19 Ağustos 2015 Çarşamba

Felsefe Düşüncenin Oluşumu

1. Hafta: Polis (Şehir Devleti)

Akdeniz medeniyetleri: Mısır, Suriye, Irak, İran, Sümer, Mısır, Akad, Pers, Yahudi, Hitit, Babil, Yunan vb. (MÖ 4000’de Sümer ve Mısır’la başlar). Yazı, tarım, yerleşik hayat, şehirleşme, devletleşme, kültürel tapınaklar, zanaat, mimarlık, astronomi, hukuk, tıp, matematik, geometri madencilik, denizcilik.

Dor’ların Ege kıyıların işgal etmesi ve Aka medeniyetini kontrol altına almasıyla başlayan Yunan medeniyeti bunların içinde en genç medeniyetlerden biridir (MÖ 1200’lerde kurulmuştur, ancak klasik dönemi MÖ 700-400 arasındadır, MÖ 300’de Roma tarafından yıkılmıştır). Roma, Bizans, Hıristiyanlık, İslam ve Avrupa medeniyetlerini etkilemiştir. FelsefeYunanın en önemli ürünlerinden biridir.

Yunan medeniyetinde merkezi devlet yapısı yoktur, Polis devleti şeklinde yapılanma vardır. Truva savaşları (MÖ 1200) Yunan medeniyetini  başlatan bir savaş olarak değerlendirilir. Truva savaşı hikayeleri MÖ 800 civarında yazıya geçirilmiştir.

Yunan medeniyeti tarım, hayvancılık, denizcilik, sömürgecilik ve dış ticarete dayalı bir iktisadi yapıya sahiptir. Siyasi yapısı şehir devletleri temeline dayanır (şehir devleteri farklı siyasi sistemlerle yönetilir). Özellikle Miletos, Ephesus ve Tina’da ticaretin gelişmesiyle yabancılar topluma nüfuz ederek farklı medeniyet ve bakış açısıyla tanışmıştır.

Karadeniz, Akdeniz ve Mısır kıyılarındaki koloni devletleri de Yunan kültüründe etkili olmuştur.

Tarım, hayvancılık, ticaret ve sanayi (zeytinyağı, gemi inşa, madencilik) de gelişmiştir. Şehir devletleri bu olgulardan etkilenmiştir.

Felsefi düşünüşün oluşumu açısından Yunan medeniyeti (sosyal-iktisadi-siyasi açıdan)  yakından tanınmalıdır (MÖ 1000-300 arası dönem).

Yunan Medeniyetinde Polis (Şehir Devleti):

Şehir devleti iktisadi açıdan kendine yeterli, surlarla çevrili, tarım alanına sahip bağımsız bir yapıdır. Nüfus düşüktür. En önemli sorunları birbirleriyle aralarında savaşmalarıdır.

Şehir devletleri kabile kökenli bir yapıya sahiptir (bağımsız, kendi sorunlarını çözebilen, ancak diğer kabilelerle çatışma, anlaşmalar yapma).

Yunan sosyal yapısı iki temel üzerine kurulmuştur:
-       Kabilecilik
-       Sınıflar

Polisler (şehir devletleri) sosyal ve iktisadi olarak birbirlerine benzerler ancak siyasi olarak çok farklıdırlar.

Polislerin ortaya çıkmasında en önemli etken Ege’nin coğrafi yapısıdır (büyük devlet kurmaya elverişli değil). Kara yoluyla değil deniz yoluyla ilişkiler gelişmiştir, bu yüzden polisler kapalı toplumlardır. Polisler tarımla uğraşan toplumların devletleridir (Littman).

MÖ 7.YY’da ticaretin gelişmesiyle Polisler kapalı toplum olmaktan çıkmıştır. MÖ 9.YY öncesi dağınık kabileler halinde yaşayan Yunan Polisleri korsanlık yüzünden denizden uzaklara kurulmuştur, ticaretin gelişmesiyle birbirlerine yaklaşmışlardır. MÖ 5 YY’a kadar yağma ve çapulculuk sürmüştür (Thukidides).

Polisler çitlerle veya surlarla çevrilmiş veya çevrilmemiş olabilir. Surlarla çevrilmemiş Polise örnek Isparta gösterilir. Bu tarz şehirlere “eski Helenik tarz” adı verilir. Polisler birkaç köyün birleşiminden oluşru. Köy ise bir klanın yerleşim yeridir (kabile kampı), brikaç yıl veya bir kuşak oturulan yer daha sonra terk edilirdi, tarımın gelişmesi ve güvenliğin sağlanması ile yerleşik hayata geçilmiştir (Thomson).

Polislerin siyasi yapıları kabile düzeninde gerçekleşmiştir. Genelde en güçlü kabile şefi şehir yönetimine gelir, daha sonraları siaysi kurumların gelişmesiyle şefler sırayla başa geçmiş sonra da seçim sistemine geçilmiştir.

Atina’yı (hem kabileci hem de merkezi yapı) oluşturan kabilelerin kendi savaş şefleri (arkhon) vardır. Savaş şefleri kralla birlikte meclis toplantılarına katılırlar, barış zamanı kendi işleriyle uğraşırlardı. Zaman zaman birbirleriyle de savaşmışlardır. Thesus (efsanevi kahraman, kral) merkezi bir meclis oluşturmuş ve kabileleri bir araya toplamıştır. Atina etrafını surlarla çevirmiş ve şehri büyütmüştür. Özellikle kabile şefleri şehirden uzak durmuş ama soylular (Eupatrid) şehirlerde oturmuş, mallarını ve güçlerini artırmıştır. Krallığın yerine kurdukları düzen yüzünden halk ayaklanması ile ülkeden atılmışlardır. Polislerin temelini oluşturan klan ve kabileler aynı zamanda iç savaşların da nedeni olmuştur (Thomson).

Kabilecilik aynı zamanda iç savaşları ve çatışmaları getirmiştir. Denizden gelecek tehlikelere karşı şehirler kıyılardan içeri kurulmuştur.

Aristoteles’e göre Atina dört kabileden oluşmuştur, her kabilede otuz kişiden oluşan üç fratri vardır. Demokrasiye geçildiğinde kabile sayısı ona çıkarılmış, her takvim yılı ona bölünmüştür (her bir dönemde kabilelerden birinden seçilen yürütme kurulu yönetime gelmiştir.

fratri: Kadın ya da erkek üzerinden belirlenen akrabalık ilişkilerine göre örgütlenmiş grupların, akrabalık ilişkilerine dayanmayan daha büyük gruplarda birleşmesi.

Kabileler şehir yönetimini ve askeri birliği oluşturur. Kabile içi bağlar güçlüdür, ancak diğer şehirlerdeki akrabalık bağı zayıftır. Kabile, Polisin teşkilatlanması yanında evlilik ve din konusunda da kurallarını sürdürmüştür.

Bütün vatandaşlar bir fratri üyesidir ve kendi fratrisinin dinini sürdürerek yine kendi fratrisinden evlenirdi. Klanlar Polislerin ilk çağlarında aristokratik bir güçken, sonraları  siyasi teşkilatlanma kabile bölümlenmesine göre yapıldığından politik önemlerini kaybetmiştir. Ancak sosyal prestijlerini korumuşlardır (Littman).

Sınıflı yapı doğanın bir uzantısı olarak kabul edilmiştir.

Sınıflar ve Sınıf Çatışması:

Yunan medeniyetinin ilk dönemlerinde ortak mülkiyet vardır.(MÖ 1000-700). Yerleşik düzene geçilmesiyle özel mülkiyet ortaya çıkmıştır. Özel mülkiyetin aza sayıda ailenin elinde toplanmasıyla aristokratik sınıf ortaya çıkmıştır (Mansel).

Dorlar özel mülkiyetin ortaya çıkmasında rol oynamıştır. İşgal ettikleri yöre halkını köle (helot) yaparlardı. Dorlar’da toprak aile içinde el değiştirir ancak satılmazdı, helot’ları gereği gibi çalıştırmayanlar (vergi vermeyenler) vatandaşlıktan çıkarılmıştır (Mansel).

Helot: köle
Dorlar: Antik Yunan asıllı Hin-Avrupa kökenli göçebe kabile

Dorların Ispartada uyguladıkları köleleştirme ve toprak paylaşım yöntemi (özel mülkiyet yoktur, her şey devlete aittir) Isparta yıkılana dek sürmüştür.

Toprak istilacılar arasında eşit bölünür, toprak köleleştirilen eski sahiplerince işlenmeye devam eder. Köle ürünün %60’ını sahiplerine verir %40 kendilerinin olurdu. Vatandaşlar ortak sofrada yediklerinden ürünlerin bir kısmını aş evlerine verirlerdi.

Isparta’da Dor istilasından yıkılana kadar katı sınıf kuralları vardı:
- Özgür ve eşit vatandaşlar
- Köleler.

Ispartada siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel yapılar askeri temel üzerine kurulmuştur (gelenekçi kapalı toplum, askerlik dışında hiçbir kurum gelişmemiştir).
Erkek çocuklar 7 yaşında aileden alınır, acıya dayanıklılık ve hırsızlık öğretilirdi. 20 yaşında orduya katılırlardı. Kendi evleri olsa da birlikte yaşarlar, genç yaşlı bir arada olurlar, ortak sofrada yemek yenir, toprak işiyle uğraşmazlardı (her ailenin toprağını işleyecek kadar kölesi olurdu).

Sınıfsal yapı mitolojik dönemden Polislerin yıkılışına kadar sürmüştür (mitolojik çağlarda da sınıflı toplum olduğunu kabul ederler).

Thomson’a göre sınıflar:
Theseus döneminde halk üçe ayrılır (tarihsel dönemde toplumun genel yapısı):
Eupatridler (şehir meclisinde görev yapma hakkına sahip şef ailesi, soylu babanın oğlu)
Geomorlar (Kırsal kesimde yaşayan küçük toprak sahibi)
Demiurgoslar (şehir hayatının temel unsuru zanaat sahipleri)

Littman’a göre sınıflar:
Yunan tarihinin ilk dönemlerinde:
- Soylular: Kralın klanındaki üyeler--Din adamları--Zengin toprak sahipleri)
Soyluluğun kaynağı: Bir tanrıdan gelmek, fetihlerle elde edilen onur, toprak sahipliği (zenginlik). Sonraki kuşaklarda soyluluk doğumla da elde edilmiştir. Soylular orduları da kontrol ederlerdi.
- Soylu olmayanlar: Küçük ve orta büyüklükte toprak sahipleri--Thetes (özgür fakat toprak sahibi değil, zanaatkar, tüccar, tarım işçisi)--köleler

Kolonileşme, ticaret neticesinde orta sınıf güçlenir, küçük toprak sahibi köylüler birleşir böylece aristokratlar orta sınıfa yeni haklar verir (MÖ 8-7 YY). Bu dönemde tirnalar ortaya çıkar. Tiranlar zenginler ve hoplitler (piyade) arasından çıkmış olup aristokratlara karşı savaşmıştır. Bu savaşlar neticesinde vatandaşlık kavramı değişmiş ve vatandaş sayılmayan kesime de bu hak verilmiştir. 6-5. YY’da soyuluk kavramı yerini zenginlik kavramı almıştır (Littman).

Solon ile birlikte zenginlik esasına göre sınıflaşma başlamıştır. Ancak bundan ne zenginler ne de yoksullar memnun olmamıştır (Aristoteles, bu durumu doğru ilkelere göre yapılmış olduğuna bağlar). Bu ölçü de vatandaşlık haklarında değişiklik getirmemiştir (Atinalı ana babadan doğanlar vatandaş diğerleri değil). Sınıflar arası geçiş kolay olmasına rağmen 5.YY’da Atina nüfusunun %40’ı vatandaş değildi.

Marcus’a göre sınıflar (Atina, Isparta, Elis ve Argos Polisleri için geçerli):
- Vatandaşlar
- Metekler (özgür yabancılar)
- Köleler
Sınıflar arası geçiş yasaktır, sınıfların hakları yasalarla korunur. Ispartada metekler sayıca çok olmasına rağmen bir sınıf olarak kabul edilmez. Atinada sınıf olarak kabul edilselerde mülkiyet hakkı verilmemiştir. Metekler, aktif siyasetten uzak tutulmuş ama askerlikten, denizcilikten ve vergierden ve ittifak vergisinden sorumlu tutulmuştur. Bilim, edebiyat, resim, heykel, müzik, tıp, felsefe, şiir ve hitabetle de ilgilenmişlerdir.
Köleler Atina nüfusunun %25’idir. Toplumun ortak malıdır (askeri güçte, darphanede, katiplikte çalışmıştır), köle pazarından satın alınarak evlerde de çalıştırılmışlardır. 5.YY’a kadar tarım köleliği daha sonra sanayi köleliği gelişmiştir. Köleler kiraya da verilirdi, zenginler için bir gelir kaynağıdır.

Kölelik aşağı kabul edilir ve doğal karşılanırdı. Köleler davacı olamazdı, sahibi haklı nedeni varsa kölesini öldürebilirdi. Kaçan köle damgalanırdı. Köleler sefil ve farklı uluslardan olduklarından iç savaşlarda dayanışma sağlayamamış ve etkin olamamıştır.

Kabile içi evliliğin yasak olması kabileler arası ilişkiyi güçlendirmiş, kabilecilikten devlet yapısına geçilmiştir. Kabilecilik zayıfladıkça devlet güçlenmiştir.

Atinada sınıflar:
- Aristokratlar (zengin toprak sahipleri), başarılı kabile mensupları (savaş kazanmış toprak sahibi)
- Çiftçiler ve köylüler, fakir gurup
- Köleler (En çok köle Atinada)
- Yabancılar (%10-30). Kolonicilikten kaynaklanır.

Kölelik doğuştan gelir, onların özünde kölelik vardır.

8.YY’da başlayan sınıf savaşları, aşağı sınıfların yukarı sınıflarla eşit haklara sahip olma mücadelesidir,  en yoğun olarak 5.YY’da yaşanmıştır (oligarşi-demokrasi taraftarları). Büyük toprak sahipleri askerleri kontrol ettiğinden güçlerini korumuştur. Küçük toprak sahiplerinin şehirlere yönelmesi, kolonileşme ve ticaret  şehireri kalabalıklaştırmıştır. Toprağını kaybeden köylüler (thetus) gemici olmuştur (dışa yayılma). Şehirleşme, koloni ganimetleri, ticaret toprağa dayalı aristokratları güçten düşürmüştür (soylu olmayan zenginlikler türer):
- Nüfus artışı (ticaret, kolonileşme)
-  Pazar ekonomisinin başlaması
-  Palans ve hoplit (piyade) gibi yeni orduların kuruluşu

Palans-Phalanx: mızrak ve benzeri silahlar kullanan askerlerin birbirinden ayrılmadan art arda saflar halinde savaşmasını esas kabul eden bir savaş düzeni.

5.YY’da tiran ve demokratların aristokratlara (oligark) karşı savaşmasıyla vatandaşlık hakları iktidarı ele geçiren gruba göre yaygınlaşmış veya daralmıştır.

Toplumsal Karakter:

Sınıf savaşları (vatandaşlık hakkı için), korsanlık ve rekabeti sevmeleri neticesinde Yunan dünyasında sürekli bunalım vardır.

Festivallerde hep yarışma ve rakabet vardır (spor gösterileri, oyun yazarlığı, drama). Kazananlara verilen ödül semboliktir (ödüller genellikle tapınaklara bağışlanırdı).

Rekabet üretime sebep olamamıştır. Yunan’da yarışmacı bir ruh vardır. Yarışma ve rekabet temelli karakterleri vardır. Bu karakter düşünce sistemlerini etkilemiştir.

Yunan kültürü günahdan ziyade ayıplama özelliği taşır. Yenilgi her türlü şartta utanç verici kabul edilmiştir. Kaybeden ayıplandığından, kazanma onuru rakibin yenilmesiyle elde edildiğinden yarışmalar çok sert geçerdi. Rekabetin kaynağı dini inançlarıdır, tanrıları hep rekabet içindedir ve rekabet de bazı tanrılar tarafından idare edilir. Kazanma tutkusu, kendini beğenme, kibir, övünmek, kıskançlık, kincilik genel karakteri beslemiştir. İntikam almak ve kincilik en yüksek derecede ilgi görmüştür  (Littman).

Kadın kölelerle birlikte ikinci derecededir (çocuk doğurmak ve ev işi) çok az yasal hakkı vardır, eğitim görmez, erkek klüpleri dışındadır. Kadın bu yüzden çocuklarına daha fazla bağlanıştır, bazan kocasının intikamını almıştır (oğullarını hem yüceltmiş hem de aşağılamıştır). Bu davranış çocukların güvensiz ve bunalımlı olmasına sebep olmuş, kadınlardan korkar hale getirmiştir (Yunan mitolojisinde kadınlar kötü niyetli). Sonuçta Yunan erkeği ya kahraman yada değersiz biri olmuştur (erkek klasik narsist, kendini beğenmiş, başkalarının takdiri aşırı önemli). Egoizm, başkalarından üstün olma, onur ve ün kazanma tutkusu toplumun birlik olmasını engellemiş bireysel çıkar Polis çıkarından önde tutulmuştur.

Erkekler klübü şeklinde yaşama, 17 yaştan itibaren erkekler ayrı bir yerde yaşar. Agorada eğitim alırlar. Askeri talimler yaparlar. Evlilik yaşı erkeklerde 38 civarıdır (Askerlik hizmetinden sonra)

Doğal rekabet siyasi problemler çıkartmış aynı zamanda sanat, edebiyat, felsefe ve bilimsel yaratıcılığı desteklemiştir. Eşitlik gerçekleşmemiştir. Kendini beğenmişlik, başkalarını aşağılama gelişmiştir (bireycilik).

Yunan düşünce yapısı iktisadi ve toplumsal temelden çok etkilenmiştir. Sömürgecilik, dış ticaret yabancı nüfusu arttırmıştır (yabancılar kendi kültürlerini, düşüncelerini getirmiştir).

Atina vatandaşı olabilmek için ana-babanın Atinalı olması şarttır. Yabancılar zengin olmalarına rağmen yönetime giremezler. Yönetime girmek için para harcarlar bu da iç savaşları tetiklemiştir.

Yunanda devletin merkezi ordusu yoktur, zenginlerin kendi askerleri vardır.

Toplumsal yapı, sanayi, ticaret ve sosyal sınıflar Yunan düşüncesinde etkili olmuştur. Felsefe bu toplum yapısında gelişmiştir. Felsefe en üst seviyede ve düşünce yapılarının içerisinde en son çıkmıştır. Felsefenin anlaşılabilmesi için Yunan kültürünün ve düşünce tarzının (siyasi, inanç, tarih) iyi bilinmesi gerekir.

2. Hafta: Efsane Temelli (Mitik) Düşünce

Efsane temelli düşünce evren tasavvurunun efsane ile anlatılması olup felsefi düşüncenin temelidir. Efsane kutsal kabul edilir ve hakikat olarak inanılır.

Evrenin Oluşumu:

Yunan evren tasavvuru özde diğer evren tasavvurları ile aynıdır (dünyanın düzenlenişi, gök, yer oluşumu insanın yaratılışı). Yunan mitolojisi zengin yazılı eserlere dayandığından en çok incelenen ve bilinen mitolojidir. Yunan evren tasavvurunda esas olarak Hesiodos’un “Theogonia” ve “İşler ve Günler” kitapları alınmıştır.

Kirk’e göre Altı konu başlığında toplanabilir:
1- Kozmogoni efsaneleri (evrenin oluşumu, gök-yer ayrışması, ilk tanrılar)
2- Olimpos tanrılarının gelişimi (Zeus’un titanları ve Kronosu yenmesi, göklerin yönetmini ele geçirmesi)
3- İnsanın ortaya çıkışı
4- Eski kahramanlar
5- Yeni ve taklitçi kahramanlar
6- Tarih döenmlerine ait efsaneler
Zeusun başarısı ile Olimpos tanrıları dünya ve insanın kaderine hakim olmuşlardır (insan-tanrı ortak yaşamı biter, insanların altın çağı sona erer)
DİKKAT: Altın çağın sona ermesi insanlaşma ve kültürleşmeyi başlatmıştır.

Varlık dünyasından önce Kaos vardı. Kaos içerdiği hiçbir şeyin ayırt edilemediği, karanlık, uçurum, karmaşa, sınırsız, dipsiz bir yapı; bütün sınırların karıştığı bulanık sis.

Kaostan, önce Gaia (toprak ana-sağlam zemin) doğmuştur. Kaosun zıttı olarak kesin biçimi olan, açık, sağlam, kesindir. Dünyanın tabanıdır (tanrılar, insanlar ve hayvanlar için). Kaos’un bazı özelliklerini taşır (kara toprak deyimi burdan gelir). Gaiz yer altı karanlığı ile gökyüzü aydınlığı arasındadır.

Gaia’nın herşeyi (tanrılar dahil) doğurmak ve doyurmak görevi vardır (evrensel ana).
Toprak Deniz’i (Pontos) de doğurur.
Aydınlık kesim kosmosu oluşturur.
Uranos (gök) ve Pontos (deniz) Gaia’nın (toprak) karşıtıdır.
Gök mutlu tanrıların yaşam alanı.
ToprakàGökàDağlaràDeniz (yaratılma sırası)
Tartaros (yer altı) ve Eros da ilk yaratılanlardandır.



