
Türk dillerinin de akraba olabileceği neticesi ortaya
çıkar. Faster ortaya koyduğu fikrini birkaç
örnek verdikten sonra şöyle devam ettirir:
"Konuşmamızın başından beri zikret-tiklerimizi
bir daha kısaca tekrar etmek istersek, ispat
edilmesi gereken meseleler aşağıdakilerden ibarettir:
Bütün insanlık bir dönemde ortak bir dili
konuşmuş mu veya ayrı ayrı toplumlar
birbirinden bağımsız ayrı ayrı çağlarda, kendi
yaşadıkları bölgelerde kendilerine ait özel dil mi
oluşturmuşlar?
Bu soruya şöyle cevap veriliyor. Şimdiki kuşaklar,
yeryüzünde yaşayanların tümünü oluşturan
genel ve ortak sözcük mayasını oluşturmuşlardır.
Günümüze kadar mevcut olan ispat imkânına
göre, bu söz mayası altı tane arketipten kaynaklanmıştır.
Bu arketipler şunlardan ibarettir: 1. Ba,
2. Kail, 3. Tal, 4. Os, 5. Ak (Acq), 6. Tag
Yukarıdaki cevabın ispatı olarak "insan dili
kesintisiz ve devamlı gelişmeye uygun olarak,
kendi başlangıcından günümüze kadar, binden
fazla dil ve lehçeyle ayrılmış olmasına rağmen,
belli bir açık yolu aşmıştır" şeklindeki düşünceye
güçlü destek vardır.
Günümüzdeki çok çeşitli dillerimizin kökü,
yukarıdaki altı tane arketipten kaynaklanmış olan
az sayıda sözcüklere gitmektedir.
Bu durum gerçek ise, her dilde varolan binlerce
kelimenin, bunlar gibi az sayıda ve çok basit olan
başlangıç formala-

139. Faster. Richard. 1980 Sprache der Eiszeit. s.
14-15. Müchen.
rından kaynaklanmış olması söz konusudur.
Çünkü her bir dil. belli amaçları anlatmak için
kullanılmış ses formalarından meydana gelmiştir.
Yukarıda izah ettiklerimizi kısaltarak şöyle
formülleştirebiliriz: Bütün insan birliğinin altı
tane arketipten oluşan belli bir ortak sözcük mayası
olmuştur. Bu sözcük mayası günümüzde de
her bir dilin temelini teşkil etmekle beraber, günümüzdeki
dillerin arasında var olan bağlantıyı
açıkça göstermekte ve anlatmaktadır. "140
Faster bu eserinde altı tane arketipin her birinde
çeşitli dillerde 1 1 5
oluşan birkaç bin sözcüğü örnek vererek, onların
anlattığı genel amaçları konusunda izahlar da
vermiştir. Bu kelimeler arasında Begmyrat C
>erey
günümüzdeki Türkmence'de kullanılmakta olan
sözcüklerin pek çoğuna rastlıyoruz. Ancak bu
meselenin üstünde durmak konumuz çerçevesinde
mümkün olmadığından, onun özel bir konu
olduğunu, dil ve kültürümüzün tarihini öğrenmekte
büyük önemi olacağını hatırlatmakla
geçiyoruz. Bu sözcüklerin tarihî önemi konusunda
düşünür sözüne şöyle devam ediyor:
"Amerikalıların (burada Kızılderilileri kastediyor
B.G.) dillerinin öğrenilmesini önemli kılan başka
bir gerçek ise, dilin her zaman için gözden
kaçırılması mümkün olmayan belgesel ehemmiyete
sahip olmasıdır. Çünkü bir defa yazılarak
kalan her sözcük belli bir dönemin gerçeğini
kendinde muhafaza ederek devamlı anlatmaktadır.
Başka şeyler değişebilirler ancak sözcükler
değişmeden devamlı kalır. Eski Almanca "faran
" sözcüğü buna-"açık bir örnektir. Bu sözcük
günümüzde araba, bisiklet veya başka bir araçla
belli bir yere varmayı anlatırsa da ancak aynı kelime
bundan iki bin yıl önce bir yere yaya olarak
varmayı anlatmıştır.141 A
Görüldüğü gibi Alman dilindeki "fahr" sözcüğü
Türk dilindeki
"var'' (varmak) sözcüğü ile aynı kökten meydana
gelmiştir.
Faster'in fikrine göre, arketipler meydana
geldikten sonra yer-Faster, Richard. 1980.
Sprache der Eiszeit. s.48-49. Müchen.
Faster. Richard. a.g.e.. s. 16.
• •
~
m
1 1 6
yüzünde yaşayan insanların eski atalarının genel
bir ortak dil oluşturdukları, ilk meydana gelen
sözcüklerin ise "doğa ", "ateş"
ve "kadınlar ile ilgili olduğu ispat edilmiştir. O,
sözünün ardından dünyanın çeşitli dillerinden
kadınlarla ilgili sözcüklerin yüzlerce örneğini
veriyor. Bu örneklerin arasında günümüzdeki
Türkmen dilinde var olan "ene" (bazı ağızlarda
emme), "mama" (annenin annesi), "heley" (eş,
hanım, gelin), "gıyz" (kız), "gayın" (kayın) gibi
sözcüklerin aynısı veya onlara çok benzer kelimeler
vardır.142
Şimdi konumuza aşağıdaki sorularla devam edelim:
Yukarıda ortaya koyulan bilimsel fikirlere
uyarak, "yeryüzünde birbirini anlamayan binlerce
dilin aynı kaynaktan meydana geldiği"
sonucuna varırsak, o zaman bu dilleri hangi
ölçülere göre belirli akraba öbeklerine ayırabiliriz?
Bu soruya tanıdığımız uzmanlar aşağı yukarı
aynı cevabı vermişlerdir. Biz burada bu konuda
geniş
ve ilmî açıklama yapan Störig'in fikrini esas
alıyoruz: "Kökü bir olan diller, kendi aralarındaki
genetik bağlantılarla belirlenmektedir ve bu
bağlantı esasında başka dil gruplarından farklılaşmaktadır."
Birbirine "genetik bağlılık" ne demektir?
Bunun için aşağıdaki üç etabı göz önüne almak
gerekir:
Birkaç dilin belli bir ana dilden meydana gelmiş
olması ile ilgili olarak yazıya geçmiş mükemmel
dokümanların, mevsuk delillerin elde olması.
Mesela Fransızca, italyanca, ispanyolca gibi "Roman"
dillerinin Lâtin dilinden meydana gelmiş olması
konusunda böyle dokümanlar vardır.
Dillerin birinci gruptaki gibi belli bir dilden meydana
gelmiş
olması hakkında yeterli doküman bulunmasa
bile, çeşitli diller ve onun lehçeleri özellikle onların
elde edilmesi mümkün olan en eski
örneklerini nazar-ı itibara alarak araştırıldığında,
temel bir dilden meydana gelmiş olmaları açığa
çıkabilir; Indo-142. Faster. Richard. a.g.e.. s.
18-19.
; f
German dillerinde durum böyledir. Yani onların
en eski nüshaları araştırıldığında dokümental olmasa
da aynı dile gittikleri görülebilir.
3- Birinci etaptaki gibi iyice dokümental olarak
ispat etmek veya ikinci etaptaki gibi yeterli
miktarda esaslı dokümanlar olmasa da.
belli bir dil grubu, onların ortak sözcüklerini (elbette
ayrı ayrı 1 1 7
akraba olmayan dillerin de sözcük alıp verme
imkânını dikkate alarak), her şeyden önce onların
gramer ve ses benzerliklerini esas tutarak onların
"belli bir akraba dil grubunu oluşturuyor"
şeklinde bir varsayımı ortaya koymak
mümkündür. Bu şartlara göre örneğin Kızılderililerin.
Afrikalıların ve buna benzer bazı kaybolmuş
eski kavimlerin dilleri, belli bir dil ailesinde
yer almaktadırlar.",43
Dil uzmanlarının dünyadaki dilleri sınıflandırmak
için teklif ettikleri gramer kuralları ve
ölçülerine bakılırsa, dillerin geçir-dikleri olgunlaşma
süreçleri ve onların gramer özellikleri
birbirinden çok farklı ve karmaşık olmasından
dolayı araştırmacıların onları belli gruplara
bölmeleri de birbirinden biraz farklıdır. Ancak
genellikle dünyadaki diller aşağıdaki şu üç temel
gruba bölünmektedir.
Sümer-Türk dillerinin köklerinin bir olup, bir
gruba ait olması hakkında bilgi ve açıklamalar
bulunmaktadır. İranlı tarihçi A
Hasan Pirniya şunları kaydeder: "Alimler
dünyadaki mevcut dilleri üç gruba ayırmaktadırlar.
Birinci grup "tek heceli" diller (Monosilabik).
Bu dillere "kök diller" de denilir. Bu diller kök
sözcüklerden meydana gelir. Bu kelimelerin
önüne veya ardına başka heceler eklenmez. Çin,
Anam ve Siam dilleri bu gruba aittir.
İkinci grup "iltisaki" dillerdir. Bu dillerde kök
sözcüklerin ardına ekler katılmak yolu ile yeni
sözcükler yapılıyor, ancak kök sözcük
değişmeden kalır. Dilleri iltisaki olan halklar
şuun- lardan ibarettir: 1-Ural-Altay dilleri,
örneğin Türkler, Tatarlar, 143. Slörig. Hans
Joachim 1987 Abenteuer Sprache. s.261-262.
Berlin.
Moğollar, Finler, Tunguzlar. Samoyedler. 2- Japonlar
ve Kore-liler. 3- Hind Dravidiler ve Basklar.
4- Yerli Amerikalılar. 5-Afrika'daki Nubililer,
Hutentutlar. Eski kavimlerden bu dil grubuna
girenlerden Elâmlılar, Hititler, Sümerler üzerinde
de durul-maktadır. İlim adamlarının bazıları
Sümerceyi de iltisaki dillere dahil etmektedirler.
Üçüncü dil grubu ise Ariyanlı Hind Avrupalılar
ve Samîlerden ibaret olan "Flektiv" dil grubudur.
1'1'1
2. Dünya Dillerinin Sınıflandırılması
Bükünlü Diller: (Flektiv / Tasrifi):
Bu dil grubunda sözcükler kendi temel anlamlarını
muhafaza ederken çeşitli kişilerde, durumlarda
ve sözlerde tuttukları 1 1 8
yerleri ile ilgili çeşitli şekiller alırlar. Örneğin
"İnnomine Patris"
(babanın adında). Burada nomine sözcüğü nomen
(ad, isim) sözcüğünden gelir, ardına eklenmiş "e"
harfi onun "in" prepo-zisyonu ile ilişkisini gösterir.
Patris sözcüğü pater sözcüğünün
"ilgi durumundaki" şeklidir. Görüldüğü gibi
burada kök sözcük değişmiştir, ancak buna rağmen
onu açıkça tanımak mümkündür.
Ardından eklenmiş "is" eki ise, buradaki ilgi
bağlantısını anlatır.
Bitişimli Diller (Agglutinativ / Îltisakî)
Alman dilinde de "miteinander" gibi birkaç
sözcüğün birleştirilerek
yazılmadığını görürüz. Ancak bu
bitişimlilik hadisesi değildir,
çünkü onları "mit ein ander" şeklinde ayrı
ayrı yazmak da mümkündür ve bu durumda da
onun manasını açıkça anlarız.
Bitişimli dillerde ise, ekler birbirinin ardından
eklenerek (katılarak, birleşerek) gelir ve Indo-
German dillerindeki flektion öğelerinin (edat,
zamir vb.) vazifesini yerine getirir. Örneğin, Türk
dilinde ev sözcüğünün ardına "im" ekini katarak
"evim" (mein Haus) ve çoğul eki "1er" eklemek
vesilesi ile "evlerim" (meine Hâuser) yapılır. Bu
eklerin her birisi bir anlamı gösterir ve aynı 144.
Pirniya. Hasan. 1969. Tarihe İrane Bastan, s.
10-11. Tehraıı-Donyaye Ketab.
zamanda onlar, sağlam ve güçlü kaidelere uygun
olarak birbirinin ardından gelir. "'145
Görüldüğü gibi araştırılması bitişimli dil grubuna
ait olan Türk dili ile İndo-German dil grubundan
olan Alman dili karşılaştırıldığında bu iki dil
grubunun benzer özellikleri ve farklılıkları daha
açık anlaşılacaktır. Türk dilinde durumlar, kişiler
ve zaman, sağlam kaidelere uygun şekilde sıralı
olarak kök sözcüklerin ardına eklenen "ekler" ile
gösterilir. Alman ve diğer İndo- German dillerde
ise bu durum, kök sözcüklerin önüne, ortasına ve
ardına eklenen ekler veya özel edatların yardımı
ile gösterilmektedir.
Ayrıca Türk dilinde kök sözcükler eklerin
katılma- sı ile asla değişmez, ama İndo-German
dillerinde, bu durumlarda kök sözcükler değişir.
Hatta bazen onları tanımak oldukça zorlaşır.
2.3. Aynşkan Diller (Isolierende Sprachen/ Hece
dilleri) Bu dillerde sözcükler bükünlü diller gibi
değişmez ve bitişimli dillerdeki gibi birbirinin ardından
eklenmek suretiyle uzamaz. Bu dillerde
sözler birbirinin ardından, takılan ayrı ayrı
sözcüklerden, gerçek kök sözcüklerden meydana
gelir. Bu dillerin en belirgin örneği Klâsik Çin
dilidir. 1
19
M üteakip bölümlerde, yukarıda
gördüğümüz bilimsel esaslara dayanarak Sümer
ve Türkmen dilleri arasındaki ilişkileri açıklamaya
çalışacağız.
Sümer-Türk Dil İlişkileri Konusundaki
Düşünceler
Sümerologların hemen hemen hepsi, Sümer
dilinin temelinin Ural-Altay dillerden oluşan
bükünlü dil grubuna ait olduğunu kabul etmektedirler.
Onlardan Hommel, Poppe, Zakar gibi uzmanlar
ise Sümer dilinin doğrudan doğruya Türk
dilinin akrabası veyahut onun kökü olduğunu teyit
etmektedirler. Meselâ Hommel şöyle yazar:
"/.../ şimdi biz Sümerlerin yaşam şart-145. Störig.
Hans Joachim 1987 Abenteuer Sprache. s.333.
Berlin.
larını öğrenmekle beraber, tekrar onların uzun zaman
kutsal sa-yılmış "diline" dönüyoruz. Bundan
sonraki iddialarımızda bu dilin Ural-Altay dilleri
ve daha çok uzaktan İndo-German dilleri ile akraba
olduğunu kuşkusuz ifade etmemizin yanı sıra,
çeşitli kaidelere uyan sözcükler ve onların kendi
aralarındaki ilişkilerini dikkate alarak, onun
temelini oluşturan söz diziminin kuzey dilleri
veya başka deyimle Turan dilleri ile aynı
olmuştur da diyebiliriz.
Sümercede, Samî dilleri için çok yabancı olan,
fiilin cümlenin sonunda gelmesi, edatların yerine
"hal eklerinin" kullanılması ve buna benzer dil
özellikleri bizi bu dil ile başka diller arasında
akrabalık ilişkileri aramaya sevketmektedir. Sıfatın
ismin ardından ve "ilgi durumunda" bağımlı
sözcüğün baş sözcüğün ardından gelmesi gibi
eski Sümerce metinlerde geniş çapta kullanılmış
olan unsurlarda Samî dillerinin etkisi açıkça
görülür. Bu konuda Türk lehçelerinden olan ve
bünyesinde Samî dillerinden olan İbranice'den
alınmış kelimeler bulunan Karaim Türklerinin
dilinde çok ilginç benzerlikler vardır.
Sümerler özellikle başka dillere verdiği sözcükleri
ve yazısı vasıtası ile dil, din ve kültür
bakımından Samî ırklardan oluşan Babillileri o
kadar derin o kadar güçlü etki altına almışlar ki,
Sümer
metinleri muhafaza olunup kalmamış olsa
da, her adımda onları açıkça tanımak mümkün
olacaktı. Böyle kıymetli dilin karakterini belirlemenin
çok büyük önemi vardır. Her şeyden önce
bu dilin Samî dillerden çok eski olduğunu
(yukarıda söz ettiğimiz bazı etkiler hariç) dikkate
alarak, hangisi olursa olsun başka bir dil ile akrabalığı
aranmalıdır. Oppert 19501i yılların sonlarında
ve maalesef 1883'te erken vefat eden
Francois Lenor- mant 1 2 0
(1874'ten itibaren) Sümer dilinin Ural-Altay
dilleri ile akraba olduğunu ortaya koymuştur.
Gerçekte Oppert'in Macar, Moğol ve Mançu
dillerinin bazı kelimelerini mukayese ettiği
dönemde Lenormant kendi eserlerinde kelime ve
gramer mukayeseleri aracılığı ile Ural-Altay
dillerine birinci sırada yer vermekteydi.
Burada ele aldığımız mesele ise, maalesef bugüne
kadar araştırmacılar tarafından takip edilmedi.
Ancak mukayeseler, Ural-Altay dil grubunun
Altay dalı ile Sümer dili arasında doğrudan
ve yakın akrabalığın inkâr edilemeyecek
sonuçlarını ortaya çıkarmıştır. Elbette burada bu
iki dilin çeşitli özelliklerini ve bu cümleden
olarak gramerini inceleyerek açıklamak fırsatı
yoktur.
Ancak en azından bazı kelimelerin mümkün
olduğu kadar belirli anlamlarını ve diğer yönlerini
mukayese ettiğimizde, Sümer ile Altay dilleri
arasındaki benim öne sürdüğüm akrabalık
hakkında en iyi ve en açık tablo ortaya çıkmaktadır.
M.Ö. 3000 yıla ait olan dil ile, M.S. 700
yıldan itibaren tanınmış Altay dilleri arasında çok
sayıda kökü bir olan kelimenin mevcut olması,
temelde onların arasındaki akrabalığı inkâr edilemez
derecede açıklamakla beraber daha çok
yakınlıklarının olduğunu da göstermektedir.
Aşağıdaki kelimelere bir göz atalım:
-abba (Greiss).
Eski Türkçe karın, Türkmence garın Eski
-umma (Greissin),
Türkçe ay (Mond) Moğolca esli-gen,
-agar (Acker),
-agarin,
Türkçe eşek Eski Türkçe abıl
-Ai (Mondgott),
(Feldhacke), Türkmence azal
-anşe (Esel), -apin
Eski Türkçe taş, Türkmence daş Eski
(Fflug),
Türkçe tirig, Türkmence diri Eski
-dag (Stein), -din, til
(Leben), -dingir
Türkçe, tangrı (Himmel), Türkmen tangrı
(Gott),
Türkçe topuk, Türkmence dıyz, diz Eski
-dug, dub, div (Knie), Türkçe bolmak, Türkçe olmak,
-gal, val (sein),
-gal, val (gross).
Türkmence g: almak Eski Türkçe ulu(g),
Moğolca, ebu (-gen)
Türkmence ulı, galin
Moğolca, eme (-gen)
Eski Türkçe ekin
Günümüze kadar tanınmış en eski dil olan Sümer
dili ile Ural-Altay dil grubunun Altay dalı
arasındaki yakın ilişki, sadece filoloji ile sınırlı
değildir; etnoloji açısından da büyük benzerlikler
1 2 1
vardır. Bundan başka mitoloji ve hayvanlar
dünyasında elde edilmiş sonuçlar da dil incelemelerinden
alınân neticeleri ta-mamlar niteliktedir."
110
Zakar; bu konuda şunları kaydeder: "Sümer dili
ile eski Macar ve Türk dilleri arasında genetik
ilişki olma imkânı yıllardan beri incelene gelmektedir.
Örneğin Varga (1942) Sümer dilinin
Ural-Altay dilleri ile ilişkisini gramer
bakımından ortaya koymaktadır. Goszoni (1959)
ise Sümer dilinin gramerini 58 noktada
nitelendirmenin mümkün olduğunu açıklamıştır.
Bunlardan 55'i Fin-Ugor dillerine ait olan Macar
dili ile, 29'u Türk dillerine, 2l'i Kuzey Fin-Ugor
dillerine, 24 u Kafkas dillerine denk geliyor.
Heimes'in araştırmalarından faydalanarak, ben de
100 sözcüğü gösterdim ve bu kelime tablosu
vasıtası ile Ural-Altay dilleri arasındaki benzerliklerin
temel yönlerini ortaya koydum."147
Poppe "Bir Eski Kültür Sözcüğü: Balta" adlı
makalesinde, Türk dilindeki "balta" sözcüğünün
doğrudan doğruya Akkad dilindeki
"Paltu" sözcüğünden alınmış olduğunu ve bu
sözcüğün Sümer dilinde "Bal" olduğu konusunda
açıklamalar yaparken, onun başka bir Hind-
Avrupa dillerinden alınmış olmasının mümkün
olmadığını ilmî temellere dayanarak ispat
eder.148 Başka bir kaynakta şöyle bir fikir öne
sürülüyor: "Ada" veya "ata" sözcüğü Türk dilinde
Sümercedeki gibi "ata anlamındadır. Saks,
Sarten, Dorant ve Kramer gibi bazı tarihçiler
Sümer ve Elâm illerine bu iki dilin yapısını, onlar
arasındaki sözcük ve fonetik benzerlikleri göz
önünde bulundurarak, Ural-Altay (Türk-Hommel.
Fritz. 1925. Ethnobgie und Geographie Des
Alten Orients. s. 16-22. München.
Zakar. Andereyas. 1971. "Current Antropologie'.
A VVorld Journal of the Sceinces of Man.
s.215. February-1971.
Poppe. Nikoleos. 1953. Kin altes Kulturvvort in
den Allaischen Sprachen. s.23- 24. Helsinki.
Moğol) dilleri dizisinde yer verirler. Sadruleşrafi
benim dikkatimi aşağıdaki konuya çekti:
1 2 2
Sümerlerin ve Elâmların dilleri bütün tarihçilerin
kanaatine göre Samî dili de değil, Ariyan dili de.
