1. Hafta: Genel Olarak Bilgi ve Bilgi Türleri:
Genel anlamıyla bilgi, özneyle nesnenin ilişkisidir (özne: bilen, nesne: bilinen, özne nesnesini bilir). Nesne bilindiğinde nesne olarak ortaya çıkar. Bilgi türleri de öznenin nesneyi ayırt etme ve kavrama türüdür. Üç temel bilgi türü vardır:
- Gündelik bilgi (Dolaysız algı içerikleri)
- Bilimsel bilgi (Bir yöntemle birbirine bağlanmış kavram-düşünce)
- Felsefi bilgi (Varoluş ve varlığa dair akılsal sistematik)
Dil ve düşünme yetisi, insanın bilgi edinme sürecinde yaşamsal önem arzeder (adlandırma ve anlamlandırma).
Bilgi nedir, Bilgi Türleri nelerdir:
İnsan bildiği oranda doğal çevresinin uzantısı olan hayvani varoluşundan uzaklaşarak kültür varlığı ve insan olur. Toplumsal çevremizdeki şeyler edinilmiş bilgilerle dönüştürülmüş nesnelerin insani dünyasıdır.
İnsanın dili ve düşüncesi uygar toplumun özünü ve ruhunu belirler.
Bilgi, bilen özne ile bilinen nesne arasındaki ilişkidir (bilen ve bilinen).
Nesnenin bilinen bir nesne olabilmesi için kendisini bilen bir özneye ihtiyaç duyar. Doğanın insani açıdan gerçeklik ve tarihsel sürece dönüşebilmesi için bireyin ve toplumun bilincini ve iradesini ifade edecek öznelliğe ihtiyacı vardır. Tarih doğadan farklı olarak insanın bilinç ve iradesine ihtiyaç duyan bir gerçekliktir.
Bilen özneden bağımsız bir nesnellik vardır.
İnsan bildiği oranda kendisidir (insandır): Duyumsamak, algılamak, tasarlamak, kavramak.
Duyum, tasarım, algı, kavram aynı zamanda bilgi formlarıdır.
Diğer hayvanlardan farklı olarak insan duyumsadıklarını algı, tasarım ve kavramlara dil ve düşünme yeteneği sayesinde dönüştürebilir.
Bilginin aşamaları:
- Duyum: nesnelerin duyu organlarını etkilemesi, izlenim
- Algı: Duyu içeriklerinin anlamlandırılması (bilinçli zihinsel faaliyet)
- Tasarım: Algılardan bağımsız olarak zihinde canlandırılan genel imgeler, (anımsama yetisi de işin içine girer)
- Kavram: Soyutsal genelleme, genel kategori.
Algıda, içerik dolaysızdır ve nesnenin varlığına bağlıdır. Tasarımda ise nesne dolaysız algıdan bağımsız olarak öznenin bellek ve imgelem yetisiyle dolayımlanmıştır. Kavramlar soyut ve düşünsel genellemelerdir.
İnsanı insan yapan belirlenim yeteneği dil ve düşünme becerisine bağlıdır.
Bilgi sonuç veya kazanım değil zihnin etkin olduğu yoğun çaba ve emek gerektiren bir süreçtir. Bilme eylemi ruhsal ve düşünsel zeminde şekillenir ve insanı insan yapan dinamik bir süreçtir.
İçsel düşünüşte de dile gerek duyulur. Tasarım, kavram aynı zamanda dilsel kelimelerle içiçe geçmiştir. Konuşma düşünsel içeriğe sahiptir.
İnsan bildiği oranda insan (tarih ve kültür varlığı) olmakta ve dolaysız doğal varoluştan uzaklaşmaktadır. Bilimsel ve felsefi bilgi bu gelişimi hızlandırmakta ve yaşamın sürekli sorgu ve arayış olduğunu göstermektedir.
İnsani bilginin özü olarak dil ve düşünme:
Dil ve düşünce çok boyutlu, derin, tinsel belirlenimdir. Dil ve düşünce birbirinden ayrılamaz (sadece düşünsel bir soyutlama bağlamında ayrılabilir). Bir şey dile getiriliyor ve konuşuluyorsa dolaysız da olsa o şey düşünülüyordur.
Düşünmek içsel veya dışavurulmuş dil kullanımını zorunlu kılar. Düşünmeden tümüyle kopuk bir konuşma mümkün değildir.
Konuşma düşünme ve akıl yürütme çabasını içerir ve bireyler arasında düşüncede bir anlaşma sağlar (iletişim).
Dil insan için bir işaret etme aracıdır. İnsan bilinçli olarak ussal bir düşünme içerisindedir.
Adlandırma Sesle işaret etme, katagorize ederek anlamlandırma ve bir nesneye egemen olma.
İnsanın doğayı dönüştürme süreci olan çalışma yaşamının en önemli bölümü dil ve düşünmedir. Dil ve düşünme ile insan çevresindeki ham farkındalığı duyusla içerikten akılsal bir farkındalığa ve bilgiye dönüştürür.
Bilinçli akılsal özne duyumsadığı şeyleri adlandırır-kategorize eder-sınıflandırır-anlamlandırır nesneye ve nesnel gerçekliğe dönüştürür.
Dil ve düşünme yetisi insanın bilgi ve bilgi birikiminin özüdür.
Ham duyu verisiAlgıTasarımKategori ve kavramAkılsal yöntem ve sistematik
Bilgi: Öznenin, nesnel gerçekliğin ayrımına varması ve sözkonusu gerçekliğe dair bilinç durumudur. Özne kendi yaşam gerçekliği içinde üç farklı yönelim içerisindedir: Gündelik, bilimsel, felsefi yönelim. Bu da üç farklı bilgi türü ortaya çıkartır.
Gündelik Yaşantı ve Bilgi:
Gündelik yaşantıda rutin ve alışkanlığa dayalı bilinç durumu geçerlidir (dolaysız algı içeriği).
Gündelik yaşantıda, yüzeysel bilgiler, duygusal ifadeler ve bireysel kaygılara doğal olarak yer vardır. Gündelik yaşamda insan öznelliğinin vazgeçilmez bireysel gerçekliği vardır bu da bilinçsel bir körelmeye yol açabilir (sıradan ve olağan yaşam döngüsü).
Bireysel ilgiler insanın yaşamsal bütünlüğünün, somut varoluşunun zorunlu ve vazgeçilmez parçasıdır. Bundan kaynaklanan bireysel kaygı ve ilgiler yaşamın sürdürülebilmesi açısından göz ardı edilip küçümsenmemelidir (Heidegger ve bazı filozoflar küçümserler).
Gündelik bilgi, insanın yaşam döngüsünden kaynaklanan, toplumsal bağlamda sınıfsal refah ve konumuyla doğrudan ilişkili olan bireysel ilgi ve kaygıları ve onları tatmin etmeye yönelik bilgidir ve vazgeçilmez bir değer taşır.
Gündelik ilgilerle şekillenen yüzeysel bilgiler sıradan algı (adlandırılmış ve sınıflandırılmış duyu içerikleri) ve tasarımladan (algıların zihinde canlandırılması) ibarettir.
Dolaysız algılanmasa bile, nesneler insan zihninde imge ve tasarım oluşturur. Tasarımlar dolaysız algı içeriğinden bağımsız soyut evrensel kavramlardan farklıdır.
Tasarımlar dolaysız algı dünyasının ayrıntılarında kaybolmamızı engellerler.
Felsefi düşünüş kapsamında, soyut evrensel kavramlara “varlık”, “hiçlik”, “oluş”, “doğru”, “iyi” ve “adalet” örnek olarak verilebilir (dolaysız algı içerikleri, imge ve resimlere dayalı tasarımlardan farklıdır).
Gündelik yaşamda örneğin “sandalye” adlandırma ve sınıflandırmanın dışında zihinsel bir faaliyete gerek duymaz. Bu sadelik ve yüzeysellik gündelik yaşamın zihin ekonomisi açısından gerekli ve zorunludur.
Bilimsel Bilgi:
Bilimsel bilgi, günlük yaşamın kişisel kaygılarını aşan evrensel ilgiler ve nesnel konumlanış gerektirir.
Kişi kendi öznel kanı ve değerlendirmelerini aşan, insanlığın tarihsel birikimleri ve deneyimleri üzerine oturan evrensellik perspektifiyle bilimsel bilgiye yönelebilir.
Bilimsel bilgi, tarihsel bir karakter taşır ve içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak göreli değildir.
Bilimsel çaba, nesnel ve evrensel bilgi için devamlı teorik ve pratik bir çabadır.
Bilimler üç ana gurup altında toplanır:
- Formel bilimler (Nicelik ilişkilerini temel alan matematik ve aritmatiğe işaret eder)
- Doğal bilimler (Deney ve gözleme dayalı genellemeleri esas alır)
- Sosyal bilimler (Tarih ve kültür varlığı olarak insanın toplumsal gerçekliğini konu alır)
Bilimler, kendi konusunu oluşturan varlık alanını inceleyerek kendini sınırlar, kendilerine has bilgi edinme yöntemi ile bütünlüklü sistemler oluştururlar.
Bilimler evrensel varoluşun bütününü araştırma, bu bütünlüklü ve çok yönlü bakış felsefenin konusudur.
Örneğin matematik genel geçer nicelik ilişkilerini, kimya maddi varoluşun içsel yapısını inceler. Sosyoloji insanın toplumsal yaşamının statik ve dinamik yapılanışını konu eder.
Bilimsel düşünce, dolaysız algı ve yüzeysel tasarımlarla yetinmez; nesnel olguların nedenlerinin bilgisine ait genel geçer varsayım ve teorilerle şekillenen bütünlüklü sistematik bilgiye işaret eder.
Nesnel gerçekliği gerçekten kavramaya çalışır.
Felsefi Bilgi:
Felsefi düşünüş bilimsel düşünüşe nazaran daha genel ve evrensel bir konumdadır. En genel ve kapsayıcı kavram ve ilkelerden hareketle sistematik ve anlaşılır bir varoluş tablosu çıkarmaya çalışır.
Tikel varlık alanına odaklanmaz.
Aristotelesin ilk felsefe dediği ontoloji yada metafizik genel olarak “varlık”ı ele alır. (Fizik, fiziksel varlığı, biyolji organik varlığı, psikoloji psişik varlığı inceler). Felsefe varlık olarak varlığı yani sonsuz-evrensel varoluşu düşünür.
Bilimler felsefenin oluşturduğu ilk ilke ve kavramların üzerinde kendi etkinliklerini gerçekleştirirler (örneğin: genel olarak doğanın ne olduğu ve fizik biliminin ilk ilkeleri felsefe tarafından tanımlanır).
Felsefenin başlangıcında tikel bilimlerle felsefe birlikte yürütülüyordu. Bu bilimler felsefenin alt dalları olarak görülüyordu (Aristo tüm bilimleri ve alanlarını tek tek tanımlamıştır).
Felsefi bilgi, bireysel ve tikel ayrıntıları değil evrensel varoluşa ilişkin bilinçli genel bir ilke ile yaşama bakmayı öğretir.
Felsefi bilgi insanı bireysel ve tikel ilgilerin ötesine taşıyan en uygun ve akılsal düzlemdir.
Bilgi insanı insan yapar. Bigi insanı sürekli bir varoluşa sürükler.
Felsefi bilgi, en geniş çerçeveyi oluşturur en soyut kavramları kullanarak yöntemli ve sistematik evren tablosu sunar.
2. Hafta: Bilgi Felsefesi ve Temel Kavramlar:
Bilgi felsefesi temelde bilgi fenomenini ele alır ve bilginin özünü, değerini, kapsamını ve sınırlarını sorgulayan bir felsefe disiplinidir. Bilginin bilgi olarak kendisini inceler.
Bir önermenin bilgi ve doğruluk değeri taşıması için öncelikle anlamlı olması gerekir. Anlam dilin mantığına dahil olmaktadır. Mantık, biçimsel doğruluk ve tutarlılıkla ilgilidir. Mantık doğru düşünmenin biçimsel kurallarını içerir. Gerçeklik öznel ve nesnel olarak olgusal varoluşu açıklar, doğruluk ise düşüncelerin yalnızca öznel değil nesnel olarak da içerik taşımasını gerektirir.
Bilgi felsefesinde pek çok kavram ve terim mevcuttur ancak “anlam”, “mantık”, “doğruluk ve gerçeklik” terimleri en önemlileridir.
Bilgi felsefesi (epistemoloji) alanındaki tartışmalar, anlam, mantık, gerçeklik, doğruluk gibi temel kavramlar çerçevesinde şekillenmektedir. Epistomoloji, dil felsefesi, ontoloji ve mantıkla çok yakın ilişkiler içerisindedir.
Anlam dil felsefesince, gerçeklik ise ontoloji tarafından sorgulanır. Bilgi ve doğruluk kavramları hem mantık (biçimsel doğruluk) hem de ontoloji (varlık-gerçeklik) ile ilgilidir. Bu tartışmaların anlamlı olması için en başta dilsel açıdan anlamlı önerme ve düşünceler olmalıdır.
Bilgi Felsefesi:
Bilgi felsefesi (epistomoloji) bilginin neliğini, mahiyetini, değerini, kapsamını ve sınırlarını inceleyen felsefe disiplinidir (Bilgi nedir? Bilginin sınırları varmıdır? Toplumsal değeri nedir? Öznel midir yoksa nesnel midir?)
Epistomoloji, diğer tikel bilimlerden farklı şekilde genel olarak bilginin ne olduğunu araştırır ve sorgular. Filozof varolan bilgi birikimini sorgusuz sualsiz kabul etmez, bu bilgilerin değerlerini, gerçekliklerini ve doğruluğunu saptayan temel ilkeleri belirler; bu bilgi türleri arasındaki ilişkiye odaklanır.
Bilginin sınırları sorunu felsefi sistemin epistomolojik duruşunu tayin eder. Epistomolojik açıdan empristler (deneyciler) bilgi sınırını insanın algılarıyla eşitlemişlerdir bunun tersi olarak rasyonalistler (akılcılar), bilginin sınırlarını algı sınırlarının ötesinde olabileceğini (a priori ve metafizik bilgiler) savunmuşlardır. Sezgiciler ise insanın akıl ve algısının dışında sezgisel olarak da bilgiye sahip olabileceğini düşünürler.