Toprak+Uranos= Okeanos, Koios, Hyperion, İapetos, Theia, Rheia, Themis, Mnemosyne, Tethys, Kronos+Kyklop, Kottos, Briareus, Gyes (Bunlar ilk kuşak çocuklardır ve Zeus tarafından yeraltına hapsedilen Titanlardır. Sonraki ölümsüz soyları oluştururlar).

Khaos’dan yer altı karanlığını temsil eden Erebos’da doğmuştur. Gaia’nın sert sağlam zemini altında uçsuz bucaksız boşluk vardır. Bu boşluk kaos nitelikleri gösteren Erebos’tur (Vernant).

Uranos: Gök, toprak kadar sağlam, diri ve büyük. Toprak ve Gök evrenin iki düzlemi (taban-kubbe, alt-üst).

Uranos çocuklarının çirkinliğinden iğrenir ve yer üstüne çıkmalarını istemez, Gaia ise karnında kalan bu çocuklardan sıkılır onları babalarına karşı kışkırtır. Sadece Kronos korkmaz ve annesinin (Gaia) yarattığı çelikten tırpanla babasının (Uranos) hayalarını keser, akan kanlardan öç tanrıçaları Erinys’ler doğar. Denize düşen hayalardan oluşan köpükten Aphrodite meydana gelir (Theogonia).

İkinci kuşak tanrılar birinci kuşak çocukların evlenmelerinden doğmuştur ve Olimpos Tanrıları olarak adlandırılmıştır.
Rheia+Kronos=Hestia, Demeter, Hera, Hades, Poseidon, Zeus
Uranos ilk kuşak çocukların toprak altından çıkmasına izin vermiyordu. Kronos ise Uranos’un torunlarının intikam almasından korktuğu için kendi çocuklarını yiyordu. Zeus babasını (Kronos) yener ve kendisi ile birlikte kardeşlerini de kurtarır.

Titanları yenip Kronos soyunu etkisiz bırakan Zeus tanrıların ve insanların babasıdır, bütün ölümsüzler emrindedir, tanrıların kralıdır.

Zeus, düzen (eunomia), adalet (dike) ve barış (eirene) babasıdır.

Zeusun eşleri Metis (bilgi tanrıçası), Themis (yasa tanrıçası), Demeter (tarım tanrıçası). Eşlerinin yetenekleri ile krallığını yönetir.

Zeus’un şahsında Yunan dini bütünlük alır, ayrıca Olympos inanç sistemi içinde Yunan öncesi tanrılar ve tapınmalar korunmuştur (Eliade).

Zeus dünyanın şimdiki düzenini ve sürekliliğini güvence altına almıştır. Hesiodos kökenden başlayarak (arkhe) evreni kurmuştur. Zeus yaratıcı değildir ancak evrenin ve tanrıların mutlak önderidir. Yunan tanrılarının yaratıcılık özelliğinin olmaması Yunan düşüncesinin gelişmesinin nedenlerinden biridir.

Hesiodos evreninde karşıtlar birbirleriyle düzenli olarak karışmıştır. Çatışan güçler karşıt olmakla birlikte iyi-kötü veya olumlu-olumsuz olarak tanımlanmaz. Birbirleri içerisinde yer alırlar (svaş-aşk karşıt olsa da her ikisinin içinde de iyi-kötü, karanlık-aydınlık vardır). Yunan düşüncesinde mutlak iyi ve mutlak kötü gibi unsurların olmadığını gösterir. Evrendeki gerilim ve bütünlük tanrılar arasındaki çekişmelerde ve Zeus’un her şeyi düzen içinde tutmasında görülür. Tanrısal güçler varlığın bir parçasını temsil eder (Vernant).

Hesiodos evren tasavvurunda evrenin ve hakim güçlerin tarihini anlatmıştır.
Theogonia: Tanrıların doğuşu.

Evren tasavvurunda, evreni oluşturan unsurların kökenden türemesi ve birbirleriyle olan ilişkileri belirlenir. Olimpos tanrılarının kontrolünde varoluş sembolik olarak ifade edilir. Hakikat rasyonel bir spekülasyon olarak ortaya konur. Aristoteles’e göre Hesiodos-Theogonia felsefi spekülasyona yönelen ilk adımdır (Voegelin).

Evrenin oluş süreci tarih sorununu da içerir. İnsanın kaderini belirleyen gelişmeler evrenin oluş sürecinde gerçekleşir. İnsanın tarihi konumu, evrenin tarihsel yapılışına bağlanmıştır.

Evren oluşumu önemli olaylar tarafından belirlenen süreçler içinde gerçekleşmiştir. Theogonia’da anlatılan hikaye düzen ve tarih felsefesinin temel sorunudur.
Evrenin oluşumu üç aşamada:
1- Kaos’tan kosmosa geçiş
2- Gök ve yerin ayrılması (Kronos’un tanrılar kralı olması)
3- Zeus’un kral olması (Olimpos tanrıları dönemi)
Sürecin dördüncü bölümü “İnsanın Oluşumu”dur (İşler ve Günler).

İnsanın Oluşumu:

Hesiodos insanların nasıl doğduğu üzerinde hiç durmamıştır.
İnanışa göre Gaia tanrıları doğurduğu gibi insanları da doğurmuştur, ilk olarak Kronos zamanında bir çok farklı insan tipi de yaratılmıştır (Eliade).
İnsan yer altında toprak-ateş ve bunlarla karışabilen unsurların oluşturduğu bir hamurdan diğer ölümlüler ile birlikte yapılmıştır (Platon-Protagoras).

Altın çağ: Kronos döneminde, ilk insanlar sadece erkekti, doğmazlar topraktan biterlerdi; uykuya dalar gibi ölürlerdi, çalışma, acı, hastalık bilmezlerdi; yiyecekleri hep hazırdı. Dişi tanrıçalar vardı ancak kadın yoktu (Vernant).

Zeus’un tanrılar ve evrenin kralı olmasıyla altın çağ biter, tanrılar evreni paylaşırlar. İnsan ve tanrı birlikteliği sona erer. Prometheus hak paylaşımında hile yapar (öküzün etleri yerine yağ ve kemikleri Zeus’a verir), Zeus da dünyadaki bütün ateşleri söndürür. Prometheus Zeus’dan ateşi çalarak insanlara geri verir. Zeus ceza ve intikam olarak ilk kadını (Pandora) gönderir. Pandora Epimetheusla evlenir. Zeus ayrıca beslenme unsurlarının kendiliğinden olmasını yasaklar (insan çalışmak zorundadır).
Pandora=Her türlü dert.
Zeus-Prometheus çekişmesi, iki kutupluluk (Kerenyi).

Prometheus kemikleri yağla kaplayarak hile yapar, Zeus’da Pandora’nın güzelliği arkasına kötülükleri gizler. Pandora hediyesi ile insanların elinden cennet alınmıştır, gelecekleri acılarla belirlenmiştir. Karşılık olarak insanlar ayinlerde kemik yakarlar.
İnsan dünyasında görülen kötülüğün sebebi Zeus’un intikamı (Eliade).

Prometheus insanlarla aynı doğaya sahiptir ve işbirliği içindedir (Vernant).

Tanrılar yeraltında yaratılan canlıların yer üstünde yaşayabilmeleri için yetenek dağıtım işini Prometheus ve kardeşi Epimetheus’a vermiştir. Ancak Epimetheus bütün yetenekleri dağıtmış insanlara bir şey bırakmamıştır. Prometheus da Olimpos’dan zanaatı çalarak (ateşi) insanlara vermiştir (Protagoras).
Prometheus insanlığın sorumluluğunu yüklenmiş ancak karşılığında cezalandırılmıştır.

Prometheus’un hilesi insanlara cenneti (altın çağ) kaybettirmiştir (Thomson).

Ateş ve zanaat kültürleşmeyi sağlamıştır, cenneti de kaybettirmiştir. Prometheus medeniyetleştirici kahramandır (Eliade).

İnsanın evren tasavvurundaki yerini anlamanın bir başka ayağı da ölüm sonrası hayattır. Olumsuz dünya resminden kurtuluş, dünyadaki kötülük ve acılardan kurtuluş, ölümle gerçekleşir (Pindaros ve Sofokles).

Ölüm, güç ve hafızadan yoksun soğuk gölge olarak Hades karanlıklarında yaşamaktır. Ölümden sonra dünyadaki iyilikler ödüllendirilmez ve kötülükler cezalandırılmaz. Bu bakış hayata bağlılığı artırır, zamanın şimdiki boyutu yüceltir (Eliade).

Homeros öncesi yaşadığı düşünülen Orfeus şaman özellikleri gösterir ve Yunan olmadığı, Yunan inancına sonradan katıldığı düşünülür. Orfeusçuluk  Olimpos inancından çok farklıdır. Et yememek, çile çekmek, arınma, dinsel eğitim, ruhun ölümsüzlüğü-ruh göçü gibi tarikatvari özellikler gösterir. Orfeus inancının temelinde Apollon ve Dionysos tapınmaları vardır. Zeus-Prometheus çekişmesinden kaynaklanan çok kötü insan durumunu kabul etmezler (Eliade).

Orfeusçular evren tasavvurunda Hesiodos ile aynı görüşte olup insanın oluşumunda ayrılırlar. Onlara göre insan Zeus’un titanları yakmasıyla oluşur. Kurban kanı+Titanların küllerinden insan oluşur. Titanların günahından dolayı hayat (yaşam) insanın ödediği cezadır. Ruh (ölümsüz) bedene (ölümlü) hapsedilmiştir (ölümsüz yan ölümlü içinde saklı). Beden ruhun mezarı. Hayat ölümün denemesi (Thomson).

Ruh, rüzgarın soluğunda taşınan, insanın doğumunda içine nüfus eden, ve beden dışında gerçek özelliklerine sahip olan bir yapıya sahiptir (Dürüşken).

Ruh ölümle hapisten kurtulur. Ölüm=Hayat. Beden üç kez (temiz kalmışsa) yenilenir, üçünde de temiz kalırsa ölümsüzler arasına katılır (Thomson).

Mülklerinden ayrı kalan köylülerin gelenek ve emellerini Orfeusçuluk cisimleştirmiştir. Ezilen halk tabakalarını temsil eder. Orfeusçular “Yoksulluk çemberinden uçtum geçtim” ifadesi ile toplumsal konumlarını gösterirler (Thomson).

Orfeusçular aristokrat ahlakının kuralları olan umut, aşk, fazla çaba, tanrılarla yarışma (ölçülü ol, elindekiyle yetin) anlayışlarına meydan okumuştur. Ellerindeki tek değerleri olan umutları peşinde gitmişlerdir (Thomson).

Prometheus efsanesi Yunan insan anlayışının temel özelliklerini ortaya kor: Zeus insanların kaderini belirler, tanrılarla insanların beraber yaşamasını yasaklar, insanlar kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılamak zorunda kalmıştır (çalışmak), her türlü kötülük insanlara verilmiştir.

İnsanın kendi sorumluluğunu yüklenmesi ile tarihsel süreç başlamıştır.
Yunan evren tasavvurunda evren ve tanrılar birlikte oluşmuştur (tanrıların önceliği yok). Evren tanrılar arasında paylaşıldı. Tanrılar arasında hıyerarşi var. İnsan önce tanrılarla beraber yaşar sonra dışlanır.

Evren, tanrı, insan anlayışları felsefeyi başlatmış, Yunan felsefesinin en önemli problemi “varlık” hakkındaki düşünceler gelişmiştir.

3. Hafta: Arkhe Sorunu

Felsefeyi, (evrenin yapısı düzeni ve insanı da açıklayan) bütün varlığı bir kökenden hareketle açıklamak sorunu başlatmıştır. Yunanlı düşünürler buna arkhe (ilk ilke) adını vermiştir.

Felsefenin Oluşumu:

Mitolojik düşünmede ele alınan evren tasavvuru ile Yunan evren tasavuuru özde aynıdır ancak Yunanlılar felsefe (zihinsel faaliyet) ile bunu açıklamışlardır.

Yunan tarihindeki sosyal ve siyasi yapı içerisindeki değişimleri evren tasavvuru içerisinde açıklamak için efsaneler yeterli olmamıştır. Yunanda devlet evren tasavvuru içindeki değerleri savunur ve korur. Devlet kendini buna göre tanımlar.

Eski Yunanda devlet Polis yapısında (şehir devleti) olduğundan çok fazla genişleyememiş ve merkezileşememiştir. Siyasi ve iktisadi alanda çıkan değişmeler ve şüpheler toplumda düzen bunalımı yaratmış ve felsefe oluşmuştur.

Gutrie’ye göre Yunan felsefesi iki temel sorun üzerine oturmuştur, bu iki sorundan üçüncü sorun çıkmıştır:
- Kurgusal-Bilimsel yan (makro kozmosun açıklanması)
- Mikro kozmos (insan, siyaset, ahlak)
- Mantık ve bilgi kuramı (Felsefe)

İlk iki sorunda yer alan hususlar bütün evren tasavvurlarında zaten vardır (evrenin oluşumu, insanın yeri, siyasi ve ahlaki kurallar). Ancak Yunan felsefesini doğuran şey üçüncü sorundur (mantık ve bilgi).

Milet Okulunda Arkhe Sorunu:

Aristoteles’e göre felsefe ilk ilkelerin bilimidir ve Thales tarafından başlatılmıştır. İlk ilkelerin bilimi olan felsefe görülür kaosun gerisinde süreklilik ve birliğin varolduğu inancına dayanır ve zihinle kavranabilir. Milet okulu düşünürleri bu kaygıyla yola çıkmıştır:
- Gözle görülen değişmelerde sürekli ve kalıcı bir şey (evren neden meydana gelmiştir).
- Evreni oluşturan şeyde de değişme olabilir, sürekliliği sağlayan şey evrenin formunda saklıdır. Zihin değişmelerin ardındaki varlığını sürekli koruyan ilkeyi keşfetmek ister (Guthrie).

Thalesin ilk maddenin su olduğunu söylemesi zaten hem Mezopotamya hem de Yunan evren tasavvurlarında görülen bir husustur (Aristoteles, Hesiodos’un Okeanos’u dünyayı meydana getiren varlık olarak gördüğünü ve Thalesin buradan etkilendiğini söyler). Thales’in farkı işin içine tanrıları katmamasıdır. Thalesde suyun neye dayandığı açık değildir, Aneksimandros apeiron ifadesi ile bunu açıklamaya çalışır, ona göre yeryüzü davul şeklindedir ve küresel evrenin merkezinde yer alır. Evreni tanrı olarak kabul eder ve insan ruhu da evrenin bir parçasıdır.

Milet’li filozoflara göre evren canlı bir varlıktır (ilk evren açıklama modellerinden alınmış ve felsefe içinde devam etmiştir). Kendi devinimini kendisiyle açıklayacakları madde aramışlar buna da hava ve su demişlerdir (ilk maddedeki devinim onun canlı olmasından kaynaklanır). Dinsel söylemden kaçınmakla birlikte ilk maddelerine tanrı yada tanrısal adını vermişlerdir.

Pythagorasçılar:

Pythagorasçılar da (İtalya okulu) dinsel kaygılarla açıklamışlardır. Onlara göre ruh göçü vardır ve her canlıdan her canlıya ruh geçebilir, dolayısıyla evrendeki tüm canlılar kardeştir (doğanın kardeşliği) buna bağlı olarak da evren canlıdır. Milet okuluyla aynı görüşü paylaşmalarının temelinde kendilerinin ruh anlayışı ile Milet’lilerin evren anlayışlarını birleştirmeleridir.

Pythagorasçılar evrenin canlılığına inanç, Milet’liler ise rasyonel yoldan ulaşmışlardır (aralarındaki fark).

Pyhthagorasçılara göre evren hayat kaynağı olan bir nefes (hava) ile kuşatılmıştır, canlılara hayat veren bu nefestir. Evren ebedidir, birdir ve tanrısaldır, insanın bedeni ölümlü ama ruhu ölümsüzdür (tanrısal). Evrensel ruhla bütünleşmek amaçtır (bir sürü ruh göçü sonrasında).

Orpheusçular (arınma törenleri, ölülerden uzak durma) gibi ruh göçünü sağlamak için Pythagorasçıların da ilkeleri vardı:
- Doğanın kardeşliği, akrabalığı
- Akılsal temele dayanan limit düşüncesinin yüceltilerek biçim (form, yapı) felsefi araştırma konusu yapılması.
- Ahlak alanında ikicilik (dualizm). İyi (ışık, birlik, erkek, sınır) ve kötü (karanlık, çokluk, dişi, sınırsız).

Pythagorasçoılar panteisttir. İyi tek ve bütündür. Düzen önemlidir. Evren düzenlilik, tamlık ve güzellik fikirlerini birleştirir ve buna kozmos adı verilir. Cosmos adını evren için ilk kullanan Pythagorastır.

İnsanlar makrokozmosun yapısal ilkelerini kendilerinde yeniler. Evren gibi insanlar da düzenli bir bütünlük içindedir.

Pythagoras, her şeyi kapsayan bütüncül bir bilimin temellerini atmıştır. Bilimsel bilgi ahlaki ve metafizik ilkeyle bütünleşmiştir. Bilginin gnoseolojik, varoluşsal ve kurtarıcı işlevi vardır.
gnoseoloji=epistemoloji
gnosis=episteme



Herakleitos:

Zor anlaşılan bir filozof olan Herakleitos, hakikatin olgular dünyasında değil insanın içinde aranmasını yani “logos”a bakılmasını öne süren oluş filozofudur.

Savaş, çatışma ve çekişmeyi her şeyin temeline koymuştur. Her şey bir başka şeyin ölümüdür. Karşıtlar uyumlu olamaz. Yaşamın kaynağında mücadele ve savaş vardır.

Oluşu diyalektik bir temele dayandığını söyleyen Herakleitos diyalektik yöntemi felsefeye kazandırmıştır.

Herakleitosa göre evren yanan-sönen ama hep var olan bir ateştir. Evren bir ilk maddeden gelişmemiştir. Erenin iki temel ilkesi: Çekişme-savaş ve sabit akış (evrenin ilkeleri ateşle ifade edilir).

Logos: söz, düşünce, anlam, akıl Herakleitos’un temel düşüncesidir. Logos her zaman doğru olmuştur, her şey ona uygundur, logos her şeyde ortaktır.

Logos: Her şeyin her şey aracılığıyla yönlendirildiği düşünce.
Logos bizdeki akılla özdeş ama maddesel bir şey. Kozmik ateş (akılsal ateş)

Parmenides:

Herakleitos’un tam tersi olarak hareketin olmadığını söyler.

Gerçeklik: Tek, hareketsiz ve değişmez bir varlık.

Doğruya yanlızca akılla varılabilir, ancak akıl meydana gelmeyi, değişmeyi ve hareketi algılayamaz. Doğruların kavranması için algıya değil mantıksal yapıya bakılmalıdır. Sadece varolma vardır, varolma ile düşünme aynı şeydir.

Olmak (einai), varolmak anlamına gelir.

Parmenides sözcüklerin mantığı üzerine düşünen ilk kişidir. Birşeyin olduğunu söylemek yalnızca onun var olduğunu söylemektir.

Değişmek var olmayan haline dönüşmektir. Olmamak (varolmamak) varlıktan çıkmak, yok olup gitmektir.

Parmenides, efsane temelli bilgi anlayışına bağlı kalmıştır (Musaların kendisine her şeyi anlattığını söyler).

Anaksagoras:

Felsefeyi Ionyadan getirip Atinalılara tanıtmıştır. Nous (akıl, ruh) kavramını felsefeye sokmuştur. Nous madde dışı ve maddeyi harekete geçirir.

Başlangıçta her şey bir aradaydı, çokluk ve küçüklük bakımından sonsuzdular, onları hava ve ether (aither) bir arada tutuyordu. Bu çokluktaki öğelerde başka öğelerden parçalar bulunuyordu sadece nous çok az öğede yer almıştır.
Başlangıçta hareketsiz bir kütle olan evren nous sayesinde harekete geçerek düzenli hale gelmiştir.

Nous sınırsızdır, hiçbir şeyle karışmaz yalnız kendi kendine kalır, her şeyin en incesi en temizi her şey hakkında bilgi sahibi olan ve en büyük güce sahip olandır.

Nous’un sebep olduğu dönüş evreni oluşturmuştur. Evrenin kuralları nous’dan türemiştir.

Efsane ile Felsefe Arasındaki İlişki:

Yukarıda anlatılan filozoflarla Heseidos mukayese edildiğinde, felsefe evren tasavvuru sorunlarına çözüm getirmiştir.

- Aristoteles’e göre; Heseidos en eskiler olarak Yunan düşünce tarihinin başında yer alır. Thalesin ilk ilkesi “su” ve Parmenides’İn birleştirici unsuru “aşk” ilk kez Heseidos’ta kullanılmıştır. Heseidos ve Homeros’a göre ilk tözler tanrılardır, tanrısal olan tüm doğayı içine almıştır. Heseidos ilk ilke olarak “toprak”ı kabul etmiştir. En eskiler: Eski şairler, teologlar. Eskiler: İlk filozoflar yeni bir hakikat bulmamıştır. Aristoteles kendi metafizik anlayışını En Eskilerin (şairler) efsane temelli anlayışı, Eskilerin (ilk filozoflar) ilkeleri ve Yeniler’in görüşleri çerçevesinde oluşturmuştur. İlk filozoflar Homeros ve Heseidos geleneğine bağlı kalmışlardır.