Elam dilinin Ural-Altay dilleri ile hem form hem
de fonetik bakımdan benzerliği, adların ve diğer
sözcüklerin birçoğunun bu dillerle ortak olması,
birkaç tarihçiyi ve arkeologu Elam ve Sümer
kavimlerinin göçüp geldikleri yerlerin Dağlık
Kafkasya, Azerbaycan ve Orta Asya olması ihtimalini
söylemeye mecbur etmiştir."11'
Bu konuda belgeler ve söylenenler çoktur. Biz bu
bölümü Türk dili uzmanı Caferoğlu'nun sözleri
ile tamamlıyoruz: "XIX. yüzyılın ikinci yarısına
doğru Ural-Altay dilleri grubu çerçevesi genişletilmekte
devam ediyordu. Daha 1857 yılından
itibaren Oppert, keşfedilip okunan Mihî hatlı yazı
dillerinin, eski Onas- ya Midiyalıların diline
yakın olduğuna inanarak, bu yazıların dilce.
eski Turânî yahut İskit kavimlerinden birine ait
sayılmasını iltizam etmiştir. Bu fikrin diğer bir
kuvvetli müdafii olan Lenor- mant.
kendinden önceki dilcilerin metoduna uyarak,
gramer unsurları esasına göre ileri sürülen karabet
teorisinden uzaklaşmış ve keyfi araştırmalara
bolca yer verdikten sonra, bu dile ait birçok kelimeleri,
sırf telâffuzları üzerine Fin-Ugor ve
Türk-Ta- tar dillerinden saymıştır. Dikkate şayandır
ki, bu sahanın üstat-larından sayılan Eber,
Schrader dahi, muayyen modifikasyonlara dayanarak,
Akkad dilinin de agglutinativ olup kelime
serveti bakımından bu dilin Türk yahut Fin-Ugor
dillerinden sayılabileceğine kanaat getirmiştir.
Daha sonraları, aynı tez Hommel tarafından
müdafaa edilmekle kalmamış, ayrıca bir de
Sümer-Akkad dillerindeki fonetik değişmelerinin,
Türkçeye benzemekte olduğu nazariyesi yeniden
canlanmıştır. Bilhassa bu iki dildeki 1 2 3
Rronomina unsurlarının birbirine benzemesi, iddia
edilen kara-betin en kuvvetli temelini teşkil
eylemiştir. Her iki dil arasında-149. İrcce. İskemlen.
1985. Der Tarikiye Hczareha" s.215.
ki sayı. proposition ve adverb gibi unsurların,
velev dış bakımdan göze çarpan benzeyişleri, bilgin
Hommel e, davasının tutulması için, çok
elverişli olmuştur. Neticede, Hommel, Sümer-
Akkad dillerinin. Ural-Altay diller manzumesinin
bir dalı olan Türk-Tatar dilinin, en eski gelişmiş
devresinden biri olduğu kanaatine saplanmış
kalmıştır."160
Ancak Caferoğlu bir taraftan şimdilik Sümer
dilinin öğrenilme süreci tam olarak tamamlanmadığı,
diğer taraftan M.Ö. 3000. yılın başlarında
ortaya çıkarak mükemmelleşmiş bu dil ile,
Orhun-Yenisey yazıtları arasında 4000 yıla yakın
bir zaman mevcut olmasından dolayı, Sümer-
Türk dillerinin ilişkilerini öğrenmek
ve bu boşluğu doldurmak için daha çok
çalışma yapılmasını öneriyor. Bu boşluğu giderebilmek
için bir ölçüde Sümer dili ile Çuvaşça ve
Yakutça gibi çok eski Türk lehçelerinin karşılaştırılması
gerektiğini belirtiyor.
Caferoğlu'nun bu konuda göz önünde tuttuğu
araştırma sürecinin belli bir kısmı Tuna, Balkan
ve Süleymanov gibi bilim adamlarının çok
değerli araştırmaları sayesinde belli ölçüde kat
edilmiştir diye düşünüyoruz. Bizim kanaatimizce,
yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, eğer Sümer
dili ve edebiyatı Türk dünyasının en eski üyelerinden
olan, dilinin sözcük hazinesinin zenginliği,
doğup büyüdüğü ve şimdiye kadar yaşaya gelen
yurdunun çok eskiliği ile başka bir olumlu özellik
gösteren Türkmen dil ve edebiyatı ile'
karşılaştırılıra bu konuda yeni şeyler açıklığa
kavuşacaktır. Bizim bu kanaate varmamıza, bazı
Türkmen dilcilerin dışında ünlü dil 1 2 4
uzmanı Şerbakov'un; Tarih öncesi dönemde tüm
Türk uluslarının hemen hemen bugünkü Türkmen
diline yakın bir dilde
konuştukları konusundaki görüşünün de etkisi
olmuştur.3^1
Hommel. Fritz. 1925. Ethnologie und Geographie
Des Ailen Orients. s. 14-15. München.
Ödek Ödekof . 1990. Sümer hakda kelam ağız.
Yaşlık jurnali savı 12. s.30. Asgabad Sümerce-
Türkmence Arasındaki Dilbilimsel Benzerlikler
• •
Türkmence genel Türk dilinin en eski lehçelerinden
birisidir diye düsünyoruz, çünkü geçen
bölümlerde gördüğümüz gibi
Türkmenistan Anau, Altıntepe, Marguf ve Part
(Parfia) gibi eski medeniyetleri yaratan kavimlerin
beşiği olmuştur. Hatta günümüzdeki
Türkmen ulusunun etnik terkibinde
bu eski kavimlerin bir çoğunun izlerinin Oğuz
boylarının yanında mevcut olduğu bilim adamları
tarafından kabul görmektedir. Bu gerçek eski
Sovetler döneminde de benimsenmişti. Örneğin
Türkmen Edebiyatı Tarihi resmen Orhun-Yenisey
yazıtlarından başlayarak diğer kardeş
Türk halkların dil ve edebiyatı ile birlikte ele
alınırsa da152, N.Gulla gibi bazı bilim adamları,
onun kökeninin en azından Milat tan 300 yıl önce
başlamış Part (Parfia) medeniyetinde aranması
gerektiğini savunuyorlar.153
En son araştırmalarda bu genel dil hakkında şu
fikirlerle karşılaşıyoruz:
"Türkçe, tarihi 4500 yıl öncesine
kadar uzanan dünyanın en eski ve en çok konuşulan
dillerinden birisidir. Tarih öncesi dönemde
konuşulan Ön Türkçe, Ön Altayca ya kadar uzanır.
Burada Ön Moğolca, Ön Mançu-Tunguzca
ve Ön Korece (ve belki de Japonca) ile akrabalığı
vardır. Ön Türkçe- nin tarihi gelişimi ve dil özellikleri
hakkındaki bilgiler çeşitli teorilere dayandığı
için, bu konuda bilimsel fazla bir şey
söylen-1 2 5
memekdir."1MBu bölüme girişte şu hususları göz
önünde bulundurmak istiyoruz:
1- Günümüzdeki Türkmen dili ile Sümer dili
arasında 4000 yıldan fazla bir zaman bulunmaktadır.
Bir taraftan Sümer dili henüz çok
gelişmemiş ve gramer açısından olgunluk sürecini
geçirmemiştir.
Diğer yandan Türkmen dili kendi içerisinde
(dillerin gelişme süreçlerine uygunlukta) mükemmelleşmiş
hem de başka dillerle karşılıklı etki sonucunda
bir çok değişmelere ma-TF.T 1975. s*
14.
Gulla. Nazar. 1986. Cadımdan Galan Nüshalar,
s.8-9. Aşkabat. 154 Gülensoy 2002. 631. ayrıca
Tekin. Talat. 1993. Türkçe-Japonca.
ruz kalmıştır. Hatta biz bugün. (Sümerler döneminde)
yaşamış
kendi atalarımızın dili ile günümüzdeki Türkmen
dilini karşılaştırma
imkânımız olsa idi, onlar arasında da büyük
ölçüde farklılıkların bulunması gayet doğal
olurdu. Netice itibariyle SümerTürkmen dillerini
karşılaştırdığımızda, belli ölçüde benzerliklerin
ve dengelerin bulunmasının aralarında akrabalık
ilişkilerinin mevcudiyetini gösterdiğini
düşünüyoruz.
2. Çivi yazısı kendisinin olgunlaşma sürecini,
özellikle hecelerin seslere bölünüp yazılmasını
Sümerlerin kendi dönemlerinden daha sonra
geçirmiştir. Netice itibariyle Sümer sözcüklerinin
sesleri ve onların yankılanışı (telâffuzu) yazıya
geçmemiştir.
Yani bir cok sözcük için. Sümerlerin kendilerinin
de onları na*
*
sil telâffuz ettikleri pek açık değildir. Aslında bu
husus, bugünkü gelişmiş diller ve alfabeler için
de geçerlidir.
3- Sümer metinleri genellikle onların hemen ardından,
mirasçıları hükmünde Mezopotamya'yı
ele geçiren Akkadlar gibi, dilleri Sümerce'den
tamamen farklı olan Samî kavimler tarafından
yazıya geçirilmiştir. Bu durum ise, Sümer dilini
oldukça et-1 2 6
kileyerek, belli ölçüde hem sözcükleri ses ve
telâffuz açısından hem de o dilin gramerini, adı
geçen dillerin kaidelerine uydurarak
değiştirmiştir. Bu konuda son yıllarda yazılan
akademik eserlerin birinde şu açıklamalar vardır:
"Sümer dili bizim için sadece Akkad dili aracılığı
ile kendisine ulaşılabilir bir dil olmuştur. Bir
başka deyişle Sümerce, yapısı Sümer dilinden
temelden farklı olan bir dil yolu ile bize
ulaşmıştır. Bizim Sümer dilinin fonetik ve
grameri ile doğrudan temas imkânımız olmayıp,
ona Akkad dilinin gözlüğü ile bakabiliyoruz.
Eğer Sümer dili Mezopotamya'nın Samî
kavimleri tarafından korunup saklanmasa idi, biz
hiçbir zaman Sümer yazılarını okuyamazdık.",55
Bu konudayine Sümerlilerin kendilerinden
temelden başka bir dilde konuşan Akkadlar ile
uzun yıllar komşuluk içinde ya-155. Hübner. B.
& Reizammer. A.. İnim Kiengi 3. .s. 18.
Marktredu'itz. 1987.
sadıkları, aralarında devamlı siyasî ilişkiler, savaş
ve barışların devam etmesi neticesinde birbirini
güçlü bir şekilde etkiledikleri konusunu etraflıca
ele alarak arı Sümer kültürü ve edebiyatından, sadece
M.Ö. 3000-2400 yıllar aralığında söz etmek
mümkündür.156
İlk Sümer dili araştırmacılarının hemen hepsi
İndo-Ger- man dillerinde konuşan Avrupalılar
olmuştur. Onun için kendi dillerinden temelden
ayrı olan bir dili düşünerek araştırmakta zorluk
çekmişlerdir. Onların çok sayıda Sümerce kelimeleri
kendi dillerine uygun şekilde yazmış olmaları
da gayet muhtemel ve aynı şekilde
doğaldır. Bu konuda yukarıda adı geçen eserin
giriş
bölümünde şu bilgi verilmektedir: "Sümer dili
Hint- Avrupa dili olmayan bitişimli (agglutinativ)
bir dildir. Bu yüzden onu İndo-German dili ile
karşılaştırarak incelemek mümkün değildir.
1 2 7
Öyle ise, Sümer dilinin gramerini kurmak nasıl
mümkün olabilir?
Biz her derste Alman dili gramerinin belirli bir
bölümünü ele alarak ardından, Sümer dilinde ona
uygun kaideleri ele alıyoruz.
Alman olmayan okurlarımız bunun tersine, kendi
dilinin gramerine göre davranırlarsa belki daha
iyi ve olumlu sonuçlar alabilirler.
Örneğin, "ilgi durumundaki zamirleri" her okur
kendi ana dilinin kaide ve kuralları ile düşünürse,
daha anlamlı olması mümkündür.1''7
Biz burada sadece belli ve göze çarpan benzerlikler
üzerinde duruyoruz. Ancak dilimizin çok
yönlü ve mükemmel kaideleri, özellikle onun
mükemelleşme kanunları esasında Sümer dili ile
karşılaştırılırsa, daha anlamlı ilişkilerin ortaya
çıkacağına, hatta onların akraba olduklarını daha
bilimsel temellere dayanarak ispat etmek imkânı
elde edileceğine de inanıyoruz.
156. Soden & Landsberger 1965 = Soden IVolfram
Von & Landsberger, B. 1965. Die Eigenbegrifflichkeit
der Babaylonischer Wissenchaft.
s.24-27. Darmstadt. 157 Hübner. B. & Reizammer.
A.. İnim Kiengi 3. lil Marklredvvilz, 1987.
5.1. Sesbilgisi Lautlehre/Fonetika
5.1.1. Sümer dilinin mükemelleşme süreci
Sümer dili araştırmacılarının açıklamasına göre.
"çivi yazısı mükemelleşme sürecini uzun çağlar
içinde oluşturmuştur. İlk dönemde her bir sözcük
için belli bir işaret kullanılmıştır. Örneğin bu
*(yıldız) işareti iki türlü okunur. Biri "dingir"
yani "tanrı" biri de
"an" yani "uzak" ve "gök' anlamlarında. Sonraki
süreçte sözcükler hecelere bölünüp yazılır. En
son aşamada ise, heceler seslere dayalı harfler ile
yazılır."158
Uzmanların açıklamasına göre hecelerin harflere
bölünüp yazılması M.Ö. birinci bin yılda ortaya
çıkmıştır.10'' Falkenstein da bu konuda şunları
söyler: "Sümer yazısında yani Sümerlerin kendi 1
2 8
dönemindeki çivi yazısında genellikle her kelime
için belli bir işaret kullanılmıştır. Sözcükleri
hecelere bölüp yazmak ise Sümerlerden sonraki
dönemde gelişmiştir. Bu yüzden de Sümer
dilindeki pek çok ses yazıyla kaydedilip korunamamıştır.
Bir de, Sümerlerin mirasçısı olan
Samîlerin dil karakteri Sümer- ceden temelde
başka türlü olduğu ve Sümer dilindeki bir takım
sesler onların dilinde bulunmadığı için
yazılarında da kullanılmamıştır.
Örneğin Sümer dilinde burun sesi "n" vardır. Bu
sesi sonraki kavimler başka harflerle
yazmışlardır. Örneğin "An" yerine "Am",
"İn" yerine "İm" ve "En" yerine "Em"
yazılmıştır."160
Bilindiği gibi burun sesi "n" Azeri Türçesi ve
bugünkü standart Türkiye Türkçesi hariç tarihi
ve çağdaş Türkmen ve bir çok Türk lehçelerinde
vardır. Meselenin çok ilginç ve anlamlı yönü ise,
o dönemdeki Sümer dili ile Samî kavimlerinin
dilleri arasındaki ilişkinin günümüzdeki Türkmen
dili ile Samî kavmi olan Arap dili arasında
da aynı şekilde mevcut olmasıdır. Örneğin
Hübner. B. & Reizammer. A.. İnim Kiengi 3.
s.6-21
Marktredvvitz. 1987.
Jaspers. Kari. 1949. Vom Ursprung und Zeit der
Geschichte. s.69. München.
Falkenslein. Adam. 1959. Das Sümerische. s.20.
Leiden.
Türkmen dilindeki "n" sesini yazmak için Arap
alfabesini kullandığımızda (ng) şeklinde
yazmaya mecbur oluruz. Türkmence'nin .dil
hususiyetlerini bilmeyen birisi de bu Arap harfleri
ile yazılan "ri" = "ng" sesini n ve k harfleri
olarak değerlendirecektir.
Sümerce'de Sesler
Sümer dilinde var olan ünlü ve ünsüz seslerin
günümüze kadar uzmanlar tarafından açıklananları
aşağıdakilerden ibarettir: Ünlüler
Tek ünlü sesler: a, e, i, u seslerinden ibarettir, "o"
sesi için çivi yazısında belirli bir işaret yoktur.
1 2 9
Çift ünlü sesler (uzun ünlü sesler): Bu sesler ayrı
ayrı hecelerdeki ünlülerin birbiri ile sürtmesi? sonucu
meydana gelmiştir, a-u-ı, ga-iş, ga-eş.
Ünlü sesler genellikle kök sözcüklerde
değişmeden kalır. Sümer dilinde büyük
değişmelere maruz kalmadan ayrı ayrı ünlüleri
kabul eden kelimelerin sayısı (helçelerde) çok
azdır. Örneğin*.
har (hir) = hur (= gur = mur) = ar = ir, dib = dab
= dub, ama = eme
= umu.
Ünsüzler
Sümer dilinde hecelerin başına gelen ünsüzler
şunlardır: b, P, g> k, q, d, 11, z, s, ş, ş, m, n, r, h
Hecelerin "R" harfi ile başlaması, sonraki
dönemlerde Ak-kadlann etkisi ile ortaya çıkmıştır.
(Türkçe'de de heceler "R" harfi ile
başlamaz. Sümer dilinde bulunan tek boğaz sesi
ise, çoğunlukla ünlü ile başlayan hecelerin
başında gelen "h" sesidir.
Pek çok dilde olduğu gibi Sümer dilinde de kelimelerin
başında, ortasında ve sonunda gelen şu
ünsüzler birbirine çevrilerek değişip gelebilirler:
b /£ p, g /E k/E k (q), d /E t/E t, z /E s/E s/E ş, ş /E
l/E r, m /E b Örneğin: udug /E utuk, tun /E dun,
kilim /E gilim,
1 3 0
5.1.5. Heceler
Hece sisteminde çift ünsüz ses kelimenin önünde
veya ardında gelmez.
Böyle durumda ona bir ünlü ses eklenerek tekrar
(ve hece artırılarak) yazılır. Örneğin "bra"
sözcüğü "ba-ra" şeklinde yazılır."162 Türkmen
dilinde de kelimenin başında ve sonunda çift ünsüz
ses gelmez. Yabancı dillerden gelmiş böyle
sözcükler ise, Sümer dilindeki gibi Türkmen
dilinin kaidelerine uydurularak, bir ünlü ses
artırılıp yazılır. Örneğin "traş"
sözcüğü "taraş", "vraç" (doktor) sözcüğü "vıraç"
şeklinde yazılır.
Sümer dilinde sözcüğün başında "F" sesi gelmez.
Sümer- ce'de F sesi ile başlayan kelimeler sonraki
dönemlerde Akkad dilinin etkisi altında ortaya
çıkmıştır. Sümer dilinin ünsüz seslerinde de "F"
yoktur ancak "P" vardır.'61
Türkmen dilinde de durum aynen böyledir. Yani
sözcüğün başında "F" sesi gelmez. Yabancı
dillerden girmiş böyle kelimelerin başındaki "F"
harfi değiştirilerek "P" harfi ile yazılır. Örneğin
"fark" yerine "parh", "fayda"
yerine "peyda" "fakir" yerine "pahır", "fabrik yerine
"pabrik" yazılıyor.
Deimel.
Anton. 1939. Sümerische Grammatik mit
Übungsstücken und zvvei Anhangen-Liste der
gebrâuchlischsten Keilschriftzeichen mit ihren
Urbilden und den Hauptbedeutungen. s. 11-16.
Roma.
Palkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische. s.20.
Leidcn.
131
Deimel. Anton. a.g.e.. s. 15.
5.2. Biçimbilgisi 5.2.1. Zamirler
a-) Bağımsız zamirler:
Birinci tekil şahıs: me = men = ben
İkinci tekil şahıs: ze = sen
Üçüncü tekil şahıs: e-ne= o-ol164
Za / ze > zi = sene. a > ö (he) = o, ol!6S
Bağımsız zamirde erkek ve dişi birbirinden farklı
değildir, yani genel Türk dilindeki gibi Sümerce
de de kelimelerin cinsiyeti yoktur.
"a" ve "e" harfleri birbirine çevrilerek gelebilir:
Ma > me, za > za-e > ze e-ne166
Yukarıdaki 1., 2. ve 3. tekil şahısa ait zamirlerin
Türkmen dilindeki bu zamirlere benzerliği görülmektedir.
B) Zamirlerin ardına isimlerdeki gibi durum
ekleri getirilir: na-k-am = menki. benimki, mir
gehörig
za-ra = sana, sana, dir167
c) Yükleme ve bulunma hallerinde 1. kişi, 2. kişi
ve 3. kişi şöyle gelir:
-na (-k) = men, menin, benim
-na-a = mende, bende
-za (-k) = sen, senin, senin; -za-a = sende
-a-na (-k) = onun (onun, eski Türkçe'de anın)
-a-na = onda (eski Türkçede "anda")168

Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische. s.33.
Leiden.
Csöke. Sandor. 1979. The Sümerien and Ural-Altaik
elements in the Old Sla- vic Language.
s.36-38. Münchcp.
Delitzsch. Friedrich. 1914a Kleine Sümerische
Sprachlehre. s. 15-16. Leipzig.
Falkenstein. Adam. a.g.e.. s.33.
Falkenstein. Adam. a.g.e.. s.33.
Zamirler ilgi durumunda haber yerinde
geldiğinde "ge" ekini alır: 1 3 2
mâge = menki. meniriki. benimki, mein zage =
senki, seninki, seninki, dein
Verme durumunda ise "ra" eki alır: ma-ra = mana.
bana, mir za-ra = sana, sana, dirK>y
O Kişi eklerine çevrilmiş zamirler: Sümer dilinde
kişi ekleri "şahıs zamirlerinden" meydana gelir.
Bu durum Türkmen dilinde de aynıdır: mu, ma =
ım / im, um / üm e-mu: öyüm, evim, mein Haus
du-mu: çağam, doğmam, çocuğum, mein Kind
ad-damu: atam, mein Vater ama-mu: enem. anam,
meine Mutter dug-mu: dizim, dizim, meine Knie
zu = ın, fi
e-zu: öyün, evin, dein Haus
izi-zu: odun, ıssın, odun, senin ateşin, dein Feuer-
170
ni, bi = si, i
ama-ni: enesi, anası, annası, annesi, seine Mutter
dingir-bi: Tanrısı, Tanrısı, sein Gott
ani = onun, Eski Türkçe anın, onun e-ani: öy-anın,
onufi öyi, öyi, evi.
sein Haus dingir-a-ni: tanrı onun. onun Tanrısı,
sein Gott1'1
Delitzsch. Friedrich. 1914<ı. Kieine Sümerische
Sprachlehre. s. 15-16. Leipzig.