Bilginin öznelliği veya nesnelliği sofistler tarafından ortaya atılmış bir tartışmadır. Bilgiyi bireysel öznellikle sınırlamışlardır (Sofistler o dönem için aydınlanmayı getirmişlerdir). Bireysel algıya dayalı bilgi tamamen görelidir ve mutlak doğruluk taşımaz. Öznel ve göreli bilgi Platon’a göre bilgi (episteme) değil sanıdır (doxa).
Özneyle nesne arasındaki farkındalık olarak bilgi, özneden (bilen) bağımsız bir nesnellik içermiyorsa bilgi değil sanıdır.
Kant’çı epistomolojide, bilginin nesnel olmasının kaynağında transendentel özne vardır (evrensel özne). Bu sofistlerin bireysel ampirik öznesinden farklıdır, dış gerçekliğin teminatı olan “kendinde şey”i biçimlendiren genel ve türe özgü öznedir.
Bilgi felsefesinin temel kavramları, anlam, mantık, doğruluk ve gerçekliktir. Bunların yanında epistomolojide temel akımlar da önem arzeder: rasyonalizm (akılcılık, usçuluk), emprizm (deneycilik, görgücülük), sezgicilik, pozitivizm ve pragmatizm.
Anlam:
Anlam kavramı öncelikle dil ve dil felsefesinin temel kavramıdır. Bir sözcük, sembol veya önermenin anlamlı olması için öncelikle onun kullanılan dilin ilke ve kurallarına (grameri ve sentaksı açısından) uygun olarak bir yeri ve karşılığının olması gerekir. Gramer ve sentaksa bağlı ve içeriği olan ifade düşüncemizi harekete geçirir.
İç veya dış duyumuzdan kaynaklanan zihinsel belirlenimin anlamı onun tanımından oluşur. Tanım özne ve yüklemden oluşan bir önermedir. Bu bağlamda anlam (anlamlılık) öncelikle bir önerme veya sav olarak karşımıza çıkar.
Önermeler düşünce içeriği oluşturması ve bilgi değeri taşıması için anlamlı olmalıdır. Anlam bütünlüğü içeren bir önerme doğru veya yanlış olarak bir bilgi değeri oluşturur. Dilsel olarak anlam taşımayan önerme düşünce açısından bilgi değeri taşımaz.
Bir önermenin bilgi değeri taşıması için kullanılan dil açısından gramer ve söz dizimi olarak anlamlı ve dolaysız bütünlük içermelidir. Anlamlı bir önerme doğru veya yanlış olarak değer taşıyabilir. Anlamlı olmayan önerme bilgi değeri de taşımaz.
Gramer ve sentaks açısından nispeten anlamlı olabilen şiirsel ve metaforik biçimdeki ifadeler şiirin ve sanatın anlamı ve bilgi değerini oluşturabilir ancak bu epistomolojik açıdan bilgi değeri taşıdığı anlamına gelmez (dolaylı yada dolaysız bir anlam olmadan dolaylı ve dolaysız bilgi olmaz).
Anlam her türlü zihinsel işlemin zemininde bulunur ve zihin anlamlarla yüklü bir bütünlük oluşturur.
Bir önermenin bilgi değeri taşıyabilmesi için anlamlı olması (dilin kurallarına uygun olarak bir tanımı ve yeri olmalı) gerekir.
Epistomolojik çalışmalarda anlam varsayılarak bilgi kavramı incelenir.
Bilgi felsefesi, anlam ve anlamsızlık ayrımından çok tutarlılık-tutarsızlık, doğruluk-yanlışlık karşıtları üzerinden bilginin değerini ve geçerliliğini inceler.
Mantık:
Mantık bir felsefe disiplinidir ve doğru düşünme kurallarını içerir. Doğru düşünme kuralları biçimsel bir nitelik taşır (Hegelci mutlak idealizm ve Alman idealizmi hariç).
Örneğin A=B ve B=C olduğu söyleniyorsa C=A olduğu sonuç önermesi olarak çıkartılabilir (biçimsel mantık açısından). “Bütün insanlar ölümlüdür” “Sopkrates bir insandır” önermelerinden “Sokrates ölümlüdür” çıkar. Şayet “Sokrates ölümsüzdür” denirse bu mantıksal açıdan tutarsız ve yanlış bir çıkarım olacaktır.
Tanım, önerme ve kavramlar birbirlerine tutarlı bir şekilde bağlanmalıdır. Bu aynı zamanda mantıksal tutarlılığın da bir koşuludur.
Tutarlılığın göz ardı edilmesi durumunda, önermeler kendi içlerinde anlam ve bilgi değeri taşısalar da düşünmenin bütünlüğü açısından kuşkulu olacaklardır.
Dilsel ve mantıksal açıdan bütünlük ve içsel tutarlılık taşımayan bilgi, tikel, yetersiz ve yüzeysel olacaktır.
Gerçek ve ikna edici bilgi mantıksal olarak tutarlı olmak zorundadır. Zihinsel işlevlerin zemininde “anlam” bulunduğu gibi, bu anlamların iş görebilmesi için düşünceye özgü mantıksal tutarlılığa da sahip olmaları gerekir.
Anlamlı her şey, mantıksal düşünüş ve akıl yürütme ürünü olmak zorunda değildir. Çok az insan felsefe ve mantık eğitimi aldığından çoğunlukla kişiler birbirlerine içsel zorunlulukla bağlanmış tutarlı düşüncelere sahip değildir (sorgulanmamış, yüzeysel anlam ve düşüncelerle yaşamlarını sürdürürler, idare ederler). Örneğin, “güzel” kavramı gündelik yaşamdan edinilmiş ve sorgulanmamış-üzerinde düşünülmemiş bir çağrışım olarak kullanılır.
Mantıksal açıdan tutarlı ve felsefi açıdan derinlikli düşünce üretmek yoğun bir emek, hazırlık ve çaba gerektirir.
Doğruluk ve Gerçeklik:
Doğruluk bilgi felsefesinnin en temel ve ilk başta gelen kavramıdır. Bir önermenin bilgi değeri onun doğruluğudur. Gerçeklik öncelikle ontolojinin (varlık öğretisi) ilgi alınına girer.
Gündelik yaşamda doğruluk ve gerçeklik birbirlerinin yerine de kullanılır. Doğruluk ve gerçeklik birbirlerini tamamlar (gerçekliğe baş vurarak bir önermenin doğruluğu test edilir).
Gündelik yaşamda kullanılan doğruluk anlayışı (gerçeklik ile test edilen), bilgi felsefesinde doğruluğun “uygunluk teorisi” (tekabüliyet teorisi) olarak adlandırlır (Havaya atılan taşın yere düşmesinin, bir gerçeklikle doğrulanması gibi). İfade edilen bir şeyin doğruluğu ile gerçekliği birbirine karıştırılır (“söylediğin şey gerçek değil” ifadesinin doğru kullanılışı “söylediğin şey doğru değil” olmalıdır). Doğru yada yanlış dile getirilen her şey gerçektir, dışavurulmuş olduğu için gerçektir.
Gerçek-gerçeklik düşünülen ve söylenenden bağımsız olarak iç ve dış dünyamızdaki süregelen olguların bütünüdür. Doğruluk ise söylediklerimizin (önermelerimizin), bireysel öznellikten bağımsız nesnelliğe uygun düşmesidir.
teori=kuram
Doğruluğun uygunluk teorisi, empristler (deneyciler) tarafından savunulur (düşüncenin doğruluğunun iç ve dış gerçeklik deneyime başvurularak test edilmesi).
Doğruluk, sözlerimizin varlığına değil içeriklerine ilişkindir.
Uuygunluk (tekabüliyet) teorisine göre, bir ifade doğruluk değeri alacaksa (bilgi) ifade ettiği gerçekliğe uygun olmalıdır.
Doğruluk kapsamında bilgi felsefesinde ikinci kuram tutarlılık teorisidir. Bu kuram da genellikle rasyonalistler tarafından savunulur (akılcılık, usçuluk). Önermelerin doğruluğu, düşünceler arasındaki tutarlılığa yani mantıksal kurallara uygun akıl yürütmeye bağlıdır. Düşüncelerin dış gerçekliğe uygun olmasından ziyade düşüncelerin birbirlerine uygun olması önemlidir. Aklın düşünceler arasında kurduğu mantıksal ve zorunlu ilişki aynı zamanda empirik gerçekliğin anlaşılmasına elveren zorunlu ilişkidir (örneğin: aritmetik ve geometrik bağıntı ve ilişkilerin empirik gerçekliği bilmemize yol açması). Bu kapsamda, a priori (deneye önsel) düşüncelerin tutarlılığı ve mantıksallığı, içeriksel bilgi ve doğruluğu da ifade eder.
Sezgicilik açısından, bilgi ve doğruluk bizi yanılttığı için duyu algısında veya akıl yürütmede bulunmaz. Doğru bilginin kaynağı dolaysız sezgidedir (duyu algısının yanılgılarına ve akıl yürütme sürecindeki hatalardan kurtulmak).
Pragmatizmde önermelerin doğruluğu, gündelik yaşamdaki sonuçları ile ölçülür. Önermeler, pratik olarak sağladıkları yarar ve işlevler açısından doğruluk değerlerine sahiptir (teori pratik içindir, pratik sonuçlarıyla bir değer taşır).
3. Hafta: Bilgi Felsefesi Öğreti ve Akımları:
Bilgi felsefesinin temel akımları:
- Dogmatizm (bilginin imkanını olumlar),
- Kuşkuculuk (bilginin imkanını olumsuzlar),
- Empirizm (bilginin kaynağı algılardır),
- Rasyonalizm (akılcılık- bilginin kaynağı akıldır),
- Sezgicilik (bilginin kaynağı dolaysız sezgidir),
- Pozitivizm (olguculuk- olgulara dayanarak olgular bilinebilir)
- Pragmatizm (bilginin doğruluğu ve geçerliliği pratik hayttadır)
Bu akımlardan dogmatizm - kuşkuculuk ve empirizm - rasyonalizm zıt görüşlerdir.
Bilgi insanı kültür varlığı yapan temel olgudur. Entelektüel tartışmaların kökeninde epistomoloji vardır. Felsefede yapılan etik, estetik, ontolojik ve politik tartışmaların temelinde de yine epistomolojik birikim ve tavır yer alır. Dogmatizm, kuşkuculuk, empirizm, rasyonalizm, olguculuk ve pragmatizm sadece epistomolojik açıdan değil tüm zihinsel faaliyetin anlaşılması için zemin oluşturur.
Bilginin Olanağı Açısından Dogmatizm ve Kuşkuculuk:
Dogmatizm ve kuşkuculuk gündelik anlamda tamamen kişinin içsel yaşantısıyla ilgilidir. Dogmatik insan körükörüne eleştirmeden ve sorgulamadan inanan insandır. Kuşkucu insan ise kişisel kaygıları bağlamında çevresine hep kuşkuyla yaklaşır. Bu davranışlar toplumun ruh haline de yansır.
Felsefi açıdan bakıldığında epistomolojik anlamıyla dogmatizm bilginin gerçekliğine olan inancı ifade eder, kuşkuculuk da bilginin gerçekliğine ilişkin kuşkuyu ifade eder.
Kuşkuculuk bir tavır veya yöntem olarak ifade edilebilir. Antik dönemlerde aşırı kuşkuculuk ifadesi de kullanılmıştır. Bilginin deneysel veya deney dışı olması durumunda da kuşkuculuk söz konusu olabilir.
Tavır olarak kuşkuculuk: Filozof kendisine sunulan düşünce ve yargılara kuşkuyla karşılayıp onları sorgulayabilmelidir. Kuşkucu tavır, gündelik yaşamda önüne gelen soyut ve ezber düşüncelere karşı olduğu kadar felsefenin sistematik düşüncelerine de kuşkuyla yaklaşmaktır. Kuşkucu tavır, yaşam dinamizmini ortadan kaldıran dogmatizmin panzehiridir. En iyi örnek Sokratesin Atinalıların sorgulanmamış önyargı ve görüşlerine karşı kuşkucu ve eleştirel tavrıdır.
Yöntem olarak kuşkuculuk: Kuşkuyu, amaç-hedef olarak değil araç olarak kullanır. En iyi örnek Descartes’tir. Descartes’e göre kuşku yöntem olarak kendi karşıtı olan kesin ve açık seçik bilgiye ulaşmaya olanak tanır (kuşkunun karşıtı açık seçik bilgidir). Öznenin aşırı kuşkusu, kendi varoluşunun kesinliğine yönelik dolaysız sezgiye yol açar. Aşırı kuşkuyla yaşanan iç aydınlanma kişinin kendi varoluşuna yönelik sezgisel bilinç durumu oluşturur ve bu da felsefi akıl yürütmenin başlangıç noktasıdır. Yöntem olarak kuşku, doğru bilgiye ulaşma hedefidir.
Aşırı Kuşkuculuk: Kuşku burada, tüm akıl yürütme sürecini belirleyen bir ilke, felsefi düşünme sürecidir. Aşırı kuşkucu filozoflar her türden doğru bilginin olanağına karşı şüphe içindedir. Bilginin imkanı ve kesinliğine ilişkin hiçbir akıl yürütme, düşünme ikna edici değildir. Nesnel ve genel geçer bilginin imkanına dair aşırı kuşkucu filozoflar Protagoras, Gorgias, Sofistler, Pyrhon, Karnedades, Sextus Empiricus.
Empirizm:
Yaşam deneyimdir, deneyimler canlının duyumsama yetisiyle oluşturulur. İnsan duyu verisini adlandırıp tanımlayarak duyu algısına dönüştürür (görme, tatma, işitme, dokunma, koklama).
Empirizm açısından bilginin kaynağı duyu algılarıdır, benzer şekilde bilginin doğruluğu da algılarımız tarafından değerlendirilir (ölçüt). Düşünülen veya dile getirilen şey algıladığımız gerçekliğe uymuyorsa doğru değildir (doğruluğa dair uygunluk teorisi).