- Doğa filozoflarının (ilk düşünürler) başlıca sorunu ilk varlığın ortaya çıkması ve evrenin nasıl oluştuğudur. Onlara göre boşluktan (kaos) varlığın ortaya çıkması akıl yürütme açısından çelişkilidir. Bu yüzden ilk ilke belirlemeye çalışmışlardır. Parmenides varlığın ezeli ve ebedi olduğunu söyleyerek kaostan çıkmadığını belirtmiştir. Varlığın sürekliliği Herakleitos tarafından da savunulmuştur. Pythagorasçılar da varlığın (ilk ilke) temel maddesi olarak ruh olduğunu söylemişlerdir. Milet okulıu mensupları özneyi dışarıda bırakarak doğayı (insandan bağımsız olarak) doğayı ele almışlar, Orfeusçular ise nesneyi dışlayıp insanı doğadan bağımsız ele almıştır. Farklı okulların ortaya koyduğu davranışlar Platon tarafından birleştirilmiştir (bütünlüklü evren tasavvuru).

- İlk varlığın ne oılduğu sorunu: Arkhe sorunu. Ontoloji: Evrenin ilk ilke üzerine temellendirilmesi. İlke-evren düzeni ilişkisi kurulunca oluş da açıklanır (Parmenides dışındakiler): Kaos-Gaia arasındaki ilişki. Heseidos kaosun kökenini, filozoflar da ilk ilkenin kökenini açıklayamamışlardır (sadece kökende var olan şeyin adı ve niteliği değişmiştir). Yunan felsefesinin temeli olan varlığın ezeli-ebedi olması Heseidos’un gaia anlayışında saklıdır. Yunanlı düşünürler, öz’ü tanrılarla ilgili tarih kesitinde değil, en eski durumda aramışlardır. Felsefe arkheyi, kökeni ararken kozmogoniye başvurmuştur, kozmogoni efsanenin değil ontolojinin sorunu olmuştur.

- Toprak (gaia) Heseidos için oluşun ve düzenin kaynağıdır (tanrıları doğurur, doğal nesneleri yönetmelerini sağlar). Parmenides oluşu reddeder ama Yunan tanrılarını kabul eder. Herakleitos düzeni logos ile açıklamış, oluş da ateş aracılığıyla gerçekleşmiştir. Parmenidesin mantığı, Herakleitosun logosu Pythagorasçıların ruh anlayışı felsefe temelli evren tasavvurunda yer almıştır.

- Gaia’nın içindeki saklı potansiyelleri kendi başına dışa vermesi ile Milet okulu düşünürlerinin ilk ilke anlayışı da benzerdir. Doğa filozoflarının da dört elementin (her biri yada birlikte) varlığı gerçekleştirmesi de gaia’nın doğurma yeteneklerinin elementlere geçmiş olduğunu gösterir.

- Her türlü değişim arkasında değiişmeden kalan ilke ve ilkenin mantık temelli açıklamasının yanında efsane temelli anlayışta gaia’nın neden varlıkları doğurduğu açıklanmamıştır. İlkenin mantık temelli açıklaması ile felsefe-efsane köklü şekillde ayrılmıştır.

- Homeros ve Heseidos’ta tanrıların yetkisi sınırlıdır ve ebedi değillerdir, moira (kader) onları sınırlandırır. Evreni mutlak olarak kontrol eden bir güç efsanede olmamıştır ayrıca Platona kadar felsefecilerde de yoktur. Herakleitos’un logos’u ve Anaksagoras’ın nous öğretisi evrensel düzeni belirleyici unusurlardır (evrensel otorite). Nous ve Logos felsefi evren tasavvurunda önemli bir rol oynamıştır. Platon döneminde akıl Zeus’un yerine geçmiş Zeus da moira’nın (kader) yerine geçmiştir.

Yunan felsefesi efsanenin etkisinden kurtulamamıştır. Dönüşümün en önemli göstergesi ileri sürülen düşüncelerdeki mantıksal yapıdır. Efsane temelli evren tasavvurunun devam etmesinin en önemli sebebi Yunan dininin içerisinde yer almasıdır. Felsefe dinin yerine geçememiş ve entelektüel bir uğraş olarak kalmıştır.

İlke (arkhe) sorunu felsefenin temelini oluşturur, evrenin oluşmasını açıklaması bakımından önemlidir. İlke, belli, bir konuyuı bütünlüklü bir şekilde açıklarken, konunun içindeki farklı unusurları da birlikte taşır.

4. Hafta: Trajediler

Trajediler, MÖ 5-4YY’larda halkın bilinçlenmesini ve sofist düşüncesinin gelişmesini sağlayan, insanın yaşama alanı ve değer sistemini sorgulayan tiyatro oyunlarıdır.

Trajedi yazarları, kader, siyaset ve ahlak konularında toplumun değer sistemlerini sorgulayan eserler yazmışlardır. Temel değerler konusunda halkın bilinçlenmesi ve felsefi düşüncenin gelişmesine (estetik sorunlarının tartışılması) katkı sağlamışlardır.

Trajedi Tanımı:

Trajediler, insanın evren tasavvurundaki yerini, yeni ortaya çıkan değerleri ve efsane temelli değerleri sorgulamıştır. Yunan klasik döneminde (MÖ 5YY) kader ve siyaset sorunlarını işleyerek efsane temelli evren tasavvurundan felsefe temelli evren tasavvuruna geçişte rol almışlardır (kader ve siyaset konuları insanın evrendeki yerini sorgular).

Şehir devletleriyle oluşan, yasal siyasi düşünce ile efsane ve kahramanlık geleneği arasındaki açık zıtlık trajediler için önemli bir husustur.

Atinanın gelişmesi ve çöküş döneminde gerçekleşen trajdilerin ortaya çıkışı, bilincin parçalanması, çelişkinin farkına varılması, sosyal-siyasi hayat, entelektüel ve iktisadi gelişmelere bağlıdır.

Şiir tarih boyunca halkın sorunlarını anlatmanın en iyi yolu olmuştur. Yunan dünyasında şiir de gelişmiştir (Orpheus’un kutsal törenleri ve öldürme, Muasios’un hastalıkların tedavisi, Hesiodos’un tarım ve mevsimler öğretileri). Şairler konularını efsaneleri referans alarak idealleştirmişlerdir (tanrılar, doğa üstü varlıklar, kahramanlar). Toplumsal sorunlara değinmişler, hatta düşmanlarını tanıtarak (Pers) onları savaşa özendirmişlerdir.

Aristoteles’e göre trajedi, dini kuttörenlerin (dithyrambos) evrimleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Trajedilerde seyirci daima, evreni yöneten kahramanlarla ilişki içine alınmıştır.

Toplumdaki değişikliğe bağlı olarak trajedilerde de aynı sorular (niçin inanç hayatına acı sokulmuştur) sorgulanmıştır. Oyunlarda insan kaderi işlenmiş, seyirci kaderine küsmeye yönlendirilmekle birlikte zaman zaman saldırganlaştırılmıştır.

Trajedi geleneğini Atina’da geliştiren Pesistratos’dur. Soylularca kabul edilmeyen Dionysos’u Atinalılara kabul ettirmiş, Homeros şiirlerini okutmuş,  trajedi yarışmaları düzenlemiş, Dionysos’a tapınan halkın bayramını (trajedinin de kaynağı olan dithyrambos) tüm Atina’ya yaymıştır.

Trajediler evren ve insan konuları yanında, ahlak ve din sorunlarını da işleyerek felsefe-din-sanat birliğine katkı yapmışlardır.

Aiskhylos tarafından yazılan ilk trajediler siyasi ağırlıktaydı, eğitim, din, siyaset ve ahlak da önemli yer tutar. İnsanın inancının devlet ve toplumla olan ilişkileri açısından değerlendirilmiştir.

Atinanın hem yükseliş hem de çöküş dönemi (MÖ 5YY) üç büyük trajedi yazarına sahne olur: Aiskhylos, Sophokles, Euripides.

Aiskhylos: Dini inançları ve eski efsaneleri yeni ihtiyaçlara göre yorumlar. Zeus iyiliksever bir tanrıdır. İnsanlar gurur ve küstahlıktan dolayı acı çeker ama acı çekerek doğru yolu bulur (kutsal adalet).

Sophokles: Aiskhylos’un haksever tanrılarına, dindarlık, yiğitlik, itidal ve adalet kavramlarına bağlı kalmıştır.

Euripides: Tanrı, iyilik, dindarlık, kader konularını tartışmıştır.

Trajedi, hem Atina’da hem de Atina İmparatorluğunun yaydığı dialektik temelinde etkin bir unsur olmuştur.

Jaeger’e göre, Atianlılar politikacılardan daha çok şairleri önemli bulmuştur. Şairler ulusal ruhun temsilcileridir (Platon şairleri bu yüzden sevmez ve eleştirir).

Kader Sorunu:

Trajedi öncesi Yunan kültüründe, suç daymonu tanrının isteğiyle bir kişiye gelirdi (nesnel suç düşüncesi). Bu dönem şairleri de tanrıdan gelen, suça götüren “ate” inancına sadık kalmıştır. Bu güce (ate) saldırmadan suçluya kaderinde aktif rol vermişlerdir (tanrılar karşısında kendini savunma). Onların kahramanları doğuştan suçludur.

Hem trajedi öncesi hem de trajedilerde şansın ve kaderin rolü çok fazladır. Tyche (şans) ve moira (kader) problemleri ile trajedide efsanevi temellere oturtulmuş dithyambos’lar gelişmiştir. Dünya kader ve yasanın kırallığıdır.

Yunan düşüncesinde “düzen” açıklanmamıştır. Trajedi yazarları kader temasını genellikle tanrılarla işlerdi (tanrının isteği kaderdir, insan emri uygulayan köle gibidir). Trajedilerde yer alan aile içi cinayetler tanrıların yada kahinlerin isteğidir.

Tanrıların gündelik hayata çok fazla müdahale etmesi kişilk bölünmesi (şizofren) boyutlarında zihin bulanıklığına yol açar. Kötü olaylar tanrıya atfedilerek sorumluluktan kaçılmıştır. Tanrıların iyi yada kötü tüm olaylara müdahalesi insanı kendi eylemlerinde sorumluluktan kurtarmıştır.

Kahramanlar çift anlamlı değerlerin hakim olduğu yerde katı seçim yapmak zorunda bırakılarak kendine acı getiren bir duruma sokulur. Gerçekte yaşanan siyasi, ekonomik, askeri ve dini karışıklıklar şairlerin eserlerine bu şekilde yansır (trajedilerde olaylar hep olumsuz unsurlardan oluşur).

Kadere inanış aynı zamanda, kurbanın toplum gözünde değersiz kılınmasını da engeller. Kader genellikle olayın olup bittiği noktada devreye girer: Başta işlense etkili bir oyun ortaya çıkmaz. Ahlaki olarak suç tanrılara yüklenir. Kişi kaderinde varsa kötü eylemde bulunur, kaderin önüne geçilemez. Kader yasası gereği karşı karşıya gelen tanrı insan ilişkisinden trajedi çıkar.

İnsanın bağımsız ve yeterli olmamasına rağmen, düşünce ve refleksiyonun objesi haline gelmesi sorumluluğun trajik anlamını açıklar. İnsan zayıftır, yetersizdir, karar veremez. Töreye uygun yaşamak ve kader çelişkisi korkuyu arttırır ve kadere teslim olmayı gerektirir. Kaderin kendisi korku kaynağıdır. Yetersiz olan ve yasalarla yönetilen insan çıkış yolu bulamaz ve işkence çeker. Kurtuluş yolu bulunamaz ve kader yasasına teslim olunur. İnsanın köşeye sıkışmasıyla trajik bilinç oluşmuştur (trajik dünya, trajik insan, trajik düşünce).

Bu trajik düşünceden Sofistlerin savunduğu “bu dünyayı günün koşullarına göre yaşamak” fikri kurtarmaya çalışmıştır. Protagoras’ın “İnsan herşeyin ölçüsüdür” sözü belirsiz kader cenderesinden kurtulmanın yolu olmuştur. İnsanın başına gelenler tanrıların yüzünden değil kendi başarı yada başarısızlıklarındandır. Bu da gücü elinde bulunduranın doğru, adil olduğunu, adalet güçlünün işine gelendir kavramını doğurmuştur. Tanrıların adalet yasası yerine kaos (düzensizlik) gelmiştir. Bu isyanı yatıştırıp tekrar tanrı veya tanrıları yerlerine geri getirmek için üç büyük filozof çok uğraşmıştır. Trajedilerin ortaya çıkardığı entellektüel ve moral dejenerasyon Atina’nın çöküşünde önemli bir rol oynamıştır.

Trajedilerde kader temasının işlenmesine rağmen gündelik hayatın normal sürmesinin altında tutku yatar (salt tutku). Tutkunun zararı işlenmiş olsa da tutku özendirilmiştir. Tutkuların onur, mevki, zenginlik, rütbe gibi unsurlara yönelmesiyle toplumda iç sürtüşmeler cinayetlere hatta savaşlara sebep olmuştur. Tutkuların belirlediği oyunlarda ölüm başrolü oynamıştır (cinayet, intihar, idam). Aile içi cinayetler hem huzursuzluğu sergiler hem de olağanmış gibi gösterilir.

Şairler oyunlarında bireyin tutkularını sergilerken aynı zamanda onların ve toplumun psikolojisini de vermişlerdir. Bireyin korku-tutku-erdemleri, toplumun değer yargıları-inançları ve tanrıları ile ölçülerek yorumlanmıştır. Bireyin bazan haklı çıkartılmasıyla toplumun inançlarındaki değişim sağlanmıştır.

Euripides ruhun yeni anlamını (ruta birbiriyle çatışan zıt yönler) keşfettiği için ilk psikolog olarak adlandırılır. İnsan doğasındaki zorunlu ve mantıklı daimonik (suç) tutkuların ve sabit fikirlerin görülmesine rehberlik etmiştir. Onun psikolojisi, öznel dünyanın keşfi ve doğaya karşı rasyonel yaklaşımın bir araya gelmesi ile ortaya çıkmıştır (Jaeger): Kendinden şüphe etmek ve değerlerden şüphe etmek.

Trajedi kahramanlarında görülen kötü olayların iyi sonuç vermesi fikri toplum değerlerini alt üst etmiştir. Doğru davranışların ceza görmesi, yanlış davranışların ödüllendirilmesi fikrinin lider tarafından tavsiye edilmesi hem yıkıcı sonuçlar doğurmuş hem de şairler için olumsuz görüş oluşmasına sebep olmuştur (Platon, Devlet). Platon bu şiirlerin ve ağlatan, sarhoş eden, tembel ve gevşek yapan müziklerin yasaklanmasından yana olmuştur. Platon toplumun da bunlardan zehirleneceğini düşünmüştür.

Platona göre şairlerin en kötü yanları, kahramanlara acı çektirmeleri, ağlatmaları, seyirciyi etkilemeleri ve onları heyecanlandırmalarıdır. Gerçek hayatta erkekler acı karşısında metin olmalıdır, ağlamak kadınlara mahsustur. Sağlıklı bir iş için insanın akıl yönü öne çıkartılmalıdır, oysa trajedilerde duygusal yön öne çıkartılır.

Platona göre trajedinin insan üzerine etkisi büyüktür. Benzemek istenilen bir durumun sevinçle alkışlanması ahlaki açıdan önemlidir. İnsanın başına gelen kötü bir olayda ağlayıp inlemesi, acıdan bağırmasi gibi insani ihtiyaçlarını trajediler gidermiştir.

5. Hafta: Sofistler

Sofistler, geleneksel değer sistemlerinin insanlar tarafından yaratılmış olduklarını savunarak ve bilgi konusunda getirdikleri yeni  sorunlarla evren tasavvurunu değiştirerek felsefenin kurumlaşması ve problem alanlarının belirlenmesine yardımcı olmuşlardır.

Sofistlerin düşünce dünyasına getirdikleri görecelik takip eden filozoflarca ortadan kaldırılmaya uğraşılsa da başarılı olamamıştır (Sokrates, Platon, Aristoteles). Aslında bu üç büyük filozofun ortaya çıkması da sofistlerin yarattığı sorunlar sayesinde olmuştur. Antik çağda herşeye tanrıların hakim olduğu düşünülen bir dönemde sofistler “insan her şeyin ölçüsüdür” diyerek felsefenin kuruluşuna çok büyük katkı vermişlerdir.

Sofistlerin Genel Özellikleri:

Sofistler trajedi yazarları ile birlikte tanrısal kökten geldiği düşünülen değerlerin aslında insanlar tarafından yaratıldığını öne sürerek eski evren tasavvurunu kökten değiştirmişlerdir. İçinde bulundukları toplumun siyasi, dini ve ekonomik bunalımları bu düşüncelere katkı sunumuştur.

sophia: bilge, hünerli iş, ince iş, hüner, bilgi

Platona göre hakiki bilgi (episteme) ile sofistlerin savunduğu sophia farklıdır. Aristoteles için sophia en yüksek entelektüel erdemdir. Pratik bilgi ise “phronesis”tir. Stoa okulu için ideal erdem “sophos”tur (bilge). Pythagoras bilgelik (sophia) terimine olumsuz anlamlar yükler.

Sophia sözcüğünden türeyen sofistes bilen ve bilgelik öğreten kişi demektir.
Sofistler MÖ 5YY ilk yarısından itibaren siyaset, erdem, zanaat, bilgelik gibi alanlarda her şeyi öğretebileceğini iddia etmişlerdir. Sofistlere kadar olan dönemde “sofist” kelimesi aşağılayıcı bir manada kullanılmıyordu aksine 7 bilge için bu terim kullanılmıştır. Protagoras kendisine sofist denilmesinden korkmadığını söyleyerek bu kelimeye olumsuz anlam verildiğini belirtmiştir.

Doğaya ilişkin bilgilerin gelişmesi, tanrılara karşı olan şüphelerin artması ve siyasal yapının (demokrasi) getirdiği görevler sofistlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Sofistler toplumun güç ve maddiyat açısından imrenilen kesimi olan şair ve rahiplere özenmişler, bilgi ve hakim olma arasındaki ilişkiden yararlanmak istemişlerdir. Herşeyi bildiklerini iddia ederek topluma hakim olmak istemişlerdir. Güçlerini genişletme alanı olarak da siyaseti görmüşlerdir.

Platon’un Sofistes diyaloğuna göre sofistlerin tanımlanması güçtür ancak yalancılık özellikleri vurgulanmıştır (sofistler amaç için yalancılığı para karşılığı öğretir).

Hippokrates’e göre sofist bilgi öğretmenidir, ancak ne tür bilgi öğrettiği konusu açıklanamamıştır.

Platon sofistlerin tüccar olduğunu vurgulayarak aşağılamıştır (sattığı malı tanımayan tüccar yalan söyleyerek mal satar). Bedenin besinini yalanla satan tüccarlar, ruhun besinini yalanla satan sofistler. Sofistler gerçekliği bilmezler, sadece taklit ederler, ikna edici söz sanatı ile cahilleri kandırırlar ancak bilginleri kandıramazlar.

Sofistlerin en önemli yanlarından birisi de şüpheyi felsefe yöntemi olarak yerleştirmeleridir. Şüpheciliğin temelleri Demokritos tarafından atılmıştır: Fiziksel görecelik değerler alanına taşınmıştır, acı-tatlı-soğuk gerçekte doğada yoksa adalet-doğru-yanlış da gerçek olmayan bir öznel varoluşa sahiptir. Bu yaklaşım sofistlerce toplumsal değerlerin tanrısal olamayacağı şeklinde ifade edilmiştir. Şüphecilik mutlak bilginin olamayacağını bilginin de göreceli olduğu görüşünü desteklemiştir.

Georgias’ın “varlık yoktur, olsa da bilinemez, bilinse de anlatılamaz” yaklaşımı hem sofistleri hem de Platon’u (idealar kuramı) etkilemiştir.

Sofistlerin Siyaset Anlayışı:

Topluma ve insanlara hükmetmek o dönemlerde imrenilen ve istenilen bir durumdu. Demokrasi, aristokrasi ve sınıf çatışmalarının olduğu bu dönemde herhangi bir şekilde suçlu olmamak için en iyi yöntem siyasi güç olarak görülüyordu. Seçim sistemi hakim olduğundan halkı ikna etmek ve kendini seçtirmek gücü ele geçirmenin bir yoluydu, ikna yöntemini öğretenler de sofistlerdi. Bu durumda felsefe, sofistlik ve bilgelik siyasetin temeline oturtuldu. Her yerde iyi devlet adamı yetiştirdiğini iddia eden sofistler bu dönemde popüler olmuşlardır.

Siyaset ve felsefeyi sofistlik içinde eriten sofistler, ahlak benzeri konuları da bu açıdan yorumlayarak şaşkınlık yaratmışlardır. Sofistlerin yaptığı bir olumlu katkı da herkesin siyaset yapma hakkı olduğunu bildirmeleridir (Protagoras, Prometheus efsanesi). Demokratik sistem de sofist zihniyete uygun bir temel olmuştur.

Arsitokratik yasaların insanlar tarafından yapıldığı tanrısal olmadıkları görüşü Protagoras tarafından öne sürülmüştür. İnsanlar varlıklarını sürdürebilmek için bir arada yaşama ve hareket etme ilkelerini bularak ona yasa demiştir.

Protagoras’a göre tanrısal olmasa da yasalar zorunludur ve toplumsal sözleşmeyle ortaya çıkmıştır bu yüzden uyulması gerekir. Ancak bazı sofistler yasaların güçlülerin hakkını savunması gerektiğini söylemeleri olumsuz karşılanmıştır.