161. Delitzsch. Friedrich. 1914a. Kleine
Sümerische Sprachlehre. s. 17-18. Leipzig.
161. Delitzsch. Friedrich. 1914a. Kleine
Sümerische Sprachlehre. s 39. Leipzig.
1 3 3
ad-da ani: atasının, babasının, seines Vaters.
Görüldüğü gibi Sümer ve Türkmen dillerinde
"kişiler" ve "durumlar"
ismin veya zamirlerin ardından gelen "ekler"
aracılığıyla gösterilir.
Halbuki İndo-German dillerinde bu durum
bağımsız edatlar (prâposition) ile gösterilir. Yani
Sümer dilinden temelden farklı bir kaideye
sahiptir.
5.2.2. İsimler / nomen
Sümer dilinde isimlerin kökü genellikle bir tek
heceden, nadiren de iki heceden oluşur:
gal: ulu, galin, büyük, gross
sag: baş, kelle, Haupt
ge: gice, gece, Nacht
gig: kesel, hasta, krank
uru: yurt, yurd, şaher, şehir, Stadt
izi: o:t, od, yalın, ıssı, ateş, Feuer
dumu, dugeme: çağa, doğma, çocuk, Kind
temen: düyb, temel, esas, Grund.
Sümer dilinde isimlerin dış görünüşü fiillerden
farklı değildir. Kök kelimeye yeni eklerin
gelmesiyle kök kelimede herhangi bir değişiklik
olmaz. Gramatik oluşumların etkisi bu kök
sözcüklerin dışında, yani önünde veya ardında
kalır.172
Önceki bölümünde de belirtildiği gibi yukarıdaki
kaide Türkmen ve diğer Türk lehçelerinde de
aynıdır. İndo-German dillerinde ise tam tersine,
kök sözcükler kalıcı olmayıp, gramatik olaylar
neticesinde bazen yeni kelime eski kök sözcükten
meydana geldiği
farkedilmeyecek kadar değişmektedir.
Zamirlerde olduğu gibi adlarda ve sıfatlarda da
dişi ve erkek cinsler çok seyrek durumda belli bir
işaretle birbirinden ayrılır. Bazı insan ve hayvan
adlarında cinsler özel adlar ile ifade
172. Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische.
* 35. Leklen.
edilmektedir: Giş: kişi, erkek, Mann: anşe: eşek.
Esel; ki-el: he- ley, kadın. Frau; eme: maçı, çlişi
eşek, Eselin; ur: köpek, Hund; am: öküz.
yaban öküzü, vahşi öküz, Wildochse; nig: gancık,
dişi köpek, Hundin: silim: sığır, sugun. vahşi
sığır, VVildkuh.173
Görüldüğü gibi Sümer dilinde de Türk dillerindeki
gibi erkeklik dişilik yoktur. Yalnız bazı kelimelerin
dişi ve erkek cinsleri Sümer ve Türk
dillerinde ayrı ayrı özel adlarla gösterilir.
5.2.3. Sümer ve Türk dillerinde çokluk:
Sümer dilinde çokluk ekleri ;-ene; ve ;-
mes;dir.(Falkenstei 1959,31-32). Bu sümer ekine
çok yakın olan ;-en; , ;-an; ve :-
• •
in; gibi çokluk ekleri eski türkçede de olmuşdur.
Örneğin: "er+-
en>eren=erler, ogul+-an>oglan= oğullar,
teg(prens)+-in>te-gin=prensler \174
Bunun dışında aşağıdaki tarzlarda da çokluk anlatılmaktadır:
Adların iki kez tekrar olması: Kurkur:
(bar) dağlık yurtlar, (tüm) dağlık, dağ-dağ,
gorğan-gorğan, küren-küren, ülkeler, (aile) Berglânder;
bal-bal, Faltalar, baltalar Palta-palta,
balta-balta, Beile.
Böyle adın iki kez tekrarlanması ile çokluğu anlatmak
durumu Türkmen dilinde de vardır.
Örneğin: göl-göl (göller), deşik- deşik, hatarhatar,
dere-dere vb.
Ad ile ilgili sıfatların iki kez tekrar olması:
Dingir-gal-gal: Ulı-ulı tanrılar, galın-galın tanrılar,
ulu-ulu tanrılar, die grossen Götter175
• 5.2.4. İsmin Halleri, (Die Kausus / Düşümler)
Sümer dilinde ismin aldığı haller, sözcüğün
cümlede aldığı yerleri ile belli olmadık durumlarda,
durum ekleri eklemek suretiyle gösterilir.
Bu tarzda gösterilen durumlar aşağıdakilerden
ibarettir: Delitzsch. Friedrich. 1914a. Kleine
Sümerische Sprachlehre. s.28. Leipzig.
Grönbech. Kaare. 1995. Türkçenin Yapısı, s.
58-59. (Çeviren Mehmet Akalın). Ankara.
Kalkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische. s.32.
Leiden.
Tamlayan durumu (Der Genetiv)
İlgi hali eki -"ak' tır. Onun "k" harfi yalnız ünlü
sesle başlayan eklerin önünde korunarak
kalmıştır. Ünlü ile biten sözcüğün ardından "k"
şeklinde gelir. Ünsüz ile başlayan eklerin önünde
ise o, tümüyle kaybolur: Dumu-an-ake (dumuan-
na- ke): çağa (doğma) Anınkı.
Anın çağası. Anın çocuğu ("An" tanrı adı), Kind
Ans; sipa-anşe-ka-ni: çopan eşeğinki onun =
onun eşek çopanı, onun eşek çobanı, Sein Eselhirte;
e-lu-ka: öylifiki- de = bir adamın Begmyrat
C >erey
öyünde, birinin evinde, in das Haus eines
Menschen; e-nanşe: öy Naşankı, Naşan öyi, ev
Nanşanın, Nanşa'nın evi, Haus der nanşe.170
İlgi durumu yalnız ada bağlı elemanların durumu
hükmünde kullanılır.
Sümer dilinde addan sıfat türetilmediğine göre
ilgi duruma çeşitli sıfatlar artırılır: "e-nammlugal-
a(k)-nu" öyüm şanki kimin > menin şalık
öyüm, evim kralınki gibi > benim krallık evim,
mein Haus des Königtums > mein Königliches
Haus.
Csöke'nin açıklamasına göre "ilgi hali" eki şu
şekilde olmuştur: ag /
-ak > Phonetics ag > ai > ei, eu > u / -u.177
Burada gördüğümüz gibi Sümer dilinde ilgi hali
ekleri olan "ak" ve "-k" Türkmen dilindeki ilgi
halinin "n", "in", "uri" gibi ekleri ile hem form
hem de isimlerin sonuna eklenmesi bakımından
çok benzerdir. Halbuki Alman dilinde bu hal (ve
diğer haller) bağımsız edatlarla gösterilir. Bu
kaide Rusça ve İngilizce gibi diğer İndo- German
dillerinde de Almanca ile aynıdır.
5.2.4.1. Yönelme durumu (Dativ / yöneliş
düşümü)
Yönelme durumu eski Sümer dilinde "-ra" olarak
gelir. O, önündeki sözcüğün ünlü veya ünsüzle
bitmesine uygun olarak değişir. Bazen de "r" harfi
düşer. En-lil-la: Enlil'e, dem Enlil; Falkenstein.
Adam 1959. Das Sümerische. s.38. Leiden.
("söke. Sandor. 1979. The Si'ımerien and Ural-
Altaik elements in the Ok! Slavic t-arıguaye.
s.21.
München.
1 3 6
ama-nu-ra: eneme, anama, anneme, meiner Mutter:
1'* amani- ıa: enesine, anasına, annesine,
seiner Mutter; an-ra: An a, AnCı'a (Ânev'e), dem
Anû.;/'
Bu durumun kaideleri de Sümer ve Türkmen (ve
diğer Türk lehçelerinde) hemen hemen bir diyebileceğimiz
kadar benzerdir.
"Eski Türkçe'de ise bu durum Sümerce ile aynı
olmuştur, örneğin: taşra = dışarıya, içre = içeriye".
ls0
"ra" eki ile gösterilen verme durumu yalnız şahıs
özne ile bağlılıkta gelir. Şahıs tümlecini kendine
uyduran eylem ise nesne tümlecine
"yer", "yer ve zaman" ve seyrek olarak "zaman"
bulunma durumlarına bağlanırlar.181
Yükleme Durumu (Der Akkusativ / Yeniş
Düşümü)
Yükleme durumu Sümer dilinde hem hiçbir ek
eklenmeden, hem de bir tümcede iki yükleme olmaz:
"sipa-şe-pâ" çobanı çağırmak, birini çoban
olarak çağırmak, einen Hirten berufen, jemanden
als Hirten berufen.ıs* Yükleme durumunun
eksiz kullanılması Türkmen dilinde de
vardır, "adam çağırmak" (adamları çağırmanın
yerine), bağşı çağırmak (bağşıyı çağırmanın yerine).
Bulunma hali (Lokativ / orun düşümü)
Bulunma hali eki "-a"dır. Bu ek kendi önünden
gelen sözcük ile karışarak da ortaya çıkar. Sümer
döneminin sonlarında ünlü "-a" sesi ünlü "-e" sesine
çevrilir, bunun gibi de genel ve belirsiz bulunma
durumu ile belli bulunma durumu
birbirinden ayrılırlar: e-a: öyde, evde yurt, im
Haus; uru-du-a-a > uru-du-a: dikilende, dikilen
yurtta, yapılmış yurtta (kentte), in der gebauten
Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische. s.39.
Leiden.
Poebel. Arno. 1923. Grundzüge der Sümerischen
Grammatik. s.20. Rostok.
Grönbech. Kaare. 1995. Türkçenin Yapısı, s.35.
(Çeviren Mehmet Akalın). Ankara.
Delitzsch. Friedrich. 1914a. Sümerische Sprachlehıe.
s.55. Leipzig.
Delitzsch. Friedrich. a.g.e.. s.55
Stadt: sil-a: yolda, yolda, auf der Strasse;an-na:
asmanda, as-manna, gökte, im Himmel; ki-a:
yerde, gırda, kırda, auf der Erde; ge-a / ge-e: gicede,
gecede, in der Nacht; ge-ge: gice-gice, giceden
gice, gece-gece, geceden geceye, Nacht für
Nacht kâ- e: gapıda, kapıda arkasında, neben der
Tür; egera-ne: onun arkasında (gerisinde), hinter
ihm183; za-a: sende, auf dir.184
1 3 7
Bu hal "-a" durum eki ile gösterilir ve genelde
nesne özneler (şahıs olmayan özneler) ile kullanılır.
O, bazı durumda da yalnız şahıs sözcüklerinin
ardından gelen tümleçlere de katılarak
gelir. Son Sümer döneminde ise o, şahıs sözcüklerinin
kalma durumu bildiren ekin ardına eklenir.
"Kalma durumu" yer ile bağlantısında hem
"nerede" sorusuna hem de
"nereye" sorusuna cevap olarak gelmektedir.
Ayrıca o, zamanla bağlantısında ne zaman?" sorusunun
cevabı olmaktadır. Bunların dışında tür
ve durum hallerine de katılmaktadır: "dinir-na-işa":
tanrım ol silaglı > menin tanrım, ol sılağlıdır
= tanrım o, saygılıdır > tanrım saygılıdır,
meinem Gott ist er genehm; "ama-na" enesine,
anasına, annesine, seiner Mutter; "şâ-ga" şonda >
şonun içinde > onun içinde, darinen; "hul- la-na"
halanında > hoşhallıgında, hoşhal > hoşluğunda,
hoş, in seiner Freude, Freudig.:sr>
Görüldüğü gibi vjukarıdaki karşılaştırmaların
temeli bir İndo- German dilinin gramerine dayalı
olduğundan, bu gramere uygun olmadığı için,
çok yerde Sümer dilinin gramerinin özelliklerini
anlatmakta zorluk çekiliyor, hatta durumların
tertibinde bir tür karmaşıklık ortaya çıkıyor.
Örneğin, yukarıdaki "hul-la- na" sözcüğünün ardındaki
"-na"
(-a) kalma durum ekini Türkmen dilindeki ona
çok yakın "-na" (-a) kalma eki ile karşılaştırmak
yolu ile kolayca anlatmak mümkün olduğu halde,
onu Al-183. Falkenstein. Adanı. 1959. Das
Sümerische. s.39. L.eiden.
1S4 Poebel Arno. 1923. Grundzüge der
Sümerischen Grammatik, s.30. Rostok.
185. Delitzsch. Friedrich. 1914a. Sümerische
Sprachlehre. s.55. Leipzig.
man dilinde "in" ve "seiner" gibi edat ve kişi
zamirleri ile anlatmaya mecbur olunuyor.
5.2..4.3.1. Bulunma halinin sıkı görünüşü (Der
lokativ-ter- minativ die unmittelbaren Nahe)
Bu durum "e" eki ile gösterilir ve "yanında", "ile"
anlamındadır; Türkmen dilindeki "-nda", "-da",
"de" gibi eklerle aynıdır. O, "nesne özne" adlarına
eklenir; bu durum "yer" için daha az kullanılır.5
%
Verme durumu (Terminativ / yöneliş düşümü)
1 3 8
Bu hal ekinin temel şekli "-eşe" şeklindedir. O,
ünlü ile biten sözcüklerin ardından "-şe" ve nadiren
"-eş" şekillerinde gelir: an-şe: asmana, asmana
çenli, asmana garşı, göge, zum Him- mel;
nam-ti-la-ni-şe: onun diriliği üçin, onun diriliği
için, für se- inem Leben.187
Birliktelik durumu (Komitativ / onın düşümü)
Bu hal eki "-da" olarak "yanında" anlamını verir.
Son Sümer döneminde "-de" şeklinde
değişmekte, bazen de düşmektedir.
Lagaşa-da: Lagaş'da, Lagaşın yanında, mit
Lagaş; a-de: öy- de, öy bilen, evde, ev ile, mit
dem Haus.188
Sümer yazılarında yurt (ülke) adlarının yanında
"ki" sözcüğü ek olarak gelmektedir. Bu sözcük
"yer", "yurt" ve "kır" gibi kavramları anlatır.
Türkmen dilinde de buna benzer durumu
görüyoruz. Örneğin: Küyzelig»;, Gaplanhgır,
Galalıgır gibi yurt adları.
Delitzsch. Friedrich. 1914a. Sümerische Sprachlehre.
s.56. Leipzig.
Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische. s.39.
L.eiden.
Falkenstein. Adam. a.g.e.. s.39.
1 3 9
5.2.4.5.1. Birliktelik durumunun "yanında" ve
"yoldaş" anlamında gelişi
"Yanında" ve "yoldaş" gibi anlam Sümer dilinde
"-da" durum eki ile gösterilir, "da" sözcüğü "yan"
(taraf) anlamındaki isim olarak,
"beraber" ve "birisinin yanında" gibi durumları
anlatır. Bu ek şahıs ve nesne özne adlarının ardına
katılır. Ayrıca o, "bi" zamir eki ile birleşerek
"bile" (ile), "ve" bağlaçlarının yerini alır. Bu anlamı
ifade eden başka bir sözcük ise, Akkad
dilinden alınmış "u"dur:
"an-ki bi-da" asman yer bile > asman yeri bile =
gök yeri ile, der Himmel mit seiner Erde;
"e-da im-da-hül", öyden ol hoşhal > ol öyi haladı,
evden o, hoş > o evi beğendi, er freude sich über
das Haus.189
5.2.4.6. Çıkma durumu (Der Ablativ-Instrumental,
çıkış düşümü)
Bu durum eki "-ta" olarak, bazen eski ve yeni
Sümer dillerinde düşer.
Bunun gibi de onun "-t" harfi, önünden gelen "r"
harfinde eriyip kaybolarak birliktelik durumuna
çevrildiğini de görüyoruz: Sahar-ta/da (sahar-ra):
gumdan, kumdan, von Sta- ub (belki de sahradan,
B.G.) kur-da: dağlıkdan, dağdan, gor- gandan,
vom Bergland.190
Görüldüğü gibi çıkma durumu Türkmen ve
Sümer dillerinde aynı diyebileceğimiz kadar
yakındır, "-ta" eki ise bizim dilimizdeki "-dan,
-den" eki ile aynı rolü yerine getiriyor."Eski
türkçe- de ise bu durum Sümerce ile aynıdır,
örneğin: anta = ondan".191 Vr Çıkış durumu "-ta"
çıkış eki ile gösterilir ve anlamı ise, "bir yerden",
"bir yoldan" demektir. Bu durum (zaman) bulunma
durumu ile de benzer olarak, genelde
nesne özne adların ardı-
Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische. s.56.
L.eiden.
Falkenstein. Adam. a.g.e.. s.39.
Grönbech. Kaare. 1995. Türkçenin Yapısı, s.42.
(Çeviren Mehmet Akalın). Ankara.
na eklenir. Zaman durumunun yerinde o. "dan.
çenli" (dan, ga- dar) gibi kavramı anlatır: "eriduki-
ta nam-luga! ma-an-si" Eri- du'da (ol) mana
salık sundı > Eridu'dan başlap ol mana şalık
sundu Eridu'da (o) bana krallık sundu > Eridu'dan
başlayarak o, bana krallık sundu, in Eridu hat er
mir das Königtum gegeben.
1 4 0
Burada dikkate alınan sözcüğün anlamı "orada"
anlamında olmayıp, belki "oradan başlayarak"
anlamındadır.1'* Görüldüğü gibi buradaki
"-ta" durum eki günümüzdeki Türk dilinin "-da"
ve "-dan" ekleri ile hemen hemen aynıdır.
Bu kısa açıklamalarımızın devamında görüldüğü
gibi, Sümer dilinin grameri, İndo-German dil
grubunun en önde gelen dillerinden birisi olan
Alman dilinin gramer kurallarından ne kadar
uzaksa (kendi bilim adamlarının açıklamasına
göre), o kadar da bizim dilimiz olan Türkmence
ve genel Türkçenin gramerine yakındır. Örneğin,
"bulunma kuralları" gibi bir ibarede açıkça anlatılması
mümkün olan bir Sümer dilinin gramer
durumunu, Alman dilinde anlatmak için hemen
hemen bir paragraf ölçüsünde açıklama yazmaya
mecbur olmuşlardır.
Elbette Sümer dili gramerinin bazen Türk diline
denk gelmeyen yönleri de vardır. Örneğin, Türk
dilinde ekler genelde sözcüklerin ardına ekleniyorsa
da, Sümer dilinde sözcüğün önüne ve hatta
bileşik sözcüklerin arasına eklenme durumu da
vardır. Bir de Sümer dilinde
"bağımlı sözcüğün" genelde "esas sözcüğün" ardından
gelmesi, örneğin sıfatın adın ardından
gelmesi Türk dilinden ayrılan yönlerindendir. Bu
durumun Samî dillerin etkisi sonucu meydana
geldiği konusunda yukarıda söz etmiştik.
192. Delitzsch. Friedrich. 1914a. Sümerische
Sprachlehre. s.56. Leipzig.
Eşitlik derecesi /eki (Der Âquativ, Benzetme
Sözcüğü) Eşitlik hali Sümer dilinde gim eki ile
ifade edilir. Bu ek belli bir şekilde kalmamıştır;
aksine dilin çeşitli mükelleşme evrele- . rinde
"-gim", "-gin", "-gi", "-ge" gibi şekillerde
görülür. Yanındaki sözcüklerin etkisi ve onlarla
uzlaşma sonucu "-gi-nam", gi-in" ve
"gi-im" şekillerine de rastlanır: Gimi: kimin. gibi.
gle- ich wie;193
zi-gim (zi-gi-in): un kimin, un gibi, wie Mehl; angim:
asman kimin, asman gibi = gök gibi, wie
Himmel.194
Görüldüğü gibi eşitlik hali Sümer dilinde ek
şeklinde kullanılmasına rağmen bu ek, Türkmen
ve diğer türk lehçelerinde kullanılan "kimin",
"gibi", "gimi" gibi benzetme sözcüklerine hem
form hem de cümle 1 4 1
diziminde aldığı yer açısından hemen hemen aynı
diyebileceğimiz kadar yakındır.
Soru belirteci
Soru belirtici Sümer dilinde a-ba > a-na ve daha
somutu "nam" yani
"nâme?", "ne?" sözcüğüdür: Nam-lugal? nâme
ulı adam? şa nâme?
nedir şah? Wast is es Der König?
Bunun gibi nesneler de için "na-me?" (yani
nâme?, ne?, nedir?) şeklinde kullanılır: u-na-me?
gün nâme?, gün ol nâme?, gün nedir? > her gün,
Tag was ist er? > Jeden Tag.195
Olumsuzluk ön eki
Bu ön ek Sümer dilinde "nu", "na" şeklinde kullanılmıştır:
nu-meş: ne olar > olar dal (ne olar, ne
bular), onlar değil, sie sind nicht.196
Türkmence'de nâbelli (belli olmadık), nâtanış
(tanış olmadık), nâdoğrı (doğru olmadık) gibi
sözcüklerde kullanılan "nâ" ön eki Sümer
dilindeki ile aynıdır. Bu ön ekin bazı Indo-Ger-
Poebel. arno. 1923. Gaındzüge der Sümerischen
Grammatik. s. 15. Rostok.
Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische.
34-40. Leiden.
Poebel. Arno. a.g.e.. s.35.
Delitzsch. Friedrich. 19.14a. Sümerische Sprachlehre.
s.45. Leipzig.
man dillerine de Sümer dilinden girmiş olması
konusunda Csö- ke şunları yazıyor: "Olumsuzluk
ön eki "ni" Hint-Avrupa kökenli olmamalıdır
çünkü o. aynı zamanda Sümer dilinde de "nu
şeklinde vardır."1'" Türkmence ve Türk dillerinden
bazılarında da islam sonrası edebî metinlerde
geçen ne.. / ne... olumsuzluk kalıbının Farsça'dan
geçtiği malumdur. Fakat biz Türkmence halk
dilinde bulunan ve Türk asıllı kelimelerin önünde
de geçen bu olumsuzluk ön ekinin Türkmence
olduğu kanaatindeyiz.