Düşüncelerin metafizik bir kaynağı olamaz, çünkü metafizik dünya duyu algısının ötesindedir.
Algılardan gelen insani deneyim olgusal gerçekliğin içerisinde cereyan eder. Deney akla ve algısal düşünceye göre vazgeçilmez ilkedir.
Deney veya algı durumu olmadan, akılsallık, soyutlama veya akıl yürütme ve bilgi kuramı ortaya koymak mümkün değildir.
İnsan bilgisi açısından deneye önsel (deneye gerek kalmadan kabul edilebilecek) a priori bilgi yoktur. İnsan zihnine ait tüm soyutlamalar ve kavramlar a pasteriori (deney sonrası) oluşumlardır.
Empirizme göre bir yargı veya önermenin, deney yoluyla gerçekliğe uygunluğu test edilebilir ve ölçülebilir. Düşünülen ve dile getirilenler insan deneyimi açısından bir gerçekliğe işaret ediyorsa, empirik gerçekliğe uygunsa bilgi değeri taşır.
Düşüncede daha önce deneyimde olmayan bir şey yoktur ve olamaz. Soyutlama ve genelleme olarak düşünceler de duyu algıları kökenine bağlıdır. Empirizm sağduyuya uygun savlara sahiptir.
Bilimsel ve felsefi düşüncelerin zorunluluk ve evrensellik iddialarının duyu algılarına dayandırılamayacağına ilişkin sorun karşısında, Empirizm “insan zihninin iç işleyişi ile akıl ve mantık sınırları içinde anlaşılamaz ve yanıtlanamaz” cevabını verir. Zorunluluk ve evrensellik iddiası empirizm açısından sorunludur.
İnsan bilgisi empirik, göreli ve tarihsel bir değer taşır, a psteriori’dir. Bu durumda bilginin sadece doğruluğu değil ahlaksal iyilik ve sanatsal güzellik açısından da mutlak olduğu tartışılır.
Empirik filozoflar: Jhon Locke, George Berkeley ve David Hume.
Rasyonalizm (Akılcılık):
Bilgi, bilen özne ile bilinen nesne arasındaki ilişkiye işaret eder. Rasyonalizm, bilen öznenin bilme etkinliğine vurgu yapar. İnsanın bilme eylemindeki aktif karakteri onu öznel yapar. İnsanın öznelliği dil ve düşünme yetisiyle dolayımlı bir akılsal varoluşa işaret eder. Bu yetiler üzerine şekillenen akıl yürütme, epistomolojik açıdan ön plana çıkar.
İnsanı diğer hayvanlardan ayıran akılsal düşünme yetisidir (bilgi ve kültür birikimi). Diğer hayvanlarda olan duyumsama ve içgüdülere karşın insanda bilgi, kültür birikimi ve soyutlama yetisi olarak düşünce ve mantıksal çıkarımlar kuran akıl vardır.
Empirizme göre, algılarla doğrulanamayan düşünceler ve onlara dayalı akıl yürütmelerin değeri yoktu; rasyonalizm açısından ise, algı ve değer dünyası anlam ve değer taşıyacaksa düşünme ve akla dayanmalıdır. Organik dünyanın kazanımı olan duyu içerikleri kendi başına anlam taşımaz. Akıl yetisi her etkinlikte rol oynamalıdır (örneğin matematiksel billgi a pasteriori bilgi değildir tam tersi a prioridir).
Deneysel gerçekliğe dayanmayan ancak,deneysel gerçekliğin bilinmesi açısından evrensel değer taşıyan düşünce ve kavramlar arasında ilişki vardır. Bu düşünce ve kavramlar tüm evrensel gerçekliğe ilişkin bilgilerimizin taşıyıcısıdır, bunlar sayesinde yeni kavramlara ulaşılabilir.
Bilgi ve doğruluk, algısal deneyimin dolaysız sonucu değil, zorunlu ve evrensel düşünceler arasındaki mantıksal tutarlılıktır.
İnsan bilgisinin doğruluğu akılsal düşünme yetisidir. Evrensel bir mantıksal çıkarıma dayalı akılsal bilgi, algısal deneyimle yanlışlanamaz. Aklın doğruları, bireysel olgulara dayalı empirik doğrulardan çok, onların bilinmesi için önceden var olan zorunlu evrensel doğrulardır.
Bilme eyleminde akıl, algıya önseldir.
Önsel (a priori): Hiçbir denemeye dayanmayan ve akıl yordamıyla bulunup ortaya konan.
Rasyonalist filozoflar: Platon, Descartes, Spinoza, Leibniz ve Hegel.
Sezgicilik:
Bazı durumlarda hem duyularımız hem de aklımız bizi yanıltabilir (suda bir cismin kırık görünmesi veya matematik işleminde hata yapılması). Bilgi felsefesi kapsamında sezgicilik, akıl ve duyu yanılması içermeyen bilme biçimine inanır.
Sezgiciliğe göre, asıl ve hakiki bilginin kaynağı duyu algısı ve akıl yürütme dolayımlarını gerektirmeyen dolaysız sezgidir (sezgi yeteneği, hakikati dolaysız olarak kavrayabilir).
Akılcı (rasyonalist) filozof Descartes’e göre sezgi, bilgiyi baştan sona belirleyen bir yöntemden ziyade, akıl yürütme sonucu ulaşılan dolaysız ve apaçık bilgilenme ve iç görüdür.
En önemli sezgici filozof Fransız Bergson’dur.
Pozitivizm:
Pozitivizm kurucusu Auguste Comte’a göre üç düşünsel dönem (bilme tarzı) vardır: Teolojik, metafizik ve pozitif dönemler. Pozitif dönem aynı zamanda bilimsel dönem olarak da adlandırılır.
Teolojik dönem, evrensel varoluşun dinsel modellerle açıklandığı, kutsal değer ve inançların hüküm sürdüğü dönemdir.
Metafizijk dönem, dinsel açıklama modellerinin yerini almış klasik metafizik (modern aydınlanma dönemi öncesi) dönemdir.
Pozitif (bilimsel dönem), olguların yine olgularla (pozitif ve ölçülebilir gerçeklikler) açıklandığı döenmdir. Olguları aşan, asıl varlık alanında dayalı açıklama çabasından vazgeçiştir.
Doğal ve toplumsal olayları açıklamakta, sadece olgulara ilişkin yalın ve dolaysız algılarla yetinmek mümkün değildir.
Pozitivizm’e göre, doğal ve toplumsal olguları açıklamak için doğrulukları hiçbir şekilde ispatlanamayacak inanç ve soyutlamalara dayanmak epistomolojik açıdan savunulamaz (bir şeyi bilmek, doğruluğu gösteriliebilir bir nedene bağlanmalıdır).
Dolaysız algı içeriği olan bir olgu, bu dolaysız algıyı aşan soyutlamalar olmadan açıklanamaz, bilinemez.
Epistomolojik açıdan pozitivizm, algısal gerçekliği (metafiziğin) aşan nedenlere dayalı bilgi anlayışını eleştiren bir zemine oturur, ancak en açık ve tartışılmaz doğa yasalarının bile algı deneyimini aşan soyutlamalara dayandığı durumlarda sorunlar ortaya çıkar. Klasik metafiziğin başlangıcı olan Platoncu idealizm, düşünülür ve duyulur gerçeklikler arasında ayrım yapmıştır. Doğal algı içeriklerini aşan, hakiki ve nitelikli bilme yalnızca görülebilir olgular arasındaki betimlemelere dayandırılamaz.
Pragmatizm:
Kökleri İngiliz empirizmine dayalı Amerikan felsefesidir (ABD ulusal felsefesi bile denebilir). Bütün teorik doğruları pratik zeminde temellendirir.
Teorisyenlerine göre, yararcılık, araçcılık, işlevselcilik gibi farklı versiyonları vardır.
Bilginin pratik yaşamda bir yarar-araç olarak görülmesi kapitalist anlayıştır. Sanayi devrimi ile artan teknolojik gelişmeler sonucunda, teorik-kuramsal çabanın pratik kazanımlara hizmet etmesi beklenmiştir. Pragmatizm liberal demokrasinin çoğunluk fikriyle de uzlaşmaktadır (yarar, amaç, işlevin toplumsal çoğunluğun değerlerine uyumluluğu).
Bilginin bir araç olarak görülmesi ve gündelik yaşamın gereksinimlerine hizmet etmesi görüşü, antik dönem sofizminde ve modern dönem İngiliz empirizmindeki görüşlere yakındır.
Algıları başlangıç noktası alan bilgi anlayışına göre mutlak ve aşkın bilgi yoktur (pratik yaşamın gerçekliği üzerine biçimlenmiş göreli ve tikel bir epistemolojik zemin).
Platon idealizmine göre bilgi, pratik ilgiyi aşan evrensel zorunlu ideal gerçekliğe dayanır. Pratik yarar ve gündelik ilgiler, bilgiye (episteme) değil sadece tikel sanılara yol açar. Platon tarafından küçümsenen bu göreli sanılar sofistlerin ve pragmatistlerin hareket noktasını oluşturur.
Sofistler Platoncu idealizme karşı demokrasiye yakın durmuşlardır, pragmatistler de liberal demokrasiye yakın dururlar.
Genel olarak, olguların öznelliğimizden ve değer yargılarımızdan bağımsız gerçeklikler olduğu kabul edilirken, pragmatist düşünceye göre “bilgi ve onun doğruluğu”, olanı olması gerekene, olguları değere dönüştürebilmesiyle ölçülebilir ve var olabilir. Pratik değerlere hizmet etmeyen bilginin olgusal anlamda doğruluk değeri yoktur.
Pragmatist düşünürler: C.S. Peirce, J. Dwey ve W. James.
4. Hafta: Bilgi Felsefesinin Diğer Disiplinlerle İlişkisi:
Aristoteles tarafından ilk felsefe olarak adlandırılan varlık felsefesi (ontoloji) tüm felsefi disiplinlerin temelinde bulunur (tüm felsefi tartışmaların temelinde varlık yer alır). Bilme ediminin iki tarafını oluşturan özne ve nesne var olurlar ve varlık kapsamında değerlendirilir.
İyi davranışın ne olduğunu inceleyen ahlak felsefesi (etik), bilgi felsefesinden ayrı düşünülemez çünkü, insanı insan yapan şey toplumsal ve ahlaksal normlara-değerlere göre davranmasıdır, bu davranışların temelinde de insanın bilgi birikimi vardır. Etik tartışmalar epistomolojik bir zeminde gerçekleşir.
İnsanın tüm algı, duyulanım ve sanatsal yaratım süreci bilgi birikimi ile alakalıdır. Bu doğrultuda estetik (sanat felsefesi) tartışmalar da epistomolojik bir öz taşır.
Doğa bilimleri kendi tikel alanlarına yönelik bilgi edinimi çabası içerisindedir. Bu çabalar bilginin ne olduğu ve özüne dair epistemolojik tartışmalarla daha iyi kavranır.
Epistemolojiden önce varlık felsefesi tartışmaları felsefe tarihinde görülmüştür, bununla birlikte ontoloji ve epistemolojinin soru ve tartışmaları birbirinden tümüyle ayrılamaz. Bu ikisi tüm felsefi tartışmaların temelinde yer alır. Etik ve estetik de epistemolojik tartışmalarla biçimlenir ve dinamizm kazanır.
Varlık Felsefesi-Bilgi Felsefesi (Ontoloji-Epistemoloji):
Ontolojinin kökleri felsefenin başlangıcına kadar geri gider. İlk filozoflar olarak adlandırılan antik çağ doğa düşünürleri, asıl varlık olarak düşündükleri ilk ilke (arkhe)’den hareketle tüm doğa olaylarını açıklamak istemişlerdir. Bu da daha başlangıçta gerçekliği kavramak bilme koşuluna dayandırılmıştır (varlığı bilmek). Bilmek varlığı bilmektir, öznenin bildiği şey var olandır.
Varlık nedir sorusuna cevap arayan varlık felsefesi ile bilmek nedir sorusuna cevap arayan bilgi felsefesi yakın bir ilişki içindedir. Ontolojik görüşler epistemolojik görüşler ile iç içe geçmiştir.
Başlangıçta felsefe disiplinleri ayrımlaşma içinde değildi, bu yüzden bilgi felsefesine ilişkin tartışmalar da felsefe tarihinin ilk dönemlerinde tartışmaların içinde potansiyel olarak yer almaktaydı.
Bilgi felsefesi bağımsız bir disiplin olarak modern felsefenin başlangıcıyla ortaya çıkmıştır. Ontoloji ise bağımsız bir felsefe dalı olarak Aristoteles’in ilk felsefe (Metafizik) kitabına dayandırılabilir. Bu kitap aslında varlık felsefesi kitabıdır (varlık olarak “varlık” incelenir). Varlığın sorgulanması tüm felsefenin başlangıç noktasıdır.
Varlık, tikel olarak bir varlık değil evrensel olarak varlıktır. Her bir bilim varlığın tikel bir alanını inceler (fizik fiziksel, kimya kimyasal, biyoloji biyolojik olarak varoluş ve olguları ele alır), metafizik ise varlığın bütününü evrensel bir açıdan inceler. Benzer bir ayrım da epistomoloji için yapılabilir, her bir tikel bilim dalı kendi alanına ilişkin olguları bilmeye çalışırken bilgi felsefesi evrensel bir bakış açısıyla bilgiyi inceler. Bilgi felsefesi herhangi bir şeyi bilmeyi değil bilgiyi bilmeyi hedefler.
Modern felsefe neyi bilip neyi bilemeyeceğimizi işaret eder. Her ne kadar bilgi felsefesi modern felsefeyle başlamış olsa da temel olarak varlık felsefesi içerisindeki tartışmalara bağlı olarak filozofların bilgi felsefesine ilişkin görüşleri bulunabilir, çünkü varlık ve bilginin özüne (doğasına) dair sorun ve tartışmalar birbirinden ayrılamaz (bilgi her zaman bir özne ve nesnenin varlığını gerektirir).