Protagoras tanrılar hakkındaki bilginin güvenilmez olduğunu söylemiş ve bu durumda tanrılara inanmak anlamsızlaşmıştır. Yasaların tanrısal olmadığının karşısına getirilen “toplumsal sözleşme” kavramı MÖ 5YY’dan beri bütün devlet felsefelerinde yer almıştır.

Yöneticilerin yetkilerinin genişliği  yasaların topluma bağlanmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Yönetme isteği despot olma isteğine dolayısıyla da bilge olma isteği despot olma isteği ile eş tutulmuştur (Theages).

Tek yetkili despot bir yönetici fikri halk tarafından iyi karşılanmamıştır. Yöneticinin yetki kullanım şekli adalet ve siyasetin konusudur. Yunana göre yönetme gücü istediğini yapmak ve yaptırmaktır. Gücün kötü kullanılmaması için ahlak temelli adalet olmalıdır. Ancak sofistlerde ortaya çıkan “adalet güçlünün işine gelendir” fikri doğada adaletin olmayışı, tanrıların adaletsiz davranmaları ve adaletsizliğe göz yummalarıdır (Platon, Devlet).

Sofistler adalet ve doğruluk tartışmalarında hep güçlüden yana olmuşlardır. Kallikes’e (Platon-Georgias) göre, doğada güçlüler hakimse kültür dünyasında da güçlüler hakim olmalıdır (en güçlü, en iyi ve en kudretli aynıdır; güçlü olan iyidir ve iyi olan güçtür).

Sofistlere göre doğruluk görecelidir, görüşler birbirlerine göre daha doğru olamaz ama daha iyi olabilir. Doğruluk-yanlışlık yerine sofistler pragmatik sınamayı getirmiştir (deney ve yararlılık).

Platon diyaloğundaki Kallikes’e göre en bilge en kudretli sıfatları gücü elinde bulunduran siyasetçidedir. Tiranların yönettiği ülkede haksızlıktan korunabilmek için yöneticilere benzemektir (onların hoşlandıklarından hoşlanmak vb). Siyasetin sofistlerce çıkar temeline dayandırılması Platon tarafından eleştirilmiştir. Devlet memurlarına para ödenmesi ve halkın her istediğinin verilmesi iyi bir devlet yönetimi değildir. Platon, Sofistlerle bu tip devlet adamları arasında paralellik kurmuştur.

Platon, sofistlerin zengin olmak, ve çevre kazanmak için çabaladıklarını, güç elde etmek ve bu güce dayanarak suç işlemenin cezasından kurtulmak istediklerini düşünerek onların haksızlık içinde yaşadıklarını ve ceza almadıklarını iddia etmiştir (Georgias).

Sofistler siyaset biliminin kurucusu olarak kendi zihniyetleri doğrultusunda sorunları ele almışlardır. Bu hatalı yaklaşımları Platon ve Aristoteles (siyaset, ahlak, toplum ve insan) tam tersi bir zihniyetle açıklanmaya çalışılmıştır, ancak bu sistematik çalışmanın malzemesi de sofistlerce sağlanmıştır.




6. Hafta: Bilgelik ve Felsefe

Bilgelik felsefeleşmemiş kültürlerde toplumsal düşüncenin teorik yapısını temsil eder.

Felsefe bilgelik ortamında Yunan dünyasından çıkmıştır. Bilgelik: Çok şey bilmek, ahlaki değerlere sahip olmak ve hakikati bilmektir. Bilgelik ve bilgelikten çıkan felsefe anlayışında iki yol izlenmiştir:
- Ahlaksal temelli yaşayışta bilgece öğütler vermek (kutsal kaynaktan gelir, hakikattir)
- Bilgiler insanlar tarafından üretilmiştir (şüphe ve eleştiri). Eldeki bilgiler eksik, hatalı veya yanlıştır. Hakiki bilgi arayışı devam etmelidir. Bilgeliğin felsefe olma karakteri bu yolda gelişmiştir.

Felsefe öncesi düşünüşte bilgelik: ahlak ve dini temelli yapı içerisinde teorik sorunlara açıklık getirmek (yedi bilge). Yedi bilgenin düşüncelerini alt üst eden sofistler de kendilerine bilge demiştir. Platona göre sofistler bilge değildir, bilgelik ancak tanrılar için kullanılabilir.

Yedi bilgelere göre bilgelik ahlak, sağ duyu, gelenek içerisinde topluma yararlı olmaktır. Bilgenin kendini toplum hizmetine vermesi bilgeliğin ilk şartıdır. Siyasette bilgelerin bu etkisi sofistlere ilham olmuştur (bilgelik siyaset yapma anlamına gelmiştir).

Platon her konuda her şeyi bildiğini ve bunları öğrettiğini iddia eden sofistleri eleştirmiştir. Hakikati bilmediklerini söyler ve “bilge” yerine “bilgelik sever” sıfatını verir. Platona göre devlet yöneticileri bilge olmalıdır (korucular).

Her iki kesim tarafından da bilge olmak için bilgili olmak gerektiği kabul edilmiştir. Ancak sofistler hakikati bilgi olarak kabul etmediklerinden göreceli bilgiyi; Platon ise hakikat bilgisini esas almıştır. Sofistler genç yaşta bilge olunabileceğini söylerler. Protagoras iyi yurttaş olmak ve siyaset sanatını öğreterek sofistlerin en çok siyasetle uğraştığını göstermiştir. Sofistlerin bilgeliği bir tür yöntemdir (ikna etme, siyaset).

Sofistler belli uzmanlık alanlarında bilgili olmalarına rağmen bu alanların ilkelerindeki belirsizlikten de yararlanarak bilgelik sınırlarını da çizememişlerdir. Kendi alanları olan felsefe ve siyasetin de sıırları bilgelik gibi belirsizdir.

Sofistlik eğitimi paralı olduğundan zengin ve aristokratlara sunulan bir hizmetti. Toplumsal ortam tartışmalarda öne çıkan kişiye bilgelik payesi veriyordu. Bilgelik eğitimi alan gençler gereksiz yere yüceltiliyordu, Sokrates bilgeliği “bilmediğini bilmek” olarak açıklar. Tam anlamıyla bilge olunamadığından gençler için daha çok övgü manasına bilge sıfatı kullanılıyordu.

Sofistler geleneksel bilge tanımına uymazlar. Gerçek bilgeler, danışılan, görüşü alınan, örnek olan, ahlak alanında sorumlu oan ve geleneklerin sürdürülmesini sağlayan kişilerdir. Bu sorumluluk onlara verilmemiştir, bilgelikleri nedeniyle üstlenmişlerdir.

Sofistler geleneksel bilgeliğin tam tersini savunarak (bireye değer verilmesi, dinsel geleneklerin yerine doğal durumların gelmesi) evren tasavvuru bunalımını artırmışlardır.

Bilimlerin faydaya yönelik olması, hayatın zorluklarını yenmek için sanatla uğraşılmasını bilgelik ile bağdaştıran Aristoteles ile sofistler aynı görüştedir. Sofistlerin yeni bakış açısıyla sorunları ele almaları bilgelik tanımına uyar. Hayatın zevkli yanlarıyla uğraşmaları da Aristoteles bilgeliği ile örtüşür. Ancak fayda konusunda sofistler kendi menfaatlerini öne çıkardıkları için Platon ve Aristoteles’in topluma fayda sağlama fikri ile ters düşerler.

Aristoteles açısından özgür insan kendi amacı için var olan insandır. Felsefe de kendisi için var olan bir bilimdir. Sofistler kendileri için çalıştıklarından özgürdürler ama felsefeyi başka amaçlar için kullandıklarından ilke dışına çıkarlar.

Hem bilgelikte hem de felsefede kendi için bilgi elde etme amacı uygun değildir, entelektüel ve toplum sorunlarının çözümünde fayda sağlamalıdır. Bu açıdan sofistler bilgeliğin teorik tanımına yaklaşırlar.

Sofistlerin her türlü bilgiye sahip olduklarını ve bunu öğretebildiklerini iddia etmeleri, siyasette menfaati öne çıkarmaları, yaptıkları her şey için maddi karşılık beklemeleri, bilgeliği yönetici olmak için istemeleri toplumsal kargaşayı arttırmıştır.

Sofistler bilgelik ve felsefeyi aynı şey olarak görmüştür, halbuki karşılıklı eleştiriler sonucu felsefe bilgelikten tamamen ayrılmıştır. Bununla birlikte sofistler felsefeye yeni konular ve farklı bakış açıları kazandırmıştır.

Platon eserlerinde Sokrates’e göre felsefe sanatların en yükseği olarak tanıtılır. Sokarets’e göre bilge ve iyi olan sıfatını taşıyan tanrılarla ölümden sonra ilişki kurabilmek için iyi insan ölmeyi isteyebilir.

Platona göre ölüm ruhun bedenden ayrılmasıdır. Filozof da mümkün olduğu kadar maddi isteklerden ruhunu arındırmalıdır. Ruha yönelip ruhun ihtiyaçlarını öne çıkarmak ölüme yaklaşmaktır. Ruha yönelmek filozofluğun şartlarındandır.

Platon, ruhun bedensel duyular tarafından aldatıldığını düşünür. Ruh bedenle ilişkisini kestiği oranda gerçeği kavrar, filozofun ruhu bedene hiç değer vermez ve ondan kaçar. Ölüm amaca götüren yoldur, ten ile akıl beraber olunca hakikate ulaşılamaz. Ancak bedenden kurtulunursa gerçek bilgeliğe kavuşulabilir (ölümden sonra bilgeliğe kavuşulur). Bu yüzden gerçek filozoflar ölmeye çalışırlar ve ölümden korkmazlar.

Platon’un Phaidon dialoğunda bedenin yanıltıcı unsurlardan kurtulup ruhun hakikati keşfetmesi ancak ölümden sonra bilge tanrılar ve diğer iyi insanlarla buluşulduğunda gerçekleşir.

Aristoteles ise felsefeyi sadece akıl işi ve dünyevi bir sorun olarak görmüştür.

7. Hafta: Platon’da Yöntem Sorunu

Felsefeyi diğer bilimlerden ayıran temel özelliği onun yöntemidir. Felsefe öncesi düşünüşte yöntemler, bilgelikten ayrılma, ilkeden hareketle evrenin kurulması, trajedi yazarlarının değerleri sorgulaması ve sofistlerin bilgiyi görecelik temeline oturtması olarak sayılabilir.

Platon iki farklı yöntemle felsefe sorunlarına çözüm aramıştır. Birincisi, hakikatin ve bilginin ruhta içkin olduğu ve bu bilgiye ulaşmak için hatırlama yöntemi, ikincisi ise aklın ürünü olan (şüphe ve eleştiri ile birlikte) diyalektiğin kullanılmasıdır. Karşı fikirler diyalektik ile çürütülebilir. Platon dialoglarında bunu çokça kullanmıştır.

Platon tüm bilimlerde ve zanaatlarda da yöntem olmasını savunur. Onun yöntemi tartışmalarda ortaya çıkar, genellikle rakiplerin görüşlerini çürüterek kendi görüşlerini haklı çıkartır (eleştiri). Eleştiride rakip düşüncenin tutarsızlığı tespit edilir.

Platon sofistlerin yarattığı düşünce karmaşasını yıkıp sağlam bir değer ve bilgi sistemi kurmak için üç yol izlemiştir (Hatırlama, diyalektik ve bölme).

Felsefe konularının da merezinde olan insan hakkında konuşmak, insanların düşünceleri olduğu gibi kabul etmesi, insan hakkında çok şey bilinmesi ve insan hakkında ilkelerin olmayışı sebebiyle oldukça güçtür. İnsanların veya şeylerin doğruluk-yanlışlığı hakkında toplumların anlaşamayacağını öne süren Platon, Alkibiades diyaloğunda bu sorunu ortaya atmış ve Kritias’da çözümlemiştir.

Sofistlerin bilgiyi verme yöntemini eleştiren Platon, onların bilgiyi alanın keyfine göre verdiklerini savunur, sofistlere göre öğrencinin hoşuna giden iyi, hoşuna gitmeyen kötüdür; Platona göre bu hakikati göstermede yöntem eksikliğidir.

Yöntemde tek sorun insan değildir, bilginin doğruluğu, düşüncenin hataları da yöntem sorunudur.

Platon tanrısal kökten gelen bilgiyi temel aldığından, hakikatin ruh ile öğrenileceğini bunun da hatırlama (anamnesis) ile olabileceğini savunur. Ruhtaki hakikatler ise sanrılardan diyalektik ile kurtulur.

Hatırlama (Anamnesis):

Platon düşüncelerini kavramsal genel geçer ilkelere dayandırmak ister. Kavramsal ilkeler onu idealar dünyasına ulaştırmıştır. İdealar insanlar dünyasındaki teorik sorunların çözümünde temel olmuştur. Hakikat temelli bilgiler idea dünyasındadır, ölen ruh bu dünyayı görür ve yeniden doğduğunda bunları hatırlar. İdealar dünyasıyla ilişki ruh üzerinden kurulur. Bu fikir eski Yunan’daki Musa’lar kavramından gelmiştir. Tekrar doğan ruh öbür dünyada gördüğü hakikatleri bu dünyada hatırlar (Antik Yunan’da tanrıça Mnemosyne hafızayı temsil eder, olmuş olanı, olmakta olanı ve olacak olanı bilir, Muse etkisine giren kişi Mnemosyne’nin bilgisine sahip olur. Musa’lar her yerde bulunu ve her şeyi bilir, hakikati bilir).

Yunan dünyasında “hakikat geçmiştedir” anlayışı hakimdir (sofistler hariç), hayatı sürdürmek için hafıza canlı tutulmalıdır, Platon da bunu destekler.

Eliade’ye göre, akılda tutma ve unutmama evren tasavvurunda önemli yer tutar, yeniden doğum (ruh göçü) bu anlamda ruhun geçmişiyle işin içine sokulmasıdır. Lethe’nin suları dünyadaki yaşananı unutturmak değil, gökyüzü aleminin anısını dünyaya geri dönen ruhtan siler (unutma ölümü değil ahayata dönmeyi simgeler). Musa’lardan esinleneler ve geçmiş hayatlarını hatırlayabilenler dışında hiç kimse Lethe’nin yapacaklarından kurtulamaz. Platon da bu düşüncelerden etkilenerek anamnesis’i kullanmıştır.

Ananesis ruhtaki bilgilerin hatırlanmasıdır. Ruhun bu bilgileri hatırlaması güvenilir bilginin kaynağıdır. Hatırlama, şeylere bakarak ruhtaki asıllarına ulaşma çabasıdır.

Hatırlamada en önemli bilgi öbeği idealardır. Hakikat, ahlak, devletin özellikleri gibi bilgilerin kaynağı ruhun öte dünyada gördükleridir. Ruh ölümden sonra görüklerini Lethe’nin suyundan içtiği için unutmuştur, ama bu dünyadaki kopyalar sayesinde hatırlayabilir.

Efsanelerde yer alan köken sorunlarının hatırlanması, toplumsal hafızada içkin olan hakikat bilgisine ulaşma yöntemidir. Platon da hem ruh hem de toplumsal hafızadan hakikate ulaşmayı bir yöntem olarak görmüştür. Bilgelikte en uygun açıklama tarzı hatırlamaktır. Platon bilgeliğin en önemli filozofudur.

Diyalektik:

Konunun tanımlanabilmesi için ilk önce dağınık kavramlar bir düşünce etrafında toplanmalıdır. Daha sonra fikrin analizi ve ayrılması uygun yerlerinden bölümlenerek incelenmesi gelir. Konuşmak ve düşünmek için tanımlama ve bölümlemenin yapılmasına diyalektik denir (düşüncelerin yapısında ve denetlenmesinde kullanılması).

Diyalektik=Topla (kavramları)àBöl ve incele (fikir analizi)

Platona göre diyalektik, şeylerin aslını bilme anlamında bilim teorisidir, hakikati araştırma yöntemidir. Geometri gibi bilimler gerçek varlığın sadece bir kısmını (bilim hakikatin sadece ilgili olduğu yönünü irdeler) görebilir. Bilimler varlığı tüden kuşatamadıkları için varsayımlar geliştirir. Diyalektik varsayımları atarak ilkenin kendisine yükselir. Felsefenin en temel kaygısı olan özlere ulaşmak ancak diyalektik ile gerçekleşir.

En üst biçime ulaşma çabası diyalektik ile olur (iyiye ulaşma). Mağara örneğinde olduğu gibi gerçeğe ulaşma diyalektik yürüyüştür. Diyalektikte duyulara baş vurulmaz, sadece akıl kullanılarak her şeyin özüne varılır, iyinin özüne varmak için durmaksızın görülen dünyanın sınırlarına ulaşılır. Evrensel hakikate ancak diyalektikle ulaşılır.

Diyalektiğin uygulama alanları bilimler, savaş ve kanunların gerektirdiği tüm işlerdir (ahlak ve tarih sorunları dahil), bunun için en iyi gelişmiş zihinsel güçleri yüksek öğrencilere diyalektik öğretilir. Diyalektik toplumsal değerlerin tartışılarak yıpratılmaması için gençlere değil olgunlara aşamalı bir şekilde öğretilmelidir.

Bütün türlerin bir cinsin altına konulması veya tek tek türlerin tanımlanması için kullanılan sınıflamada da diyalektik kullanılır. Felsefenin ana görevi analitiktir (bölümleme yöntemin kullanır). Diyalektik uzmanı türleri ve cinsleri nasıl böleceğini bildiği için felsefi tartışmayı da denetleyerek yol gösterir. Gerçekliği oluşturan biçimleri uygun şekilde sıralayabilir.

Platon dialoglarında katartik yöntemini ve iddiaların eleştirilerek yeni düşünceler ortaya konması yöntemini kullanmıştır.

Sokratik anlayışta form, yukarı doğru bir seride bir amaca varmada araçtır. Toplama-bölmede bunun tersine olarak aşağı doğru sürecin sonuna varmaktır. Toplama bölme yöntemi Sofist diyaloğunda kullanılmıştır. Toplama-bölmede bir olanın çok sayıda tanımı yapılacağından Parmenides’in varlık tanımı eleştirilmiştir.

Conford’a göre diyalektik ile mantık arasında fark vardır. Diyalektikte semboller ve önermeler yoktur. Platonun faktörleri vardır:
- Formlar ve türlerin değişmez yapısı( ya birleşirler ya ayrılırlar)
- Bu objeler zihinsel varoluşlardır.
- Düşüncelerin, yargıların ve fiillerin sesle dile getirilmesi ifadeleri oluşturur.
İfadeler önerme değildir. Diyalektik, mantık değildir. Formların gerçek dünyası üzerinde toplama-bölme tekniği ile eylemde bulunulur. Diayelktik varlık yapısını inceleyen ontolojidir (formlar gerçektir). Diyalektik önerme formlarıyla değil varlıklar üzerinde çalışır. “Diyalektiğin amacı”, bir sınıfa dahil olan her bir şey hakkında bölünemeyen türlerin veya bir formu cins farklılıkları ile tanımlamaktır.

Platon idealarını anlamak için hem ideanın bilinmesi hem de idealar arasındaki ilişkinin bilinmesi gerekir. Bu doğrultuda diyalektik iki yönde ele alınmalıdır:
Yükseliş: Genel ideaların incelenmesine götürür (Bireysel olaylardaki geneli keşfetmek).
İniş: Bölümleme yöntemiyle idealar arası ilişkinin anlaşılmasını sağlar (Türlerin analizi).
Yukarıda varlık, birlik ve iyi formları yer alır. En altta yer alan biçimler bölünemezler. Üstte yer alan karmaşık biçimlerin özellikleri, tümel biçim olması (alt parçaları olan özel biçimlerin bütünü) ve en yüksek biçimin içerik açısından zengin olması. Diyalektiğin özellikleri felsefe sorunları ile örtüşür.

Platon sofistlerin ortaya çıkardığı karmaşayı önlemek için önce onların yöntem açısından yanlış olduğunu daha sonra da kendi düşüncelerinin güçlü olduğunu ispatlamak istemiştir. Bu kaygılarla kendi yöntemini geliştirmiştir.

Hatırlama yöntemi, düşüncenin kökene bağlı olarak açıklaması için kullanılmıştır, diyalektik yöntem ise sofistlerin görüşlerinin çürütülerek kendi görüşlerinin ortaya koması için kullanılmıştır.

Platon sofistlerin ileri sürdükleri görüşlerle başa çıkabilmek için (onların argümanlarıyla) yöntem geliştirmiş ve yine sofistler tarafından üretilen malzemeyi kullanarak sistemini oluşturmuştur. Hem sofistler hem de Platon’un çalışmaları felsefenin omurgasını oluşturmuştur.

8. Hafta: Platon’da Yöntem SorunuEvren Anlayışı

Platon evrenin yapısınıo varlık sorunu çerçevesinde (varlık türleri ve yapısı) incelemiş ve evrenin nasıl yönetildiğini açıklamaya çalışmıştır. Evren modelinde idealar öğretisini referans almıştır. İdealar öğretisi varlık, ahlak ve bilgi alanlarında tutarlı açıklama için model olmuştur. Platon’un evren kuruluşu Timaios diyaloğunda açıklanmış olup çok tanrılı ve efsane temelli Yunan evren tasavvurunda önemli bir düşünce olarak ortaya çıkmıştır. En önemli unsur yapıcı (yaratıcı değil) tanrı Demirguos’tur.