9. Sayı sözcükleri
Sayılarda da Türk diline yakın sözcüklere Sümer
dilinde de rast geliyoruz: eş = üç, u, uh = on, uşu
= üç on, otuz.,9S
Şimdi ise Sümeroloji bilminin önde gelen simalarından
birisi olan Delitzsch'in çeşitli hal ekleri
ve (edatlar / prâpositionlar) hakkındaki açıklamalarına
bakalım: "Sümer dilinde sözcüklerin
ardına eklenen
"a", "ka", "ge" eklerinden başka, bir heceli öznelerin
ardından eklenen ve Alman dilindeki "in"
(içinde, bir şey içinde), "nach"
1 4 2
(birine, bir şeye yönelmek), "aus" (bir şeyden, bir
yerden çıkmak),
"zu" (belirli bir yere yönelmek), "ge- gen" (karşı)
gibi edatlar ile aynı kavramı anlatan hal ekleri
vardır. Onlardan ilk sırada "da", "ta", "ra",
"su" gibi edatlar gelmektedir.
9.1. "da" edatının temel anlamı "ta" edatı gibi
"Seite" (yan, taraf) demektir. Ancak O. "ta" ile
farklı olarak, yalnız "birisi ile", "birisinin
yanında" kavramını anlatmakla sınırlı kalır:
Anda: Anuda, Anûın yanında; dumu ama-da: giz
enede (anada), kız annede, Tochter mit der Mutter.
Dumu kelimesi Sümer- ce'de genellikle oğlan
ve bazen kız anlamında kullanılır. Bu kelime
Türkmen dilindeki "doğma" yani
"oğlan" sözcüğü ile hemen hemen birdir.
Csöke. Sandor. 1979. The Sümerien and Ural-Altaik
elements in the Old Slavic Language. s.42.
Mıınchen.
Falkenslein. Adam. 1959. Das Sümerische. s. 40.
Leiden.
"ta" edatının teme! anlamı "Seite" (yan, taraf),
"bir yerde" ve "bir yerden" anlamındadır:
Belirli "bulunma durumu" anlatır: An-ta: droben,
ki-ta: drunten me-e-ta: nirede, nerede? Wo? Anda
(eski Türkçe) yerde, aşağıda: da-da-ta: an den
Seiten: an-ki-ta: über Himmel und Erde. her
yanında asman-yer-de, asman bilen yerin üstünde
= gök ile yerin üstünde.
Belirli çıkma durumunu anlatır: An-ta: aus dem
Himmel an-za-ta: asmandan, gökten asmanın çâginden,
gök sınırından, Von Rande des Himmels.
e-ta e-a-su; öyden öye sarı, öyden öye çenli,
evden eve taraf, Von Haus zu Haus; sil-ta: Von
der Strasse: yoldan.
"ra" edatının temel anlamı "bir yana yönelmek"
"bir yana gitmek"
(nach, zu) olarak "verme durumu" eki yerine kullanılmaktadır:
en °
[d]Nin-gir-su-ra: eye Ningirsuwa, eye Ningirsu
üçün = iye (hakim, sahip) Ningirsu'ya, iye
Ningirsu için, für den Herrn Ningirsu; at-da-nara:
atasına, atasına taraf, zu seinem Vater: ma-ra:
za-(-e-) ra: mana, bana, mir; sana, sana sarı. sana
taraf, dir, zu dir hin
"d" harfi dingir (tanrı) sözcüğünün baş harfidir.
O, Sümer ■ tanrı adlarının başında gelir.
1 4 3
"dim" edatı, Türkmen dilindeki "den, deyin"
(denk, eşit) sözcüğü ile ayrrı anlama gelir: andim:
asman deyin, asmana den = gök ile denk,
gleich dem Himmel; e-ani-dim: öy- anın-den >
onun öyine deri =
onun evi ile denk, gleich seinem Haus.
10. Edatlar (Prapositionen)
1. igi. i-de: on, yüz. önü = ön, önü, yüz, Front, vor
Antlitz; igi-mu: önümde, vor-mir: igi-zu: önünde,
senin önünde, vor dir; igi-na.
ide-a-ni: önünde, onun önünde, vor ihm
aga: arka, araka yanı. ızı, ardı. hinter; a-ga-na: arkasında,
ızında, ardında, hinter ihm.
"gab": gövüs, gursak, gabak (Azerice'de ön, ön
taraf), garşı, göğüs, karşı, karşı taraf, Brust, entegegen,
gegenüber.
"şi": karşı, garşı, gegen.199
Sıfat (Adjektive)
Sümer dilinde sıfat "ad" veya "eylem" (fiil) den
ayrılmaz ve adlar konusunda söylenmiş genel
sorunlar sıfat için de aynıdır. Kaide olarak biz sıfatı,
onun genel özelliği olan "öznenin ardından
gelmesinden" tanırız: aşag-dagal, das weite Feld;
ekin-daş > daş
ekin = ekin uzak > uzakdaki ekin (tarla). Sıfatın
ismin önünde gelmesine, yalnız tanrı adlarında
rastlanır: Kug-innan- na: arassa-lnnanna, temiz
İnnanna, reine İnnanna.200
Fıiler (Das Verbum / İşlikler)
Elde olan belgelere göre Sümerce fiilleri incelemenin
zorlukları konusunda Delitzsch şöyle yazar:
"Akkad tercümanları, kendi dillerinde fiillerin
uzamasının bilinmemesi için (burada fiile durum
ve kişi ekleri eklenerek uzamasından söz edilir
B.G.), Sümer fiillerinin anlamına ne kadar dikkat
etmişlerse de onları açıklamak için çok sayıda
izahlar kullanmaya mecbur olmuşlardır. Böyle
karmaşık açıklamalar ise, bu uzamış eylemlerin
köklerini bulmayı çok zorlaştırmıştır.s Böylelikle
Sümer dilinin gerçek sözlük bilgisini yazmak da
güç bir iş olmuştur. Bu sorunun "ancak güçlü
dilbilim yöntemlerine dayanmakla çözülebileceği
ortadadır."201
1 4 4
Sümer dilinde "olmak" eylemi, özne ile yüklemi
birbirine bağlayan üye yerinde kullanılır: aşakdagal-
am: ekin-daş-dır:
Delitzsch. Friedrich. 1914a. Sümerische Sprachlehre.
s.36-40. l.eipzig.
Hübner & Reizammer 1987. s.74-75.
Delitzsch. Friedrich. a.g.e.. s.54.
ekin uzakdır, das Feld ist weit.202 Görüldüğü
gibi yukarıdaki kaide Sümer ve Türkmen dilinde
hemen hemen aynı olduğu hâlde Alman dilinde
başka türlüdür. Sümer eylemlerini aşağıdaki
bölümlere göre ele alabiliriz:
12.1. Kök Eylemler (Die Verbahvurzel)
Sümer dilinde eylemlerin dış görünüşü adlardan
farklı değildir.
Sıfatlar da eylemlerin yerine kullanılır: gal: (ulu,
galin, ulu), gross; gal: (galmak, ulalmak, büyük
olmak), gross sein.203
Sıfatların eylem yerine kullanılması Türkmen
dilinde de aynıdır.
Örneğin yukarıdaki Sümer sözcüğüne çok yakın
olan, belki de aynı kökten olan "gal" sözcüğünün
Türkmen dilindeki durumunu dikkate alalım: galin
= (sıfat) incenin karşılığı, kalın, vurgu "1" harfinin
üstünde; galın= (eylem, emir eylemi), ayağa
kalın, (ayağa kalkın), vurgu Vharfinin üstünde.
Türkmen dilinde aynı durum "ak" ve "a-.k "aç"
ve "a:ç" gibi sözcüklerde, onlardaki "a" harfinin
uzun ve kısa telâffuz edilmesi ile de meydana
gelir. Sümer dilinde de aynı durumun olması konusunda
Deimel şunları yazar: "Belki Sümerler
de Çinliler gibi, dört çeşitte yani, uzun ve kısa,
soru ve cevap tonlamayla telâffuz etmek vesilesi
ile, bir görünüşteki sözcükten en azından altı tane
ayrı ayrı mana ile anlamlandırmalardır. "204
Eğer Deimel yukarıdaki fikrini yazdığı zaman
Türkmen dilinin gramerini tanıyor olsa idi,
kuşkusuz Çin dilinin yanında Türkmen dilini de
gösterirdi. Sümer dilinde bazı eylemler yalnız
özne veya tümleçlerin çokluk görüntüsü ile kullanılır:
durun: (oturmak, toğtamak. yerleşmek),
sitzen; su (-g): (gitmek), (belki de sürmek, B.G.),
gehen205. Eğer bu eylemler yukarıda açıklan-
Hübner & Reizammer 1987. İnim Kiengi 2-2.
Sümerisch in Wort und Schrift. s. 74-75.
Marktredwitz.
1987
Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische. s.41.
Leklen.
1 4 5
Deimel. Anton. 1939. Sümerische Grammatik
mit Übııngsstücken und zwei An- hângen-Liste
der gebrâuchlischsten Keilschriftzeichen mit
ihren Urbilden und den Hauptbedeutungen. s.20.
Roma.
Falkenstein. Adam. a.g.e.. s 41.
dığı gibi çokluğu anlatıyorsa, o zaman "durum"
sözcüğü çokluğun yerleşmesini ve "su" eylemi
ise sürmek (koyunu sürmek, düşmanın üstüne
sürmek, saldırmak) gibi kalabalığın hareketini
anlatmaktadır.
"Sümer dilinde "e" (aytmak. söylemek, sprechen)
gibi "şimdiki zaman"' ve "gelecek zaman" için
(devamlı hareket şeklinde) kullanılan eylemler,
geçmiş zaman" için "kendi yerini "du[-g] (dimek,
didi, demek, dedi) gibi bitmiş şekillere verir."206
"Kök eylemin Sümer dilinde üç görüntüsü vardır:
basit, birleşik ve uzamış eylemler: Basit kök
eylemler (fiiller) genelde bir heceden ibarettir:
"ağ"
(etmek, yapmak), machen; "il" (eltmek, iletmek,
götürmek), heben.
tragen; "gen" (gitmek), gehen; "gaz" (dövmek,
kırmak, öldürmek), zerschmeissen, toten; "buluğ"
(ağacı bölmek, yarmak, bölmek), Holz
schleissen; "buluğ" (hovlukmak, acele etmek), eilen;
"bol = ol"
sözcüğüne yakın.
12. 2. Birleşik eylemler :
Yüklem durumunda gelen eylemler: Bu durumda
gelen eylemler genelde "ag", "du(g)'\ "gar" gibi
yapmak sözcüğünün çeşitli şekilleri ile meydana
gelir. Türk lehçelerindeki "etmek", "eylemek",
"yapmak", "kılmak", "gayırmak" gibi.
a-ri gar: arı-gayırmak, arılamak, arassalamak =
temizlemek, rein machen.207
Araç anlamında (Instrumentale Bedeutunggrund):
"tu-tu": tutmak, almak: el ile tutmak, (mit der
Hand) neh- men;
"gir....gen": gitmek, yürüyerek gitmek, adım atmak,
ayak ile gitmek, yaya olarak gitmek, (mit
dem Füsse) gehen, schriten, treten.208
Deimel. Anton. 1939. Sümerische Grammatik
mit Übungsstücken und zwei An- hangen-Liste
der gebrâuchlischsten Keilschriftzeichen mit
ihren Urbilden und den Hauptbedeutungen. s.42.
Roma.
Delitzsch. Friedrich. 1914a. Kleine Sümerische
Sprachlehre. s.49-fîl. I.eipzig.
Deimel. Anton. a.g.e.. s.52.
Uzamış eylemler
Eylemlerin bu şekilde uzaması "Akkad" diline
uygun olmadığından onu anlatmak için çok
ölçüde açıklama sözcüklerini kullanmaya mecbur
olmuşlardır. Bu ise onların anlaşılmasını
güçleştirmiştir. Bu 1 4 6
eylemler "da", "ta", "si" gibi eylemlerdir; onların
temel anlamı "yan",
"yanında", "yanına" demektir: "ta-e": heraus gehen,
heraus füren, austreiben, daşarık (dışarıya)
gitmek, daşarık sürmek, çıkarmak;
"ta-sar": austreiben, daşarık sürmek / dışarıya
sürmek, çıkarmak;
"ba-ra-e": fortgehen, forttreiben, barmak, öne gitmek,
varmak, öne sürmek; "bara- du": fortgehen,
öne barmak, öne gitmek, öne varmak;
"baranda!": fortfligen, öne uçmak, uçup barmak,
uçarak varmak; "ba-ra-gub", wegtreten von seiner
bisherigen Stâtte?, çıkıp gitmek, önceki
durduğu yerinden, yurdundan ayrılmak.209
"Bara" sözcüğünün Sümer dilinde "barmak" (varmak),
"uzaklaşmak",
"gitmek", "çabuk", "hızlı", "uzak" gibi anlamları
vardır. Yani Türkmen dilindeki "bar", "var" kelimesi
ile aynıdır.
Türemiş eylemler
Sümer dilinde kök eylemlerin yanında çok sayıda
türemiş eylemler de vardır. Ancak kök eylemler
onlara eklenmiş gramer öğeler içinde erimez, eski
biçimini korur. Bu türemiş eylemlere aşağıdaki
örnekleri vermek mümkündür:
12.4.1. Ad ile eylem
"gu-de": das Wort ausgissen = sprechen, söz-dökmek
= söylemek, konuşmak; "gu-la": sich um den
Hals hangen = umarmen, boynundan asılmak =
gucaklamak, kucaklamak, sarılmak.
209. Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische.
s.56. Leiden.
Sıfat ile eylem
"gal-di": gross sprechen, ulı-dimek. ulı gürlemek,
büyük konuşmak;
"mi-du": nach Frauen sprechen = freundlich
sprechen, mılayım (mimik, yumşak) diymek. yumuşak
demek, kadınlar gibi konuşmak.
/
Eylemin ad şekli (die Nominal formen Verbums /
Ad
formasındaki işlik)
Bu adlar eylemden yapılır ve başka unsur almaz;
fiile bir şey eklenmeden veya yalnız "-e (d)" eki
eklenerek türetilir: "e-du": der, das Haus gebaut
hat, öy diken, öy salan adam, ev diken, ev inşa
eden kişi; gu-nun-di: der Lautrufende.gığıran
(adam), çağıran, bağıran.
Eylemin belirsiz görünüşü
1 4 7
Eylemin belirsiz görünüşü "-a" veya "-ed-a"
ekleri ile gösterilir:
"du-da > "du-a": das Bauen, dikmek, salmak =
yapmak, inşa etmek;
"gi-a": das Zurückkehren (oder Zurückbringen),
gaytmak (gaytarmak), dönmek, geri gelmek (geri
getirmek).210
Ortaç eylem (Das partizip...Verba / Ortak işlikler)
Bu eylemler de "-ed-a" dan meydana gelmiş "-a"
eki ile gösterilir:
"du-a": gebaut, yapılmış, dikilen; "gin-a": der geht,
giden çıkan; zi-ga: ansteigend, münen, binen.
211 Görüldüğü gibi yukarıdaki eylemlerin ardına
eklenen "-ed-a > "-a" eki Türk- mencedeki
"etmek", "eden" eylem sözcüklerine hem formal
hem de gramerdeki yeri ve anlamları açısından
yakındır.
Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische. s.43.
Leiden.
Falkenstein. Adam. a.g.e.. s.43.
Sözdizimi
Sümer Dilinde Cümlenin Diziliş Düzeni
16.1.2. Normal cümleler
Normal cümle iki bölümden ibarettir. Birinci
bölüm cümlenin öznesi ve bağımsız bölümüdür.
İkinci bölüm yüklemden ibarettir ve eylemin belli
bir görünüşü ile ifade edilir: "Nanna-ra urnammu-(
ke) e-ani mu-na-du" Nannaga urnammu
evini dikipti > "Tanrı Nanna" için Urnammu
(kendi) evini yapmıştı, (dem Got Nammu hat
Urnammu sein Haus gebaut).212
Yukarıdaki düzene, yani zincirleme esasa göre
cümle dizilişi; cümlenin başında özne ve sonunda
eylemin yer alması, gramer bakımından Türk diline
çok yakın olurken, İndo-German dillerinden
biri olan Alman, Rus ve İngiliz dillerinin ve Sami
dillerinden olan Arap dilinin gramer kaidelerinden
uzaktır.213
Kural
dışı cümleler
Bazı durumlarda, örneğin özneden başka bir kelimenin
üstünde vurgu bulunduğunda, cümlenin
düzeni kural dışı olur: "e- a(k) en-ki, ke
temenmu-si-ge": öyün Enki düybüni tutdı, evin
Enki temelini attı (koydu), des Hauses Fundament
grundet Enki.214 Bu cümlede vurgu evin
üstünde olduğu için özneden önce gelir.
1 4 8
Özne
Sümer dilinde özne, kendisine bağlı olan sıfatlar
ile birlikte gelir ve çokluk eki almaz: "dimmer
ana' asman tanrıları = gök tanrıları, die Götter
des Himmels; "dimmer gal-gal" ulı-ulı tanrılar,
galın-galın tanrılar = ulu-ulu tanrılar die grossen
Götter; "uku-dagala" oklar daşda, daşdaki oklar8
(halklar, tayfalar) = uzaktaki halklar, die weiten
Völker.
Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische.
s.51-52. Leiden.
Falkenstein. Adam. a.g.e.. s.53.
Falkenstein. Adam. a.g.e.. s.53.
Bunun gibi de iki tane ad hiçbir kişi veya durum
ekini kabul etmeden sadece birbirinin ardına
takılarak ile ve hem gibi bağlaçların anlamını
vermektedir: an-ki (a): asman-yer. yer bilen asman
= yer-gök. yer ile gök, yer ve gök, hem yer
hem gök, Himmel und Erde;
"arazu-zur-ra" çokunma-zarlama, arzuv- is- leg =
tapınmak-yalbarmak, tapınmak ve yalbarmak,
Gebet und Flehen; ge-ud-da gice-gündizde, gice
ve gündiz = gece- gündüzde, gece ve gündüz, bei
Tag und Nacht.215 Bu kural Türkmence ve diğer
Türk lehçelerinde de vardır: istek-arzuv, gi- cegündiz,
ay-gün.
Bu bölümünde açıklanması gereken mesele,
Sümer dilinde Türkmen (ve genel türk) dilinin
düzeninin tersine, genelde sıfatın addan veya
"bağımlı sözcüğün" "temel sözcüğün" ardından
gelmesidir. Ancak Hommel gibi bilginlerin
fikrine göre bu durum Akkadlar gibi Samî
kavimlerin etkisi altında meydana gelmiştir. Biz
bu konuda geçen bölümlerde daha etraflı söz etmiştik.
Bu fikrin doğru olabileceğini biz eski
Samî kavimlerin günümüzdeki kuşağı olan Araplann
diline dikkat ettiğimizde anlıyoruz.
Örneğin: "BahruTEsved" = Deniz-gara > Karadeniz,
"Ra- cülun-Kebir"= adam-ulu > ulu adam.
Şimdi bazı bilim adamlarının bu konuda öne
sürdüğü fikirlere bakalım: Falkensteina göre "ad
ile ona bağlı olan sıfatın yerleri değişerek, sıfatın
adın önünden gelmesi de mümkündür: "Ama-
Nanşe" ene Nanşe, ana Nanşe, anne Nanşe, Mutter
nanşe; "ku Inanna (k)" gutlı inana, kutlu (kutsal)
Inanna, die he- ilige İnanna.216 Delitzsch
bu konuda şunları kaydeder: "Adlara bağımlı
sözcüklerin adın önünden 1 4 9
gelişi gibi, sıfatlar da az-çok üstünde vurgu
olduğu durumda adların önünden gelebilir: "suda-
an" uzak asman (gök), der ferne Himmel;
"ğul-nam-erina" der böse Bann; gınır cm = kızgın
cin. Deimel de Sümer dilinde ticaretle ilgili
metinlerde "gal" (ulı, galin) sıfatının addan ön-
Delitzsch. Friedrich. 1914a Kleine Sümerische
Sprachlehre. s.98-99. Leipzig.
Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische. s.53.
Leklen.
1 5 0
ce gelmiş olduğunu açıklar. Söz diziminde vurgu
sıfatın üstünde ise, onun addan önce geldiğini belirtir:
"gal-dam-gar" ulu sövdagâr =
böyük alışverişçi, Grosshândler: "gal-uku" ulu
çin- li (adam) = büyük rütbeli (kişi), Oberst; "galnar"
ulı bağşı, ulu ozan, Obersânger;
"nam-gal-hul-la" ulu hezillik, ulu (büyük) hoşluk,
grosse Freude.
18. Zamir Ekleri
"Son Sümer döneminde Akkad dilinin etkisi
altında, 3. tekil şahıs zamirinde, şahıs için kullanılan
"anf yani "o", "onun", Eski Türkçede
"anın" ile "ortak cins" için kullanılan "-bi" eki
arasında farklılık kaybolur. Ancak onun düz şekli
"-bi-da" = ile, onun ile, mit seinem şeklindedir.
Bu ek "ve" bağlacının yerine kullanılır ve "şahıs
özne"
sözcüğüne bağlılıkta meydana gelir; bu, eski
Sümer dilinin kalıntısıdır."217
Başka bir eserde bu konuda şöyle bir açıklama
vardır: "Sümer dilinde bulunan "-bi" ve "bi-da"
sözcüklerinin yerine bağlama edatı "u" yani
"ve" nin kullanılması eski dönemde Akkadlardan
alınma bir edattır."218 Görüldüğü gibi
Sümer dilinde kullanılan "-bi", bi-da"
bağlaç sözcükleri Türkmencedeki "bile" yani
(ile) sözcüğü ile hem çok benzerdir hem de
gramer açısından aynı diyebileceğimiz rolü yerine
getirmektedir.
"Sümer dilindeki ibarelerde zamir eklerinin tekil
ve çoğul şekli genelde birbirinin yerine kullanılmaktadır:
"uku-lu-a" ülke- li > ülkenin
yaşayıcıları, Lebendesbevvohner; "ad-da-zu"
atan, atanız =
senin atan, den (euer) Vater; "ama-zu" eneriiz,
ananız, anneniz, eure Mutter.
Zamir ekleri özellikle de vurgu üstünde
olduğunda, ibarelerin önünde gelir: "za-e e-neim-
zu" senin sözün, dein Wort. Baştaki zamir
şahıs ekini kabul etmeden de gelir: "za-ar-galgal-
Delitzsch. Friedrich. 1914a. Kleine
Sümerische Sprachlehre. s.53. Leipzig.