Ahlak Felsefesi-Bilgi Felsefesi (Etik-Epistemoloji):
Ahlak felsefesi insan için iyi davranışın özünü ve içeriğini araştırır (bilgi felsefesi de doğru bilginin özünü inceler). Ahlak felsefesinin birinci sorusu iyinin ne olduğudur.
Hayvansal içgüdülere bağlı davranışlarda (basit fiziksel uyarılara verilen tepkiler) değer yargıları, normlar ve “iyi” yoktur. İnsan sadece bedensel bir varoluş içerisinde değildir, normatif ve tinsel yön taşır.
İnsan bedensel dolaysızlığının (yalın fiziksel varoluşun) ötesine uzanır, sadece physis’in değil nomos’un da parçasıdır, toplumsal yasalara (norm) bağlıdır. İnsan akılsal faaliyetinin sonucu olan bilgisiyle insandır (insan sadece olan değil olması gereken bir varlıktır).
İnsan teorik, teknik, poetik ve etik bağlamda sürekli kendisini sorgular, akılsal ilgisi ile tarihe, devlete, dine, sanata, felsefeye ve ahlaka sahiptir. Bilgi nedir problemi dolaysız olarak ahlak nedir problemine bağlanır.
Felsefi düşünüş açısından varolanı sorgulayan epistemoloji ile nasıl davranılmasını gerektiğini ve neyin olması gerektiğini sorgulayan etik bir bütün oluşturur.
Bilgi nedir, bilginin kökeni nedir soruları dolaylı olarak ahlakın kökeni nedir, iyi nedir sorularıyla yakından ilgilidir, bu nedenle epistemolojik tartışmalar etik tartışmalara zemin oluşturur.
Sofistlere göre bireysel öznelliğimize bağlı bilgi görecelidir buna bağlı olarak da ahlaksal gerçeklik de öznel ve görelidir. Platona göreyse doğru bilgi nesnel ve ideal zeminde kavrandığı için iyi davranış da nesnel ve ideal bir zeminde kavranabilir.
Ontoloji ve epistemoloji her türlü etik, estetik, politik ve tarihsel tartışmanın temelinde bulunur.
Sanat Felsefesi-Bilgi Felsefesi (Estetik-Epistemoloji):
Estetiğin temel kavramı “güzellik”, bilgi felsefesinin temel kavramı “doğruluk”, etiğin temel kavramı “iyilik” felsefenin de temel kavramlarıdır.
Estetik yunanca aisthesis sözcüğünden gelir ve bu kapsamda duyum, algı gibi anlamlara sahiptir.
İnsanın davranışları akıl yetisiyle edindiği bilgi birikimiyle biçimlenir, algı dünyası da dolayımlı karmaşık bilgi birikimiyle biçimlenir. Bilgi ile dolayımlanmış insani algı, fiziksel duyumsamanın ötesinde bilgiyle form kazanmış algıya, güzellik duyusuna dönüşür. İnsani algının özünü oluşturan estetik ve sanatsal güzelliğin zemininde bilginin neliğini sorgulayan epistemoloji yatar.
Algı duyuları insanın fiziksel doğasının ötesine uzanır. Sanatsal yaratım insanın algısını ve sezgisini hedef alır. Bilgi ile dolayımlanmış algı ve sezgi güzellikten hoşnut olmayı ve ilgileri bu hoşnutluk içerisinde deneyimlemek ister.
Doğal ve Toplumsal Bilimler-Bilgi Felsefesi:
Doğal yada doğa bilimleri fen bilimleri olarak da adlandırılır. Toplum yada toplumsal bilimler, tin bilimleri, kültür bilimleri, beşeri bilimler, tarih bilimleri olarak adlandırılırlar.
Toplumsal bilimler insanın bilinçli etkinliğiyle tarihsel bilgi birikimiyle oluşturduğu kültür dünyasını ve nesnel tarihsel varoluşunu inceler (tarih, sosyoloji, antropoloji, ekonomi vb).
Olgusal sonuçları, belli nedenlere bağlamayı temel alan açıklama modeli doğa bilimlerinde yaygın olarak kullanılır. Doğal olgular toplumsal yada tarihsel olgulara göre ölçülebilirlik ve deneyime daha uygundur. Toplumsal olgular ise yorumlama ve değerlendirme çabasıyla kavranabilir (insanın toplum içindeki konumu, sınıfsal veya ideolojik duruşu).
Bilgi felsefesi doğal ve toplumsal bilimlerde belirleyici ayrım ve kategorilerin saptanmasında vazgeçilmez bir değer taşır. Her epistemolojik duruş ve tavır alış aynı zamanda bilim ve bilimlerin özü ve doğasına dair bir duruş ve tavır alıştır.
II. Felsefe Tarihi Açısından Bilgi Felsefesi
5. Hafta: Sokrates Öncesi Felsefede Bilgi Anlayışı:
Sokrates öncesi düşünürlerde bilinçli olarak bilgi felsefesi sorunları tartışılmamıştır, onların bu konudaki görüşleri varlık felsefesi içerisindeki tartışmalarından çıkartılabilir (doğa filozoflarının “arkhe” kavramına yaklaşımları, Herakleitos’un oluş ve çelişkiyi temel alması, Parmenides’in arı varlık ve özdeşliği temel alması).
Varlık kavramı üzerinde, Herakleitos ve Parmenidesin görüşlerinin bir sentezini sunan sofistler (özellikle Protagoras ve Gorgias), oluş ve çelişki içeren bir şeyin var olmayacağını savunurlar ve gerçekten var olmayan bir şeyin doğru bilginin kaynağı olamayacağını ifade ederler. Bu doğrultuda sofistlere göre gerçek ve hakiki varlık yoktur buna bağlı olarak da evrensel doğru bilgi yoktur.
Bilgi felsefesinin sorunlarına ilişkin bilinçli yaklaşım sofistlerle beraber başlamıştır (onların Yunan kültürünün temel değerlerine olan kuşkucu yaklaşımları sayesinde). Sofistlerin görüşleri, Herakleitos’çu oluş fikri ve Parmenidesin varlık fikrinin bir sentezidir. Herakleitos’a göre her şey oluşmuştur, Parmenidese göreyse oluşan hiçbir şey gerçek anlamda var olmamıştır.
Doğa filozoflarının bilgiye yaklaşımı, her şeyin bir başlangıç noktasından bir ilkeden (arkhe) varolması ve bu temelde bilme çabasıdır.
Doğa Filozofları (Bilgi Anlayışları):
Doğa filozofları açısından bilgi problemlerine yönelik bir çaba yoktur. Bilgi probleminin tartışılması için kuşkuculuğun ortaya çıkması gerekmektedir. Düşünen ve bilen öznenin kendi bilme yetenekleri ve sınırlarını, neyi bilip neyi bilemeyeceğinden sorgusuz sualsiz emin olması dogmatik bir yaklaşımdır, felsefe tarihinde epistemolojik sorunların ortaya çıkabilmesi için bu dogmatik davranışın sona ermesi gerekmiştir.
Doğa filozofları ilk önce dış gerçeklik ve maddi doğa ile ilgilenmişlerdir. Bu maksatla da tüm doğal gerçekliği açıklayabilecek bir ilkeye yönelmişlerdir. Arkhe (Yunanca, başlangıç, hareket noktası, ilke, nihai ana madde) arayışları ontolojik bir karakter taşısa da bilinçli bir şekilde dile getirilmemiş epistemolojik duruş içermektedir. (varlığın mahiyetine yönelik felsefi arayış aynı zamanda epistemolojik bir arayıştır). Bilme eyelminin şartları olan özne ve nesne kendi tarzlarında varlığa ve varoluşa işaret eder. Bilmek varlık düzlemindedir ve her bilme varlığı bilmedir.
Doğa filozoflarının evrensel varoluşa yönelik açıklama ve bilme edimi (ilke, başlangıç noktası, töz arayışı) bilgi felsefesine özgü bir duruştur. Bu filozoflar dogmatiktir çünkü evrenin bilinebilirliği açısından en ufak bir şüpheleri yoktur, onlara göre ilineksel sonlu gerçeklik sonsuz bir gerçeklikten (arkhe) hareketle kavranabilir (ilinek: bir şeye zorunluluk sonucu bağlı olmayan, onun özünde bulunmayan, rastlantı ile olan nitelik, araz).
Doğa filozoflarına göre arkhe (sonsuz tözsel gerçeklik) evrendeki her şeyi ve hareketi var eder ve anlaşılır kılar; her şeyi bilmemizi ve anlamamızı mümkün kılacak gerçeklik ve varlık alanı söz konusudur.
Herakleitos ve Parmenides’de Bilgi Anlayışı:
Herakleitos oluş, Parmenidesin varlık düşüncesini temel alan ontolojik yaklaşım geliştirmiştir. Herakleitos’un oluşa getirdiği yaklaşım hareket, çelişki ve değişime verdiği önemde yatar. Bu bağlamda, değişim, çelişki ve hareket hakiki bir bilginin varlığı önündeki engelse kuşkucu bir epistemolojik tavır vardır (sofistler de aynı bağlamda değerlendirilir). Ancak Herakleitos bu görüşte değildir, doğa düşünürleri gibi sorgusuz sualsiz doğru bilginin olanağını onaylamaz tam tersine çelişki ve hareket gerçek bilgeliğin önünde bir engel değildir. Gerçek bilgelik ve akılsallık bu çelişki ve hareketin kavranmasında yatar. Hegel’in savunduğu diyalektik mantık ve düşünüşün antik felsefedeki savunucusu Herakleitostur.
Elea okulunun kurucusu Parmenides ve öğrencisi Zenon oluş düşüncesine karşı varlık düşüncesini savunmuştur (varlık hakiki ve gerçek ise oluş çelişki, hareket ve değişimi dışlamalıdır). Varlığın niteliği oluş, çelişki, hareket ve değişimden; niceliği ise çokluk ve bölünebilirlikten arınmıştır, soyuttur. Bu görüş Plantoncu idealizmin temelidir. İlke ve başlangıç noktası olarak oluş, varlık ve soyut özelliğe sahiptir.
Parmenides’e göre bilgelik ve doğru bilgi hiç değişmeden özdeş kalan varlığın bilgisidir (çokluk ve hareket yanılgıdır).
Herakleitos’a göre gerçek yaşamda oluş ve hareket vardır ve yadsınamaz.
Herakleitos’çu ontoloji ve epistemoloji yaşamın dinamizmini ve çelişkisini temel alırken Parmenides’te soyut özdeşlik ve ayrımsız birlik temel alınmıştır.
Herakleitos’a göre, oluş ve karşıt belirlenimlerin dinamik birliği akılla kavranabilir, Parmenides ise varlıktan her türlü oluş ve ayrımı dışlar.
Belirlenim: Bir kavramın anlamının, içeriğinin, yapısının veya sınırlarının tam olarak belirlenmesi işi, gerektirim, determinasyon.
Sofistler’de Bilgi Anlayışı:
Herakleitosun oluş ve Parmenidesin varlık’a dayalı ontolojisinin sentezini yapan sofistler, göreli ve öznel bilgi anlayışına sahiptir (gerçek dünya algıı dünyasıdır, düşünülebilecek ve söylenebilecek her şeyi algı belirler).
Sofistler felsefelerini mitolojik ve geleneksel bağlardan bağımsız olarak dünyevi insanların varlığı ve maddi ilgilerine göre şekillendirmişlerdir.
Sofizm, bir açıdan İngiliz Empirizminin antik versiyonu olarak düşünülebilir. Sofistlerin eleştirel duruşunun kaynağında ticaretle zenginleşmiş aristokrat sınıfı ve farklı kültürlerle beslenmiş zihinsel esneklik ve dünyevi duruş vardır. Sofistlerin bu duruşu eleştirel ve kuşkucu bir yaklaşımdır.
Sofsitler gerçek manada bilen özne ve bilinen nesne kavramına sahip olmadıkları için modern manada epistemolojiye sahip değildirler ancak gene de neyin bilineceğine ve bilginin olanağına dair felsefi bir ilgiye sahiptiler (kuşku neyin bilineceği ve bilginin olanağı açısından önemli bir yer tutar).
Epistemolojik sorular etik, estetik, siyaset gibi felsefi soruları biçimlendirir, benzer şekilde sofistler de bilginin neliğine dair soru ve kuşkularla ahlak ve siyasete dair soru ve kuşkulara yönelmişlerdir.
Herakleitos oluş düşüncesine rağmen akla ve bilgiye inanmaktaydı, oluşun mantığı (logos) vardı. Parmenides’e göreyse çokluk, değişim, ve hareket yokluk ve yanılgıdan ibarettir, varlık kendisine özdeştir ve ebedidir.
Sofistler, Herakleitos ile beraber her şeyin oluş ve çelişki içerdiğini (algılarımızın belirlediği), Parmenidesle beraber ise doğru bilginin sadece varlığa ilişkin olabileceğini (oluş ve çelişki içeren şey hakiki anlamda var olamaz) savunmuşlardır. Böyle bir zeminde varlık, düşünce ve bilgiye dair tüm zemin kuşku üzerine kurulmuştur (evrensel ve nesnel gerçek ve doğru yoktur).
Sofistler algı temelli epistemolojik anlayışa sahiptir. Her insan kendi algısına dayanan bireysel yargılarda bulunabilir.
Protagoras’a göre, her insan algı ve belirlenim hakkında farklı yargıda bulunabilir, evrensel ve nesnel doğruluk ve bilgi yanılgıdan ibarettir (İnsan herşeyin ölçüsüdür).
Gorgias’ın “hiç bir şey yoktur, varsa bile insan için kavranılamaz” fragmanı Herakleitos’un diyalektiği ve Parmenidesin mutlak-ayrımsız özdeşlik anlayışının sentezidir.
Sofistler, algı içeriklerinin bireysel karakteri ile biçimlenmiş öznel, göreli bir bilgi anlayışına sahiptir.
Gorgias’ın Parmenides’ten devraldığı görünüş ve varlık karşıtlığı Platoncu idealizmin kaynağıdır.