Platon’un kaygısı:

Beş ayak üzerine kurulmuş olan felsefede Platon dördüncü ayaktır (Doğa filozofları, Trajediler, Sofistler, Platon ve Aristoteles).  Sofistlerin yarattığı karmaşayı ortadan kaldırmak için toplumun temel değerlerinin kavramsal yapılarını açıklamaya çalışmıştır. Platonun felsefeye en önemli katkısı, bilgeliği felsefeleştirmek olmuştur.

MÖ 5.YY ikinci yarısında Atina’nın geleneksel evren tasavvuru, siyasal sorunlar ve felsefe akımlarının geleneksel değerleri etkisizleştirmelerinden dolayı kökten değişmiştir. Platon bu sorunlardan ikincisini düzeltmek için çabalamıştır.

Platon, Sokrates’İn ölümden önce söylediği, devletin var olmasını sürdürebilmesi için bireyler tarafından yargı kararlarının mutlaka uygulanması gerektiğine dair sözlerinden etkilenmiştir. Bu konuda Sokrates iki soru sormuştur:
- Bireysel eylemler dışındaki tümel gerçekliğin bilinmesi
- İnsanın kendini sorgulayarak ruhuna dikkat etmesi.

Platonun görüşlerinin oluşmasında referans aldıkları:
- Doğadaki herşey değişir (Herakleitos)
- Varlık birdir (Parmenides)
- Ruh öğretisi (Pythagorasçılar)
- Ahlak ve idealara giden yol (Sokrates)

Platona göre ahlak ölçüleri kadar bilimsel bilginin varlığı önemlidir, ona göre bilginin nesneleri vardır ve algılar dünyasında tanımlanamayan, zaman ve mekan dışındaki idealardır.

Platon sofistlerin yıktıkları evren tasavvurunu yeniden kurmaya çalışmıştır. Bu uğraşısında aynı zamanda toplumsal sorunları da analiz etmiştir, bu sorunları tartışma şekli sayesinde felsefe gelişmiştir. Platon felsefeyi bilgelik çerçevesinde yapmıştır. (ahlaki ve dini değerler merkezde, sorunları yöntem açısından sorgulamak).

Bilgelik temelli felsefede, bilgi tanrısal kaynakla ilişkilendirilir. Hakikat anlamındaki bilgi temel alınarak insanların hayatı düzenlenmelidir. Bilgeliğin kabul ettiği evren tasavvuru dini değerlerle biçimlendirilmiştir.

Platonun felsefenin kuruluşuna yaptığı katkı, evren, bilgi, devlet, yöntem ve felsefe anlayışları açısından incelenebilir.

Platon’da Evren Anlayışı:

Platon Atina’da yaşanan çöküşü engellemek ve düşünce bunalımını ortadan kaldırmak için sağlam bir temel aramış ve bunu varlığın yapısını yeniden tanımlamakta bulmuştur. Bu varlık yapısı, değişmeyen, mükemmel ve ebedidir. Platona göre bozulmanın en önemli sebebi, tanrıların kıskançlıkları, birbirleriyle çekişmeleri ve savaşlarıdır. İnsan gibi davranan tanrı insan için model olamaz. Evrenin mükemmelikle tanımlanması ve mükemmel bir model olarak alınması kültürel dünyayı da mükemmelleştirir. Bu açıdan idealar dünyası mükemmel model olarak oratya çıkmıştır.

İdeala Öğretisi:

İdealar tanrının dünya üzerindeki etkisine benzer bir etkiye sahiptir, varolan herşeyin tanrılarla bağlantılı olması gibi her şey ya doğrudan yada dolaylı olarak idealar ile bağlantılıdır. İdeaların salt iyi ve mükemmel olmaları onları zamansız (değişmez ve bozulmaz) yapar. İnsanla idealar arasındaki ilişki ruh ile kurulur. Platon idealar ile kültürel dünya arasındaki ilişkiyi ruh kavramı açısından Phaidros kitabında açıklamıştır.

Platona’a göre idealar dünyası, renksiz, şekilsiz, dokunulmak istendiğinde varlığı-yokluğu belirsiz, ruhu idare eden aklın görebileceği hakikat ve asıl bilginin yurdu. Bu mükemmel model olarak ortaya çıkmıştır (rensiz, şekilsiz, akılla kavranabilen).

Tanrılar ve iyi ruhlar gök kubbenin üstüne çıkarak idealar dünyasınıseyreder, ancak kötü ruhlar bunu yapamaz. Kötü ruhların yapılarındaki olumlu özellikler yukarı çıkmak isterken olumsuz özellikler aşağı inmeye çalışır bu çekişmeden dolayı ruhların büyük bölümü yukarı çıkıp idealar dünyasını göremezken bazıları da sadece başlarını çıkarıp aşağı düşerler ama gene de hakikat dünyasına göz atmış olurlar. Hakikat dünyasını görenler hakikat ile beslenirken diğerleri sanılarla beslenir. Tanrılar hakikatler dünyasından beslendikleri için olumlu özelliklere sahiptir. Hakikatler dünyasını görmeyi Adrasteia yasası belirler. Bu yasaya göre, iyi oldukları için hakikatler dünyasını gören ruhlar iyi olma özelliklerini korurlarsa konumlarını da korurlar, aksi takdirde ağırlaşarak kanatlarını kaybederler ve aşağı düşerler.

Ruhlar hakikatleri görme ölçüsüne göre dercelendirilirler:
- Musa ve aşkın dostu olan filozoflar
- Savaşçı, komutan, kral,
- Devlet adamı idareci yada iş adamı,
- İdmancı, hekim,
- Kahin (mistik bilgi)
- Şair, taklitçi,
- Zanaatkar, çiftçiler
- Sofistler, demogoglar
- Tiranlar

Bu kişilerin ruhları davranışlarına bağlı olarak iyileşir veya daha da kötüleşir. Hkikatler dünyasını hiç görmeyen ruhlar inan olamaz. İnsan olabilmek için duyumların çokluğunu idea birliğine indirgemek gerekir, bunu da ancak tanrıların peinden giderek hakikatler dünyasını görenler becerebilir. Bu şekilde insan olarak dünyaya gelenler gördüklerini hatırlayabilir. Hatırlama gücü en yüksek olan filozoftur (tanrıyı en iyi takip eden).

Ruhların hakikatle olan ilişkisinin insanların bu dünyadaki konumlarını belirlemesi ruhun evrenle olan ilişkisine bağlıdır.

Platon’un mağara benzetmesi idealar dünyası ile bu dünya arasındaki zıtlığı gösterir. Mağara örneğinde olduğu gibi, gerçeği gören biri artık bir daha eski haline dönerek gördüklerini ciddiye almayacaktır. Bu örnekte insanların yaşadığı dünya karanlık mağaraya, mağarayı aydınlatan ateş güneşe, mağara çıkışına giden yokuş da ruhun idealar dünyasına yükselişini temsil eder. Mağaradan çıkışın tek yolu akıl yolu ile “iyi”nin kavranmasıdır. Dünyadaki iyi ve güzel herşey iyi ideasından kaynaklanır. Sadece filozoflar hakikati kavrayabilirler, hakikati kavrayan insani işlerden uzaklaşır.

Mağarada yaşayanlar, hakikati görenlerin davranışlarını yadırgar (görmelerindeki bulanıklıktan dolayı). Bulanıklık iki sebebe bağlıdır: Karanlıktan aydınlığa (övünülesi durum) veya aydınlıktan karanlığa (acınası durum) geçiş. Acınası durumdn eğitimle kurtulunabilir. Mağara kültürel dünyayı simgeler, insanlar bunu gerçek olarak kabul ederler ve dışarı çıkmak istemezler.

Platon, idealar öğretisindeki hakikatin insanlar tarafından kavranması sorununu Pythagorasçı ve Orfeusçu ruh öğretisiyle (ruh göçü) aşmıştır (ruhların yeniden doğması ve hatırlaması). Ruh ezeli ve ebedi dünyaya aittir, ruh efendi beden ise köledir. Bu görüş Homeros, Hesiodos ve Milet okulu düşünürlerinde yoktur. Ruun göksel kökenle açıklanması idealar dünyası ile kültürel dünya arasındaki bağlantının temelidir.

Dünyadaki sorunların kaynağı değişme ve bozulmadır, idealarda değişme ve bozulma yoktur bu yüzden mükemmel ve kendilerine yeter durumdadırlar. Evrenin kuruluşu, toplumun yapısı, devlet adamı tipi bu açıdan geliştirilmiştir.

Evrenin Kuruluşu:

Platonun evren tasavvurunun aksiyomu: Bütün şeyler karışık bir haldeyken akıl gelip onları düzenli hale sokmuştur.

Platon Timaios kitabında varlıkla düşünce yada doğa ile ruh arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Evrenin yapılışı ve yapısındaki temel kaygı insan tipi ve devlet şeklinin açıklanmasıdır. Bu diyalogda evrenin yapısı, insanın yapısı ve kültürel dünya arasındaki ilişki tartışılır.

Tartışma doğmadığı halde hep var olan (akıl tarafından sezilir) ve geliştiği halde var olmayanın (doğum-ölümü içerir, algılar tarafından değerlendirilir) ne olduğu sorusuyla başlar.

Değişmez olarak tanımlanan evren modeli sayesinde dünyada değişmeden kaynaklanan sorunların önüne geçmektir. Tanrı da model olarak değişmezi alır.

Evrenin başlangıcının olup olmadığı sorusu Platonda epistomolojik ve ontolojik açıdan incelenir. Platon epistomolojisi ontoloji üzerine oturtulmuştur.

Ontoloji: Varlığın yapısı ve evrenin oluşumu, değer dizilerinin dayandığı ilkeler, insanın evrendeki yeri
Epistomoloji: Ahlak anlayışı, siyaset anlayışı.

Tanrı evreni bir modele göre yapmıştır, model iyi-saf-değişmeyendir ve model alındığına göre yaratılmamıştır, evren ne kadar mükemmel de olsa bir kopyadır. Yapıcı iyi olduğundan hırs sahibi değildir, her şeyi kendine (iyi) benzetmiştir. bu tavır evrenin temel ilkesidir. Tanrı kuralsız, düzensiz şeyleri iyi olmaları için düzene sokmuştur.

Evrende canlılık esastır. Varlıkta ruh yoksa akıl da yoktur. Akıl ruha ruh da bedene konmuştur. Ruh bedendön önce yaratılmış ve bedenden üstün kılınmıştır (Ruh emreden efendi, beden itaat eden köledir). Bölünmez ve aynı kalan töz ile cisimlerdeki bölünebilen töz birleştirilerek üçüncü töz olarak ruh oluşturulmuştur.

Ateş, hava, su ve topraktan oluşturulan evren tektir, kendi kendine yeter (yetkin düzen), en yetkin olan dairesel arekete sahiptir.

Evrenin ölümsüz olana benzemesi için gökle birlikte zaman da yaratılmıştır. Sürekli matematiksel ilkeere benzer hareketleri yapan gök birlik içinde kalarak ebedileşir. Gökteki düzenlilik zamandır. Zamanın ebedi ilkeleri üç boyutta tanımlanmıştır (geçmiş, şimdi, gelecek). Zamanın boyutu içinde yer alanlar değişir, değişmeyen bir şeyden söz edildiğinde orada zaman yoktur, o şey zaman dışındadır. Ebedi varlık için geçmiş ve gelecek kavramları kullanılamaz. Tanrı, evren, ruh, gök ve zaman zamanın dışındadır. Bir olan zamansızdır. Zamanın boyutları (geçmiş, şimdi, gelecek) sayılara göre hareket eder, sayılarla ölçülüp değerlendirirlir (tekrar eden parçalar: gün-ay-yıl).

Evrendeki canlılar zamana bağlı bir hayat sürerler, zaman içerisinde hareket ederler. Evrenin temel unsurları hem zamanı oluşturur hem de zaman içinde varlıklarını sürdürürler (gök cisimleri). Yeryüzü cisimleri zaman içinde değişip yok olurken gök cisimleri değişmez.

Gök oluşturulurken zaman da düşünülerek yaratıldı (gün-gece-ay-yıl), geçmiş ve gelecek de zamanın parçasıdır. Dünya gece ve gündüzün bekçisi, tanrıların ilki ve en eskisidir.

Takvim, doğan, ölen ve değişen varlıkları anlamak için kullanılan unsurlardan biridir. Değişen varlıklar için zamanın üç boyutu geçerlidir (geçmiş-şimdi-gelecek).

Geçmiş-şimdi-gelecek matematik ilkelere göre hareket eder ve ebediliği yansıtırlar.

Gök ebedi olan örnek alarak yaratılmıştır, zaman ölümsüz olana benzer. Bu düşünce ile ay ve güneş oluşturulmuştur. Zaman sayısının ayırt edilmesi ve korunması için de diğer beş gök cismi yaratılmıştır (zaman içinde gök cisimleri zorunludur).

Evrenin mükemmeliği dört soyla tamamlanır:
- Tanrıların göksel soyu: Ateşten yaratılmıştır, küreseldir, zeka sahibidir, kozmosun her yerine yerleştirilmiştir, iki hareketleri vardır. Göksel soy yaratılmış tanrılardır, yartılışları bilinemez. Diğer üç soy bu göksel soy tarafından yaratılmıştır (diğer soyların ölümsüz olmaması için).
- Havalarda dolaşan kanatlı soy:
- Suda yaşayanlar:
- Toprakta yürüyenler:

Yaratılmış tanrılar canlılar üzerinde hakimiyet sahibidirler (diğer soyları yaratmak, yiyecek vermek, üremelerini sağlamak, öldükten sonra yanlarına almak). Yartılmış tanrılar bozulma yasasına sahiptir, bunların yarattıkları ise daha kolay bozulurlar (yaratıcı tanrılar işlerini düzgün yapmamışlardır).

İnsan ruhu, değişmez saf töz kullanılmadığından değişmez değildir, ebedi ruhlara nazaran eksiktir. Ruhlar yaratıldıktan sönra gök cisimlerinden evrenin özünü görmüşlerdir. Dünyaya gelen ruh kendisine bağışlanan zamanı iyi kullanırsa gök cismine geri döenr ve orada bahtlı bir ömür sürer, kötü davranan ruh ikinci kez kadın olarak doğar, kötü yaşamaya devam ettikçe hayvan biçimine girer. Tanrılar sorumluluk almamak için bu yasaları ruhlara öğretmiştir (insan kendi bahtsızlığının sorumlusudur).

İnsan ruhu yaratılışta eksiktir, ama bu eksikliği giderebilmesi için ona evrenin sırları gösterilmiştir. Sorumluluk yüklendiği için insan olma özelliğine kavuşmuştur.

Platon’da evren yaratılışında ideal özelliklere sahip üç temel unsur vardır: Yapıcı tanrı, model ve malzeme. Tanrı, kullandığı model ve malzeme mükemmel olduğundan mükemmel bir evren ortaya çıkmıştır. Canlıların yaratılmasını tanrı yapmadığı ve saf cevher kullanmadığı için evrenin mükemmelliği canlılara yansımamıştır.

“Yaratılmış her şey bozulmaya mahkumdur” (Devlet) ilkesi, bozulmanın daha evrenin oluşması aşamasında programlandığını gösterir. Bozulmadan kurtulmanın yolu inanma ve öğrenme yeteneğidir (bilgeliğe yönelme).

9. Hafta: Platon’un Devlet Anlayışı

Platon’da devlet anlayışı, devletin kökeni, yapısı, amacı ve devlet felsefesi kapsamında oluşmuş ve bunlara bağlı olarak da ideal bir devlet modeli ortaya konmuştur.

Platon devletin nasıl bir yapıda olması ve yönetilmesi konusundan önce toplum sorunlarını ortaya koymuştur. Devletin kökenleri konusunda ise devletin iyi olma şartlarını ve devlette ortaya çıkan kötülükleri açıklamıştır. Platon’un ilk ideal devlet modelini geliştirdiği düşünülür. İdeal devlet Platon’da hakikati bilmesi nedeniyle ahlaklı olacağı ve haksızlık yapmayacağı düşünülen filozof ile özdeşleştirilerek açıklanmıştır.

Platona göre mutluluğu sağlayan ahlak, devlet aşamasına ulaşmış sosyal ve siyasal teşkilatlarda ortaya çıkar. Her devlet bu mutluluk için gerekli şartlara sahip değildir. Platonun ilk diyaloglarındaki mutluluğun ne olduğu sorusu, ileriki dönemlerinde mutluluğun elde edileceği şartların ne olduğu sorusuna dönmüştür.

Mutluluk şartlarının başında gelen düzen ve uyum iki kaynakta aranmışır:
- İnsan ruhunun bölümleri (bireysel mutluluğun kaynağı)
- Devlet düzeni (toplumun mutluluk kaynağı)

Platon “Devlet” kitabında kullandığı devlet modelini doğruluk ve adalet sorunundan yola çıkarak oluşturmuştur. Bilgi ahlak ilişkisini bilen filozofların yönettiği devlet ideal olarak kabul edilen tanrı yönetimine de uygundur. Tanrıların yönettiği devlette insanlar geçmişte altın çağı yaşamıştır. Tanrıların yönetimi bırakmasıyla çöküş başlamıştır. Çöküşten kurtulmanın yolu Tanrıya en çok yaklaşan filozoflarca devletin yönetilmesidir.

“Devlet” kitabı doğruluk üzerine yapılan tartışmalarla ortaya çıkmıştır. Kitabın başında yapılan “Doğruluk güçlünün işine gelendir” tanımlaması Platon’u yeni bir devlet modeli arayışına yönlendirmiştir. Toplumsal düzenin yapısı devlet yapısıyla yakından ilgilidir.

Doğruluk bireyde olduğu kadar toplumda da olmalıdır. Bireysel özellik gösteren doğruluk devleti de çok yakından ilgilendirir. Toplumsal düzen için doğruluk herkesin kabul edeceği bir ilkeye dayanmalıdır. Ahlaki doğruluk insanın mutluluğu için  esas yoldur. Siyasi alanda doğruluk “adalet”e dönüşmüştür. Toplumun tüm üyeleri mutluluktan pay aldığında devlette adalet sağlanmıştır.

Devletin yapılandırılması ve idaresi sorunu devletin amacının belirlenmesiyle çözülmeye başlar. Devlet toplumla birlikte mutlu olmayı sağlamak için kurulmuştur. Bu amaçla devlet yapısında koruyucuların yetişmesi, görevleri ve hakları katı bir biçimde belirlenmiştir.

Devletin Kökeni:

İlk köken tanrılardır. İlk ve en güzel, doğru kanunlar Apollon tarafından konmuştur (tapınaklar, kurbanlar,tanrılara yapılan törenler, ölülerin gömülmesi, vb). Devlet kuruluşunda tanrıların sözlerinin dinlenmesi devletin din temelinde geliştiğini gösterir. (Atinalılar için devlet-din özdeşleşmiştir). Tanrılara devletin resmi törenleri ile tapınılırdı. Athena ile Atina özdeştir. Bu durumda dindarlık ve yurtseverlik aynı şey olmaktadır. Musaya verilen on emir gibi Atinanın geleneksel yasaları Zeus’un sözcüsü Apollon tarafından verilmiştir. Devletin temel yasaları tanrılardan geldiğine göre devlet dinibir temele sahiptir.

İkinci bir açıklama modeline göre Platonda devletin kaynağı insan ihtiyaçlarıdır. Toplum, insanların kendi başlarına ihtiyaçlarını karşılayamayarak bir araya gelmelerinden oluşur. Öncelikle temel ihtiyaçlar giderilmelidir. Toplumun kendi ürettikleri yetmeyince diğer toplumlara saldırılmış ve savaşlar dolayısıyla da askeri kurumlar oluşmuştur. Teşkilatlanmış bir toplumda, en üstte bir idareciye de ihtiyaç duyulmuştur. Yönetim işini en iyi bilenler ve doğruluktan yana olanlar, yönetici olmalıdır. Sorunların çözülerek amaca varılmasındaki en önemli aşamalardan birisi de iş bölümüdür (toplumsal sınıf). Kast sistemine benzer iş bölümünün katı bir tutum olarak adaletsizliği ortaya çıkardığı iddia edilmiştir (Popper).

Devletin kökeni hakkında bir açıklama da “Yasalar” kitabında yapılmıştır. Altın çağdan örnek alınarak ruhumuzda saklı duran unsurları değerlendirerek ve aklın yardımıyla yasalar yapılmalıdır. Bu yasalara göre ev ve devlet yönetilirse mutlu olunur. İnsanlar tanrılara ve doğal düzene bakarak yasalar yapmıştır ancak bu yasalarla yönetilen devletlerde felaketten kurtulunamamıştır, çünkü insanların yaptığı yasalar kötüdür. İyi yasalarla kötülükten korunulur. Siyasi düzen insanın dünyadaki evidir, bu evin ilkeleri iyi tespit edilmelidir. Yasaların niteliğine göre siyasi düzen zaman içerisinde ya dayanır yada yıkılır.

Siyasi düzenin erdeme mi kötüye mi gittiğinin tespit edilmesi için öncelikle nasıl başladığı bilinmelidir. Devletin kökeninin, yapısının, büyüme çökme şartlarının, yönetim tarzlarınnın bilinmesi gerekir.