Hübner. B. & Reizammer. A.. İnim Kiengi 3. s.
112
Marktredu/itz. 1987.
zu" senin ulı-ulı arın (buysancın) = senin uluulu
gururun (şöhretin), deine grosse Glorie.219
Yukarıdaki ibarelerin gramer karakterleri ve onlarda
kullanılmış birkaç sözcüğün Türkmen diline
yakın olduğu hissedilmektedir. Örneğin "adda
(ata)", "ama" (ene, ana, emme),
"ar" (takriben ar-namus anlamında): "Uku"
sözcüğünün, önce OK
1 5 1
Begmyrat C >erey
(halk. kabile) anlamında geldiğini görmüştük.
Burada ise aynı sözcük ülke anlamına geliyor.
Adlar
19.1. Adların iki sınıflı sistemi (Das Zweiklassensystem):
Sümerlerde bu iki sınıfa ait olan adlarda
meydana gelen değişiklik, onlardan "AN"
yani göğün insanlaşmış Tanrı yerinde kullanılması,
masallardaki bazı hayvanların, ağaçların ve
bitkilerin insan sınıfına sokulmasındandır. Onlar
insan gibi davranırlar ve konuşurlar; cansızlar
canlı sayılıyor: "Lu-me-luh-ha" Mel- luhalı, Melluha
(yurdunun) adamı, Mann von (Land) Melluha.
Burada "Melluha"
yurdu, gramer açısından insan sınıfına giriyor.
220
Çoğul Durum
Çokluk Sümer dilinde genelde belirli bir alametle
gösterilmez, eşyalara (insan dışındaki varlıklara)
ait sözcüklerden çokluk türetilmez. Belli bir sayı
ile ifade edilen şeyler için de çokluk işareti kullanılmaz.
Bazı durumlarda adın veya ada ait sıfatın
tekrarlanması ile çokluk anlatılır. Bu durum
"gal" (ulu), "tur" (küçük), "kal" (kıymetli, pahalı)
gibi belli ölçüyü anlatan sıfatlarla mümkün
olur."221
Önce de izah edildiği gibi bu çokluk ifade etme
durumu Türkmen (ve başka Türk) dillerinin
gramer düzenine de uygundur. Örneğin, Türk
dilinde belli bir sayı ile ifade edilen adların
Delitzsch. Friedrich. 1914a. Kleine Sümerische
Sprachlehre. s.97. Leipzig.
Falkenstein. Adam. 1959. Das Sümerische.
s.53-54. Leiden.
Delitzsch. Friedrich. a.g.e.. s.45.
ardına çokluk eki katılmaz: 15 kişi. 6 kitap. Halbuki
İndo-German dillerinde böyle adların ardına
çokluk eki katılır: 15 Mân- ner (15
adamlar), 6 Bücher (6 kitaplar) vs.
1 5 2
IV.
SÜMERCE - TÜRKMENCE KÜÇÜK SÖZLÜK
Bu bölümde biz kendi bilgimizin çerçevesinde
ve düşünüşümüze göre, aralarında belli ilişkileri
göz önünde bulundurarak, Sümer ve Türkmen
sözcüklerini seçip aldık. Bizi bu sözcükleri seçip
almada cesaretlenmemize yardım eden amillerin
başında, Sumerologların çoğunluğunun Sümer
dili ile Ural-Altay dilleri arasında benzerliğin,
hatta ilişkilerin var olduğunu savunmaları geliyor.
Sümer dili ile Altay dil grubunun arasında
ilişkilerin var olduğunu savunan, hatta onu bir
"proto Türk" dili sayanların başında, F.
Hommel gelir. Hommel bu iki dilden, aralarında
benzerlik bulup seçtiği sözcükler dizisinde, bir
bakışta o kadar benzerlik duyulmayan sözcüklerin
olması da bizi biraz cesaretlendirdi. Örneğin,
araştırmacı Sümer dilinde "diz" anlamına gelen
"div, dug" sözcüğünü "diz"
sözcüğü ile karşılaştırmak yerine "topuk"
sözcüğü ile karşılaştırmıştır. Bu Sümer
sözcüğünün birinci şeklini "diz" ve ikinci şeklinin
ise "topuk" sözcüğü ile karşılaştırıldığında
daha isabetli olacağı ortadadır.
Bu konuda bize güç veren ve örnek olan diğer
bir amil de Türk bilim adamı Osman Nedim Tuna
nin Türk-Sumer dillerinin ilişkileri konusunda
yazdığı, bilimsel değeri çok yüksek olan eseri
oldu. Tuna bu eserinde Türk-Sumer sözcüklerinden,
"doğrudan görülebilen denklikler"
bölümünde olanlardan takriben 50 tanesini ve
dilin mükelleşme sürecinde seslerin değişme
kaidelerine dayanarak, takriben 150 tanesinin
aralarında ilişki görerek seçmiştir. Biz bu eseri ve
Kazak bilim adamı Süleyman Uljas'ın da bu konuda
yazan benzer eserini görmeden, bu eserlerdeki
50 tane sözcüğün hemen hepsini seçmiştik,
bu eserlerde de gördüğümüzde ise hem sevindik
hem de işimizin doğru olabileceğine, inancımız
kat kat artdı.
Türkmen dilinin, özellikle onun çeşitli
boylarındaki deyimler de dikkate alınarak,
sözcük hazinesinin çok zengin olması, böyle benzer
ve ilişkili sözcüklerin dizisinin daha çoğalmasına
yardım etmiştir. Biz bu listeye sadece
aralarında kendi açımızdan doğrudan görülebilen
1 5 3
denklikleri olan sözcükleri aldık (yaklaşık 250
tane). Eğer dilimizin mükemmelleşme sürecinde
ses değişme kaideleri dikkata alınırsa, bu sözcüklerin
sayısını birkaç kata çıkarmak mümkün olacaktır.
Meselenin başka bir anlamlı yönü ise, Türk
dillerinin ne kadar en eski örneklerini, en eski
tekstlerindeki sözcüklerini nazara aldığımızda, o
kadar da hem sözcük benzerliği hem de gramer
açısından Sümer diline daha çok yakınlık duyulmakta
"dır. Bu ise ;Paul Frischhauer;in
"Sümer dili Turan dilini, eski Türk dilini hatyrlatiyor,
onlaryn dağlık çevrelerden geldikleri'de
belli- dir..."222 gibi ifadelerinin teyididir.
Maalesef Sümer yazılarının yazıldığı zaman'la
Orhun-Yenisey yazılarının arasındaki 2700 yıla
varan dönemde yaşayan eski Turanlı atalarımızın,
O cümleden Sak-İskit ve büyük Part devletini
kuran diğer kavimlerin dillerinin özelliklerinden
çok az bilgimiz vardır. Eğer de biz o dilleri, özellik
le Zerdüşt dininin kutsal kitabı sayılan Avestanın
Pehlevi diline çevrilmeden önceki orijinal
dilini öğrenme imkanımız olursa, o dilin Sümer
dili ile günümüzdeki Türkçenin arasında bağlaycı
köprü olacağının kanaatındayız. Bunun isbatı
hükmünde bilim adamları tarafından eski Turanca
olduğu tesbit edilen sözcüklerden bir kaç
örnek veriyoruz:
222 Paul Frischauer Der Mensch machl seinc
Welt: 1962-Hanıburg.
1 5 4
(Türkmencede Tanrı anlamda) Kurgan. Gorgan
(tepe, dağ, yükseklik)
Bu sözlükde Türkmence dışında Türkmenistanda
yaşayan bazı boyların deyimlerinden ve eski Anadolu
Türkçesinden de bazı sözcükler aldık.
Değerli okurlarımızın dikkatini yeniden
aşağıdaki birkaç noktaya çekiyoruz:
Geçen bölümlerde de açıkladığımız gibi beş bin
yıl önce Sümer dili ile günümüzdeki Türkmen
dili arasında uzun bir mü- kemmelleşme ve
değişme süreci vardır. Mükemmelleşme sürecinin
başlanğıcında Sümer dilinde her bir kök
sözcük, belli bir değişme kabul etmeden çok ve
çeşitli anlamları anlatmıştır, ancak günümüzdeki
Türkmen ve diğer Türk lehçelerinin belli değişiklikleri,
özellikle çeşitli ekleri kabul etmeden o anlamları
göstermesi zordur. Bunun için biz sözcüklerin
arasındaki benzerlikleri açıkça gösterebilmek
amacıyla mümkün olduğu kadar kök
sözcüklerle gramer elemanlarını tire veya çift
tırnak içine almakla gösterdik.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Sümer yazısında
ve hatta Uygur ve Arap alfabelerinde de seslerin
hepsi için özel harflar yoktur. Mesela o,ö,u,ü
sesleri için sadece bir belgi kullanılırken i ve ı
sesleri de birbirinden farklı gösterilmez. Netice
itibari ile Sümer ve eski Türkçe sözcükleri çeşitli
telaffuzla yazmak mümkündür. Örneğin ;kur;
sözcüğünü :kor;, ;kür; ve ;kör; şeklinde de yazmak
mümkündür. Bu meseleni nazara alırsak
daha çok sözlerin aralarında onları çeşitli şekilde
nazara almakla daha çok benzerlik duyabiliriz.
Ancak biz, kaynaklardaki sözcükleri
değiştirmeden aynen aldık.
Kur Kur
Çağdaş Türkçe Irmak Anna
Sümer Eski Turan İ İ. İk Anu Anap
Türkmen dilinde uzun ve kısa seslerin, sözcüklerin
çeşitli anlamlarını ayırt etmekte önemli rolü
olacağını göz önünde bu
1 5 5
lundurarak onları bazen şu aşağıdaki şekilde
göstermeyi uygun bulduk:
a (kısa ünlü): ama, akar, at (hayvan)
a: (uzun ünlü): a:ra, a:dam. a:t (adam adı) -i (k.ü):
iç-mek, it (köpek)
-i: (u.ü): i:şik. di:mek
-ı (k.ü): ıza (vermek), ışık, ığır, gız-mak -i: (u.ü):
uz (kaldırmak), gi:şık, gi:z
-o (k.ü): ot (bitki), or-mak, otağ -o: (u.ü): o:t
(yanmak), o:n (10)
-ö (k.ü): öt-mek, öl-mek, gör
-ö: (u.ü): ö:t (guşu_ ö:di, kuşun ödü), ö:l (ıslak)
-u (k.ü): uç-mak, dur-mak, vurmak -uw (u.ü):
uwn (un), uwç (ipin ucu)
-ü (k.ü): üzüm, düş-mek
-üy (u.ü): üyşmek (yığın, küme), süyş-mek
(hareket etmek) Sümer-Türkmen ve Diğer Türk
Lehçeleri arasındaki benzer sözcüklerin Sözlüğü
(Her satırda koyu yazılan kelime Sümerce ve
aşağıdaki birinci kelime ise Türkmencedir.)
A (Sümerce). açık, duru, yağtı / klar, hel (Deimel,
89) Ak, Açık (Türkmence)
AB ev / Wohnung (Delitzsch. 1, 4) Öy , ÂbfOrh.-
Orhun yazıtlarında) AB-BA: evler / Haeuser
(Delitsch.l, 4) Oba , Âb-bark. evler(Orh.) ABBA:
yaşlı / Greis (Hommel, 22) Aba / Aba: Ata (Orh.),
Abuka: yaşlı (Kt.B.)
AD, AD-DA. Ata / Vater (Deimel, 36), (Delitzsch.
2, 8) Ata / Ada (Orh.) AD-AD: Atanın Atası,
büyük baba / Grossvater (İn. Ki. 2.,45):atan atası,
büyük baba. Ata_ Atası
AD-AMA. Annenin babası / Grossvater, mütterlicherseites
(Hübner. 2, 45) Ene_ Atası, baba.
AG. emir vermek / beordern, Befehl (Delitzsch.
1, 109), (Delitzsch.2, 6)
Ağa, Ağa-lık (Türkmençede Aga sözcüğü hakim
anlamında da '
kullanılır.)
Aka (Turan t.,1)
AGA, AGU. hükmetmek / beordern (Delitzsch.2,
6) A:ğa , Aka-men: gerçek ağa (Turan t.,1)
AGA. arka / Rückseite, hinter (Pöbel, 29), (Delitzsch.
1, 110) Arka 1 5 6
AGAR: ekin (Hommel, 22) Ekin
AGAR: ağır durum, çöl / Flur (Falkenstein. 30) ,
(Delitzsch. 1, 110) Ağır, Iğır
• .
AĞARIN, oğlan yatağı, karın / Mutterleib. Haus
des Kind (Hommel, 22). (Deimel. 42)
Garın
AĞIL. Ağıl / Ringmauer,Umfadung(Delitzsch.2,
4) Ağıl A-GIM: aynı, gibi / wie,so (Hübner.2, 11)
Ağın Al. Ay Tanrısı / Mondgott (Hommel, 22) Ay
A-KAR. coşğun, sel / überflutet (Hübner.2, 21)
Akar/suw/, Akar (D.L.T.) Akku. [bitkijekmek /
pflanzen (A. D.,24) Ek-mek, Ekin AMAN,EMEN:
erkek adam, kişi / Herr (A. F. ,26-29) Aman
(beylere takılan at)
AN: Gök, yukarı, yüksek / Himmel,Hoch (Delitzsch.
1, 110) Asman, An(da) / An, Annap: tanrı
(Turan t.,1)
AN sözcüğünün eski sumer devrinde belgisi bir
yıldızdırO. Bu belgi sumer dilinde iki şekilde okunmuştur.
Biri yukaıda belirtildiği gibi An okunup,
uzak ve gök anlamındadır; ikinci okunuşu
Dingir yaniTanrı,Tengri anlamında dır. Eski
türkçede de Tengri Gök anlamında da kullanıliştır.
Tengri kutu yani :Göğün oğlu; deyimleri
akla gelebilir. An ve Annap sözcğü eski
Turan yani Sak-Iskit ve Part dilinde de tanrı anlamında
kullanmıştır. Yukaride Gramer
bölümünde izah ettiğimiz gibi ;Anna; sözcüğü
günümüzdeki Türkmen dilinde de Tanrı anlamında
kullanmakta'dır. An sözcüğü eski
Türkçe'de de uzak.
yüksek anlamında olduğu gibi ismin maillerinde
aldığı gramer ekleri de Türkçe ve Sumercede
aynıdır.(bk. Aşağıdaki maddelere).
ANA: Göğe / nach Himmel(Delitzsch.2, 13)
Ana(D.L.T.y ona, Asmana AN-DA, AN-NA:
Gök'de / im oder am Himmel (Falkenstein, 39),
yukarıda / droben
On-da, Onna, Asmanda, An'da(D.L.T.)
(Delıtzsch.2,13)
AN-TA: Gök'ten / von oder aus Himmel (F. D. 1.
37) An'dan, Ondan, Asmandan
1 5 7
A-NA(-k), A-NI. onun / ihr, sein(Hübner.2,
25-26) Onu_, Anı_ (Kt.B.), Anı (D.L.T.)
A-NIR, UNIR: erkek adam, bey / Herr (Delitzsch.
2, 202) iner (erkek, erkek deve)
ANġE: eşek / Esel(Hommel, 22), (Deimel, 44)
Eşek AR. gurur, şöhret / Ruhm (Deimel, 47),
(Delitzsch. 1, 110) Ar (ar-namıs, arlı-namıslı).
AR: erkeklik / Herrlichkeit (Pöbel, 31) Âr, Er
ARA. Geçit / Gang (Falkenstein, 41), Yol / Weg
(Deimel, 90) Ara (iki şeyin arası, geçit)
Ara: OrtafOrh.), Art: geçit (Gabain, 261)
1 5 8
ARA, AR. parlak / glanzen (Deimel, 74), (Delitzsch.
2. 10) Arı (Türkmencede temiz ve parlaktır.
Örneğin: "aydan arı, günden duru") Arı: temiz
(Orh.) ve (Turan 1.1), Aru: güzel (Kt.B.)
A-RA: kötü ruhların aralasması / treiben der Daemonen
(Hübner.2, 29)
Ara-laşmak
ARA-ZU, ARZU. dua, ibadet, kurban / Gebet,
opfer (Delitzsch. 2, 10), (Falkenstein, 26),
ArzufKt.B.)
çağırmak / Anruf (Hübner.2, 28)
Arzu, Ara-mak (Tanrını aramak, arzu etmek, dua
etmek anlamına yakındır)
AKATU: arka / Rückseite (Deimel, 45) Arka,
Arkada Aġ. yaymak, açmak / ausstrecken (Delitzsch.
2, 17) Aç-mak,
Açak(Kt.B.)
AZ, ASI: Aslana ait sözcüklerin ek sözcüğü,
Aslanı anlatan ek / folgen die Wörter für Aslan,
Arslan / Asrı(D.L.T.) Lövve (Delitzsch.2, 15)
AZA, AZU: Ayı / Baer(A. D.,34) Ayı / Adhığ,
Ayığ (D. L. T.) A-ZAG. tabu, yasak / Tabu (Hübner.
2, 38) Yasak Azgu. Boyuntırık / Nackenstock
(Delitzsch.2, 15), Askı (Tuna, 21) Asğı. Azal:
Türkmencede boyundırık.
AZU, UZU: büyücü, cadı / Magiere(Delitzsch.l,
llo). (Delitzsch. 2, 16) Ozan (Ozanlar şamanizm
döneminde büyücülük de yaparmış- lar).
BAGA: belirli bir Sümer adı / Eigenname (Pöbel.
23) Bağa: Bir Türkmen boyunun adı, şahs adı
olarak da kullanılır.
BAL: bölmek, kesmek / durchbrechen (Delitzsch.
1, 116), (Delitzsch.
1, 62) Böl-mek / Bal (D.L.T.)
BAL. Balta / Beil (Deimel, 4), (Poppe, 23-24)
Palta / Baldu (D.L.T.) BAR. yaşamak, yurt, ev /
wohnen,Wohnung (Delitsch.2., 22) Bar(ınmak)
BAR. varlık, var olmak / be, exist (Csöke,76) Barlık
/ Bar(D.L.T) BAR. görmek / sehen (Deimel,
16) Bar-lamak: yoklamak BAR. uzaklaşmak., bir
yere gitmek / entfernen (Deimel, 15) Bar-mak
(varmak) / Bar (D.L.T.)
BA-RA-E: varmak, çıkıp gitmek / fortgehen,
hinausgehen(Delitzsch.2, 31)
1 X 0
Begmyrat C >erey
Bar-mak
BE. Bey, erkek adam. iye / Herr (Deimel. 13) Beğ
/ Bek: ġah (Turan t.,1)
B! : haber vermek / kundtun (Delitzsch.2. 68)
Bil-dirmek / BilikfK.t.B.) Bl: bu / dieser, dieses
(Hübner.3, 91) Bi, Bu BI-DA: ile, ve / und (Hübner.
3, 222), (Falkenstein, 56) Bile / BilefD.L.T.)
Eski Sümer dilinde bağlaycı "ve" sözcüğün yerine
"bi-da" sözcüğü kullanılmıştır, "ve" sözcüğü
ise Sami Kavmi olan Ak- kadlardan bu dile
geçmiştir.Türkmencede de "ve" ile "Bile" beraber
ve aynı anlamda kullanılmaktadır.
BĠR. Böbrek / Niere (Delitzsch. 1, 117) Böıvrek
BULUĞ, ağacı bölmek / Holz spalten (Delitzsch.
2, 70), (Deimel, 5) Bölek-lemek, Böl-mek /
BöIuk(D.L.T.)
BULUĞ: belgi, işaret / Zeıchen (Deimel, 24) Bellik
/ BeIgü(D.L.T.) BULUK. Bölge, bölmek /
Bezirk,spalten (Pöbel, 31), sınır /
Grenze (Deimel, 24)
Bölek, Böl-mek / Bulu_: Bölge (D.L.T.)
BULUKfg). düşünce, zeka / Grüze (Deimel, 10)
Bilgi / BilikfK.t.B.) BUR: kuzgun, karga / eribu,
raven (Csöke, 125) Bürgüt (kartal) DA, DAGAL:
uzak / weit (Hübner, 25) Daş (uzak) 1 6 0
DAG, DAN: aydın, parlak / hell,glanzend (Delitzsch.
2. 132). (Hübner.2, 179) Da_, Dan
DAG: taş / Stein (Deimel, 47), (Hommel, 22)
D:aş
DAG. darğatmak, ağıtmak / zerstören (Deimel,
29), (Hüb- ner.3, 89) Dağ-ıtmak / Dag: yok
(D.L.T.)
DAL. geçmiş / Vergangen (Delitzsch.2, 132)
Dal (Azarbaycanc türkçesinde "dal" sözcüğü geri
ve arka anlamında'dır)
DAR. darğatmak, bölmek, kesmek / spalten,
zerstören (Hübner.2, 180) Dar-ğatmak, Yarmak
/ Tar-mak: kesmek(D.L.T.)
DE. dökmek / ausgissen (Delitzsch.1, 125), (Delitzsch.
2, 140) Dök-mek
DI: demek, çağırmak / rufen, sagen (Delitzsch. 1,
125) Di-mek / Ti: demek (Orh.)
DIL(I): kamil, dolu, olgun / vollkommen (Delitzsch.
2, 136) Dolı DIMER: demir / Eisen (Deimel,
5) Demir, Temur(D.L.T.) DĠNGĠR, DUR: Tanrı
/ Got
Tanrı / Tengri (Grönbech). Ta_gri(Orh.)
DIRI, DIRIG. iri. çok büyük / übergrgross
(Deimel, 31). (Hübner. 3, 72) İri / Ârig (Orh.)
DIRIG, DIR: yardım etmek / helfen (Delitzsch.2.
134) Direğ: dayak, destek
DU. kesmek, ezmek / spalten,stossen (Delitzsch.
2, 142) Döw-mek, dövmek
DU: döğüş, kavga / Kampf (Delitzsch.2, 143)
Döwüş, Döw-mek DU: demek, söylemek / spreschen
(Falkenstein, 19), (Delitzsch.2, 147) Di-mek
DU. dolu, doldurmak / füllen, voli sein (Tuna,
22) Dolı, Dol-durmak (Dazi türk ağızlarda "dulf
denilir)
DU. dur-durmak, saklamak / halten (Delitzsch.2,
142) Dur(uzmak), Tut-mak, Dutmak
DUG. dökmek / pour out (Csöke, 101), (Tuna,
22) Dök-mek DUG, DU. bina yapmak / bauen
(Delitzsch. 1, 125), (Delitzsch.2, 146) Dik-mek,
ev dikmek: bina yapmak, inşa etmek
DUGU: doğmak / gebaeren (Deimel, 19) Doğum,
doğmak / Tok: doğmak (Kt.B.)