6. Hafta: Sokrates ve Platon’da Bilgi Anlayışı:
Sokrates’de bilgi anlayışı nesnel ve evrensel bilgi içeriğinin tanımlanmasına ilişkin arayışlar şeklinde görülür. Platon’un Sokratik dialoglarında idealizm yerine nesnel ve evrensel bilgi arayışı vardır (sofistlerin öznel-bireysel bilgi anlayışının tersi). Sokratik dialoglar bilgiye dair kesin bir sonuca ulaşmaz.
Platon’un olgunluk dönemi eserlerinde, idealist yapı ortaya çıkar. İdealar yanlızca doğru ve hakiki bilginin kaynağıdır (ontoloji ve epistomoloji iç içe). Hakiki ve gerçek varlık bilginin içeriği olabilir.
Platoncu idealizm bir kavram realizmidir, düşünce ve varlık özdeştir. Platoncu idealizm ve rasyonalizm kendisinden sonraki tüm filozoflar için referans kaynağıdır.
Sokrates sofistlerin rölativizmine karşı çıkışı ile, Platon ise idealizm ile felsefe tarihine mal olmuşlardır. Platon’un felsefesi idealizm, materyalizm, rasyonalizm ve empirizm tartışmalarını tetikleyerek hem epistemoloji hem de ontoloji açısından çok önemlidir.
Platon rasyonalizmi, bilgi içeriklerini tözsel gerçeklik olarak kabul eden idealizmi ile içiçe geçmiştir. İdealar sadece epistemolojinin değil ontolojinin de içeriğini oluşturur.
Sokrates’de Bilgi Anlayışı:
Sokrates sofistlerin öznel ve bireysel bilgi anlayışı karşısında evrenselliğin peşinde olmuştur. Sokrates’in görüşleri Platon eserlerinden bilindiğinden Sokrates ve Platon’u birbirinden ayırmak oldukça güçtür (Platon ilk dönem eserleri Sokratik dialoglar olarak adlandırılır: Sokrates’in Savunması, Krito, Euthifron, Lakes, Ion, Protagoras, Lisis, Devlet). Bu eserlerde Sokrates belirleyici kişi olarak müdahalede bulunur ama tartışma ucu açık bir şekilde devam eder.
Konuşmacının (düşünen özne) kişisel özelliklerinden kaynaklanan tikel raslantılardan arındırılmasıyla evrensel ve zorunlu içerik tanımlanır ve öğeler belirginleştirilir. Kişilerde gizli bulunan evrensel düşünce ve kavrayışlar doğurtma yöntemiyle ortaya çıkartılır (ebelik sanatı). Dialoglarda tam olarak kavramlar tanımlanarak bilgi durumuna getirilmese de düşünsel bir yolculuk ve derinleşme elde edilir.
Sokratesin evrensel ve zorunlu olanı keşfetme çabası onu felsefe tarihi açısından önemli kılar. Dialoglarda ironi, bilgisizlik, sorgulama, olumsuzlama ve doğurtma çabaları içsel aydınlanmanın bileşenleridir. (Bir tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğim).
Sokrates’te sorgulama kavramların tanımlanmasıyla başlar, cevaplar eleştiriden sonra olumsuzlanır, bunlardan hareketle düşünce veya kavramın evrensel tanımlaması doğurtulmaya çalışılır. Zihinsel ebelik yapılarak, gizli tarzda var olan bilgiler ortaya çıkartılır.
Platon’da Bilgi Anlayışı:
Sokratesin öğrencisi ve takipçisidir, idealizmin kurucusudur. Sokratesin nesnel ve evrensel tanım arayışlarını kendi radikal idealizmi ve rasyonalizminin zeminine oturtmuştur. Hem Sokrates hem de Platon için, bilgi zihinde bulunan bir şeyi açığa çıkartmak, anımsama becerisidir, filozof da bu gizli bilgileri açığa çıkartan kişidir (matematiğin duyulur gerçeklikten kaynaklanmayan doğrularını örnek olarak gösterir).
İnsan ruhlar ülkesinde (Hades) tüm akılsal bilgilere sahipti, duyular insanın zihnini bulandırır, bu bilgiler yeniden anımsatılmalıdır. Bu akılsal bilginin özünü evrensel form olan idealar oluşturur.
İdea’nın Anlamı:
İdea (Yunanca eidos) görüntü , şekil, form, biçim, doğa, fikir, düşünce, tasarım, kavram gibi anlamlara gelir. Yunanca “logos” ile anlam bütünlüğü ve ilişkisi vardır. Logos kelime olarak “söz” manasına gelse de felsefede yasa, akıl, kavram, düşünce, idea manasına da kullanılır.
(Düşünce sözdür, söz de düşüncedir, düşünceler sözle dışavurulur). Dil ve düşünce içsel dolayımla birbirlerine bağlıdır.
Söz-düşünce, logos-idea tümel ve evrenseldir. Sözlerle dile getirilen idealar evrensel ve zorunlu bir varlık ve bilgiyi işaret eder. Sadece evrensel formların yani ideaların bilgi değeri vardır. Evrensel form bir sınıfın tümünü kapsayan niteleme ve kategoridir (idealar evrenseldir). Gerçekliğe dair tüm tikel ve tekil önermeler de tümel gönderimleri olan dilsel terim ve kavramlarla dile getirilebilir (“bazı” ifadesi tüm şey veya tüm bazılar olarak kullanılabilir, özel isimler istisnadır).
Öznel dil ve düşünme yetisi, epistemolojik ve ontolojik açıdan nesnel ve aşkın varlık ve bilgi değeri taşır. Akılsal düşünme yetimizin içerikleri olan evrensel kavramlar birer idea (form) olarak bireysel gerçekliği biçimlendiren tözdür. Gerçek ve hakiki bilginin içeriğini oluşturan kavramlar algı dünyasını bilmemize yaradığı gibi, gerçek ve hakiki varlığı da anlamamızı sağlar. Platonun idealizm ve rasyonalizmi, sofistlerin algı temelli öznel bilgi anlayışından kopuş ve farklılaşmadır.
İdealar Kuramı:
Evrensel tanım ve kavrayış Platoncu idealizmle birlikte ontolojik olarak mutlaklaşmıştır. Sofistlerin öznel, göreli ve tikel görüş ve tercihleri “episteme” değil “doxa”dır (sanı). Platon’un bilgi kuramı açısından bilgi ve sanı ayrımı büyük önem taşır.
Bilgi varlığı bilmektir, Platon’da varlık oluş ve yok oluştan arındırılmıştır (Parmenides’çi görüş). Sanı da oluş ve yok oluşu içerir. Sanı da bilgi gibi görünür.
Evrensel ve zorunlu bilgilere sahip olunmadıkça, yaşadıklarımız sanı ve duygu durumlarına ulaşılır. Duyulur gerçekliğin bilinmesi-kavranması için evrensel kavramlar olan idealara ilişkin akılsal düşünme yetimiz ve bilgimiz gereklidir (Platon’un rasyonalist görüşü).
Sokratik dialoglarda, kavramların anlamlarının ortaya çıkartılma çabası, epistemolojik açıdan tanım arayışı olarak görülür, Platoncu idealizmin olgunluk döneminde ise kavramlar evrensel form olarak ontolojik gerçekliğe dönüşür.
İdealizme göre, duyulur gerçeklik asıl ve kalıcı gerçeklik değildir, asıl gerçeklik maddesiz ve ideal gerçekliktir, tözsel varlık ideal varlıktır. Saf akılsal (noetik) varlık alanı asıl varlık alanıdır. Noesis (akıl yetisi) neota’ları (düşünce nesneleri) bilebilir. Akılsal olan vardır, varolan akılsaldır (Platoncu rasyonalizm ve idealizm iç içe geçmiştir). Düşünceler duyumlarımızın dolaysız temsilleri değildir, arı düşünce ve akıl nesneleri tüm evrensel varoluşu belirleyen özsel formlardır (arketip). Physis alanı (maddi gerçeklik) idealar olmadan (özsel formlar) evrensel kalıcı biçim ve formlara sahip olamaz.
Platon’un Timaos diyaloğunda, “Demiurges” (mimar tanrı) evrensel ve özsel formlara (idealar) bakarak maddi dünyayı oluşturur. Bu kapsamda, maddi her şey içsel bir doğaya sahip olmadığından evrensel ve sonsuz varlığa sahip değildir (empirist ve materyalistlerin aksine) benzer şekilde evrensel ve doğru bilginin içeriğini oluşturmazlar (insanlık kalıcı ve evrenseldir ama insanlar gelip geçici ve sonludur, insanlık daha hakiki bir varlığa sahiptir).
İdealar evrensel bir formda vardır, maddeyle dolayımlı olarak içiçe olan form gerçek ve doğru bir varlığa sahip değildir, asıl varlık alanından kopmuştur. Oluşa tabi her varlık kendi karşıtına doğru yönelen sonlu bir belirlenim olarak vardır. İdea ile varlık arasındaki bu özdeşlik, varlığın düşünceye özdeş olması ve evrensel olmasına dayanır. Düşünce sadece evrensel biçim ve formları konu edinir. Varlık düşünce yetimizin, aklımızın içeriği olabildiği oranda gerçek varlıktır. Yanlızca düşünce ve aklın konusu olabilen idealar evrensel ve zorunlu olarak vardır, doğrudur, iyidir ve güzeldir.
İdealar sadece saf düşünce ile bilinebilir. İyi, doğru, güzel, bir, çok, varlık, adalet, insan gibi düşünce içerikleri birer biçim-form-ideadır.
Yukarıdan aşağı uzanan ve dörde bölünmüş çizginin en üstünde gerçek bilginin nesneleri olan arketip (idea) yer alır. İkinci bölümde matematiksel varlıklar aklın düşünceleri olarak yer alır (matematik nesneler arketip değildir ama maddi nesne de değildir, genel olarak aksiyomlar, ön kabullerdir). Üçüncü ve dördüncü bölümde sanı (doxa) nesneleri bulunur (kişisel, göreli, raslantısal). Sanı nesneleri ikiye ayrılır, inanç (pistis) ve tahmin (eikasia). İnanç (pistis) içeriği algı içeriği olan bireysel oluşlardır (zoa). Tahmin (eikasia) içeriğinde yansıma ve gölgelerdir. Platon görüşleri zengin çağrışımlar ve metaforlarla doludur (mağara metaforu vb).
7. Hafta: Sokrates’de Bilgi Anlayışı:
Aristoteles Platonun öğrencisidir. Platonun duyulur ve düşünülür gerçekliği birbirinden ayırmasıyla ortaya çıkan ontolojik ve epistemolojik sorunları çözmeye çalışmıştır. Evrensel varoluşu bütünüyle kavramaya çalışan Aristoteles felsefe tarihin anlaşılması için vazgeçilmez bir referans noktasıdır. Bir çok felsefe ve bilim dalı için referans olabilecek yapıtlar bırakmıştır. Klasik mantığın temellerini atmıştır. Ontoloji, epistemoloji, etik, estetik gibi alanlar onun katkılarıyla biçimlenmiştir.
Aristoteles felsefenin ve bilimlerin farklı disiplinlerini sistematik biçimde birleştirmiştir. Daha ılımlı bir idealizm ve rasyonalizm ile Platonu hem sahiplenmiş hem de eleştirmiştir. Bilgi için akılsal yeti vazgeçilmezdir, Platonun aksine düşünme yetimiz içindeki evrensel formlarla bireysel gerçeklikler içkindir.
Aristoteles epistemolojisi, onun mantık, metafizik ve ruh alanındaki görüşleriyle anlaşılabilir. Mantık (organon) öğretisi varlık üzerine doğru düşünme kurallarını içerir. Metafiziğinde ise duyulan-düşünülen ve madde-form arasındaki dualizmin ortaya çıkardığı sorunları (ontolojik-epistemolojik) aşmaya çalışır. De Anima’daki ruh öğretisiyle, ruh-beden bağlamında etkin-edilgin akıl arasında ayrım yapar.
Platon ve Aristoteles:
Evrensel varoluşu açıklamak için bilimleri kucaklayan felsefe anlayışına sahip Hegel için modern dönem Aristoteles’i denir. Aristoteles, Sokrates ve Platon’la en değerli etkinlik olarak onurlandırılan felsfeye çok yönlü katkı yapmıştır.
Aristoteles felsefesi hocası Platona göre daha ölçülü ve ılımlıdır. Ölçüp biçmek, bütünsel bir bakış içerisinde kalmak, aşırı ve radikal görüşlerden kaçmak Aristoteles’in bütün eserlerinde dikkat çeker.
Aristoteles Mantığı:
Mantık, doğru bilgi elde edebilmek için doğru düşünme kurallarını saptar. Önermenin nesnel karşılığı varsa doğruluk değeri vardır, bilgi algısal gerçeklikle ilgilidir. Bilgileri dile getiren önermelerin yanlızca bir içeriksel gerçeklik değeri ve içeriksel doğruluğu yoktur, düşünsel değeri ve biçimsel doğruluğu da vardır. Mantık, biçimsel doğrulukla ilgilenir (doğru düşünme).
Empirik gerçekliğin var olması ve bilinmesi için madde-form ve içerik-biçim birlikteliği olmalıdır. Platoncu idealizm, kavram realizmidir bu doğrultuda epistemolojik doğruluk açısından biçim ve içerik ayrımını yadsır (bilgi açısından, biçim yada form hakiki varlığı oluşturur).
Akılsal düşünme ile algıladığımız evrensel biçimler (formlar) aynı zamanda var olan empirik gerçekliğe dair kategorilerdir.
Düşünsel doğruluk, düşünceler arasındaki uyumluluk ve tutarlılıktır. Aristoteles mantığı kıyas mantığıdır (çıkarım-tümdengelim). Bir büyük ve bir küçük önermeden sonuç önermesi çıkarmak kıyas mantığıdır.
Tümevarım, bireysel gerçekliklerden hareketle oluşturulan tikel önermelerden, evrensel (tümel) önermelere ulaşmaktır (bir karganın siyah olmasından tüm kargaların siyah olmasına ulaşmak).