“Yasalar”ın üçüncü kitabında, devletlerin geçirdiği değişiklikler ve nedenleri açıklanmıştır (tarih sorunu). Demiurgos’un kurduğu evrene benzer sosyal bir evren kurarak değişikliklerin nedenini anlamaya çalışmıştır (Çoban efsanesi). Bu efsanede sel dağlardaki çobanlar hariç her yeri yok etmiştir. Çobanlardan başka her şeyin yok olması sosyal “tabula rasa” olarak tasvir edilir (tabula rasa: insan beyninin başlangıçta "boş bir levha" olduğunu öneren felsefi görüş). Sosyal tabula rasa kurulacak yeni teşkilatların güvencesidir (çobanlar saf ve temiz karakterlidir, şehrin düzenbazlığından uzaktırlar). Çobanların önlerinde kötü örnek teşkil edecek şeylerin olması da gene yaşama ortamı için tabula rasa’dır.

Platon için, kentler, siyasi düzen, sanat, zanaat, kötülükler ve erdem tufandan sonra sağ kalan çobanlar tarafından genel ihtiyaçlara göre geliştirilmiştir. Bu aşamada zanaatlar mantıksal bir şekilde sıralanmıştır.

Çobanların sosyal hayatına ilişkin tespitleri, toplumsalbozulma hakkında Platonun görüşlerini açıklar: Zenginlik, yoksulluk yoktur, küstahlık, haksız rekabet ve kıskançlık görülmez.

Çobanlar savaş nedir bilmez, haksızlıklardan, davalardan ve mahkemelerden habersizdirler. Medeniyetçe geri ama ahlakça yüksektirler  (saf, mert, ölçülü, adil). Nüfus az olduğu için savaşlar da yoktur.



Devlet bütünlüğünü korumak zorundadır. Devlet vatandaşının memnuniyetsizliğini ve sorunlarını gidermelidir. Bütünlük içindeki devlette en önemli hususlarbilgelik, yiğitlik, ölçülülük ve doğruluk gibi ahlaki değerlerdir. Bunlar topluma kazandırıldığında mutluluk gerçekleşir.

Devletin sorumluluklarınnı yerine getirebilmesi için filozoflar tarafından yönetilmesi gerekir (bütünlüğükavrama, adaletle sorun çözme, dürüstlük, geleceği görme sadece filozoflarda vardır). Filozoflar günlük bencilce çıkar peşinde koşmazlar, akılve erdem zengini olduklarından uzun vadeli planlar geliştirirler.

Devlet yöneticileri koruyucular içinden seçileceğinden bu guruptaki çocukların eğitimi Devlet’e bırakılmıştır. Bu kişiler 40 yaşlarına kadar koruyucu kalacaklardır. Beden eğitimi önem arzeder. Koruyucular hem filozof hem de savaşçı olacaklarından eğitimleri hayat boyu devam eder. Onlar ruh gözünü açan bilimleri öğrenirler. Aritmetik (düzen, uyum, gerçek varlık); geometri (savaş yeteneği, değişmeyenin bilgisi hakikat, bilim sevgisi), diaylektik (akılla özü kavramak) öğrenilmesi gereken bilimlerdir. Koruyucu 40-50 yaş arası serbest bırakılır ve felsefeyle uğraşır. Daha sonra filozof olarak devlet yönetimi hakkını elde eder.

Devletin temel niteliği iyi eğitimdir (kötülüğün kaynağı bilgisizliktir). 50yaşına kadar hakikati, özü örenen filozof taklit kopya ve çıkardan uzak durur, devletina amcı olan mutluluk şartlarına göre devleti yönetir. Engelleri ve insanların eğilimlerini bildiği için zorlanmaz. Eğitim sistemi ve diğer kurumlar tasvir edildiği gibi olmadığından bu amaca ulaşmak kolay değildir. Filozofun sahip olduğu değerler (doğruluk, ölçülülük, bilgelik, aile ve devlete bağlılık) toplum ve devlet tarafından yeterince sahip olunmadığından ortalama yaradılışlardan daha da tehlikeli hale gelebilir.

Halk filozof olamaz ve filozofları da beğenmez, halkın hoşuna gitmek isteyenler de filozofları beğenmez. Filozof yaradılışlılar da kendilerinden faydalanmak isteyenlere uyarak bozulabilir.

Devlet Yönetimi bilgi ve ahlak üzerine kurulmuştur. Bu fikirlerin başlıca sebebi sofistlerdir. Sofistler bir hayvan terbiyecisi gibi hayvanın hoşuna gidenin iyi gitmeyenin kötü olacağını düşünerek ders verir. Nedenleri üzerinde durmadan, iyi-güzel-doğal ayrımı yapmadan halka konuşurlar. Her hoşa giden iyi, hoşa gitmeyen kötü değildir, doğru olan iyidir. Sofistlerin tutumu sallantılı yönetim getirir, Platon ise hakikat üzerine oturtulmuş bir devlet modeli arzular.

Platon Devlet kitabındaki modelde, toplumu yüceltir bireyi yok sayar, özel mülkiyet ve aile kaldırılır, çocuklar devlete verilir, hak ve ödevler sınıf temeline dayandırılır (tüm toplumu mutlu etmek için kaçınılmaz). Ya Polis yıkılacak ya da mantıksal sonuçların katılığı kabul edilecektir. Hakikat temelli bilgiden hareketle devlet yıkılmaktan kurtulacaktır.

Platon ideal devleti kurmak isterken hiçbir zaman devlet ideasından bahsetmez (hem devlet hem de dini inanış felsefe aracılığıyla sağlam temellere oturtulmak istenir).

Devlet yönetim şeklinin sağlam temellere oturtulması gereği Devlet Adamı’ndaki evren yönetimi, Epinomis’deki Atlantis Devleti ve Yassalar’daki Isparta yönetiminde anlatılır: Tanrılar yönetimi bırakınca kaos çıkar. Düzen mutlu yaşamak için şarttır. Devletin eski geleneklerle ve krallıkla yönetilmesi iyi ilkelerdir.

Platon’un devlet ve toplum sorunlarına getirdiği açıklama siyaset felsefesinin ana hatlarını oluşturur. Devletin amacı insanları mutlu kılmaktır. Mutluluk şartları da ahlak temellidir. Devletin amacını gerçekleştirebilmesi için, devlet evrenin bir parçası olarak yapılandırılmalıdır. Bilgi ve ahlak anlayışlarının amacı insanın toplumsal düzen içinde nasıl mutlu olacağını açıklar.

10. Hafta: Aristoteles’de Yöntem Anlayışı

Aristoteles sofistlerin verdiği zararı ortadan kaldırmak için şüphe yöntemini kullanmış ve yöntemle uğraşmıştır. Yöntem açısından Platon dahil tüm düşünürlerin sorunlu olduğunu düşünmüştür. Felsefeye katkılarının başında yöntem gelir. Bilgi türlerini ve bilim konularını yöntem üzerinden açıklamıştır. Yöntem (organon-mantık) bilim değil araçtır. Kıyas ve kanıtlamayla kesin bilgiler elde edilebilir. Diyalektik ise sanı türünden bilgilerin temellendirilmesinde kullanılabilir.

Aristotelse bilimsel yöntemi, ilkeler doğrultusunda gözleme ve kanıta dayalı verilerin  açık bir şekilde sınıflandırılmasıdır. Araştırlacak konu ile yöntem arasındaki ilişki doğrultusunda temellendirme ve temellendirilecek bilimin araştırılması olarak değerlendirmiştir.

Yöntem (metodos)=yol

Nesenye ulaşak yöntemi belirleyen nesnenin kendisidir (çalışma alanı). Nesne farklılıkları bilgi farkını ve yöntem farkını doğurur.

Sorun çözmek için sorun her yönüyle incelenmelidir, sonraki aşamalardaki kolaylıklar önceki sorunların çözülmüş olmasını gerektirir. Nesnedeki sorun düşüncenin geliştirilmesini engeller. Sorunları bilmeden çözüm aramak bulunan çözümün de bilinememsi demektir. Karşıt bütün kanıtları bilen zorunlu olarak doğru yargıda bulunur.

Yöntem gereği alışkanlıklar da bir kenara bırkılmalıdır. Alışkanlıklar nesnenin ne olduğuna göre değil karşıt söylenene göre araştırma yapılmasına sebep olur. Bütün ayırıcı özellilere bakılmalıdır. Felsefeyle uğraşan kişi hakikati anlamak için alışkanlıklarından kurtulmalıdır. Duyumlanan cisimlerin ilk ilkeleri ebedidir, yok olan nesnenin ilkesi de yok olur, ilkeler taşıyıcılarla eş cins olmalıdır. Görünenlerden hareket etmek yöntem açısından önemlidir.

Hakikat arayışında ileri sürülen tüm görüşler değerlendirilmelidir. Filozofların ortaya çıkma nedeni başka filozoflardır.

Yöntem bilgisi bilimsel bilgiden önce gelir. Yöntem düşünce araştırmalarında merkezde yer alır, analitikler bilinmeden metafizikte herhangi bir bilimsel inceleme yapılamaz.

Felsefede yöntem, şüphe, eleştiri, karşılaştırma, tutarlılık, sınıflama, tanımlama gibi unsurların yapılanmasıyla oluşur. Bu yapılanma organon ile hazırlık çalışması olarak sistematikleştirilmiştir. Organon’da yöntem, önermeler, öncüller, kıyas çerçevesinde kanıtlamalarla oluşur.

Mantık:

Tartışmaları düzene koymak ve düşünce yapısını göstermek için organon çalışmasını yapmıştır. Araştırma disiplini olarak mantığın kurucusu Aristoteles’tir. O dönemde logic terimi bilinmediğinden akıl yürütmenin, kıyas şekillerinin araştırılması anlamında analitik terimini kullanmıştır (Cicero döneminde “logica” diyalektik anlamında kullanılmıştır). Mantık anlamında ilk kez “logikhei” ifadesi Alexandros tarafından kullanılmıştır. Mantık kelimelerin değil kelimelerin işaretettiği düşüncelerin incelemsidir (Şeylerin doğasını meydana getiren değil kavrayan düşünceler).

Geniş anlamıyla mantık, aklın kendisi hakkında bilgisi, Logos’un bilimi, her şeyde bulunan aklın bilimi olarak kullanılır.

Dar anlamda mantık, düşünen, kavram kuran, tanımlayan, yargılar saptayan, sillogizm ile bilgiden bilgiye ulaşan düşüncenin eylem alanıdır (Analitikler).

Aristoteles mantıkla ilk felsefe arasında bir ilişki kurmamış, felsefeye başlamadan önce öğrenilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Mantık ilkelerinin kendileri bir ilk koşula dayanmaz.

Organon (araç) mantığın yapısını oluşturan çalışmaların genel adıdır: Kategoriler, Önermeler, Birinci Analitikler, İkinci Analitikler, Topikalar, Sofistik Delillerin Çürütülmesi.

Mantık kitapları üç bölüme ayrılır:
- Birinci Analitikler (Kıyas temellendirilir, formel mantık veya tutarlılık mantığı)
- İkinci Analitikler (bilimsel olmak isteyen akıl yürütme özellikleri, tutarlılık ve doğruluk)
-  Topikler ve Sofistik Delillerin Çürütülmesi (Kıyas bakımından doğru ancak bilimsel düşünce şartlarını yerine getirmeyen akıl yürütme).

Organonda amaç güvenilir bilginin mantıksal yapısını ortaya koymaktır. Bu açıdan yöntem unsurları:
- Kategoriler,
- Önermeler,
- Kıyas,
- Diyalektik.

Analitikler organon’un omurgasını oluşturur (doğa filozoflarının eksikliği). Filozof kıyasın ilkelerini öncelikli görev olarak incelemelidir.

Kıyas:

Verilerden sadece veriler dolayısıyla gerekli olarak bir şey çıkmasıdır. Güvenilir bilginin elde edilmesi için kullanılır. Bilimsel kıyasta olması gereken özellikler:
- Öncüller doğru olmalı, aksi takdirde bilmek mümkün olamaz
- Öncüller kanıtlanamayan öncülden önce olmalı (bilinen öncüle dayanmalı)
- Bilgiye neden olmalılar; Önce olmalılar; Olgu olarak bilinmeliler.

Bilginin güvenirliği  kıyasla kanıtlanır.Bilimsel bilgi üç türlü kanıtlanır:
- Zorunlu kanıtlama. Apodiktik özlerin bilgisi hakkındadır.
- Olasılıkla kanıtlama (diyalektik). Zorunlu doğrular olmayan genellikler ve görünüşler hakkındadır.
- Raslantıları kanıtlama (eristik).Tesadüfen ortaya çıkan genel kuralı koyma teşebbüsündeki yanlış olan şeyler hakkındadır. Raslantıların bilimi olamaz.

Zorunlu kanıtlama tamamen bilim olan sanı olmayan kıyas’tır.

Kanıtlama:

Kanıtlama bilgi veren kıyastır (İkinci Analitikler). Doğru, ilk, doğrudan, sonuçtan daha iyi bilnen, önce gelen ve sonucun nedeni olan öncüllere dayanır. Öncül doğru olmalıdır,doğru olmayanın bilisi de olmaz. Bir şey nedenleri bilindiğinde bilinir. Önce gelenle iyi bilinen iki anlam taşır: Doğası gereği önce gelen ile bize göre önce gelen aynı değildir. Duyuma yakın nesne bize göre daha önce gelmiş ve daha iyi bilinir. En genel olanlar duyumdan en uzak olanlardır. Tikeller duyuma en yakın olanlardır birbirlerine karşıttır (duyuma yakın olanla uzak olan).

Sav: Kıyasın başlangıcında tanımlanamayan, öğrenilmesi için bilinmesi zorunlu olmayan.
Aksiyom: Bir şeyin öğrenilmesi için zorunlu olan, belit.
Varsayım: Bir şeyin var olması veya var olmamasından birini alan.
Tanım: Sav, varsayımdan bağımsız olan.

İlk öncüller önceden bilinmeli ve sonuçtan daha iyi bilinmelidir.

Her bilgi kanıtlanamaz. İlk ilkeler kendi kendilerini bildiklerinden kanıtlanamaz. Bilim ilk ilkelere daynaarak yapılır. İlk ilkeler her türlü başlangıç noktası ve çalışma alanı  için geçerlidir. Kanıtlama zorunlu öncüllerden oluşan kıyastır.

Kanıtlama (tümellere dayanır) veya tümevarımla bilimsel bilgi elde edilir. Tikellere başvurmadan tümellere varılmaz, algısız, sadece tümevarımla tümellere ulaşılmaz.

Kanıtlamanın amacı genel bilgilere ulaşmaktır. En iyi kanıtlama genel şeylere ulaştıran kanıtlamadır. İlk ilkeler ve öncüller bilgi değeri açısından en üstün olandır (kendi kendileriyle bilinebilirler).

Kanıtlamalı kıyası oluşturan öncüller açık olmalıdır (zorunlu ilkelerden çıkmalı, zorunlu olarak var olmalıdır). Kıyas zorunlu öncüllerden oluşmalıdır. Doğru öncüllerden kanıtlamasız çıkarım yapılabilir, zorunlu öncüllerden kanıtlamaksızın çıkarım yapılamaz. Cinsten cinse geçilere kanıtlama yapılamaz (geometri verilerinden aritmetik kanıtlanamaz).

Kanıtlamalı bilim üç şeyle ilişkilidir:
- Varlığın savladığı nesne
- Ortak belirtiler (ilk öncüller)
- İmleyen etkilenimler

Kanıtlamanın üç öğesi vardır:
- Kanıtlama konusu
- Kanıtlananlar
- Kanıtlamayı oluşturanlar.

Kanıtlama her bilimde görev yapmayabilir: Öncüller tümel ise, sonuç da tümel ve ebedi olacaktır. Değişen nesnelerle (mutlak olmayan) bilimsel kanıtlama uygulanamaz. Değişken nesneye ait öncül yok olduğunda sonuç da yok olur. Böyle durumlarda genel sonuç değil, geçici olarak doğru kabul edilen sonuç ortaya çıkar.

Konunun kendine has ilkeleri kanıtlanamaz niteliktedir, şayet kanıtlanabilseydi bu ilkeler her şeyin ilkesi olurdu (en üstün bilgi). Geometrik kanıtlamanın mekanik ve optiğüe, aritmetik teoremlerin armonik önermelere uygulanması dışında hiçbir kanıtlama başka cinslere uygulanamaz.

Diyalektik:

Aristoteles’de diaylektik, pratik bilimlerin değişken bilgilerini temellendirmede kullanılır. Topikler kitabında açıklanmıştır. Topikler kitabının amacı, sanı öncüllerinden hareketle bir kanıt ileri sürmek ve bununla çelişen bir kanıt ileri sürmeyi engelleyen bir yöntem bulmaktır.

Kıyas, doğru ve ilk öncülden veya kendinden edinilen bilginin de kaynağı olan öncüllerden hareket ettiğinde bir ispattır. Olası öncüllerden netice çıkaran ise diyalektiktir.

İlk ilkelere dayanarak kıyas yapılmaz, ilk ilkeler geri kalan herşeyin ilk unsurudur. Diyalektik, akla uygun kanaatler ve öncüllerden hareketle akıl yürütme sanatıdır, güçlük ve çelişkiden kurtulmak için kullanılır. Kıyas hem analitiğin hem de diyalektiğin aracıdır.

Diyalektikte kullanılan öncüller sadece akla uygun muhtemel olanlardır, retorik akıl yürütmenin kaynağı ve ilkesidir.

Diaylektik ve sofistliğin konuları varlıkların ilinekleridir. İlineklerin kendi başına kanıtlanabilirliği olmadığından zorunlu sonuçlara varılamaz.

İlinek: Bir şeye zorunluluk sonucu bağlı olmayan, onun özünde bulunmayan, rastlantı ile olan nitelik, araz.

Diyalektik kıyas, bilimsel kıyasdan öncülleri doğru olmadığı veya tartışmalı olması bakımından ayrılır. Diyalektik sorunları anlamaya veya keşfetmeye yarar. Diyalektik ilkelerin kurulması veya formüle edilmesinde yardımcı olur.

Diyalektiğin üç görevi:
- Zihinsel jimnastik,
- Kendi işimiz için geliştirilen düşünceleri başkalarının karşısında savunmak
- Bilim açısından (tartışmada doğru-yanlış olanları göstermek; bilimsel olarak kanıtlanamayan ilk ilkelerin sanı olarak kanıtlanması).

Topiklerde bilimsel yöntem kaygısı yoktur. Diyalektik özellikle siyasi tartışmalarda başvurulan yöntemdir.

Diyalektikte üç ana terim vardır:
- Öncül
- Sorun
- Tez

Diyalektikte öncül sorudur aynı zamanda cevaptır da (tavsiye niteliğinde). Sorunlar birnin karşı çıkması için hazırlanmış olabilir. Sorunlar tez değildir, sorunlar sık sık saçma sonuçlara ulaşsa da analiz, karşılaştırma ve eleştirileri güvenilir sonuçlar da ortaya koyabilir.

Aristotelse, sorunun formülasyonu, önermenin savunulması ve çürütülmesinde diyalektiği uygulamıştır. Doğruya yaklaşmak için karşıt fikirlerdeki doğrular kullanılmalıdır. Bu da diyalektik ile tespit edilebilir. Salt olgusal sorunlar diyalektikle belirlenebilir.

Diyalektik şüpheci (aporetic: daha önce ileri sürülen düşüncedeki bozuklukları deneme yöntemiyle giderme) bir yöntemdir.  Şüpheci deneme yöntemi, tezdeki zorluk ve hataları bularak onları çözmeye çalışır.

Platon diyalektiği, bir filozofun görüşlerini tanımlamak, düşüncelerinin anlamını bulmak için kullanmıştır. Aristoteles ise, önceki bütün görüşleri göz önünde tutarak bunları oluşturacağı yeni bir görüş için temellendirmek maksadıyla kullanmıştır. Aristoteles özellikle önceki dönem erdemlerinin ve sakınılması gereken hataları tespit etmek için diyalektiği kullanmıştır.

11. Hafta: Aristoteles’in Evren Anlayışı

Aristoteles felsefenin kuruluşunu tamamlayarak onu bütünlüklğü bir yapı içerisinde ortaya koymuştur.

Felsefede varlık sorunu genellikle evren açıklama modelini ortaya koyar. Aristoteles’in evren anlayışı da onun diğer felsefe sorunlarının sistematik anlatılmasını kolaylaştırır.

Evrenin bütünlüklü bir yapıda anlatılması, tanrı, varlık, oluş, insan ve bilgi sorunlarınnın açıklaması demektir. Bunlar aynı zamanda Aristoteles’in İlk Felsefe (Metafizik) çalışmasının da temel konularıdır. Aristoteles varlık sorunuyla yeryüzünde var olanların oluşlarını açıklamaya çalışmıştır.

Aristoteles, var olanların birbirleriyle ve varlıkla olan ilişkilerini ve onlar hakkındaki bilgilerin özelliklerini töz ve dört neden (kuvve/fiil, oluş, madde/form, hareket) çerçevesinde incelemiştir.

Aristoteles’in metafiziği (ilk felsefe) varlığı varlık olmak bakımından inceler. Varlık sorununun ana hatları:
- Varlığı oluşturan öğeler ve tabakaların özellikleri
- Birbirleri ile olan ilişkileri
- Özellikler ve ilişkileri
- İlkeler ve kategoriler.
- Evrenin oluşumunda bilinçli güç

Aristoteles’de varlık (şeyler) dört bağlamda incelenir:
- İlineksel olanlar (adil adam, müzisyen vb.)
- Öz bakımından varlık (kategori türleri ile aynı sayıdadır)
- “-dır” ekiyle ortaya çıkan doğrulama/yanlışlamada gerçekleşen varlık
- Bil kuvve veya bilfiil olarak varlık ve varolan

Varlık ve var olan ---> bilkuvve ve bilfiil

NOT: ilinek: Bir şeye zorunluluk sonucu bağlı olmayan, onun özünde bulunmayan, rastlantı ile olan nitelik, araz (TDK sözlük)

İlineksel varlık bilimin konusu değildir, sözel varlığa sahiptir. İlinek var olmayana benzer.