1 X 3
Begmyrat Gerey
DUGUD: güçlü olmak, başarılı / wüchtig sein (
Deimel. 73) Doğum-li: güçlü, başarılı.
DUG, DIV. diz / Knie(A. P.,29),(F. H.,22),(F.
D.1..125) Dl:Z
DUKUT. ağır. zor / schwer (Falkenstein, 27),
(Delitzsch.2.
Tukat: Türkmencede, zor durumda kalan insanın
haleti, ruhi- yesi.
DUL: dolamak, örtmek / bedecken (Delitzsch.2,
149). (Deimel, 79) Dola-mak
DUL: karanlık feza / dünkler Raum (Deimel, 76)
Duwl (Türkmencede evin dip köşesine denilir)
DUL. dalmak, çimmek, derin / Tiefe, senken
(Delitzsch.2, Dal: Eski türkçede "Dal" sözcüğü
Göl ve Deniz demekdır, örneğin:
"Derviş yerde Dal dır ya gökde aydır Domuz
derya neyler ya gökde aya" (Mağtumgulu)
DUMU. erkek çocuk, oğul / der Sohn (Deimel,
36), (Delitzsch.2, 151) Doğma: Bazi Türkmen
ağızda erkek çocuğa "doğma" ve kıza "salatı"
denilir.
DOMUZJ: Ürün ve bereket tanrısı, ayrıca yaz
mevsiminin iki ayı (tam kaynaklarda).
Tomus: Türkmencede yaz mevsimi demekdir.
1
1 6 2
Begmyrat C >erey
DUN. Domuz / Schwein(Deimel. 77) Do_uz, Donguz
(Gabain) DUR, TUġ: oturmak, yurt tutmak,
yurt / sitzen,wohnen,sitz (Delitzsch.
1, 125-127)
Düş-lemek: Bir yerde binekden inip dinlenmek
için oturmak. Tör: evin baş köşesi, konuğun oturtulduğu
yer.
DURU. durağan, kalıcı / dauer,Ewigkeit (Delitzsch.
2, 150) Durğun: Durağan, kalıcı
E: oyuk, su yatağı, su birikimi / Wasserringe,
Graben (Delitzsch.2, 29) Oy, oy-tak: su yatağı /
Oy (D.L.T.)
E Ev / Haus(Deimel, 54), (Delitzsch. 1, 112) Öy
/ Eb(Gabain) E-GAL: yüksek ev, saray / Falast
(Deimel, 54), (Delitzsch.2, 29) Ev-ulu, yüksek>
Ulu Ev>köşk, saray
E-DINGIR: Tanrının evi, Tapınak / Gotteshaus,
tempel (Delitzsch.2, 29) Ev-Tanrının>Tanrının
Evi
ED, UD. zaman, çağ / time(Csöke, 109) Ötmek:
zamanın geçmesi Öd: Eski Türkçe de hem zaman
hem de dünya anlamında dır (D.L.T.)
EME, AMA: anne / die Mutter(Deimel, 48), (Delitzsch.
2, 34) Ene.
emme, ana(Azerice), ama(Çuvaşca)
EN-LIL, ILUL. elli, Tanrı Enlile verilen sayı / 50.
En-lil (Deimel, 79) Elli(50)
ENNU: korucu, korumak / Wache,bewachen
(Deimel, 24) İndew, İnnew, İndeğ, İdeğ: aramak,
yoklamak, sorup soruşturmak.
m
ER, IR: er, erkek, erkeklik / Mann, maenlisch /
(Deimel, 8) Âr, Erkek EREN: er, savaş adamı /
Krieger (Pöbel, 25), (Delitzsch.2, 33)
Eren: erler (D.L.T.)
Eren (Türkmenlerde "Erenler yoldaş olsun" diye
dua edilir).
EŞ: eş, gibi, denk / wie (Hübner.3, 321) Eş:
denk(Gabain, 273) ve (Turan 1.1)
Eġ: toplum, çoğunluk / Menge (Hübner.3, 29)
Üyş-mek: kalabalık Eġ: eriş, ip, ölçü ipi / Leine,
Strick, Messleine, Schnur (Deimel, 83), (Hübner.
2, 283) Eriş
Eġ. üç / drei(Delitzsch.2, 37) Üç, uş (Grönbech)
ES, Eġ: esmek, yel esmek / blow (Tuna, 22)
Ös-mek / Es: yel esmek (D.L.T.)
1 6 3
Begmyrat Ge>ey

ESAG. uşak, oğul / Sohn (Delitzsch.2, 36) Uşak.
oğlan-uşak ESJK. güçlü / stark. maechtig (Delitzsch.
1, 113), (Delitzsch.2, 36) Esrik: Türkmencede
"serhoş" ve "güçlü" anlamında kullanılır.
Esrük: serhoĢ (D.L.T.)
EZEN. berk / fest(Deimel. 37), (Delitzsch. 1,
113),(Delitzsch.2, 33)
Esen: sağlam, emniyetli
GA: kapak, sandık / Kiste, Decke (Deimel, 48)
Ga-pak, gap (kap) _AL: kaldırmak /bir yerde/,
kalmak / sein lassen (Hommel. 22) Ga:ldırmak,
g:lmak
_AB: kuşatmak / umschliessen(Delitzsch.2, 209)
Gaba-mak, Gabaw GAB, GABA: ön, göğüs kafesi
/ front, Brust (Deimel, 38), (Poebel, 29), (Falkenstein,
35) Gabak, Gabırga (Azerbaycan türkçesı)
GADA. keten / Leinen(Delitzsch.2, 47) Keten,
ketan / Kutay (Orh.)
• §
GAG kazık / Pflock(Deimel, 47), (Delitzsch.2,
76) Gazık,
Gadhık(D.L.T.)
GAL. yurt tutmak,durup kalmak /
wohnen,feststehen (Deimel, 19), (Poebel, 38),
Ga:l-mak, Ga:lıcı (Hommel, 29)
GAL. kaldırmak, götürmek / erheben(Delitzsch.l,
118), (Delitzsch.2, 78), (Poebel, 48) Gal-dırmak /
Kal: yüksek (Grönbech), (Turan 1.1) GAL,GULA.
ulu, büyük, kalın / gross (Deimel, 58), (Delitzsch.
1. 117) Ulı, galin / Kalık: yükseklik ( Gabain)
GAL-GA. kavga / rumour(Csöke, 125) Galağoplık:
kavga yapmak GANUı kanal / Kanal(A.
D.,27) Ganaw: küçük kanal GAZ: kül etmek,
ufalamak, döğmek / zerstossen (Deimel, 41) Gazmak
(kazmak). Sümercede bu kelimeni bir kazık
resmi ile anlatılır.
GT: Kır, toprak, yurt / Land (Delitzsch.2, 86) Gır,
Ktr(D.LT)
GI, GIE, GIGU: kamış / Rohr,Schilf(Deimel, 21),
(Hübner.3, 59) Garğı, gamış, gıyak(gıyan)
GI, GIGGA: gece, karanlık, kara / nacht, dunkel,
schwarz(Deimel, 70-71), (Poebel, 28) Gice,
gara_kı, gara
GI, GI-A: geri gelmek, dönmek / wiederkommen,
zurückkehren (Poebel, 29),
1 6 4
Gayt-mak, gel-mek
(Hübner.3, 127), (Falkenstei, 43)
1 6 5
Begmyrat Gerey
GK>. gitmek, uzaklaşmak / sich entfernen,
zuwenden (Deimel, 62), (Hübner.2, 333) Git-mek
GIG: hastalanmak / kranken (Deimel. 1, 119) •
I.ğ-lemek
Yig (GGabain), Yik (Kt. B.)
GIGJR: teker, tekerlek / Wagenrad(Deimel, 80)
Tigir GIGRU: "40", En-ki tanrıya verilen sayı
(Deimel, 79) Gırk(kırk) GIL. bağlamak, sarmak /
binden,wickeln (Deimel, 12) Güyl-mek: hayvanı
bağlamak
G/M, GIN, GIMI. gibi, denk / wie (Hübner.3,
100), (Poebel, 15 ve 18) Kimin, gibi
GIR: giriş, girmek / Gang (Delitzsch. 1, 119) Girelge,
giriş
GIR, GĠRGĠN, girmek, gitmek / gehen, treten
(Delitzsch.2, 92) Gir-mek, git-mek
GĠġ. kişi, erkek / Mann (Delitzsch. 1, 120), (Delitzsch.
2, 95) Kişi,
KiĢifD.L.T.)
_Iġ: ağaç, odun / Holz, Baum(Deimel. 50), (Hübner.
3, 37), (Poebel, 28) (
Ağaç, Yiş: orman(Orh.)
GIġ: Güneş, gün / Sonne (Delitzsch.2, 98) Güneş
GIġ. kuş / Bird (Green, 216) Guş
GIġ-GE: ağaç gölgesi, gölge / Baumsnacht,
Schatten (Delitzsch.2, 101) Ağaç kölegesı /
Köşik: gölge(D.L.T.)
GIġIG. eşik, kapı / die Tür (Hübner.3, 80), (Delitzsch.
2, 111) İ:şig(k) GIġ-TA: güneşli taraf /
Sonnenseite (Delitzsch.2, 98) Güneş-de, güney
(Durum eklerinin sumercede ve türkcede hemen
hemen aynı olduğunu geramer bölümde
görmüştük).
GU. güç / Kraft, Macht(Hübner.3, 106) Güyç,
gurp: maddi güç, zenginlik
GU. kuş / Vogel (Delitzsch.2, 215) Guş
GUD. kuş yuvası / Nest (F. D. 2., 108) Ketek
GUG. yeşil sebze, yeşillik / FIulsenfrucht(
Deimel, 58) Gög, gög önüm: sebze
GUM: ufalamak / zermalmen (Delitzsch. 1,132),
(Delitzsch.2, 111) Gum: kum
GUNNU. konur, kahve rengi / braun(Deimel, 30)
Gonur V
166
5000 Yıl ık Si mer-Türkmerı Bağları
GUR. saklamak, dolu / halten.voll (Hübner.2,
377), biriktirmek /
belagern Gora-mak: korumak (Hübner.2, 375)
Gor: maya, birikim, içecek ya para birikimi
GÜR. kuşatmak, çevrelemek / etwas umscliessen,
umgeben (Hübner, 375), Gur-şa-mak: kuşatmak
(Delitzsch, 109)
GUR, KUR. semiz, güçlü / dick, mâchtig(Deimel,
80), (Delitzsch, 110) Gur-ğun, gur-at: sağlam
GUR. yürümek, koşmak / laufen, rennen (Delitzsch.
1, 120) Gor-mak, gor-durmak: dört nala gitmek.
GUR, GURUġ: vurarak kırmak / zerhauen (Delitzsch.
1, 122), (Delitzsch.2, 160) •
Ur-mak, Uruş: vurmak, vuruş / UruĢfD.L.T.)
GUTUL. hastalıktan kurtulmak / hinwegraffen
von Krankheit (Delitzsch.2, 216)
Gutul-mak: hastalıktan kurtulmak, iyileşmek
HAI: ev, bina / Haus (Falkenstein, 24-25) Oy, cay,
howli: avlu M: iyi, güzel / gut, schön (Hübner.3,
37) Ey: iyi
#
HUL. sevine, neşe / Freude (Deimel, 85) Hezil
1 6 7
HU'LA-NA. hoşlandığı / in seiner Freude (Falkenstein.
55) Ha-ia-ni: hoşlandığı
HUM• depo, büyük küp / Lager (Tuna, 22) Hum:
değerli eşyaları depo edilen büyük küp.
HUR: biçmek, kesmek / schneiden (Hübner.2,
452) Or-mak: biçmek
i
HUL-LA: hoşlanmak, sevinç / froh sein, freude
(Hübner.2, 448-9) Hala-mak: hoşlanmak
If H>. Irmak / Fluss (F. D. 2.,21): İrmak /, Ikh~irmak(
Turan t.,3) IA: yağ / Fett, Öl (Deimel,
48),(Hübner.3, 100), (Delitzsch.l, 110) Yağ
JG, GIġIG: eşik, kapı / Tür (Hübner.3, 80), (Delitzsch.
l, 111) İ:şik IKKARU; ENGAR. ekinci,
çiftçi / Bauer (Deimel, 9), (Poebel, 24) Ekeran-çı
İL: iletmek, götürmek, kaldırmak / tragen, heben
(Deimel, 54), (Hübner.3, 80)
Elt-mek / Ilet(D.L.T.), Ula: ulaşmak(Orh.)
ĠM. korku / Furcht (Deimel, 67) Eym-enç:
korkunç ĠNĠM. sözcük / Wort (Hübner.3. 7)
Üyn: Bu kelime Türkmen dilinde söz ile ses
aralığı bir anlam taşır.
Örneğin "üyn alışmak" yani birbirini anlamak,
ve ya: "üynümü anlayın beyler, sözümü dinleyin
beyler" (bak. Dede- Korkut, Salır Gazanın evinin
yağmalandığı boyu)
9
IR. yürümek, gitmek / gehen (Delitzsch. 1, 111),
(Delitzsch.2, 23) Yöre-mek / Ir: varmak(Gabain),
Ar: ermek(D.L.T.)
1TU. otuz gün, ay / 30+tag, Monat (Deimel, 8) 30
Otuz IZI. ateş, sıcaklık / Feuer, Hitze (Delitzsch.
1, 112), (Deimel, 39) Issi: sıcak / Isig (D.L.T.)
KA. kapı / Tor, die Tür (Deimel, 34),(Delitzsch.l,
122) Ga-pı / Kapuk (D.L.T.)
KAN. kamış ailesinden bir bitki / Schilfrohr
(Geiss, 15) Gıyan, gıyak
"Imanuel Geiss'ın açıklamasına göre Ganc/ve
Kanal gibi birkaç modern sözcükler de bu Sümer
sözcüğünden kaynaklanmıştır"
(Geiss. 15).
1 6 8
5000 Yıl ık Si mer-Türkmerı Bağları
KAPKAGAK. kapkacak / Geschirr (Tuna, 22)
Gapgacak, Gapgaç KAġ. koşmak / laufen
(Deimel, 42), (Delitzsch.2, 116) Gaç-mak
/ /
KAġ :galoppieren (Os. Tu..23): at koşmak Koşmak(
Tr. t.) KEġ, KEġDE. düğümlemek, bağlamak
/ knoten. binden, fest- binden (Deimel, 37)
Keşde: işleme, nakışlama
KI, GIR: Kır, yer, yurt, toprak / Land, Erde (Hübner.
3, 22), (Deimel, 76) Gır / Kır: toprak (D.L.T.),
Kara: toprak, yer(Turan t A) K!A: kıyı / Ufer
(Delitzsch.l, 122), (Delitzsch.2, 116): kıyı Gıra /
Kırğa(D.L.T)
KKd). kılmak, yapmak / machen (Deîitzsch, 122)
Kıl-mak KZ7V: iş / Arbeit (Deimel, 84)
Ki:n: ağır, zor / Kin, Km: zahmet (Gabain)
KU• konmak, yurt tutmak / Wohnung nehmen
(Delitzsch.2, 119) Gon-mak / Kon-mak(D.L.T.)
KU. koymak / leğen (Delitzsch.l, 123), (Delitzsch.
2, 123) Goy-mak /
Koy-mak (D.L.T.)
KUG, KU. kutsal / heilig (Falkenstein, 53) "kuinanna":
kutsal ınanna (aynı yer, 53) Gut-lı, Kutsal
/ Kuw, Kut: kutsal (Kt. B.) KUM. vurarak
ezmek, ufalamak / zerstampen (Deimel, 41) Gum
(Kum) KUR. dağ, dağlık yurt / Berg. Bergland
(Deimel, 62), (Poebel, 31) Gor-ğan=tepe, kale
1 6 9
Kur, Kurgan: tepe. kale (Gabain) / Kur-tag (Kortag):
Oguzha- nın yayla yurdu.
Kur: kaldırmak, yükseltmek (Turan t. 5)
KUR: yurt. yabancı yurt / Land. Fremdland (Delitzsch.
1. 123), yaşayış
yeri. daire
/
Wohnsitz,Quartier (Hübner.2, 287)
Kür-en: çok nüfuslu köy (-en çokluk eki bk.
Gramer bölüme) Kur-tag, Kor-tag (Oğuz yurdlerinin
adı)
KUR: korumak, karakol / wachen, beachte ferner
(Delitzsch.2, 129) Goramak, Gorağ / Kurmak(
D.L.T.)
KUR. kavırmak / backen (Delitzsch. 1, 123)
Gowur-mak KUR: görmek, bakmak / schauen,
sehen (Hübner.2, 592) Gör, gör-mek / Körmek(
D.L.T)
KUR: yeraltı dünyası (Çığ, 23) Gör: mezar
KUR, GUR: semiz, güçlü, büyük / dick, gross,
stark (Hübner, 592), (Delitzsch.2, 128) Gur-ğun,
gurat: sağlam
KURGI: belirli bir kuş / ein bestimte Vogel (Delitzsch.
2, 129) Gırğı, garga (karga), gırğawul. garlawaç...
KURUM: korumak / bewachen (Deimel. 75) Goraw
/ Kur-mak(D.L.T.) KURUN, iyi, güzel / gut,
schön (Hübner.2. 595) Gurgun, gurat: sağlam
KUġ: kayış, deri / Leder(Delitzsch.l, 123), (Delitzsch.
2, 129) Gayış: tabaklanmış deri
KUġ: eklemek, çoğaltmak / vermehren (Deimel.
3) Goş-mak /
KoĢ-mak(D.L.T.)
KUġ-U, KUġ. rahatlanmak, dinlenmek / ruhen,
beruhigen (Deitzsch.l, 129), Köşe-mek: rahatlaşmak
(Hübner.2, 597) '
KIPU: konuşmak / sprechen (Poebel, 15) Keplemek
(gep-lemek) LAL. bal / Honig (Deimel,
28), (Delitzsch, 127) Bal •
i f
UL: yel, rüzgar / Wind(Deimel, 52), (Delitzsch,
127) Yel / Yil (Gabain) LU: insan / Mensch
(Deitzsch.l, 127), (Delitzsch.2, 172) Li, Lu: Bu
sözcüğün sumer dilinde iki anlamı var: birincisi
"in- san" ve ikincisi ise belli bir yerin ya da belli
bir işin adamı (Falkenstein, 15). Bu ikinci anlamı
Türkmen ve diğer Türk dillerindeki -li (-lu) ek
sözcüğü ile aynı anlama gelir. Ancak gramer
bölümde de izah ettiğimiz gibi, Sumer dilinde
Türk dilinin aksine "lu" adların başına ekleniyor:
1 7 0
5000 Yıl ık Si mer-Türkmerı Bağları
lu-dingirra: tanrı-lu, tanrılı: tanrı adamı (dostu) ve
lu-kingirra: kingir-lu, kingirli: Kingir adamı yani
Sumerli (Sümerii), Sumer adamı.
LU-ġAMAN-LAL: yöre yöre dolaşan adam /
Hausirer (Deimel, 71, 79), (Delitzsch.2 173)
Şaman (Eski türk Şamanlannın da gezici
dervişler gibi yöre yöre dolaştıkları bilinmektedir).
LUM. oluk / Kanal (Deimel. 87)
Olum: Irmaklarn su alınması ve ya hayvanların
inerek su içmesi için yapılan oluk.
MEN: ben / ich (Deimel, 82) Men
MES: kahraman, güçlü / Held,stark (A. D.,52)
Mes: sağlam, esrik, serhoş
MU: yıl, sene / Jahr (Deimel, 11), (Delitzsch,
130) Mü-çe (12 yıl): 12
hayvanlı türkmen takvimi.
MUL, UL: yıldız / Stern(Delitzsch, 130-2), (Delitzsch,
191) Ulduz (Azerbaycan türkçesi)
MUġ, UġAN: kuş / Vogel (Deimel, 18), uçmak /
fly (Csöke, 96) Guş, uçan
NAMMU?, NAM?: nedir? / was ist?(Falkenstein,
35), o nedir? / what(is) it?(Tuna, 23) Nâme?:
nedir?
NIG?, NP, NI-MU?: ne? / was? (Delitzsch, 74)
Nâme?, ne? / nej, ne?(D.L.T.), negü-lük?(Kt. B.)
NIGNAME. ne olursa / was immer (Delitzsch.2,
2oo), (Tuna, 23) Nâme-de bolsa / Neduk?(Turan
t.l), Negü?(D.L.T.)
PAR, PIRIG: parlak / glanzent (Delitzsch, 74)
Par-lak 1 7 1
PEġ: pişmek / bum (Csöke. 89) Biş-mek
SA: müzik aleti / Musikinstrument (Deimel, 27)
Saz SA: karşılaşmak / treffen (Delitzsch.l, 133),
(Delitzsch.2, 229) Sa-taş-mak: karşılaşmak/ Sal:
göndermek(D.L.T.)
SA. haber vermek / kundtun (Delitzsch.l, 133),
(Delitzsch.2, 229) Saw: haber / Sab: haber (Orh.)
Saw-çi: Türkmenlerde "Peygamber Tanrınının
savcısıdır" denilir, elçi.
ġAB: söz, buyruk / Word, Order (Csöke, 91) Saw,
Sab(yok. b.) SA. sargı, ip / Seil Tau,Band (Delitzsch.
l, 133), (Delitzsch.2, 227-8) Sa-pak: ip, sargı
/ Saru: satmak (D.L.T.)
SA. sarı / gelb (Hübner.2, 829) Sa-rı /
Sarık(D.L.T) SA: satış , satın almak / kaufen,
verkaufen(Hübner.2, 829) Satış, sa-tın almak
SAG: birinci kalite, diri / erste qualitet, Leben
(Hübner.2, 832), iyi / gut (Csöke, 23)
Sağ, sağdın, sağlam / Sak: temiz, sağlam (Kt. B.)