Aristoteles açısından, gerçek ve zorunlu bir çıkarıma elveren tümdengelimin öncüllerinin herhangi bir empirik kanıtlamaya gerek duymayacak kadar açık ve anlaşılır olmalıdır (kendiliğinden açık öncül ve ilkeler). Aristoteles için çelişmezlik ilkesi epistemoloji ve ontoloji açısından vazgeçilmez bir hareket noktasıdır.
Ontoloji açısından (çelişmezlik): Aynı şeyin, aynı bağlantılar içinde, aynı durumda olması ve olmaması mümkün değildir.
Epistemoloji açısından (çelişmezlik): Birbiriyle çelişik iki yargıdan birisi doğru diğeri yanlıştır, aynı zamanda ikisi de doğru olamaz.
Aristoteles ontolojisi ve mantığı Herakleitosçu çelişkilerle işgören diyalektik işleyisi kabul etmez, bribirini dışlayan karşıtlıkların biçimsel (formel) özdeşliğini kabul eder. Biçimler (formlar) kendilerine özdeştir ve oluştan yaratılmıştır (Platon’dan almıştır).
Aristoteles mantığı açısından ontolojik gerçeklik on kategoride incelenebilir: Töz, nicelik, nitelik, görelik, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgi.
Töz kendi niteliklerinin taşıyıcı öznesidir (insan, kedi, taş). Bireysel varlıklar (tözler) bireyselliklerini varlıklarına borçludur. Bireysel tözleri niteleyen akılsal bilginin özünü oluşturan biçimler (formlar) evrenseldir, genelgeçer ve zorunlu belirlenimlerdir.
Bireysel töze örnek olarak insan beyaz tenli (nitelik), iki metre boyunda (nicelik), başkasına göre uzun (göreli, ilişkili), evdedir (yer), akşam gidecek (zaman), oturuyor (durum), elinde bıçak var (iyelik), soğan kesiyor (etki), ağlıyor (edilgi). Burada verilen kategoriler, epistemoloji açısından bir tözü bilmemizi sağlar. Evrensel formun (biçim) altında sınıflamaya elveren kategoriler (genel çerçeve) yer alır.
Aristoteles Metafiziği:
Aristoteles varlık anlayışı onun “Metafizik” kitabında açıklanmıştır. Platona göre bireysel varoluşlar gerçek varlıklar olmadıklarından bilinemezler, oluş dünyası sürekli değiştiği için kalıcı ve evrensel tarzda yargıda bulunamayız. Aristoteles’e göreyse bireysel varlıklarda evrensel formlar yer aldığından kategorize edilebilir ve bilinebilirler.
Aristoteles için bilgi evrensel içerik ve belirlenim taşır. İnsan bilgisinin temelini oluşturan biçimler (formlar) maddi dünyayı aşan bir gerçekliği ifade etmez. Platonun duyulur dünya ötesindeki ideaları Aristoteles için duyulur dünyada gerçekleşen evrensel özlerdir (bireysel tözleri biçimlendiren içsel form).
Platonun varlık-oluş dünyasın ile sanı dünyası arasında koyduğu dualist yaklaşım, Aristoteles tarafından, görünür dünyadaki form ve madde birlikteliği ile aşılmaya çalışılır.
Aristoteles için, görünür-düşünülür, algısal-akılsal gerçekliklerin birbirinden yalıtılması ontolojik ve epistemolojik açıdan içinden çıkılması imkansız sorunlar yaratır (Metafizik kitabında idealar kuramı bu şekilde eleştirilir). Algı dünyasını yanılsamalar ve sanılar dünyası olarak tanımlamak sorunu çözmez. Bunu aşmak için Aristoteles ılımlı bir yaklaşımla, hıyerarşik bir varlık ve bilgi yapısı getirir. Sistemin tepesinde tanrı (varoluşun ereksel nedeni, maddesiz, formsuz) vardır, oluş ve değişime tabi değildir. Bu hıyerarşinin en alt kısmında gerçek anlamda varlık içermeyen madde (hyle) yer alır. Biçimsiz gizil madde, yanlızca bir varsayımdır. Biçimsiz madde ile tanrı arasında yer alan diğer tüm varlıklar biçim ve maddenin birleşimi olarak duyulur ve düşünülür yön taşırlar (onların bilinmesi duyu ve düşünce yetisi gerektirir). Empirik gerçekliğin bilinmesi için hem algı hem de düşüncenin soyutlama yeteneği gereklidir.
Aristoteles Ruh Öğretisi:
Aristoteles ruh öğretisi Ruh Üzerine (Peri Psykhes) kitabında açıklanır. Ruh yaşam gücü ve yeteneği olan bedenin entelekheia’sıdır (bedenin ereksel nedeni, biçimsel yada ereksel neden). Tanrı evrenin ereksel nedeni, ruh da bedenin ereksel nedeni. Organik doğanın yaşam ilkesi.
Değişik ve çeşitli ruhsal yetiler ontolojik ve epistemolojik açıdan hıyerarşik bir yapıdadır. En altta bitkisel ruh vardır (özümseme ve üreme). Bir üst basamakta hayvanlar yer alır (duyumsama yetisi, bedenin hareket etmesi, yer değiştirme). Hayvanlar güvenlik, beslenme ve üreme etkinliklerini bu yetileri ile karşılar. Hayvanlarda ayrıca, içgüdü tarzında istekleri ve bellekleri de vardır. Hayvanların üstünde insan ruhu vardır, hayvanlardan farklı olarak akıl (nous) yetisine sahiptir. Akıl ontolojik ve epistemolojik açıdan tanrısal bir karakter taşır, bedenden bağımsız varlığa ve bilgi değerine sahip tek yetidir.
Bireysel ruh ölümlüdür, fakat akıl ile bireysel ve hayvansal var oluşun üzerine yükselen ruh, evrensel biçimlerin ayrımına varabilir. Akıl bedene ve ruha hükmeder, ruh bu güç ve egemenlik için tabula rasa (maddi zemin, potansiyel zemin)’ya ihtiyaç duyar.
Etkin akıl (bilfiil, aktif düşünen)
Edilgen akıl, zeka (gizil, potansiyel, bilkuvve).
Tanrı saf olarak tüm maddi varoluş sürecinden ayrı olduğu için belirlenime sahip değildir (gizil, potansiyel). Tanrı öncesiz, sonrasız etkin akıldır. İnsan sürekli etkin bilinç ve bilgelik halinde yaşayan varlık değildir. Tanrıya göre insanı epistemolojik açıdan aşağıda tutan bedensel varoluştur. Bedensel varoluş, aklın etkinliği için gerekli bir şart olsa da tanrısal etkinlik için engeldir.
Aristoteles varlık hıyerarşisi açısından idealist ve rasyonalist olsa da dünyanın tüm fenomenlerini bilme açısından algı ve aklı birlikte olumladığı için Platon’a göre daha ılımlıdır.
8. Hafta: Yeni Platonculuk ve Ortaçağ felsefesinde Bilgi Sorunu:
Ortaçağ felsefesi ve öncesindeki yeni Platoncu felsefede dinsel inanç ve motifler hakimdir. Yeni Platonculukta panteizm, Skolastik felsefede ise monoteizm etkileri vardır. İslam felsefesinde de tartışmalar akılsal düşünüş ve dinsel inanç arasındaki gerilimli ve hassas bir hat üzerinde yürümüştür.
Yeni Platonculuğun temsilcisi Plotinos, insanın akılsal düşünme ve bilme yetisini ontolojik ve epistomolojik açıdan aşkın bir tanrı ve “bir” düşüncesi ile sınırlayarak kendi sistemini kurmuştur.
Agustinus Patristik felsefe temsilcisi olarak, inanç ve vahiy sistemini akılsal düşünme ve bilginin üstünde görmüştür. Bilme yetisi inancın hizmetinde olmalıdır.
Skolastik felsefenin en önemli temsilcisi Thomas Aquinas felsefesi Katolik kilisesinin resmi öğretisi olacak kadar dine dayalıdır. İnsan ancak aklı ve düşünme yetisi ile dinsel inancı ve vahiy’i kavrayabilir.
Ortaçağ felsefesinde evrenseller-tümeller tartışması da dikkat çeker:
- Kavram realistleri: Evrensellerin bireysel şeylere aşkın gerçekliği
- Nominalistler: Asıl gerçekliği bireysel şeyler oluşturur, evrensel kavram ve terimler bireysel şeyleri sınıflandırmaya yarar.
İslam felsefesinde, Farabi, Gazali, İbn Sina akılsal düşünme yetisi ile dinsel inanç ve vahiy ilişkilerini tartışmıştır.
Antikçağdan sonra Din ve Felsefe:
Antikçağ mitoloji-felsefe ilişkisindeki gerilim ortaçağda da devam etmiştir (Tek tanrılı dinler-felsefe, hıristiyanlık-felsefe). Felsefenin hıristiyan teolojisi hizmetine sunulması felsefenin dinamik niteliğinden kaynaklanan sorunlara yol açmıştır. Ortaçağ hıristiyan teolojisine hizmet eden felsefe ağırlıklı olarak Platon ve Aristoteles felsefeleri tarafından belirlenmiştir.
Tektanrılı dinlerin metafizik anlayışı, Platon’un ontoloji ve epistemoloji tezleriyle paralellik taşır. Tek tanrılı dinlerdeki mutlak-kutsal-aşkın tanrı, Platondaki idealar dünyasını işaret eder (varolan duyulur gerçekliğe aşkın).
Ortaçağ felsefesi: Patristik, Skolastik, yeni Platonculuk (Aristoteles ve Platon).
Aristoteles’in Platona nazaran daha ılımlı ve sistematik yapısı Skolastik felsefeye daha uygundur.
Yeni Platonculuk ve Plotinos:
Plotinos’un felsefesinin özü, Platon, Aristoteles, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin dinsel öğretileri, Doğuya özgü mistik öğretilerdir. Platonda olduğu gibi düşünülür gerçeklik hem ontolojik hem de epistemolojik açıdan duyulur gerçeklikten üstündür. Düşünülür gerçekliğin de ötesinde tanrısal hakikat söz konusudur. Metafizik hıyerarşinin en tepesinde her şeyin başlangıcı olan “bir” vardır (Tanrı). Hem epistemolojik hem de ontolojik açıdan aşkınlık taşır, ne vardır ne de yok. “Bir” bütün ayrım ve nitelemeleri aşan “arı hiçlik”tir (Platon’da iyi ideası tüm ideaların ve var olan gerçekliğin üzerindedir). Platon’da dinsel ve mistik unsurlar akılsal düşünceyi sınırlamaz (rasyonalist).
Plotinos’a göre tanrısal hakikate sadece kendi varlık ve benliğinden vazgeçilerek ulaşılabilir (esrime). Bu mistik yaşantı batılılarda “extase” Osmanlılarda “Vecd” olarak tanımlanır (her türlü bilinçli yaşantı ve akılsal çıkarım yetersizdir).
Esrime (Vecd) her türlü dilsel ifade ve düşünmenin çaresiz ve yetersiz kaldığı durumdur. Tanrının hakikati episteme olmaktan çok, bireysel deneyim ve inancın ilgi alanı ve içeriğidir (insan aklının ve ona dayalı bilginin sınırlandırılması).
Patristik Felsefe:
Augustinos’a göre, hıristiyan dininin inançları ve kilisenin otoritesi insan düşüncesi ve bilgisinden önceliklidir (anlamak için inanıyorum). Her türlü yaşam ve bilgi Tanrıya yöneldiği ölçüde değer taşır. Yaratıcı tanrı kendisinin bilinmesi ve anlaşılması için akılı vermiştir.
“Anlamak için inanıyorum” ve “İnanmak için anlıyorum” anlayışlarının her ikisi de insanın bilişsel faaliyetini inancın hizmetine koşar ve bir aracı olarak görür. Anlamak için anlamak ve inançtan vaz geçmek söz konusu değildir.
Patristik ve Skolastik felsefede biçimlenmiş bu anlayışlar, anlamaya (felsefeye) hıristiyanlığın dogmalarının yanında yer açarlar. Din-felsefenin inanç-akılsal düşünce ilişkileri gerilimli olmuştur.
Augustinus’a göre insan tanrı olmadan bir hiçtir. Akılsal düşünmeyle tanrı anlaşılsabile bu yeterli değildir, tanrı karşısındaki acizlik ve yetersizlik kabul edilerek imanla tanrıya teslim olunmalıdır.
Platon ve Aristoteles’deki insan aklının ve düşüncesinin iyimser ve yüceltici yönleri bu dönemde (ortaçağ) geçerli değildir.
Antik Yunanda inanç ve akılsal bilgi ilişkileri, mitoloji ve felsefenin kopuşu ve birbirlerine paralel ilerlemesiyle dolayımlanmıştır. (dolayımlamak: aracılık etmek, “mediation”).
Skolastik Felsefe:
Ortaçağ hıristiyan felsefesi genel olarak dinsel hakikati ve inancı temellendirmeye çalışmıştır.
Skolastik felsefe akımının ilk önemli temsiilcisi John Scotus Eriggena, evrenseller ve tümeller tartışmasında, evrensellerin bireysel şeylere önsel olduğunu savunan kavram realistleri arasında yer alır (önsel=a priori). Bu önsel konum, ontolojik ve epistemolojik öz taşır.
Erigena, tanrıyı evrensellerin evrenseli, tüm ayrımların kendisinde olumsuzlandığı mutlak birlik olarak tanımlar. İnsan akıl ve düşüncesiyle tanrıyı kavrayamaz. Bu negatif teolojik yaklaşım, tanrının ne olduğu değil de ne olmadığına odaklanır.
Evrenseller tartışmasında realist olarak dikkat çeken Anselmus, sadece evrensellerin gerçek manada var olduklarını savunur, tanrı evrensel varlıktır. Tanrı daha iyisi ve kesiksizi düşünülemeyecek mükemmel varlıktır (Eksiksiz ve mükemmel olmayan bir varlık yoktur, o zaman tanrı vardır). Zihinde yer alan eksiksiz ve mükemmel varlıktan tanrı varlığına geçiş, epistemolojik düzlemden ontolojik düzleme geçiştir. Mükemmel ve eksiksiz varlık, gerçek olduğu düşünülen mükemmel ve eksiksiz tanrıdan kaynaklanır, çünkü maddi dünyanın sonlu ve eksikli varlıklarının gerçekliği böyle bir düşüncenin kaynağı olamaz.