Varolan varlıkların oluş ve yokoluş ile varlık olmaları veya varlık olmadan çıkmalarına benzer bir durum ilineksel varolanlar için söz konusu değildir. Bilimler olana veya çoğu zaman olana yönelir. İlineklerde bu söz konusu değildir. Doğru ve yanlış birlikte çelişik yargıları paylaşır.

İlineksel varlıkXDoğru anlamda varlık

Varlık, kendine özgü nitelikleri olan katmanlara sahiptir.

Evren gökyüzü ve yeryüzü olmak üzere (hareket halindeki) iki temel katmana sahiptir. Aristoteles evreni sürekli hareket halinde bir bütünlüktür. Hareketin kaynağı ilk hareket ettiricidir. Varlık ve katmanlar hareket esas alınarak açıklandığı için ilk hareket ettirici önem kazanır.

İlk Hareket ettirici (Tanrı):

Varlıkta temel belirlenimler:
- Hareket
- Oluş
- Töz
- Kuvve-Fiil
- Madde-Form
- Nedenler

Hareket kaynağı sorunu, hareketi başlatan bir unsurun zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Kendisi hareket etmeyen ancak hareketi başlatan unsur aynı zamanda varlık düşüncesinin de temelidir.

Hareket eden her şey başka bir şey tarafından devindirilmişse, onu da hareket ettiren bir şey zorunludur, böylece ilk hareket ettiricinin zorunluluğu ortaya çıkar. İlk hareket ettirici başkası tarafından devindirilmiyorsa onun kendisi tarafından devindiriliyor olması zorunludur. Kendi kendini devindiren ilk hareket ettirici için Aristotelse bir tarafı devinirken diğer tarafının devindirildiğini öne sürmüştür. Devinimin sürekliliği, ilk hareket ettirenin ebedi ve devinimsiz olduğunu zorunlu kılar.

İlk hareket ettirici hareket ettirme gücünü kullanmak zorunda değildir. Töz bilfiil hareket ettirmedikçe hareket olmayacaktır. Tözün kendisi fiil olan bir ilke var olmalıdır. Tözün bilfiil olması veya kendini gerçekleştirmesi hareketin kaynağıdır (neden unsuru).

Kesintisiz  olan dairesel harekette, daima hareket eden bir şey vardır. İlk gök ezeli ve ebedidir (zorunlu). Hareket eden ve hareket ettiren aracı unsurlardır, hareket etmeksizin hareket ettiren ezeli-ebedi, töz, salt fiil vardır. Arzu ve düşünce konusu şeyler bu şekilde hareket ettirilir. Arzunun konusu akıllı isteğin ilk konusu olan gerçek iyidir.

Bir şey arzu ettiğimiz için iyi görünmez, iyi göründüğü için arzu edilir. Hareket noktası düşüncedir, düşünce düşünülenle harekete geçer.

Arzu ve düşüncenin yarattığı hareket türü, ilk hareket ettiricinin nasıl çalıştığına dair ip uçları verir.

Hareketli bir şey olduğundan başka bir şey olmaya da elverişlidir. Kendisi hareket etmeyen hareket ettirici bilfiil varolan varlık olduğundan hiçbir şekilde başka türlü olamaz. İlk yer değiştirme dairesel hareket olup ilk hareket ettirici tarafından meydana getirlir. İlk hareket ettirici zorunlu varlıktır, iyi olandır ilkedir. Gök ve doğa iyi olan bir ilkeye bağlıdır.

Tanrısal düşünce en iyi olanı konu alır. Akıl akılsalı kavrarken kendi kendini düşünür. Akıl ve akılsal bir ve aynı şeydir. Tanrı bizim ara sıra sahip olduğumuz haz verici duruma her zaman sahiptir. Aklın fiili hayattır, tanrı bu fiilin kendisidir. Hayat tanrıdır. O zaman tanrı ezeli-ebedi mükemmel bir canlı olarak adlandırılır. Ezeli-ebedi, hareketsiz ve duyusal şeylerden ayrı bir varlığın var olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Hiçbir büyüklüğe sahip olmayan bu tözün, parçaları yoktur ve bölünemez, ancak sonsuz bir büyüklüğe sahip değildir. Tanrının bu özellikleri evrenin özelliklerini açıklanması için temel olacaktır.

Hareket ettiren hareket edenden önce gelir bu durumda bir tözden önce gelen de bir tözdür. İlke, ilk töz ve tanrı aynı anlama gelir.

Tanrısal akıl düşünmüyorsa değeri yoktur, düşünüyorsa ve başka bir ilkeye bağımlıysa en yüksek töz olamaz. Neyi düşündüğü de ayrı bir sorundur. Aristoteles’e göre, Tanrısal düşünce düşündüğü şeyin kendisidir, onun düşüncesi düşüncenin kendisidir. Tanrısal düşüncenin konusuyine kendisidir ve nesnesiyle aynıdır. Tanrısal düşünce ezeli ve ebedi olarak kendi kendisini düşünür.

Tanrı saf ve aşkın en yüksek varlıktır, varlığın iki kutbu olan madde ve saf düşünce arasında gelişen formlar dizisinin sonucudur.

Evren gerçeklikler hıyerarşisinden oluşur. Daha üstün olan form, aşağıdaki formun varlık nedeni ve akılsal ilkesidir. Mutlak saf form, kendinden başka koşula sahip olmadığından en yüksek en mükemmel anlamda gerçekliktir. Kendisinden aşağıdaki bütün varlıklara varlık ve akılsallık verir, tanrısal varlıktan pay alır.

Tanrı en yüksek akılsal ve formel nedendir. Bütün varlıklar tanrısal hayatı taklit etmeye çalışırlar.

Tanrı fail neden olarak temas etmeksizin Sabit Yıldızlar Küresini hareket ettirmiştir.  Ay altı küresine kadar hareketin derecesi ve değeri alçalarak gelir. Burada dairesel hareket yerini zaman bakımından dört öğenin döngüsel değişimine bırakır ayrıca döngüsel olarak oluş-yok oluş, büyüme-küçülme ve değişme olarak da canlı varlıkların ve insanın hareketlerine bırakır.

Ay altı varlıklar, ilk ilkede uzak oldukları için yüksek kürelerin özelliği olan ezel-ebediliğe sahipdeğildir. Tanrısal hayat evrenin her noktasında kendini hissttirir. Sistemin ereği ve sonudur.

Aristoteles’in tanrı düşüncesi:
- Ezeli-ebedi
- Hareketin kaynağı
- Öz nitelik olarak düşünceye sahip
- Mükemmel

Tanrısal akıl insan aklının da kaynağıdır, hakikati araştıran felsefenin kuruluşunu sağlamıştır.

Evren:

Aristoteles evren hakkındaki düşüncelerini Protreptikos kitabında açıklar (ona ait olup olmadığı tartışmalıdır).

Evreni oluşturanlar:
- Gökyüzü
- Yer yüzü
- Bunların içinde yer alan varlıklar

Evren aynı zamanda uzayın tanrı tarafından konan düzenidir.

Yeryüzünün ortası hareketsiz ve sabittir, varlıkların yurdu ve yaşam bağışlayandır. tanrılar gökyüzünde oturur. Gökyüzü tanrısal cisimler olan yıldızlarla doludur ve sürekli hareket eder (dairesel).

Cisim sonsuz olamaz, bu bağlamda evrenin bütünüde sınırsız olamaz. Dairesel devinen cisim sonsuz olamaz. Dairesel hareket eden gökyüzü de sonsuz olamaz (sonsuzun dairesel devinimi, (ortası olmadığından) münkün değildir. Evren sınırlıdır, evrenin bütününün cismi sonsuz değildir.

Doğaya göre devinim tektir, çok sayıda evren yoktur. Tek ve sınırlı orta, aynı öğelerden oluşan evren, aynı hareket diğer evrenlerin de bizim evrenle aynı olmasını gerektirir. Birden çok evren olması olanaksızdır, gökyüzü de tektir çünkü maddenin tümü onda toplanmıştır (evrenle gökyüzü örtüşüyor).

Varlığın ve yokoluşun dönüşümlüsürmesi ebediliğin göstergesidir.

Evren bütünsel olarak oluşmamıştır ve yok olmayacaktır, tektir ve ebedidir.

ağır nesneler ortada, hafif nesneler kenarda durur, evren bu düzeni yansıtır. Evrenin düzeni ebedidir.

Evren zamanca sınırsız, bütünlüklü tek bir yapıdır. İki temel alanı gökyüzü ve yeryüzüdür.

Gökyüzü ve Yeryüzü:

Aristotelse varlık anlayışının en önemli bölümlerinden biri gökyüzüdür.

Evreni oluşturan gökyüzü ve yeryüzü varlığın iki katmanına karşılık gelir.

Doğal ve duyulur cismin bütünü olan gökyüzü:
- Bütünün en dış çemberindeki doğal cisimdir. En uçta, tanrısal her şeyin kurulduğu yer.
- İçinde ay, güneş ve bazı gök cisimleri bulunur.
- En uçtaki çemberle sarılan cisim, bütün her şey.

Gökyüzünün dışında hiçbir cisim yoktur, olamaz. Gökyüzü birdir, tamdır, mükemmeldir.

Zaman devinimin sayısı ve ölçüsüdür, doğal cisim olmadan devinim olmaz. Gökyüzü dışında ne yer, ne boşluk ne de zaman vardır.

Yeryüzü hiç devinmez ve ona yakın olanların da devinimi azdır. Devinimlerin amacı iyiye ulaşmaktır.

Yeryüzü evrenin ortasında yer alır ve olması zorunludur. Yeryüzü parçaları ortaya doğru düz bir çizgide devinirler. Merkezde olma özelliği yeryüzünün hareketsiz olmasını gerektirir.

Cisimler yeryüzünün merkezine doğru hareket ettiğine göre yer yüzü küreseldir.

Yeryüzüne içkin olan varlık alanları:
- Cansız tabaka.
- Canlı tabaka (animal)
            a. Bitkisel alan (beslenme ve büyüme özelliklerine sahip)
            b. Hayvanlar alanı (serbest hareket, etkin hareket, algı özelliklerine sahip)
            c. Tinsel (insan) alan (düşünme, isteme özelliklerine sahip)
- Tanrısal alan (mutlak)

Evrenin yapısı kutupludur ve bu kutupluluk tanrısal tin ile tanrısal olmayan madde arasında gösterilir. Alttaki her tabaka üsttekinin maddesidir. Üstteki bir alttakinin üstüne inşa edilir. Bütün her şey tanrının gerçekliğe biçim vericiliği altında gerçekleşir. Bu tabloda insan tanrısal olana en yakındadır.

12. Hafta: Aristoteles’in Bilgi ve Bilim Anlayışı

Aristotelesin bilimlerin görev alanlarını belirlemesi bilgi anlayışı ve bilimlerin yapısı konusunda bu gün de geçerlidir (bilginin kesinlik değerinin ölçüsü, konusu ve hangi varlık alanı ile ilgilendiği). Bilimleri bilgi türlerine göre sınıflamıştır. Zihnin bilgiyi oluşturma aşamaları, bilgilerin kesinlik değeri, en yüksek bilgi gibi sorunlar üzerine çalışmıştır.

Bilgi:

Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler (duyulardan alınan zevk),insan olmanın şartlarından birisi de bilmektir.

Her öğrenci hazır bulunan bilgiden yola çıkar.

Bilgi:
- Töz, kuvve-fiilde ortaya çıkan veriler.
- Yöntem (organon, kıyas-kanıtlama, diyalektik, retorik) bağlamında ortaya çıkan veriler.
- Bilim anlayışında ortaya çıkan veriler.
- Bilme süreci ve aklın ilkeleri

Aristotelesin varlık, bilim ve yöntem anlayışı bilgi anlayışına göre açıklanmıştır.

Aristotelse’de bilme süreci:
- Tanım
- İlke
- Üç ilke
- Nedenler

Bilme Süreci:

Duyum bazı hayvanlarda hafızayı meydana getirir. Hatırlama yeteneğine sahip hafızası olan hayvanlar zeki ve öğrenmeye daha yeteneklidir. Hafıza yanında işitme yeteneği olan hayvanlar öğrenme yeteneğine de sahip olur.

Bilmenin temel unurları:
- Duyum
- Hafıza
- Öğrenme

İnsan dışındaki hayvanlar deneysel bilgileri yoktur, tasavvur ve hatıralara sahiptirler. İnsanlar sanatlara ve akıl yürütme yeteneğine sahiptir.

Aynı şeye ilişkin hatıra: deney.

Deney sanatı deneysizlik raslantıyı meydana getirir(deneyle kazanılan kavramlar ile yargı oluşturulur ve sanat ortaya çıkar).

Duyumdan bilime geçiş:
- Duyum devamı olan hafıza
- Deney (tecrübe)
- Kavram (epistemenin ilkesi)

Tasavvur ve hatıralar da öğrenmenin unsurudur.

Bilme süreci: DuyumàHafızaàHatıraàDeneyàAkıl yürütmeàSanat

Deney çok önemlidir. Deney bireysel olanın sanat ise tümel olanın bilgisidir. Deney tikelle alakalı olduğundan bilmenin temelinde yer alır.

Duyum yoluyla kesin ve doğru bilgi elde edilemez (duyumlar neden bildirmez). Bilim tümele dayanır ve tümel deneyle elde edilemez. Tümele sadece akıol yürütme ile ulaşılır.

Akıl ruhun düşünme ve yargılamasıdır. Akıl düşünebilir,  aklın düşünmesi akıl yürütmenin sonucudur.


İnsanda ruh:
- İrrasyonel
            a. Türler ve nedenlerini kavrar
            b. Değişkenleri kavrar
- Rasyonel
            a. Erdemler (Bilimsel bilgi), teorik zihnin konusu
            b. Sanılar (değişken, pratik bilgiler) pratik zihnin konusu

Bilimsel bilgi, tümel, zorunlu ve kanıtlanabilir olandır. Ruh ve akıl (bilme süreci) mümkün bilme şekliyle haikate ulaşır.

Hakikate beş yolla ulaşılır:
- Sanat (techne)
- Bilimsel bilgi (episteme)
- Pratik bilgi (bilgelik)
- Pratik bilgelik (phronesis)
- Felsefi bilgelik (sophia)
- Sezgisel akıl (nous)

Sanı ve yargılar yanıltma payına sahip olduğundan hakikate ulaşmada kullanılmaz.

İnsanda tanrısal nitelik taşıyan ve diğer canlılardan ayıran tarafı logos’dur (akıl).

Teorik akıl: bedenden farklı, bağımsız, imkansız, ebedi, ölümsüz, kesinikle salt ve mükemmel, gerçek.

Pratik akıl: Bedenle doğar ve ölür, beden davranışlarından bir bölümdür.

Bilim:

Bilim varlık öğretisi ve bilgi öğretisi çerçevesinde değerlendirilmiştir.

            a. Konu:

Bilimlerin konusu tözlerdir (töz-aksiyom ilişkisi).

Aksiyomlar her şeyin ilkeleridir, evrenseldir (tözlerin doğruluk-yanlışlığının incelenmesi, ilk felsefenin konusu olan tözler vb).

Varlıkların bütün niteliklerini tanımlayan tek bir kanıtlayıcı bilim olsa, tözlerin hepsini tek bir bilim inceleyemez.

Çıkarsamaya dayanan ve akıl yürütmeden pay alan her bilim kesin neden ve ilkeleri konu alır. Bu durumda bir çok bilim vardır (elde ettikleri sonuçlarla kendi belirleyici özelliklerini tanımlarlar).

İlk felsefe dışındaki tüm bilimler kendi alanlarına yoğunlaşır, mutlak anlamda varlıkla uğraşmazlar (varlıkolmak bakımından varlıkla ilgilenirler). Tümevarım metoduyla tözün veya özün kanıtlaması için uğraşmazlar, tözü başka biçimde sergilerler. Bu yüzden bilimler ilk ilkelerin biliminden ayrılırlar.

İlineğin bilimi olmaz, bilim olana yönelir(ilinek ve raslantının bilimi olmaz). Rastlantıda bilimsel kıyasın özellikleri yoktur.

İlinek: Bir şeye zorunluluk sonucu bağlı olmayan, onun özünde bulunmayan, rastlantı ile olan nitelik, araz.

Bilimlerin (özellikle teorik) amacı ilk ilkeleri bulup çıkarmak ve anlamaktır. Bazı ilkeler ortak ola da bilimlerin kendilerine ait özel ilkeler vardır.

Bilimin amacı kesin bilgiye varmaktır.

Bilim anlayışında hareket noktaları:
- Aksiyomlar yada bilinmesi zorunlu önermeler.
            a. Her şey hakkında geçerli önermeler (özdeşlik, üçüncü hal imkansızlığı gibi)
            b. Birçok bilimde geçerli olan, sınırlı bir kapsamı olan önermeler
- Tezler
            a. Bir şeyin var olduğunu veya olmadığını söyleyen öncüller
            b. Bir şeyin ne olduğunu söyleyen tanımlamalar

Bilimin konuları:
- Varlığın kabul ettiği cins
- Aksiyom (kanıtlama için varlığın kabul ettiği)
- Ana nitelikler (Cinsin kendisinde sahip olduğu aksiyomlar aracılığıyla kanıtladığı)
(Hakkında bir şey kanıtlanan şey, kendisine dayanılarak kanıtlanan şey ve kanıtlanamayan şey).

Bilimin Sınıflaması:

Bilimleri bilme yetisi olan ruh sınıflandırır. Ruh irrasyonel ve rasyonel olarak iki bölümden oluşur. Bu yüzden ruh farklı nesnelere farklı tepki verir.

Ruh (akıl, bilme süreci), mümkün bilme şekilleri ve evet-hayırlama ile hakikate ulaşır. Hakikate beş yolla ulaşılır (techne, episteme, phronesis, sophia, nous).

Aklın çalışma ilkelerine göre ortaya çıkan bilgi bağlamında bilimler üç ana sınıfa ayrılır:
- Teorik bilimler (Matematik, Fizik, Metafizik)
- Pratik Bilimler (Siiyaset, Ahlak, Ekonoi, Retorik)
- Poetik Bilimler (Şiir, Müzik, Mimari)

Bu sınıflamada yer alan bilimler gerçekliğe ilişkin olduğundan mantık yer almamıştır.

Bilgi değerine göre yapılan bu sınıflama dışında soyut olma özelliklerine göre de bilimler sınıflandırılırlar:
- Matematik
- Fizik
- Teoloji

İlk bilimin konusu maddeden bağımsız ve hareket eden varlıklardır.

Bir bilimin diğer bilimlere göre üstün olma kıstasları (bilimler arasındaki farklar):
- Hem olgu hem de niçini bilen sadece olguyu bilenden üstündür.
- Somut olana göre dayanağı bağımsız olan üstündür (aritmetik matematikten üstün).
- Daha az önkabul gerektiren diğerinden üstündür.

Her bilim konu edindiği nesne alanına ilişkin ilkelere dayanmak zorunda olduğundan konuların farklılığı bilimlerin de farklı olmasını gerektirmiştir. Bu yüzden bilim sıralaması nesne özelliklerine göre yapılır.

Teorik Bilimler:

Teorik bilimler zorunlu ihtiyaçtan değil, merak sonucu ortaya çıkmıştır. Değerce en üstte ilk felsefe, sonra matematik ve en altta Fizik yer alır.

Teorik bilimlerde bilgi özelliği olan bilimsel bilginin nesnesi zorunlu olmalıdır (öncesiz, sonrasız):
Fizik: Doğa
Matematik: Sayılar
İlk felsefe: Cevherler

Fizik: Fizik hareket ve sükunetin ilkesini kendinde taşıyan cevherle ilgilenir, pratik veya meydana getirici (prodüktif) değildir. Hareketi kabul eden varlıklarla maddeden ayrı bulunmayan formel cevherlerle ilgilenen teorik bilimdir. Fizik bağımsız varlığa sahip ancak hareketsiz olmayan varlıkları inceler.

Matematik: Uğraştığı varlıkların hareketsiz ve maddeden bağımsız oldukları açık değildir. Diğer bilimlerden farkı, kesinlik fikrinin dayandığı temeldedir. Matematiksel kesinlik maddesi olmayan varlıklarda geçerlidir. Matematiğin yöntemi doğa bilimlerinin yönteminden farklıdır.

İlk Felsefe: Maddeden bağımsız ve hareketsiz varlıklarla ilgilenir. Bu bilimde yer alan ilk nedenler zrounlu olarak ezeli-ebedidir. Bunlar tanrısal şeylerde bulunan ve dyularla algılanan şeylerin de ilk nedenidir. En yüce bilim konu olarak en yüce cinse sahiptir. İlk nedenlerin bilgisidir. Diğer bilimler ilk nedeni bulamaz ikinci nedenler etrafında çalışırlar, ilk felsefe ise var olanın belirleyici koşullarını inceler. Diğer bilimlerin aksine varlığı genel olarak varlık olmak bakımından inceler. Zorunlu varlığın ilk nedenlerini kavramaya çalışır. Poetik bilim değildir çünkü poetik bilimler hayatın zorunlu ihtiyaçları doğrultusunda çıkmıştır. En önemli özelliği gayelilik ve bilgeliktir.