SAG-GE: saklamak, durdurmak / zurückhalten
(Delitzsch.2, 233)
Sak-lamak, sakga durmak
ġAKAN, ġAMAN. Tanrı adlarından / Göttheitsnamen
(Delitzsch.2, 257) Çakan: çok kullanılan
eski Türkmen adlarından.
• ■
Şaman: eski türklerde tanrı ile ilişkisi olduğu
savınılan din adamı.
SAL. kadın / Frau (Deimel, 86)
Salati: bazı Türkmen ağızlarında kıza "salatı" ve
oğlana "doğma"
denilirdi. Sijl: kız kardeĢ (Gabaina)
SANGU: saymak / zahlen (Deimel, 53) Sanağ,
Sana-mak: saymak SANTAG: sayı / Ziffer, Nummer
(Delitzsch.2, 235) San, sanağ / Sa, Say (Orh.)
ġAR. en büyüğü, çok / von allem was gross, viel
(Delitzsch.2, 258)
Şar-gara: çok kara, simsiya
Görüldüğü gibi sifat derecelendirmede üstün olan
bu sözcük Türkmencede kullanılır.
1 7 2
5000 Yıl ık Sümeı-Türkmen Bağları
SAR. sarmak, bağlamak / binden (Hübner.2, 854)
Sar-amak / Saru: sarmak (D.L.T.)
SAR: sürmek, sürgün etmek / vertreiben,
u/egjagen (Hübner.2, 853), (Deimel, 234)
Sür-mek, sür-gün / Sür-mek: sürgün etmek
(D.L.T.)
SAR: [sakaljkesmek / rasieren (Hübner.2, 854)
Sıyr-mak: [saç, sakaljkesmek
ġE. soğuk, üşümek / Kâlte (Deimel, 26), (Delitzsch.
2, 261) • •
Uşe-mek
SI. saygı göstermek, arkadaşlık etmek / freundlich
sein (Delitzsch.2, 237)-
. ,
Sırlamak: saygı göstermek / Silik: din adamı
(D.L.T.) SĠG: sıkı / eng (Hübner, 108), ince /dün
(Tuna, 24) Sık: sıkı SIG. sevimli, güzel / beautiful,
friendly (Csöke,106) Söyği: sevgi / Sev[swj,
swü: sevgi(Turan 1.1)
SIG. kısa, alçak / niedrig (Delitzsch.l, 135), (Delitzsch.
2, 241)
Sıyka: sığ, suyun derin olmayan yeri.
SIG. vurmak / schlagen (Delitzsh.l, 135), (Delitzsch.
2, 231) Si:k-dırmak, saymak: çubukla
dövmek (yün saymak)
S/-ZL, SĠL. silmek, yok etmek / vernichten (Delitzsch.
l, 135), (Deimel, 5)
Sıl-mak / Sı (Orh.), Si (Gabain): dövmek, yenmek.
ġIKA. kil, balçık / Ton (Delitzsch.2, 259) Şıkga:
Türkmencede bir çeşit kil
SJPA,SUBA: çoban / Hirte(Falkenstein, 30), (Delitzsch.
2, 237)
Çopan
SIR: silmek, yolmak, koparmak / ausreissen, entfernen
(Delitzsch. 1, 135), Si:r-mak: [saçı,sakalı]
kesmek.
(F.D.2.,239)
Tir-mek: dermek
SIR, SIRU. uzun / Lang (Deimel, 62), (Delitzsch.
l, 135) Si:r-dam: uzun, dik / Sıruk: direk
(D.L.T.) Süyri, Si:rık (bu sözcükler de uzunluğu
anlatır.)
GIġ-SIR: ağaç uzun, sırık ağaç (yukarideki
kaynak) 1 7 3
SIR, SUR. eğirmek / spinnen (Delitzsch, 251.
256) Sara-mak, sar-ğı /
SarufD.L.T.)
t
ġITA: düğümlemek, bağlamak / to tie up, bind
up(Csöke, 119) Çit-mek; düğümlemek, çitim:
düğüm
SU: buynuz / Horn (Deimel, 29) Süs-mek:
buynuzlamak.
SUDfSU): sürmek, uzaklaştırmak / entfernen
(Delitzsch.2, 249) Sür-mek, sürgün
SUD-SU: su serpmek, suya dalmak / besprengen,
versen- ken(in Wasser) (Delitzsch, 250)
Suvv-lamak, Suw sepmek.
SUG. bataklık / Sumpf (A. D. 81) Surruk, Sug:
ergin, sulu / Sub: su(Orh.)
SUN, SUNNU: sunmak, vermek, geçirmek /
geben, überge-ben(Deimel, 38)
Sun-mak
SUR: sıkıştırmak, sınırını belirlemek / press, abgrenzen
(Hübner, 60), (Delitzsch.l, 136) Sürmek,
sürgün etmek.
SUR. sürünmek / kriechen (Delitzsch.2, 252)
Süyr-en-mek: sürünmek
SU-UB: süpürmek, temizlemek / reinigen (Delitzsch.
2, 248) Süpür-mek
TAG: atmak, yere koymak / niedervverfen (Delitzsch.
153) Taş-lamak: atmak / TaĢ-lamak
(D.L.T.): atmak
TAG. tak-mak, süslemek / schmücken (Delitzsch,
154) Dak-mak /
Tak-mak (D.L.T.)
TAH. tak-mak. eklemek / hinzufügen (Tuna, 24)
Dak-mak \
TAL, DAL: uzak / weit (Hübner, 81), (Delitzsch.2,
155) Daş: uzak, Dal: Bu sözcük de halk türkülerinde
uzaklığı anlatır örneğin, " Ağaç uzun boyum
kısa - dal pudak'ta narım kaldı"
TAR: taramak, birbirinden ayırmak, yarmak /
scheiden,spalten (Hübner, 59) Yar-mak, Daramak
TAR: kesmek, ayırmak, yarmak / abschneiden,
trennen (Hübner.3, 59), (Delitzsch.2, 155) Darğatmak
/ Tar-mak: dağıtmak (D.L.T.) TE(GA):
dokunmak, sıkı yaklaşmak /ganz nah heranbringen(
Hübner.3, 210), Değ-mek / Tâg:
değmek(Orh.) /el değirmek /
touch (Tuna, 24)
TEGA: dokunmak, yaklaşmak / sich nâhern (Delitzsch.
2, 158) Değ-mek.
TEMEN: temel, temel taşı / Erdwall(A. D.,63),
Fundament,Grundstein (Falkenstein, 29)
Düyp: temel / Tömön: dip(Grönbech)
%
TEN. soğukluk, soğuk olmak / kalt sein oder werden
(Delitzsch.2, 159)
Do_: don, buz. Donmak / 7o_: don (D.L.T.)
TEN: dinlenmek / sich beruhigen (F. D. 2., 159)
Di:nç almak /Tın-mak: dinlenmek (D.L.T). Ting:
rahat
(Kt.B.)
77: dinlenmek / rest(Csöke, 97)
Dnnç almak / Tın-mak: dinlenmek(D.L.T)
TI 71
y
N, Tfb. diri / lebender (Uhlig, 83-4), (Deimel, 15),
(Delitzsch.l, 126)
Diri, tirik(Çağatayca) / Tin: dirilik (Gabain) ve
(Kt.B.) TTBIRA: demir / metal (Tuna, 24) Demir,
Temur(D.L.T) TI-GI: türkü, türkünün sözleri /
Lied (Kramer. 1961, 160) Di:mek: demek,
söylemek / Ti, Di: demek (Turan t.l), (Orh.) TU.
yel, rüzgar / Wind(Delitzsch,160) Tüveley:
Kasırga TU(D),TU. goğmak / gebâren (Delitzsch.
l, 127), (Delitzsch.2, 161) Doğ-mak / Toy
(Orh.), Tug, Tuh(Gabain): doğmak
TUG. giyişi / Kleid(Delitzsch.l, 126), (Delitzsch.
2, 161) Don: üst giyim, Tuğ: bayrag / Ton:
giyim (D.L.T.)
TUKU: dokumak, örmek / weave. weben (Csöke,
101), (Tuna, 24) Doka-mak, toku-mak
(Azerbaycanca) / Tokı-mak(D.L.T.) TUKU,
TUG(K): dokunmak, takib etmek, avlamak /verfol-
gen, jagen (Tuna. 24), tutmak
TokuĢ=savaĢ(D. L. T.) /ergreifen (Deimel. 88)
TUR: torba / Hürde (Deimel. 22) Torba
TUR. avlu, mal yatağı / Hof, Stall (Delitzsch.
163) Töwerek: çevre, etraf, evin etrafı
E TURA: mal yatağı / Stall (Delitzsch.2, 163) Oy
tövvereği: Ev çevresi
TUġ: oturmak / sitzen (Falkenstein, 27)
Düş-mek: inmek / düş-lemek: Yola giderken bir
yerde oyurup 1 7 5
dinlenmek.
Tüş, Tüşnak: yurt (Gabain)
U: ot, bitimlik / Pflanze(Deimel, 53), Grass,
Kraut(Poebel, 141)
Ot
U: uyku, uy-mak / Schlaf (Deimel, 75), (Delitzsch.
l, 113).
(Delitzsch.2, 39)
Uw-kı
U, UH. on / Zehn(Falkenstein, 40) On (10)
U: savaş / Kampf(Hübner.2, 1065)
Uruş, UruĢ(D.LT): savaş •
SUN, U-SUN: sığır / Kuh (Falkenstein, 26)
Suğun: elere sığırı 1 7 6
UD: alev, ışık, güneş / strahlen.Licht.Sonne
(Deimel, 46). (Hübner.3, 210) Od
UD. zaman / Zeit (Delitzsch.2, 44)
■ « • 0
Od: zaman(Orh.) / Ud=zaman(Kt.B.) / öt-mek:
zamanın geçmesi UDl, UDU. uyku / Schlaf
(Falkenstein, 30) Hüwdi: Türkmence'de annelerin
çocuklannı uyutmak için okudukları ninni.
Ui(Orh.), Udi(Es.t.G.): uyku
UDUN: Ocak, Soba / Ofen (Deimel, 46), (Hübner.
3, 210) Od, Ocak.
Odun: yakmak için kullanılan ağaç.
UG. Kalenin duvarı / Festungsmauer (Deimel,
38) Uk: Türkmen çadırının ahşap iskeleti /
Uğ(D.L.T.)
UG. toplum, halk / Leute.Volk (Deimel, 52),
(Delitzsch.2, 42) Ok: halk (Orh.), Uk(D.L.T.)
/Uruğ: Soy UGjUGUjUHLJ: zehir / Gift (Delitzsch.
2, 54), (Deimel, 65) Awı, Agu(D.L.T.): zehir
UKU: uyku / Schlaf (Delitzsch.2, 43) Ukı,
Udhu(D.LT.) UL. büyümek / to be high (San.
Cs.,109) Uh: ulu, Ulug(D.L.T.) UL. Yıldız / Stern
(Delitzsch.2. 46) Ulduz (Azerbacanca) / Yula:
ıĢık(Kt.B.)
UMUġ: iş / Werk (Tuna. 25) Yumuş: iş, görev
UR. vatandaş, adam, insan / Bürger, mann (Delitzsch.
l, 114), (Delitzsch.2, 47) Uruğ: soy
UR, URRI ekin biçmek / ernten (Deimel, 91),
(Delitzsch, 50) Or-mak: biçmek
URU; URJ: kardeş / Bruder (Deimel, 56) Uruğ:
soy / UrugfD.L.T.) URUD, URUDU. bakır / Copper
(Csöke, 102) • •
Ure: bakırın kalay ve çinko yaptığı bileşik. Uġ. iş
/ Werk (Tuna, 25) İş
Uġ: kuş / Vogel (Poebel, 18) Guş
Uġ: Huş, akıl, düşünce / Verstand, Klugheit (Delitzsch,
53) Huş / Us: düĢünce (Kt.B.)
Uġ: uymak, uydurmak / Lead,follow (Csöke,
129) Uy-mak, Uyuş
USU: güç / Kraft (Falkenstein, 19) Isğın: güç
UŞMüç on): Otuz / 30 dreizig (Hübner.3, 29)
Otuz
ZAG: sağ tarafı / rechtseite (Deimel, 56), (Delitzsch.
l, 132) Sağ
ZAG: sınır / Grenze (Delitzsch.2. 219) Çak: sınır
1 7 7
Begmyrat C >erey
ZAL, ZALAG. parlamak / glanzen (Hübner.3, 29),
(Delitzsch, 221) Salgım: serap / Soluk: güzel
(Kt.B.)
ZIBIN: böcek, haşere / İnsekt (Elitzsch.2, 223)
Çıybın: sivrisinek SONUÇ
Çalışmamız boyunca işaret ettiğimiz gibi sümerologların
hemen hemen hepsi Sümer diline temeli
Ural-Altay dillerinden oluşan bitişimi! Agglutinativ
(iltisakî) dil grubunda yer veriyorlar. Onlardan
birkaçı Sumer dilini Ural-Altay dilleri
veya Türk dili ile doğrudan doğruya akraba saymış,
hatta ona Proto-Türk dili diye adlandırmışlardır.
Ancak buna karşılık, bu dilin
günümüzdeki dillerin hiçbiri ile akrabalığını ispat
etmenin mümkün olmadığını düşünenler de var.
Ama biz bu son grupdaki bilim adamlarının
Sumer dilini İndo-German ve Samî dillerin
dışında, hangi dillerle karşılaştırdıktan sonra
böyle sonuç çıkardıklarını bilmiyoruz. Belki de
onların bu dili Türk dilinin çeşitli lehçeleri, özellikle
sözcük hazinesi çok zengin olan Türkmen
dili ile karşılaştırma imkânı olmamıştır.
Biz bu tecrübemizde bile, eğer Sumer dilinin şimdiki
ayakta olan dillerin birisi ile akrabalığının ispatı
mümkün olursa, güçlü ihtimalle o dil Türkmen
dili olacaktır diyen bir inanca vardık. Çünkü
hem dil yakınlığında hem de uygarlığın diğer
yönlerinde ikna edici gerçekler bulunmaktadır.
Meselenin diğer bir önemli yönü ise, tarihçiler ve
sümerologların çoğunluğunun Sumerlilerin Orta
Asya'dan (Türkistan- dan)%
Mezopotamya'ya göçüp gelmiş olmasının altını
çizmeleridir. Biz bu konuda ünlü uzmanların eserlerinden
yeteri kadar örnekler getirmiştik. Ancak
konunun önemine binâen, sözlerimizin
sonunda da gene birkaç örnek eklemeyi yerinde
bulduk.
178
"Dünya Sanatının Büyük Tarihi" adlı eserin
Sumerlilerle ilgili bölümünde şu satırları
görüyoruz: "Tahminen M.Ö. 30001i yıllarda
Güney Mezoptamya'da Sümerlilerin hüküm
sürmesi başlar. Onlar Hazar Denizinin ötesindeki
çukur yerlerden (çöllerden) gelme ihtimali güçlü
olan Asyalı halktır. Sumerliler oradan kendileri
ile yüksek düzeyde gelişmiş tarım teknolojisini
getirmişlerdir. "221
Arkeoloji biliminin en yeni kazılarını içeren kitaplardan
olan bir diğer eserde de şöyle fikirler ortaya
konuyor: "...Bunların nereden geldiği sorunu
ise üzerinde çok tartışma cereyan eden, ancak
henüz kendi çözümünü bulamamış bir sorundur.
Bazı araştırıcılar onların aslını Kafkasya'dan,
diğer bir grup ise Hazar denizinin etrafından veya
Hint den sayıyorlar. Ancak bu konuda denmesi
mümkün olan şey, onların M.Ö. 4500 yıllarında
Mezopotamya'da yaşayan Samî kavimlerden olmadığıdır."
221
Arkeologların bu son sözlerini esas alırsak,
Sümerlilerin ana yurdu Türkmenistan olmalıdır
diye düşünüyoruz. Çünki nihayet Türkistandan,
Kafkasya'dan ve Hint'den söz geçiyor. Hindistan
konusunda geçen bölümlerde de işaret ettiğimiz
gibi eski Hint medeniyetinin kurucuları M.Ö.
4000 yıldan itibaren bu günkü Türkmenistan'ın
sınırlarından oraya göç eden Dravi- diler
olmuştur.
Onların dilleri Turan dil grubuna dahildir. Aryanlar
ise daha son dönemlerde Hindistan'a girerek
Dravidileri güneye doğru sürmüşlerdir. Yani, eğer
Sumerliler Hindistan'dan Mezopotamya'ya
varmış olsalar da bunlar Dravidiler olmalıdır.
Kafkasya ve Azerbaycan'a gelince, bu ülkeler
tarihçilerin açıklamasına göre Orta Asya'dan
(Türkistan'dan) akın akın göç ederek doğu
Avrupa'ya, Anadolu'ya, Mezopotamya'ya doğru
giden insan toplumlarının, özellikle Türk dilli
kavimlerin geçdi- ği hem de birbirleri ile
kaynaşarak yeni yeni kavimleri meydana getirdiği
bölge olmuştur.
Gina Pi^chel. Grosse Kunslaeschichte Der Wcit"
München-1975. s. 226
Kari Mtiller. Verlag. Archelogie Die Abentuer
und Entdeckungen. Slrazburg- 1990. s. 226.
Biz öne sürdüğümüz fikirlerimizin bir türlü
bilimsel kanıtı hükmünde, pek çok ciltden oluşan
"Dünya Uygarlık Tarihi" ni yazan çok ünlü 1 7 9
arkeolog ve tarihçi Will Durant'ın bizim konumuzla
ilgili düşünceleri ile sözlerimizi noktalıyoruz.
Bu bilim adamı bu büyük eserinin
birinci cildinin:
"Uygarlık Beşikleri: Orta -Asya "Anau" (Anev),
aklı şaşırtan yollar" başlıklı bölümünde şöyle
yazıyor:
"Çalışmamızın bu bölümünü uyğarlık nereden
başlıyor? diyen, çözülmedik mesele ve cevabını
bulmadık soruya özelleştirmeyi uygun bulduk.
Biz jeologlar tarihten önceki uzak geçmişin dumanına
girmeye çalıştığımız zaman,
günümüzdeki Orta Asya'nın kurak çöllerinde eski
çağlarda hoş ve rütubetli hava şartları olmuş
olduğunu sanıyoruz ve bu bölgelerde hem göllerin
hem de bol sulu ırmakların bulunmuş
olduğunu görüyoruz. Buzların en son kez
çekildiği jeolojik dönemde o bölgelerde kuraklık
olur ve yağmur suyu ise buralarda oluşup gelişen
köylerin ve kentlerin saklanıp kalabilmesi için
yetmmemiştir. Buna göre de bu bölgedeki insanlar
kendi yurtlarını su arayarak terk etmeye
mecbur olup dünyanın dört yanına dağılırlar.
Bakteriya gibi yarı gövdesi kumda gömülüp
kalmış kentlerde çok kalabalık bir nüfusun
yaşamış olduğunu görüyoruz. Hatta 1868 yılında
Batı Türkistan'ın 80.000 nüfusu, hareket edip gelmekte
olan çölleşme derdinden korkarak
yurtlarını terk etmeye mecbur olurlar.
1907 yılında Pumpelli "Anau'da (Güney
Türkistan'da) M.Ö. 9000
yılına ait olan uygarlığın kalıntısı sayılan taş
aletleri ve başka şeyleri kazıp çıkardılar. Biz
burada arpa, buğday, darı gibi tahılların ekilip
yetiştirilidiğini, bakır gibi madenlerin kullanıldığını,
hayvanların evcilleştirilip yetiştirildiğini
ve seramikten yapılmış süs eşyalarının
kullanılmış olduğunu görüyoruz. Biz bu düşünceden
hareket etmekle, kendi meçhulümüze ait
şöyle bir fikri öne süreriz:
Yağmursuz göğün yüklenmesine ve kuraklığa
maruz kalan çöl toprağın baskısına dayanamayan
nüfus, üç yana dağılarak, yarattıkları uygarlığı da
kendileri ile götürdüler. Onlar, doğuya doğru Çin,
Mançurya ve Kuzey Amerika'ya kadar, güneye
doğru Hindistan'a batıya yönelik de Elam, Sumer,
Mısır hatta İtalya ve İspanya'ya kadar vararlar.
Susa'da (bugünkü güney-batı İran 'da yerleşen
!lŞuş" da B.G.) eski Elâm'dan kalmış çok eski
uygarlığın kalıntıları Anau (Ânev) uygarlığı ile o
kadar benzerdir ki, insanda uygarlığın başlangıç
döneminde, tahminen M.Ö. 4000 yıllarda Susa
ile Anau (Anev, Anav) arasında kültürel ilişkiler
saklanmış olmasını savunmaya temel sağlıyor.
Bunun gibi benzerliklerin ve yakın akrabalığın,
hem Anau ile Mezopotamya hem de eski Mısır
sanatı ve el işlerinde de bulunması, bu ülkelerin
arasında da tarihten önceki dönemlerde ilişkilerin
var olmasını hatırlatıyor."225
Araştırmacı sözünün devamında Sümerlerin de
ya Orta Asya'dan ya Hindistan'dan veya
Kafkasya'dan gelme ihtimalini öne sürerek,
Sumer dili ile Moğol dilinin arasında var olan
benzerliğin de altını çizerek, kendisinin bu konulardaki
nihai fikrini "Yakın-Doğunun batı uygarlığına
kattığı katkıları" konu başlığı altında
şöyle açıklıyor:
"Yazıya geçmiş tarihin en azından 6 bin yıl yaşı
vardır. Bizim elimizdeki bilgilere göre bu sürecin
tam yarısında insanlık hareketinin merkez noktası
Yakın-Doğu olmuştur. Yakın-Doğu diyerek belirsiz
adresten biz, bütün Doğu Asyaya'yı göz
önünde bulunduruyoruz. Bu ise Rusya ve Karadeniz'in
güneyini, Hindistan ve Afganistan'ın
batısını, daha genişletirsek, Yakın- Doğu ile
ilişkide olan Mısır'ı da kapsayan bir genişliktir.