Anselmus’un bu anlayışı; algının yanlızca empirik (içeriği dolaysızca algılama yetisi ile doldurulmuş) kavramların kaynağı olabileceği anlayışıdır. Ayrıca varlık bir nitelik ve yüklem olarak ancak mükemmel varlık düşüncesine zorunlu olarak aittir (düşünce ve tanımdan, gerçek varlığa geçiş). Ontolojik tanrı kanıtı, epistemolojik düzlemden ontolojik düzleme geçişin bir örneğidir (Anselmus: Ontolojik tanrı kanıtı). İdeal olan olması gerekene (reel) zemin oluşturur. Bu anlayış aynı zamanda inancın bilgiye önceliğidir.
Kavram realizmi: İdeal olan reel olanın zeminidir, evrensel olan bireysel olanın kaynağıdır. Evrensel tikelden önce gelir (universalia ante rem).
Kavram realizminin karşısında yer alan nominalizm (adcılık) ilk temsilcisi Roscellinus ve daha sonra Occam’lı William’dır. Roscellinus için evremsel kavramlar, şeyleri kategorize etmeye yarayan belirlenimler olarak yanlızca zihnimize özgü düşünce ve adlardır. Bu öznelliği aşan bir var oluşları yoktur (evrensel tikelden sonra gelir: universalia post rem).
Nominalizm, epistemolojik bağlamda asıl gerçekliğin algılardan geldiğini ve düşüncenin bu algılar üzerine şekillendiğini savunur, tikel ve bireysel olandan hareketle felsefe kurgular. Düşünce içeriğini oluşturan kavramları bu şekilde (algı dünyası) anlamlandırır. Platonik düşünce ters yüz edilmiştir. Nominalizm, yanlızca bireysel şeyleri gerçek olarak kabul ettiği için katollik klisesinin aşkın evrensel inancı ve hakikat kavramına uygun düşmediğinden teologlarca eleştirilmiştir.
9. Hafta: Descartes ve Modern Felsefede Bilgi Sorunu:
Descartes modern felsefenin öncüsü kabul edilir (Kartezyen felsefe, öznellik ve bireysellik). Açık seçik olanı kuşkulu olandan ayırma süreci olarak da tanımlanabilecek felsefi yöntem ve analiz süreci onun kuşkuculuğunu tanımlar. Kuşku ve analiz süreci ile düşünen öznenin dolaysız sezgisine ulaşır. İkinci olarak da yönteminin sentez bölümü vardır. Sentez yapan akıl yalın ve kuşku götürmez ilkeden hareketle sistemi kurgular, bu süreç içsel ve zorunlu akıl yürütmedir. Felsefi bilgi, dolaysız sezgiden Tanrı düşüncesine, buradan da dış dünyanın varlığına ulaşır.
Descartes’in akılsal düşünmenin dış otoritelere karşı mutlak özerkliği ve özgürlüğüne yaptığı vurgu onu modern felsefenin öncüsü yapmıştır. Gerçek ve hakiki bilgiye ancak akılsal düşünme yetisinin özgür kılınmasıyla ulaşılabilir.
Descartes ile birlikte düşünen özne (Cogito), insanı merkeze alan felsefi ilgiye yoğunlaştırır. Bu felsefi ilgi sayesinde epistemoloji klasik metafizik veya ontolojinin yerini almıştır.
Bilgi Felsefesinin Modern felsefe Disiplini Olarak Önemi:
Bilgi felsefesinin modern felsefede temel disiplin olması Descartes ile başlamıştır. Bunun en önemli sebebi ortaçağ felsefesindeki dogmatik metafizik ve skolastizme bir tepkidir. Skolastik felsefe insanın bilme yetisini dinsel inanışın emrine sunmaktaydı. Bu kısıtlamayla özgür ve gerçek bir epistemolojik sorgulama yapılamıyordu. Skolastik felsefe metafizik ve duyu üstü varlıklara dair akıl yürütmelerde bulunarak temelsiz çıkarımlar yapıyordu. Buna karşı modern felsefe bilgi konusunda şüpheci ve eleştireldir. Bu sayede epistemoloji, modern felsefe ile birlikte ön plana çıkar. Modern felsefe öncesinde metafizik ve ontoloji birincil durumdayken modern felsefe ile birlikte epistemoloji öne çıkmıştır.
Antik kültürün yeniden doğuşu olarak Rönesans, skolastik dönemde kilise ve teoloji güdümünde kalan felsefi düşüncenin canlanmasına zemin oluşturmuştur. Ayrıca reform hareketleri (Luther, Kalvin) de kilisenin kısıtlayıcı otoritesini zayıflatmıştır. Leonardo da Vinci, Machiavelli, Kopernikus, Galileo Galilei, Francis Bacon, Thomas Hobbes ve Newton Rönans dönemi bilim adamı ve düşünürleridir.
Descartes’ın Önemi:
Descartes ile birlikte, düşünce-varlık özdeşliği, düşünen öznenin dolaysız ve kuşku götürmez varlığı yeniden karşımıza çıkar. Antik felsefede Parmenides tarafından nesnel bir zeminden hareketle varlık-düşünce özdeşliği kurulmuştu, bu yüzden Descartes sonrası öznenin asıl ilke ve başlangıç alınması felsefenin modern dönemi olarak algılanmasına sebep olmuştur.
Modernizimin en dikkat çekici yanı öznellik ve bireysel olana değer vermesidir. Doğru, iyi ve güzelin ne olduğuna otorite veya gelenek değil aklını kullanan bireysel özne karar verecektir. Bu bireysellik ve öznellik aynı zamanda kapitalist ruha da uygundur.
Descartes’te düşünen öznenin varlığına tavizsiz bir kuşku sürecinden sonra ulaşılır. Öznellik kendi kuşku edinimiyle kendinden emin olacaktır. Bu kuşkulanma süreci düşünen bireysel özneyi özgürleştirmştir.
Descartes Yöntemi:
Akılsal düşünme, epistemolojik anlamda tarihsel birikim ve toplum çevresinden kopuşu gerektirir (epistemolojik kopuş). Pratik ve politik kopuş gereksiz ve tehlikelidir. Mevcut dinsel ve seküler iktidarla çatışmak uygun değildir. Bu anlamda Descartes, felsefe dışı otoritelere karşı temkinli davranmıştır.
Epistemolojik açıdan Descartes’in yönteminde kuşku doğru bilgiye ulaşmakta vazgeçilmez bir unsurdur. Ona göre en ufak kuşku taşıyan şey yanlış kabul edilmelidir. Böyle bir kuşkudan geriye herhangi bir şeyle karıştırılmayacak açık seçik bilgi kalır. Açıklık ve seçiklik kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin olmalıdır. Bu olumsuzlayıcı kuşku ilk başta algı içeriklerine yönelir.
Rasyonalist olarak Descartes, duyulur dünyanın gelip geçici değişken olduğunun farkındadır, algılar da zorunlu doğalara sahip değildir. Algılanan içerikler bize kuşkuya yer bırakmayacak açık seçik bilgi sunamaz. Ayrıca toplumsal birikim ve gelenekten gelen bilgilerden de kuşku duyulmalıdır. Sorgulanmadan gerçek ve sağlam bir zemine oturtulamaz. Bu açıdan, skolastik felsefe inancından çok farklı bir duruş sergiler.
“Anlamak için inanmak” yerine “anlamak için kuşkulanmak” koyar. Bu açıdan, dışsal ve aşkın gerçekliğe dayanan tüm akıl yürütme ve çıkarımlar da kuşku konusudur. Akılsal düşünüş açısından doğruluğu kanıtlanmamış hiçbir inanç felsefi düşünce için başlangıç olamaz. Aklın kendi iç işleyişine göre akıl yürütme ve çıkarımlarda yanılmak ve yanlış çıkarımlarda bulunmak deneyimlenmiştir.
Kuşkuya konu olan her belirlenim kesin bilginin içeriği olamayacağı için atılmalıdır. Kuşku sürecinin açık seçik ve kesin öznesi düşünen benlik kuşku içeriğinden ayrı varlık ve bilgiye ulaşabilir, doğru bilgiye ulaşmak için en güvenilir araç kuşkudur. Bu radikal kuşku sürecinde özne sadece kendi dolaysız varlığından emin olabilir. Özne gerçekten bir algıya sahip olduğundan emin olamaz, algı bir hayal, halüsinasyon veya yanılgı olabilir. Bu açıdan rasyonalist filozoflar Descartes gibi algıyı felsefi sistemin tözsel başlangıcı olarak kabul etmez. Algı bizi hep kuşku içinde bırakacaktır.
İnsan bilgisi algının dolaysız içerikleri ile yetinmez, zihin algıları işleyerek düşüncelere dönüştürür. Bilgi algıdan öte yargı ve akıl yürütmeyle dolayımlı olarak ortaya çıkar.
Matematik dahil tüm çıkarımlar ve akıl yürütme süreçleri kuşku konusudur. Sadece ilk öncüllerin doğruluğunda değil akıl yürütme sürecinde de hata yapılabilir. Akıl yrütme iki türden hata veya kuşku içerir:
- Temel, öncüller yanlış olabilir.
- Çıkarım sürecinin kendisi açık-seçik kesin öğelerin birbirlerine bağlantısı içsel ve zorunlu şekilde değildir.
Bu açıdan öncüller ve akıl yürütme süreci dikkat ve tekrarla denetlenmelidir.
Descartes’in epistemolojisi, doğru bilgi için özerklik ve akılsallığın yanında temkin ve özen de içerir. Bu açıdan skolastik felsefenin rasyonalizm ve idealizmine bir tepki oluşturur.
Descartes rasyonalizmi, düşünen öznenin mutlak özgürlüğü ile oluşan bilgi modelini işaret eder.
Modernist anlayış inancın bilgiye yönelişini dışlarken mutlak kuşku ve bilgisizlik durumunu da hedefelemez. Gelenek, otorite ve tarihsel birikime karşı devrimci kuşku ve kopuş hedefleyen modernist özne kendi bireyselliğinin açık seçik ve kesin sezgisine sahiptir. Yalnızca epistemolojik değil, aynı zamanda etik, politik ve estetik bir değer de taşır. Descartesin öznesi her şeyden kuşkulanır, düşünür ve var olur. Akılsal kuşku süreci ortaya çıkmış bilgi gibi görünse de düşünen öznenin dolaysız varlığına işaret eden sezgisel bilgidir. Felsefi sistematiğin başlangıç ilkesi olması gereken açık seçik ve kesin bilgi inanç, ön kabul ve varsayımı dışlayan sezgisel bir niteliğe sahiptir.
Descartes’in açık-seçik ve kesin olmayan her şeyden kuşkulanan bu yöntemi analitik bölüm olarak adlandırılır. Analiz ve çözümleme zihinsel birikimi en sade öğelerine ayrıştırmayı hedefler. Yöntemin birinci bölümü sentezdir ve varlık-bilgi sistemini akılsal düzlemde oluşturmayı hedefler. Düşünen öznenin dolaysız açık-seçik varlığı algı ve akıl yürütmenin dolayım ve karmaşıklığından arındırılmıştır. Felsefi sistemin üzerine inşa edileceği ilk ve kesin bilgi-ilkedir.
Descartes’e göre ruhumuzda bulunan ve doğuştan gelen bazı düşüncelerin de doğruluğunu kabul etmek gerekir. Bunlar Tanrı düşüncesi, matematiğin bazı aksiyomları ve mantığın kendiliğinden açık ilkeleridir (Burası önemli).
Tanrının varlığı:
Doğuştan sahip olunan tanrı düşüncesi düşünen özneyi kendi varlığının dolaysız sezgisi dışına çıkartır, tanrı düşüncesi solipsizmin (tekbencilik) sınırlarından kurtarır. Tanrı düşüncesi mutlak egoizmin ve narsizmin panzehiridir.
Tanrı vardır ve bizi, öznelliğimiz ve bireyselliğimizden kurtarır, dünyanın öznelliğimizin ötesinde bir nesnellik taşımasını sağlar. Bu nesnelliğin ilk belirtisi tanrı düşüncesinde aranmalıdır.
Tanrının varlığı iki farklı akıl yürütmede temellenir:
- Sonsuz mutlak varlık tanrı, sonlu bireysel öznelliğimizden kaynaklanmaz. Bireysel öznelliğin, sonsuz ve mutlak bir varlığa sahip olduğunun açık-seçik kesin bilgisi yoktur. Sonsuz varlık düşüncesinin kaynağı sonlu varlık olmayacağına göre sonsuz varlığın gerçekliği zorunludur.
- Ontolojik tanrı kanıtlaması. Tanrının var olması düşünülemez çünkü bu durumda tanrı mutlak ve sonsuz olamazdı.
Tanrı düşüncesinden hareketle, algıların içeriğini oluşturan maddi dünyanın varlığı da gerçektir. Ahlaki açıdan düşünüldüğünde mutlak ve eksiksiz olarak var olan tanrı sırf bizi yanıltmak için dış dünyayı yaratmamış ve nesnel gerçeklik sanısını dayatmış olamaz.
Tanrının varlığına dair bu akıl yürütmeler ve önkabullere dayanır. Algı dünyasından mutlak ve sonsuz düşünceler algı dünyasından çıkarılamaycağına göre aşkın bir varlıktan kaynaklanır. Bu açıdan gerçek bir dualizmi temellendirme çabasındadır.
Descartes için tanrı mutlak ve sonsuz tözdür, diğer tüm tözler tanrı tarafından yaratılmış ikinci tözlerdir. İki tür yaratılmış töz vardır:
- Ruhsal tözler (düşünen)
- Cisimsel tözler (uzamsal)
Bu tözler birbirlerine indirgenemez tanrısal iradeyle paralel işleyişe sahiptirler.