Teorik bilimlerde bilgi zorunlu, genelgeçer ve değişmez olmalıdır ancak metafizik dışında diğerleri (matematik, fizik) böyle bir bilgiye ulaşamaz (matematiğin bazı alanlarının maddeye bağlı olması ve fizik nesnelerin değişken ve hareketli olması). Metafizikte ilkeler teorik bilginin özünü oluşturur. İlkelere ulaşan bilim bütün varlık alanlarını kuşatmış olur.

Pratik Bilimler:

Pratik bilimlerin esas kaygısı insanın gündelik problemlerine çözüm getirmesidir (zorunlu ihtiyaçlar). Konularındaki sürekli değişikliğe bağlı olarak bilgi özellikleri de farklıdır ancak yine de ilkelere ulaşmak isterler.

Pratik bilgelik (pratik bilimleri temellendiren zihnin özelliği) pratik bilimlerin teorisidir. Pratik bilgelikiyi-kötü şeylere göre eylemde bulunmayı da gerektirir. İnan alanında da bilgiye ulaşılabilir.

Pratik bilimlerin nesneleri insanlar tarafından değiştirilebilir bu doğrultuda pratik bilimlerin amacı nesneleri anlamak değil onları değiştirmektir.

Moral eylemler alanında ihtiyat (sağduyu, prudence) yada siyasi yetenek: Pratik bilgelik. Toplumun ve bireyin sorunları bilgelikle çözülebilir.

Pratik bilimlerde amaç bilgi değil eylemdir. Siyasi ve ahlaki eylemler iyi yada kötü olarak nitelendirilir, bu yargılara varabilmek için de yargılama ilkeleri tespit edilmelidir.

Pratik biimlerde elde edilen bilgiler uygulama alanına taşınmalıdır. Pratik alanda bilgi eylem üzerine etkilidir. Bilgi eylemden önce gelir, eylem bilgiden çıkar.

İnsan eylemlerinin amacı mutlu olmaksa, ruhun özellikleri yanında mutluluk şartları da belirlenmelidir.

Güvenilir bilgiye ulaşan bilge, yapılacak eylemleri tavsiye etme hakkına sahiptir.

Ahlak tabanı ruhtaki unsurlara oturtulmuştur (eylemi ve hakikati kontrol eden):
- Duyumlama
- Akıl
- İstek.

Eylemin Kaynağı etkin neden yani tercihtir (amaca yönelik akıl yürütme sonucu oluşan istek). Her türlü eylemin kaynağı insandır. Ahlaki davranışın temeli olan istek, amaç, tercih zihinde temellendirilmiştir. Eylem alanının ilkeleri zihinde kurulmuştur.

Pratik bilgelikte mükemmellik yoktur ancak sanatta vardır.

Siyasi bilgelik tikellerin dayandığı tümellerle ilgilidir. Pratik bilgelik tikel özellik gösterir. Pratik bilgelik bireyseldir.

Siyasi bilgelik:
- Ev yönetimi
- Yaşama
- Siyaset
- Adalet

Pratik bilimlerin en üstünde siyaset bulunur. Bu yüzden devlet işleri ile uğraşanlar için bilgelik şarttır.

Ahlak ve siyaset yakın alaka içerisindedir. Ahlaklı bireyler ahlaklı toplum oluşturur, iyi siyasi sitem toplumu doğru yönlendireceğinden bireylerin de ahlaklı davranmasını sağlar.

Poetik Bilimler:

Poetik bilim (poiein, episteme, poietika) meydana getirme bilimidir.

Poetik biim özü itibariyle “techne”, “dynamis”tir (sanat, güç).

Seçmeye dayanan insani eylemleri göz önünde tutan pratik bilimlerden farklıdır.

13. Hafta: Aristoteles’in Ahlak Anlayışı

Felsefede ahlak, insanın nasıl yaşaması gerektiğini sorgular, felsefe ahlaki eylemleri felsefi bir tutumla temellendirir (insanın amacı, amacına ulaşma yöntemi, yaşama biçimi, yaşamı yönlendiren ilkeler, ilkelerin genel geçerliliği). Ahlak, insanın toplum içinde toplumla beraber yaşama kurallarını açıklama çabasıdır. Aristoteles ahlak anlayışı, Felsefe Öncesi Düşünüş ahlak anlayışının detaylandırılmış, güçlendirilmiş ve sınıflandırılmış halidir.

Aristoteles ahlak eylemlerini iki ana öbekte toplamıştır:
- Moral erdemler (gündelik yaşayışta öğrenilen davranışlar)
- Zihinsel erdemler (eğitim, öğretimle ortaya çıkar)

Ahlakın ilk ilkeleri çok derindedir, araştırmacı öncelikle genel ahlak sorunlarını kabul etmiş olarak yetiştirilmeli daha sonra da bu inançları denetleyebilecek, eksiklerini giderebilecek ve daha iyi anlaşılır hakikatleri ortaya koyacak araştırma yapmalıdır.

Aristoteles’de ahlak kesin bilimdir ve gaye tabanına oturtulmuştur. İyi, amaçlanan her şeyde bulunur kesin ayrılık sonuçlarda yer alır. Eylemlerde ortaya çıkan bütün amaçların ortak gayesi mutluluktur (eudaimonia). Ahlakın başlıca konusu mutluluğun özelliklerini belirlemek ve ona nasıl ulaşılacağını göstermektir.

İnsanlar hayatı yaşam koşullarına göre dörde ayrılır:
- Köle hayatı
- Siyasi hayat
- Düşünsel hayat
- Zengin hayat

Mutluluk neden olarak insanın doğal idarecisi ve kılavuzudur. Mutluluk insandaki en tanrısal öğedir, düşünce boyutunda gerçekleşir.

Hayvani haz ile mutluluk farklı şeylerdir. Onur, haz, adalet hem kendileri için hem de mutluluk için seçilebilir. Sadece mutluluk kendisi için seçilir.

Ulaşılması istenen son iyinin özelliği kendine yeterliliğidir. Mutluluk insanın varmaya çalıştığı en önemli gayedir.

Mutluluk tanrı vergisi ise insanlara verilmiş en iyi tanrı vergisidir. Mutluluk öğrenme ve erdem sonucu da elde edilebilir. Mutluluk erdemin ödülüdür, tanrısaldır. Mutluluk amaçtır (mutlulukta tanrısaldır bir yanıyla da erdemle öğrenilebilen bir sonuçtur).

Mutluluk+Erdem=Refah

Mutluluk:
- Soylu bir aileden gelme
- Çok sayıda arkadaş
- İyi arkadaş
- Çok sayıda çocuk
- Mutlu bir yaşlılık
- Ün
- Onur
- Şans
- Erdem
- Sağlık
- Güzellik
- Boy-bos
- Atletik güç

İnsanın mutluluk hedefi ile yaşaması ve davranışlarını düzenlemesi ahlaki bir oluştur.

Erdemler:
- Moral erdemler (alışkanlıklar sonucu, doğal değildir)
- Zihinsel erdemler (doğuştan+zaman ve deneyimle sonradan öğrenme)

Düşünsel erdemler: Teorik bilgelik (sophia), sürekli hakikatler
Moral erdemler: Pratik bilgelik (phronesis) Değişebilir hakikatler (cesaret, ölçülülük vb.)

Moral erdemleri davranışları, düşünce erdemleri ise ahlakın ve zihnin yaklaşımını konu edinir. Ahlak ilkeleri düşünce erdemleri ve teorik bilgelikle ortaya konur, pratik bilgelikle ilkelere bağlı olarak açıklanır.

İnsan eylemleri:
- Toplumun moral kurallarına uygun günlük uğraşılar (moral erdemler)
- Büyük gayenin peşinden gitmek (zihinsel erdemler)

Moral erdemlerin amacı aşırılıklara kaçmadan orta yolu bularal iyi yaşamaktır.

Moral erdemlerin dayanakları ruhta bulunan üç temel öğedir:
- Hisler: Arzu, kızgınlık, korku, güven, kıskançlık, sevinç, arkadaşlık, düşmanlık, özlem, rekabet, acıma vb. bunlar acı ve hazla birlikte bulunurlar.
- Yetenek: Erdemde bulunan şeyleri hisstme gücü (kızmak, acı duymak, acıma hissi vb.)
- Karakter Yapısı: Hisler vasıtasıyla erdem öğelerinin iyi-kötü olduğunu belirlemek

Ruhta bulunan “karakter yapısı” öğesi erdemleri belirler.

Kusur ve bilinçli seçimler erdem konusudur. İnsan doğal olarak yeteneklere sahiptir ancak doğal olarak iyi yada kötü olamaz.

Davranışlarda orta nokta bulunmasında amaç, değişkenliklere ölçü getirmektir. Davranışlarda orta nokta her kes için değişken olabilir.

Orta nokta: Aşırılıklardan kaçınarak kişinin kendisine yeterli ve iyi olan davranışın ölçüsüdür. Orta noktanın seçimi pratik bilgelikle olur. Orta noktayı erdem seçer. Moral erdemler davranışın orta yoludur. Orta yol göreceli ve geçicidir.

Üç çeşit tutum vardır:
- Tamlık
- Eksiklik
- Erdem (orta yol)

İyi eylemde bulunacak kişinin özellikleri:
- Yapacağı şeyi bilmeli
- Yapacağı şeyi seçmeli
- Eylemini sıkı ve değişmez karakterde yapmalı

Kişi eylemlerinden sorumludur. Eylemler istekli (yapma-yapmama gücü) veya isteksiz (zorunluluk) yapılır.

Özgürlük ahlak ilkesidir.

Zihinsel erdemler moral erdemlerden üstündür ve bilimsel çabadır (en iyiye ulaşmak).

Ruhun bölümleri:
- Kural ve Rasyonel ilke
- İrrsayonel ilke
            a. Şeylerin değişmez nedenlerini düşünen kısım (bilimsel)
            b. Değişken nedenleri düşünen kısım (tasavvur)

Ruhun eylem ve hakikatleri kontrol eden nitelikleri:
- Duyum
- Akıl
- İstek

Eylemsel ve zihinsel iyi hal, doğru istekle hakikatin uyuşmasıdır.
Doğru amaçlı eylem iyidir.
Akıl insanın ilgi alanı üzerine çalışıyırsa felsefi bilgelik ortaya çıkar.

Kutsal olanların en üstünü tanrının eylemleridir. insan tanrısallığa en yakın olan mutluluğa ulaşma isteğindedir. Tanrısal eylemlere benzer eylemler mutluluğa yaklaştırır.

Aristoteles siyaset ile ahlakı aynı alanda düşünerek araştırmıştır. Siyaset ahlaki temele oturtulmuştur. İnsanın amacı mutluluktur bu amaç için kullanılan bilim siyasettir. Siyaset ahlaki bir topluluğun insanı ile işgilenmektir.

Siyaset temel iyinin bilimidir. Eğitim, ekonomi, retorik, strateji ve değerler siyaset tarafından yönlendirilir.

Nikomakhos’a Ahlak isimli eserinde Aristoteles, ahlakı psikoloji ile de ilişkilendirmiştir.

Ahlak aynı zamanda değişkenlerin formlandırılması olarak da görülür (ilkelerle açıklayıp genel özellikler kazandırma).

İnsanın varolma nedeni ve amacı olan mutluluğun ne olduğunu ahlak belirler ve siyaset de gerçekleştirir.

14. Hafta: Felsefi Bilinç:

Felsefe başlangıç aşamasında (kuruluş-oluşum) evren tasavvuruna ilişkin konularla ilgilenmiştir. Evrenin ve insanın oluşumu, yaşam-ölüm sonrası gibi konular bütünün parçaları olarak felsefenin konularını oluşturmuştur. Felsefe öncesi düşünüş ile felsefi düşünüş arasında ortaklıklar vardır.

Felsefenin yapısının incelenmesi aynı zamanda felsefecinin özelliklerini de yansıtır. En ağırlıklı husus yöntemdir. Yöntemin başarısı sorunun teorik olarak temellendirilmesinde ortaya çıkar. Teorik temellendirme en genel ilkelerden hareketle bir konunun açıklanmasıdır. Açıklamanın en temel özelliği ise tutarlı olmasıdır. Felsefede incelenecek alan açık-seçik ortaya konur, kavramsal çatının açık-seçik ortaya konması felsefi bilincin başarısıdır.

Felsefe Yunan evren tasavvurunun dönüşümünden ortaya çıkmıştır. Felsefenin yapısının anlaşılabilmesi için temel kavramlarının yapısını ve bilgeliğin genel özellikleri bilmek gerekir..

Bilgelik:

Toplumların düşünce yapılarını evren tasavvurlarındaki değerler yada bu tasavvuru kuran değerler tarafından belirlenir. Beslenme, barınma, güvenlik, sağlık, eğitim, siyaset, din, ahlâk gibi alanların her biri, kendi değerlerine sahiptirler.

Evren tasavvuru ve değerler konusunda yetkili kişi bilgedir. Bilge, çeşitli alanlara ilişkin tecrübeler ile çıkartılan sonuçları birbirleriyle ilişkilendirme becerisini gösteren, değerleri bütünlüklü bir yapı içinde görebilen, eylem ve düşünceleri toplumun değerlerine göre yargılayabilen önderdir.

Bilgelik temelli düşüncede, geçmişte içkin olan değerle şimdiki eylem yargılanarak sonuçlandırılır. Temel çerçeve ahlak ile çizilir. Ahlakça doğru olan din-töre-gelenekçe de doğrulanır. Ahlakça doğru olan din-töre-gelenekçe de doğru kabul edilir.

Bilgelikte yargıya ayrıca konuya ilişkin hikayeler anlatılarak da varılır. Hikaye sonunda çoğunlukla ahlaki çerçevede bir yargıya varılır. Hikayeler değerlerle toplumun geçmişi arasında bağ kurarak tarih düşüncesini canlı tutar.

Bilgeliğin teorik zemin:
-Ahlak (bireyler arası ilişkileri düzenler, temel değeri doğruluk)
- Din (merkezi değer: tanrı)
- Siyaset (toplum sorunlarını çözme yolu, töre)

Doğruluk: Zarar verme iyilik yap.

Tanrının evreni yönetmesiyle hükümdarın toplumu yönetmesi arasında paralellik kurulur.

Hükümdarın siyasette uyduğu ilkeler töreyi oluşturur (hükümdarın meşruiyeti). Gelenekler yönetimin eylemlerini kontrol etmek için kullanılır.

Felsefe:

Felsefe öncesi düşünüşle felsefe arasındaki en önemli fark bilgidir (verilmez, keşfedilir). İnanarak belli ilkelere göre yaşamak dindir.

Felsefenin oluşumunda bilgilerin kesin olmadığı ve kesin bilgilerin keşfedilebileceği düşünülmüştür.

Felsefi düşüncenin oluşumunda etkili olan unsurlar:
- Şüphe
- Karşılaştırma
- Eleştiri
- Kavramlaştırma
- Sınıflama
- Tutarlılık
- İlke
- Kendini bilmek
- Felsefi bilinç

Şüphe:

Her alandaki değişimin farkına varılması evren tasavvurlarındaki bilgilerin de doğruluğu hakkında şüpheyi tetiklemiştir.

Nesne değişiyorsa nesne hakkındaki bilgi de değişir.

Siyaset konusunda da şüphe ortamı hakimdir. Kültürel yaşamdaki değişkenler (yanlışlık, kıskançlık, çatışma) gibi baskın insani unsurlar düşünce üretmiştir. Zihnin bu düşünce üretme denemeleri şüphenin temelini oluşturur. Şüphe gündelik hayattaki tartışmaların sistemleşmiş halidir.

Güvensizlik şüphe ile birlikte gelişir. Çelişki yanlışın göstergelerinden biridir. Şüphe verilen çelişkili ve yetersiz verilerden kaynaklanır.

Varlığın kökenine ilişkin araştırma daha önceki açıklamaların yetersizliğini ortaya koyar.

Felsefede şüpheyi kurumlaştıranlar sofistlerdir. Sokrates ve Platon ise metodik şüphenin yapılanmasına katkı sunmuşlardır. Şüphe sorgulamayı doğurur.

Karşılaştırma:

Felsefi yöntemin ilkeleri arasında her türlü bilginin eksik yada yanlış olduğunun kabülü de yer alır. Aynı şekilde hakikate ulaşılabileceği de felsefenin ilkeleri arasında yer alır. Bu çelişkili durum felsefe yönteminin çerçevesini oluşturur.

Felsefede merkezde köken sorunu vardır ve motod bu bağlamda oluşturulmuştur. Yetersizliklerin tespit edilmesindeki ilk aşama karşılaştırmadır. Görüşlerin karşılaştırılması aralarındaki farkların tespitiyle sonuçlanır. Farklılıkların tespiti doğru olanın hangisi olduğu sorusunu beraberinde getirir.

Eleştiri:

Felsefi düşünceyi diğerlerinden ayıran en önemli husus eleştiridir. Eleştiride açıklama gücü ve tutarlılık esas alınır. Açıklamalardaki tutarsızlık, açıklama gücünün zayıf olduğunu gösterir.

Tutarlılık: Öncülle sonuç arasında doğru ilişki kurmak.

Eleştiri düşüncenin iç yapısını sorgular ve olumlu-olumsuz unsurları sergiler. Düşüncelerin sağlam temellendirilmesinde eleştiri önemli bir rol oynar.

Eleştiri sofistler ile birlikte felsefede sağlam bir yer edinmiş, Aristoteles  ve Kant ile düşünce üretiminin en temel unsuru haline getirilmiştir. Aristoteles Metafizik kitabında kendisinden öncekilerin “neden” anlayışlarını eleştirmiştir.

Eleştiride üç aşama vardır:
- Felsefecinin kendi bilgisini sorgulaması
- Çalışma alanındaki görüşleri eleştirmesi (alanın iyi bilinmesi)
- Eleştirilen konuda kendi görüşünü ortaya koyması

Kavramlaştırma:
Bir sorunla ilgili terimi tanımlayarak ilke haline getirmek ve onu görelilikten kurtarmaktır. Soistlerin tartıştıkları terimleri (iyi, erdem, bilgi, adalet, doğru vb.) Sokrates tarafından kavramlaştırılarak ilk örnekler ortaya konmuştur.

Kavramlaştırılan terim kapamındaki unsurlar zaman dışı (her zaman ve her yerde aynı, değişmez) olarak temellendirilir.

Sokrates’e göre sofistler görüşlerini kavramlaştıramamışlardır. Hakikat ancak kavram temelinde mümkündür. Kavramlar genel geçerdir.

Sınıflama:

Sınıflamadüşünce üretimin çerçeveler ve bunlar arasında kurulan ilişkiyi tanımlar.
Tanımlamayla ortaya çıkan sınıflar konunun neler içerdiğini belirler.

Açıklama gücünün yüksek olabilmesi için, her sorun tanımlanıp sınıflandırılır ve buna göre temellendirilir.

Aristoteles, gözlem ve kanıtlara dayalı verileri açık bir şekilde sınıflandırarak bilim anlayışını yöntemleştirmiştir.

Tutarlılık:

İlke ile ilkeden türeyen unsurların açıklamasının doğruluğu tutarlılıktır.

Tutarlılık, ilkenin temellendirilmesinde, ilkeden gelen sürecin açıklanmasında, süreçte yer alan sınıflandırmanın ve tanımlamanın yapılmasında ve görüşlerin ifade edilmesinde aranır.

Tutarlılık yoksa temellendirme yetersizdir.

İlke (Köken):

Bir bilginin doğruluğu o konuya ait ilkeye dayandırılmasına bağlıdır (ilke doğruluğun dyandığı zemindir).

İlk ilke (köken), evrenin bütünlüğünü, düzenini, insanın akıllı varlık oluşunu, toplumsal düzeni genelleştirerek açıklamak için yöntem açısından temel oluşturmuştur.

Kökenin bilgisi ve güvenirliği, bilgi ile yöntem sorunlarını ortaya çıkaran kaynaktır.

İlk ilke ilgilialanın özünü içerir, şimdiki durum kökenin ilk durumuyla örtüşmelidir. İlk ilkenin araştırılması varlığın niteliklerinin ve evrenin yapısını ortya koymaya yönelik bir çabadır.

Varlık ve bilgi sorunları, insanın kendini anlamaya, evrendeki konumunu görmeye yöneliktir. İnsan kendisini akıl varlığı olarak tanımlayarak, evrendeki yerini belirlediği gibi, varlığı ve kendisini tanıma aracı olarak da aklı kullanmaktadır. İnsan, evren, felsefe ve felsefe yöntemi birbirinden ayrılmaz bir bütünlük oluşturur.

Kendini Bilmek:

İnsanın kendisi hakkındaki bilgisidir. “Kendini bilmek” felsefeyi başlatan sözdür.
- Ahlaki anlamı: Ölçülü olmak
- Kimlik anlamı: Toplumsal tarih
- İnsan olmanın manası
- Bilme sürecini açıklamak için kendine yönelme

Felsefecinin kendilik bilincine varmasının yolunu gösterir.

Felsefi Bilinç:

Felsefenin yapısını bilmek ve bu yapıya uygun düşünmek ve davranmaktır.

Felsefeci, felsefenin kavramsal yapısını içselleştirerek uygulamalıdır. Felsefi bilinç Platon mağara benzetmesinde mağaradan zincirlerinden kurtularak çıkan kişinin durumudur. Felsefi bilinç mağaradan çıkarak hakikati görmek demektir.