Bu belirsiz tasvir edilen genişlikte yaşayan
fevkalâde çalışkan ve yaratıcı kavimlerin
oluşturduğu çeşitli uygarlıkların birbirine etkisi
ve katılması sonucu tarımcılık ve ticaret ilişkileri,
at besle-
)
225. Will Duranı. Kulturgeschicht der Menschheit.
Köln-1985. s. 109-110.
mek ve araba üretmek, para kullanmak ve kredi
sistemini yola koymak, dokumacılık ve el işleri,
hükümet ve kanun, matematik ve tıp, bilimsel
esasta yer sulama sistemi, geometri ve astronomi,
takvim, saat ve müçe hesabı (on iki hayvanlı takvim
sistemi), yazı ve alfabe, kâğıt ve mürekkep,
kütüphane ve okul yerleri, edebiyat ve saz sanatı,
ressamlık ve mimarlık, tek tanrıya inanç ve tek
eşlilik, çeşitli süs eşyaları ve güzelliği korumak,
yurt gelirlerini hesaplamak ve vergi sistemini
düzenlemek vb. meydana gelmiştir.
1 8 1
Hem Amerika'nın hem de Avrupa'nın bugünki
kültürü Kirit adası, Yunan ve Rum aracılığı ile,
doğudan bu uygarlıktan alınarak meydan
gelmiştir. Aryanların kendileri uygarlığın yaratıcısı
olmayıp, belki onu Babil ve Mısır dan
almışlardır. Örneğin, Yunanlılar kendilerinden 3
bin yıl önce doğuda yaratılan ilim ve sanatı,
savaşta yağmalanan ganimet veya pazarlıkta kullanılmış
para gibi elde etmişler. Bunun sonucunda
onlar, kendilerinin yaratma
yeteneğinden fazla olan bir kültürü dışardan
alarak sahip olmuşlardır.
Eğer biz de kendi kültürümüzün gerçek kurucularına
saygı bildirmek istersek, o zaman Orta
Asya'ya şükranlar sunmalıyız. "22<'1
226. VVill Duranı, a.g.e. s. 1 15

\
1 8 4
KAYNAKLAR
Ahmat, Bekmırad. 1987. Andalip hem Oguznameçilk
dabi. Aşgabad.
Ahmat, Bekmırat. 1988. Göroğlının Izları.
Aşkabat.
Akpınar, Turgut. 1983. Türk Tarihinde İslâmiyet.
İstanbul.
Anıl, Çeçen. 1976. Türk Devletleri. Ankara.
Antonova Y. V. 1984. Oçerki Kulturi Drevnih
Zemledelssiv Predney i Sredney Azii. Moskova
Arazkulıef, S. et ali. 1977. Türkmen Dilinin
Diyalektolojik Sözlüğü. Aşkabat.
Atanyaz, Solanşa. 1994. Şecere. Aşkabat.
Balkan, Kemal. 1997 "Eski Önasya'da Kut (ve ya
Gut) halkının dili ile Türkçe Arasında Benzerlik"
Erdem dergisi, cilt 6, sayı 16. İstanbul.
Becker, Friedrich. 1980. Geschichte der Astronomie.
Zürich.
Berlitz, Charls. 1982. Die Wunderbare Weft der
Sprache. Wien-Hamburg.
Bilgiç, Emin . 1980. "Sümerler" maddesi, Türk
Ansiklopedisi, cilt: 30, s. 115-119. Ankara Caferoğlu,
Ahmet. 1984. Türk Dili Tarihi. İstanbul.
Candan, Ergun. 2002. Türkler'in Kültür Kökenleri.
İstanbul.
Csöke, Sandor. 1979. The Sümerien and Ural-Altaik
elements in the Old Slavic Language.
München.
Çığ, Muazzez İlmiye. 1995. Kur'an, İncil ve Tevrat'ın
Sümerdeki Kökleri. İstanbul.
Çıg, Muazzez İlmiye. 1996. Sümerli Ludingirra.
İstanbul Çıg, M. 1.1997. İbrahim peygamber,
İstanbul
Deimel, Anton. 1939. Sümerische Grammatik
mit Übungsstücken und zwei Anhângen-Liste der
gebrâuchlischsten Keilschriftzeichen mit ihren
Urbilden und den Hauptbedeutungen.
Roma.
Delitzsch, Friedrich. 1914a. Kleine Sümerische
Sprachlehre. Leipzig.
Delitzsch, Friedrich. 1914b. Sümerische Glossar.
Leipzig.
Diyakonof, V. & V. Kuvalof. 1969. Tarih-i Cihani
Bastan. Tahran.
DLT 1992 = Kaşgarlı Mahmut. 1992. Divanü
Lugat-it-Türk. I-IV, (Çeviren: Besim Atalay).
Ankara.
Durant, Will. 1985. Kulturgeschichte der
Menschheit, B.1. Köln.
Delitzsch, Friedrich. 1914a. Sümerische Sprachlehre,
Leipzig.
Delitzsch, Friedrich. 1914b.Sümerische Glossar,
Leipzig.
Falkenstein, Adam. 1959. Das Sümerische.
Leiden.
Farrohi, Bacelan. Tarihe Aferineş der Asatir
(Sürner).Tehran.
Faster, Richard. 1980. Sprache der Eiszeit.
Müclıen.
Fischl, Johann. 1964. Geschichte der Philosophie.
Graz, Wien, Köln.
Furugi, Mohammed Ali. 1965. Seyre Hekmet der
Urupa. Tehran-1965.
Gabain, Annamarie, von. 1985. "Eski Türkçenin
Grameri" (Çev: Mehmet Akalın). Ankara.
Geiss, Imanuel. 1994. Epochen und Strukturen.
Grundzüge einer üniversalgeschichte tür die
Oberstufe. Frankfurt am Main.
Green, M. W. & J. Nissen. 1987. Zeichenliste der
Archaischen Texte aus Uruk. Berlin.
Grönbech, Kaare. 1995. Türkçenin Yapısı,
(Çeviren Mehmet Akalın). Ankara.
1 8 5
Gulla, Nazar. 1986. Gadımdan Galan Nüshalar.
Aşkabat.
Gulla, Nazar. 1994. "Köki Çunfiur Türkmenim",
Yaşlık Jurnali, sayı: 1. Aşkabat.
Gürün, Kamuraıı. 1981. Türkler ve Türk Devletleri.
Ankara.
Hamzaef, M. Y. et ali. 1962. Türkmen Dilinin
Sözlüğü. Aşkabat.
Hommel, Fritz. 1925. Ethnologie und Geographie
Des Alten Orients. München.
Huk, Henri Samoil, 1991. Asatire Havermiyane,
Tehran-enteşarete Rovşengeran.
Hübner & Reizammer 1987. İnim Kiengi 2-1,
Sümerisch in Wort und Schrift, Marktredvvitz,
1987
Hübner & Reizammer 1987. İnim Kiengi 2-2,
Sümerisch in Wort und Schrift, Marktredvvitz.
1987
Hübner, B. & Reizammer, A., İnim Kiengi 3
Marktredwitz, 1987.
Ifrah, Georg. 1991. Üniversalgeschichte der Zahlen,
Frankfurt-Main, New York.
International Bibles Students Association. 1979.
Broklyn, New York, Good News-to make you
Happy.
İrece, İskenderi. 1985. Der Tarikiye Hezareha
Urupa? Nerede çap edildi?.
İsmet Parmaksızoglu ve Y. Çağlayan .Genel
Tarih; Ankara-1986
Jaspar, Nissen. 1987. Welsches Pferd ist das?
Stuttgart.
Jaspers. Kari. 1949. Vom Ursprung und Zeit der
Geschichte. München.
Jonas, Doris & Jonas A. David. 1979. Das erste
Wort. Hamburg.
Karalıoglu, Seyit Kemal. 1973. Türk Edebiyatı
Tarihi. İstanbul.
Kari, Müller Verlag, archeologie der Abantuer
und Entdeckungen, Salzburg-1990
Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü. 1991.
Ankara.
Köse, Mâti. 1990. Korkut Ata. Aşkabat.
Kramer, Samuel Noah. 1961. Sümerische Literar
Texte aus Nippur, Berlin.
Kramer, Samuel Noah. 1971. Mesopotamien.
Hamburg.
Kuraeva, Gurbancemal. 1994. "Türkmen Heykeltaraşlık
Sunğatının Kökleri", Türkmen Medeniyeti
Jurnali, sayı: 2. Aşkabat.
Mahtımgulı Divanı. 1907. Taşkent.
Mâmmedof, Muhammet. 1993. "Türkmenistanın
Gadımı Arhitekturası", Türkmen Medeniyeti
Jurnali, sayı: 1. Aşkabat.
Margueron, Jean-Claude. 1989. Die Grossen Kulturen
der Welt. München.
Masson V. M. 1981. Altintepe, Leningrad
Masson V. M. 1987. Das Land der tausend Stâdte.
München Mateveev, K. & A. Sazanova. 1986.
Zemlya Drevnego Dvureçie. Moskova.
—- Meyers Enzyklopâdische Lexikon. 1975.
Manheim. —- Morteza Ravendi.Trihe Ectemaiye
Iran, birinci cilt, Tahran-1978
Mohâmmâdcevade Mâşkur. 1985. Iran dar Âhde
bastan, Tahran.
Moskati, Sabatino. 1979. Wie erkenne ich Mesopotamische
Kunst. Stuttgart und Zürich.
Nevruz 1995 = Türk Kültüründe Nevruz
Uluslararası Sempozyumu Bidirisi, 1995. Ankara.
Nissen, Hans J., 1990. Grundzüge einer
Geschichte der Frühzeit des Vorderen Orient.
Darmstadt.
1 8 6
Oberhuber. Kari. 1972. Die Kultur des Altesorient.
Frankfurt am Main.
Ödek Ödekof , 1990. Sumer hakda kelam ağız.
Yaşlık jurnali sayı 12. Aşgabad Parrot, Anre'.
1960. Sumer, München.
Pirniya, Hasan. 1969, Tarihe İrane Bastan,
Tehran-Donyaye Ketab.
Poebel, Arno. 1923. Grundzüge der Sümerischen
Grammatik. Rostok.
Poppe, Nikoleos. 1953. Ein altes Kulturwort in
den Altaischen Sprachen. Helsinki.
Poppe, Nikoleos. 1990. Bermerkungen zu G. J.
Ramsted's Einführung in die Altaische Sprachwissenchaft.
Helsinki.
Pöbel, Arno. 1923. Grunzüge der Sümerischen
Grammatik. Rostok.
Radloff 1910 = Wilhelm Radloff. 19'10. Kudatku
Bilik des Jusef Chass- Hadschib Aus Balasagun.
St. Petersburg.
Radloff, Arno. ORHUN "Moğolistan Tarihi
Eserleri..." Ankara-1995.
Ravendi, Murteza. 1963. Tarihe içtimaiye Iran,
Tahran Ravvlinson, Jerge. 1873. The Sixth Great
Oriental Monarchy. London.
Sariyanidi, Viktor, 1994. "Gadımı Garagumun
Beyik Medeniyeti", Türkmen Medeniyeti Jurnali,
sayı: 1. Aşkabat.
Schmökel, Hartmut. 1961. Kulturgeschichte des
Altenorient. Stuttgart.
Sencer, Muzaffer. 1974. Dinin Türk Toplumuna
Etkileri. İstanbul.
Soden & Landsberger 1965 = Soden Wolfram
Von & Landsberger, B. 1965. Die Eigenbegrifflichkeit
der — Babaylonischer VVissenchaft.
Darmstadt.
Soden, VVolfram Von. 1985. Einführung in die
Altorientalistik. Darmstadt.
Störig, Hans Joachim 1987 Abenteuer Sprache.
Berlin.
Sümer, Faruk. 1999(5.yayın)
Oğuzlar(Türkmenler).
Tekin, Talat. 1993. Türkçe-Japonca
The Holy Bible in İran, reproduced by 1983-3
Thomsen, Wilhem. 1993. Orhon ve Yenisey
Yazıtlarının Çözümü. (Çeviren: Vedat Köken).
Ankara.
Tuna, Osman Nedim. 1990. Sümer ve Türk
Dillerinin Tarihi İlaisi ile Türk Dilinin Yaşı
Meselesi. Ankara.
Türk Ansiklopedisi. 1980. 30. Ankara.
Türkler Ansiklopedisi. 2002. Ankara.
Türkmen Dilinin Gısğaça Dialektologik Sözüğü.
1977. Aşkabat.
Türkmen Dilinin Sözligi, Aşkabat-1962.
Türkmen Edebiyatının Tarihi. 1975. Aşkabat.
Türkmenistan SSSR-nin Tarihi. 1959. Aşkabat.
Türkmen-Sovyet Ansiklopediyası. 1978.
Aşkabat.
Uhlig, Helmut. 1976. Die Sümerer ein Volk am
Anfang der Geschichte. München.
Uraz, Murat. 1994. Türk Mitolojisi. İstanbul.
1 8 7
Vambery, Hermann. 1870. Das Turkenvolks.
Osnabrück.
—• Vambery, Hermann. 1872. Geschichte
Buchara's oder Transoxanien. Stuttgart.
Vambery, Hermann. 1878. Eîhimologisches
VVörterbuch der Turko- Tatarischen Sprachen.
Leipzig.
Veliev, Kamil. 1988. Elin Yaddaşı Dilin Yaddaşı.
Bakı.
VVeirich, Rudolf & Bürk, Gerhard. 1972.
Gründzüge der Geschichte, Belin-München..
VVenzler, Georg.1980. Das Arabische vollblut
Pferd. Stuttgart.
Werner, Gorbaracht. 1983. Kennen Sie Pferde.
Hamburg.
Zakar, Andereyas. 1971. "Current Antropologie",
A World Journal of the Sceinces of Man, February-
1971.
Zehtabi, Muhammedtagi (Kirşçi). 2000. İran
Türklerinin Eski Tarihi, l-ll. Tebriz.
Zerir, Mustafa. 1991. Yusuf ve Zoleyha. Bakı.
Resimlerin alındığı kaynaklar
Kapaktaki yazı şekili: Das Land der Tausend
Stâdte, s.38, V. Masson, München-1987.
Kapaktaki öküz başı: Türkmeniya,
Moskova-1987, s.31
Şekil 1: Türkmen Medeniyeti jurn. 1994-1, s.33,
V. Sarianidi, Aşgabad Şekil 2: Die Blühenden
Stâdte Der SUMERER, Hamburg-2001, s. 149.
ISBN 3934519709
Şekil 3. A: Mesopotamien, Jean-Claude Margueron,
München-1979, s. 95. ve B: Mesopotamien,
S. N. Kramer, Hamburg-1971, s. 170.
Şekil 4. A: Türkmenistan SSR'nin Tarihi,
Aşgabad-1959, s. 41. ve B: Türkmen Medeniyeti
Jurnali, Aşgabad-1994/1, $.21:
Şekil 5: Türkmen Sovet Ansiklopediyası, 8.cilt,
Aşgabad-1978, s.39.
Şekil 6: Handbuch Der Vorgeschichte(ll), Hermann
Müller-Karpe, Münc- hen-1968, Tafel 88
ve 97.
Şekil 7: Alte Kulturen ans Licht gebracht, Neue
Erkentnisse der Archâ- ologie. Rudolf Pörtner,
Wien-1975, s. 85.
—' Şekil 8: Geleneksel eski bir Türkmen düğün
merasımından bir foto.
Şekil 9: Türkmen medeniyeti Jurnali,
Aşgabad-1994/1 s.cild.
Şekil 10: Türkmeniya, Moskova-1987, s. 38. 40.
Şekil 11. A: Atles der Altenvvelt. Margaret
Oliphant. München-1993, s. 17(i.ö. 2700. yıl),
B: Mesopotamien. Jean-Claude Margueron, Miinchen-
1978, s.109(i. ö. 2000. yıl) ve C: Die
Blühenden Stâdten Der Sümerer. Hamburg-2001,
s. 79.
Sözlükte kul anılmış kaynaklar
Deimel, Anton "Sümerische Grammatik mit
Übungs stücken und zv/ei Anhaengen- Liste der
gebraeuchlischsten Keilschriftzeischen mit ihren
Ur- bilden und den Hauptbedeutungen"
Roma, 1939
Poebel, Arno "Grundzııege Der Sümerischen
Grammatik" Rostok, 1923
Hübner, B. & Reizammer, A. "İnim Kiengi-2-1"
Marktredvvitz, 1987 (1) Hübner, B. & Reizammer,
A. "İnim Kiengi-2-2" Marktredwitz, 1987
(2) Hübner, B. & Reizammer, A. "İnim Kiengi-3"
Marktredwitz, 1987 (3) Delitzsch, Friedrich ,
Sümerische Sprachlehre, Leipzig,1914 (1) 1 8 8
Delitzsch, Friedrich , Sümerische Glossar,
Leipzig,1914 (2) Falkenstein, Adam, Das
Sümerische, Leiden,1959
Poppe, N. 1-"Bemerkungen zu G. J. Ramstedt.s
Einfuerung in die Alta- ische Sprachvvissenschaft"
2- "Ein Alteskulturvvort in den Altaischen
Sprac- hen" Helisinki, 1953
Hommel, Fritz "Ethnologie und Geographie Des
Altenorients" Muenc- hen.1925
Green, M. & Nissen, J. "Zeichenliste Der Archaischen
texte aus Uruk" Berlin,1987
Tuna, Osman Nedim "Sumer ve Türk Dillerinin
Tarihi ilgisi ile Türk dilinin yaşı Meselesi"
Ankara, 1990
Csöke, Sandor "The Sumerien and Ural-Altaik
elements in the Old Slavic Language"
Muenchen. 1979
Vambery, Hermann "Ethimologisches Wörterbuch
der Turko-Tatarisc- hen Sprachen"
Leipzig-1878
Geiss, Imanuel "Epochen und Strukturen:
Grandzüge einer Üniversalgeschichte für die
Oberstufe" Frankfurt am Mai 1994
Çığ, Muazzez İlmiye "Kur'an, İncil ve Tevrat'ın
Sumerdeki Kökleri" İstanbul 1996
Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lugat-it-Türk; -4-
Dizin, Endeks, Ankara-1991
Radloff, W. "Kudatku Bilik des Jusef Chass-Hadschib
Aus Balasagun" St. Petersburg-1910
(Sözlük bölümi)
Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, Ankara-
1991
M. Y. Hamzaef, G. Ataef, G. Açilova, V. Mesgudof,
A. Mesetgeldief, Türkmen Dilinin
Sözlüğü, Aşkabat. 1962
Orhun yazıtları: Radloff, Arno. ORHUN
"Moğolistan Tarihi Eserleri..." An- kara-1995
(sözlük bölümü)
Orhun yazıtları: Talat Tekin, Simurg, 1995, İstanbul.
S. Arazkulıef, S. Atanyazof, P. Berdief, F. Sapanova,
Türkmen Dilinin Diyalektolojik Sözlüğü,
Aşkabat, 1977
Turan t.=Turan türkcesinden amacımız isadan
öncesi bin yıldan itibaren tarih sahnesinde tanınmış
;Sak-lskit; kabile birliği ve bu kabilelere aid
Part(Eşkani) devletini kuran ;Part, Parn; Türklerin
dillerinden kalmış sözcükler:
Turan t.1=prf. Dr. Muhammedtagi Zehtabi(
Kirşçi) "Iran türklerinin eski Tarihi,2.cild"
Tebriz-2000yıl, S.356-64(Part türkçesinin text ve
sözlüğü).
Turan t.2=Jeorge Ravvlinson "The Sixth Great
Oriental Monarchy" Lon- don-1873, s.23!
Turan t.3=A. Vambery "Geschichte Buchara's
oder Transoxanien" Stutt- gart-1872. s. 11.
Turan t.4=A. Vambery "Das Turkenvolks" 0snabrück-
1970, s.11, s.25.
Grönbech, K. "Türkçenin Yapısı" Ankara-1995
Gabain, Annamarie von. 1985. "Eski Türkçenin
Grameri" (Çev: Mehmet Akalın). Ankara.
1.
Türkler Ansiklopedisi, sayfa. 480-483. 2002.
Ankara.
2.
a.g.e.. sayla- 480-483.
10. Çeccn. Anıl. 1976. Türk Devletleri, s. 10.
Ankara.
13
Türk Ansiklopedisi, s 115-119. Ankara. 1980.
15.
Pirniya. Masan. 1969. Tarihe İrane Bastan sayfa:
113-114. Tehran-Donyaye Ketab.
23.
Ödek ödekof . 1990. sayfa: 15-21. Sümer hakda
kelam agı?.. Yaşlık jurnali sayı 12.
Asgabad
24.
Gulla. Nazar. 1994. "Köki Cunnur Türkmenim .
sayfa: 24-26. Yaşlık Jurnali, sayı: 1.
Aşkabat.
28. Uhlig. Helmul. 1976 Die Sümerer. ein Volk
am Anfang der Geschichte. sayfa: 88-94.
München.
29. Uhlig. Helmut. 1976. Die Sümerer. ein Volk
am Anfang der Geschichle. sayfa: 8S-94.
München.
38.
Kramer. Samuel Noah. 1971. Mesopotamien. s.
11. Hamburg.
39.
Sariyanidi. Viktor. 1994. "Gadımı Garagumun
Beyik Medeniyeti". s.32. Türkmen Medeniyeti
Jurnali, sayı: 1. Aşkabat.
40. Meycrs Enzyklopâdische Lexikoıv Manheim.
1975. s. 608.
41. Sencer. Muzaffer. 1974. Dinin Türk Toplumuna
Etkileri, s.57-58 İstanbul.
4X
44. Kramer. Samuel Noah. 1971 Mesopotamien.
s.98. Hamburg.
45.
Soden. Wolfram Von. 1985. Einführung in die
Allorienialistik. s. 166. Darmstadt.
46.
Kramer. Samuel Noah. 1971. Mesopolamien. s.
100-101. Hamburg.
47. Kramer. Samuel Noah. 1971. Mesopolamien.
s. 102-105. Hamburg.
50.
Nevruz 1995 = Türk Kültüründe Nevruz
Uluslararası Sempozyumu Bidirisi. s 207-208.
1995. Ankara.
52.
Türkmen Edebiyatının Tarihi, s.23. 1975.
Aşkabat.
53.
Hommel. f-'ritz. 1925. Ethnologie und Geographie
Des Alten Orients. s.2 i-22.
München.
55. Kramer. Samuel Noah. 1971. Mesopolamien.
s.42. Hamburg.
Thank you for evaluating ePub to PDF Converter.
That is a trial version. Get full version in http://www.epubto-
pdf.com/?pdf_out