10. Hafta: Kıta Akılcılığı, Spinoza ve Leibniz:
Descartes dualizminin ruh ve beden arasında getirdiği mutlak ayrımın yol açtığı epistemolojik ve ontolojik sorunları Arnold Geulincx ve Nicolas Malebranch çözmeye çalışmıştır. Bu iki tözün ilişkilerini tanrı aracılığıyla kurduğunu savunmuşlardır. Blaise Pascal ise, insan bilgisini sınırlayarak ruhun ölümsüzlüğüve tanrı varlığının insan bilinci açısından aşkın doğasına vurgu yapar, Tanrıya inanmak bilgi sorunundan çok tercih meselesidir.
Modern felsefenin Descartes sonrası iki önemli rasyonalisti Spinoza (rasyonalist-panteist) ve Leibniz’dir. Spinoza’ya göre tanrı kendi kendisinin nedeni sonsuz tözdür. Tanrı bilgisi çok yönlü bilimsel bilgiyle dolayımlı sezgisel bilgidir. Leibniz için, akılsal ve olgusal ayrım sadece insan zihni içindir, tanrı gerçekliği zorunlu ve ereksel bir düzenin parçası olarak görür.
Bir çok rasyonel filozof gibi Spinoza ve Leibniz için matematik gerçeklik büyük önem taşır. Spinoza geometrik bir modele dayalı olarak evreni tasarlar (Ethica). Leibniz ise metafiziği matematik gibi evrensel zorunlu bir bilim olarak kurgular ve evrensel bir dil, kalkülüs kurgulamaya çalışır.
Descartes Sonrası Felsefe:
Descartes sonrası felsefe artık Descartes ile dolayımlıdır, rasyonalist veya empiristler öznenin bilme sürecindeki rolünü epistemolojik soruşturmaların merkezine alır.
Rasyonalistler: Öznenin akılsal düşünme yetisine dayalı epistemoloji.
Empristler: Öznenin algılama yetisi üzerine dayalı epistemoloji.
Kartezyen problemler: Descartes dualizminden kaynaklanan sorunlar.
Arnold Geulincx ve Nicholas Malebranch, vesileciler olarak anılırlar. Descartes’de birbirine indirgenemez iki tözün (zihin-beden) birbirleriyle olan ilişkisinin tanrı (mutlak töz) vesilesiyle açıkladıkları için vesileciler olarak adlandırılmışlardır. Birbirine indirgenemeyen bu iki töz gerçek bir ilişkiye sahiptir, ancak bu ilişki akıl tarafından temellendirlemez, dışsal aşkın bir bağlantı vardır. Tanrı ruhtaki değişimlere koşut bedensel değişim, bedendeki değişimlere koşut ruhsal değişimler oluşturur.
Bu iki düşünüre göre Descartes’in ruh ve beden dualizmini duyulur gerçekliklerin ayrımı konusunda kuşkulu bulurlar ve düşünen öznenin aşkın tanrıyı bilemeyeceğini savunurlar (gizemci).
Pascal’ın gizemciliği kuşkuculuk üzerine şekillenir (ruhsal ve cisimsel şeylerin ereksel-mekanik nedenleri bilinemez). Ruhun ölümsüzlüğü ve tanrının varlığı bilinemeyeceğinden tanrının varlığına inanmak kişisel tercihtir. Bu tercih pratik ahlaki sonuçlar doğurur (tanrı varsa ve inanmıyorsak öbür dünyada çok şey kaybederiz, tanrı varsa ve inanıyorsak da kazanırız). İnanç, akılsal olarak kanıtlanmış bilgi üzerine değil de pratik yarar üzerine oturtulduğundan inanç ve bilgi birbirni temellendirmeyen ayrım içinde kalır.
Spinoza:
Spinoza Geometrik temelli bir rasyonalizme sahiptir. Tözü sonsuzluk olarak tanımlarken kurgusunu analitik zekayla yaptığından felsefesi gerilimlidir. Descartes’i izler ve tanrıyı mutlak sonsuz töz olarak tanımlar. Bu görüşünü geometrik olarak kanıtlamak istemiştir. Mutlak tözün dışında onu sınırlayacak ve nedeni olabilecek bir şey yoktur, herşey onda vardır ve onsuz hiçbir şey düşünülemez. Sonlu her şey bu mutlak töz ile bağlantılıdır (epistemoloji ve ontolojisinin temeli).
Spinoza panteist (tümtanrıcı’dır): Tanrı doğanın, sonsuz evrensel varoluşun bütünüdür. Tanrısal töz dışında nedenini kendisinden alan ve kendinde bilinecek varlık yoktur.
İnsan düşünce ve bilgisi hıyerarşik üç kategoride yer alır:
- Karışık deneyim (en alt basamakta yer alan duyumsama ve imgelem gücünden gelir, mantıksal düzen ve zorunlulukları yoktur, dolaysız duyum ve deneyiden kaynaklanır, bulanık düşüncelerdir)
- Bilimsel bilgi (Akıl tarafından temellendirilmiş açık bilgi, kendiliğinden açık aksiyom ve öncüllerden çıkar, zorunlu-genelgeçer doğrudur, açıkve kesindir)
- Sezgisel bilgi (duyu deneyiminden kaynaklanan bilgilerin, blimsel bilgiyle dolayımlanmasından kaynaklanır, tanrının yada doğanın özüne dair içgörü ve sezgi)
Spinoza’ya göre dneyimler beden üzerine etki eder, bu etkide zihin ve akıl etkili olmadığından nesnelere ait bilgilerimiz yetersiz ve karışık bilgilerdir. Bu bilgiler yetersiz olsa da pratik yaşam için önem taşır.
Bilimsel açıdan yeterince temellendirilmiş bilginin düşünce dışında temellendirmenin anlamı yoktur. Doğru düşünceye sahip olan onun doğruluğunu bilir (matematik ve fiziğin açık ve kesin temel ilkeleri). Örneğin mekan ve hareket duyulardan kaynaklanan bulanık düşünce değildir. Bireysel şeylerin derin bilgisi insanı tanrıya ulaştırdığı gibi, tanrı bilgisi de şeyleri kendi doğruluklarında anlamaya götürür.
Sezgisel bilgi epistemolojik olarak ve etik açısından en üst konumdadır, bilgeliği ifade eder.
Spinoza Ethica eserinde, tüm belirlenimleri tanrıdan geometrik olarak çıkarmak istemiştir. Tanrı dışındaki her şey sonludur ve var olmak için başkasının varlığına muhtaçtır. Tanrının varolma tarzının iki yüklemi ruh ve maddedir. Descartes’de düşünen ve uzamlı tözler Spinoza’da tanrı tözünün insan tarafından bilinen iki varolma tarzına indirgenmiştir. Descartes’de birbirine indirgenemez tözler Spinoza’da tanrının yüklemi olarak düşünülmüştür (kartezyen dualizminin yol açtığı epistemolojik sorunları aşmak için= Beden ve ruh aynı tözsel hakikatin iki farklı yüzü, yönüdür).
Leibniz:
Sonlu olanın tözselliğinin yarattığı çelişki Leibniz felsefesinin özünü oluşturur. Bu dünyadaki mekanik nedensellik sadece tanrının ereklerini gerçekleştirmek için vardır. İnsan için akıl doğruları, duyulur deneyime önseldir (a priori’dir). Akıl bilgileri doğuştan gelir. Nicel ilişkileri ifade etmek için kullanılan matematik mantıksal ilişkiler için de kullanılabilir. Mantık ve metafizik, matematik gibi zorunlu evrensel doğruları bildiren bilim olabilir. Bunun için akıl yürütmelerde farklı çağrışım ve hataları elimine edecek simgesel ve evrensel bir bulunmalıdır (dilsel kalkülüs gibi çalışacak).
Aklın doğruları zorunlu ve evrenseldir (5+5=10 gibi). Olgu doğruları ise olumsal ve ilinekseldir. Akıl doğruları için çelişki, olgu doğruları için yeterli neden ilkesi geçerlidir. Akıl doğruları çelikiyi dışlayan bir evrensellik içerir. Olgu doğruları için ise, yeterli neden ilkesine göre nedensiz bir şey olamaz (başka türlü değil de öyle olduğunu açıklayacak neden).
Varolan olgusal dünya tanrısal aklın yaratabileceği mümkün dünyaların en iyisidir. Bu da varolan tüm olgusal gerçeklikleri açıklayacak yeterli neden olduğunu gösterir.Tanrı evrendeki akılsal ve olgusal doğrulukların mutlak bir içgörü ve kavrayışına sahiptir.
Töz, özde maddi olmayan ruhsal ve tinsel bir kuvvettir (monad). Canlı ve tinsel olan bu tözlerin bileşimi yada çeşitli tarzda ilişkilerinin görünüşü olarak maddi şeyler varolur. Cisimsel doğa bu tözlere indirgenebilir (monad). En son gerçeklik olarak monadlar sonsuz sayıdadır.
Leibniz felsefesinde, sonlu ve dışa kapalı monadlar arasında bir ilişki olmadığından (her bir monad kendi içine kapalı bir birlik olarak sonluluğun mutlaklığınıa işaret eder) ontolojik ve epistemolojik açıdan evrensel bütünlük kavranamaz.
11. Hafta: İngiliz Emprizmi:
İngiliz emprizminin üç temsilcis: Berkeley, Hume ve Locke’dir (Her türden doğuştan gelen düşüncenin varlığını yadsırlar).
Locke: Algı içeriklerinden bağımsız maddi töz bilinemez.
Berkeley: Var olmak algılanmış olmaktır. Bireysel algıyı aşan nesnel gerçekliğin zemini tanrıdır (algılıyarak var eden, mutlak özne).
Hume: Dolaysız duyu izlenimlerini aşan maddi ve tinsel töz anlayışı temelsizdir. Bilgilerin kökeni, ardışık algı içerikleri ve benzerlikleri, zihnin algı içeriklerine yönelik çağrışım ve alışkanlıklarıdır.
Genel Olarak İngiliz Emprizmi:
İngiliz emprizmi, kavram realizmi ve temelsiz metafizik genellemelere epistemolojik bir tepkidir.
İngiliz Emprizmi, klasik felsefe ve metaizik geleneğe tepkidir, seküler ve kapitalist bir ruhla beslenen bu akım, insan bilgisinin temeli olarak insan algısını almıştır. Hatta Berkeley, mutlak bir özne ve töz olarak tanrı düşüncesini bile algılamanın birincil doğası üzerine anlamlandırmıştır.
İngiliz Emprizmi, duyulur dünyanın, deney dünyasının ve dolayısıyla insan algısının yeniden dirilişidir. Klasik metafiziği olumsuzlayarak yükselen duyulur dünya tekil ve sonlu içeriğiyle felsefe yapabilme sorusunu da beraberinde getirmiştir.
John Locke (1632-1704):
Epistemoloji odaklı temel eseri: İnsan Anlağı Üzerine Bir Deneme (Locke)
Bu eserinde, Descartes, Leibniz ve Spinoza’dan gelen “doğuştan düşünceler” eleştirilir.
Mantığın apaçık ve anlaşılır ilkeleri (özdeşlik, çelişki vb.) tanrı veya ahlaksal ilkelerle doğuştan gelmemiştir. Düşünceler deneyimle gelir dolayısıyla deneye önsel bilgi (a priori) ve düşünce yoktur.
İnsan zihni “tabula rasa” gibidir. Duyum içerikleri bu boş levhaya yazılır ve zihnin işlemleri ile bilgiye dönüşür. Varolan empirik gerçekliği önceleyecek evrensel düşünce yoktur. Bireysel ve tikel olgusallık düşünsel soyutlama ve evrensel nitelemenin zeminidir. Düşünsel soyutlama ve mantıksal işlemlerin temel mazemesi duyu deneyiminden kaynaklanır.
İç ve dış deneyimden bilgi oluşur. Dış deneyim duyu organlarının algıladığı dış gerçeklik deneyimidir (ısı, ses, renk, tat,sertlik vb.). İnsan anlağı bu dış deneyimlerden gelen duyulur nitelikleri düşünerek ikinci deneyim ve düşünceler sınıfını oluşturur bu da iç deneyimdir (algılama, kuşku, düşünme, inanma, bilme vb).
İç deneyime ilişkin düşüncelerin kökeni dış deneyimlerdir. Zihin içerikleri düşünce, fikir ya da ide’lerdir. Ancak bu da Hegel tarafından yapılan duyum, algı, tasarım, kavram gibi detaylı ayrımlar yanında çok sade ve basit kalmaktadır.
Locke bütün zihin içeriklerini düşünceler (ide’ler) olarak tanımlamakla birlikte, düşünceleri “yalın” ve “karmaşık” olarak ikiye ayrırmıştır.
Yalın düşünceler:
- Dolaysızca duyulardan kaynaklanan düşünceler (tat, renk, koku vb).
- İki yada daha fazla duyudan gelen düşünceler (mekan, zaman, hareket, şekil).
- Düşünce yetisi, iradeden gelen düşünceler (ayırt etme, anımsama, akıl yürütme, inanma, yargılama).
- Duyumsama ve düşünmeyi birlikte içeren düşünceler (birlik, varlık, haz, acı, güç)
Karmaşık düşünceler bu yalın düşüncelerin bir araya gelmesinden oluşur (Tanrı düşüncesi gibi). Bu durumda Tanrı düşüncesi duyulur gerçekliğe aşkın değildir, metafizik değildir (varlık, güç yada sonsuzluk düşüncelerinin bir araya gelmesiyle oluşur).
Karmaşık düşünceler:
- Anlığımızdan bağımsız tözlere bağlı düşünceler
- Farklı düşünceler arasındaki ilişki ve karşılaştırmalardan kaynaklanan düşünceler
- Tözlerin veya cisimlerin kendilerine dair düşünceler.
Gerçekliğin en son doğası bilinemez. Bu anlamda Locke, metafizik bilgi konusunda bilinemezcidir.
Locke’nin tutarlı bir empirist olmasının yanında duyu içeriklerini oluşturan niteliklerden bağımsız ve onların dayanağı olan bir töz düşüncesi bilinemez kalır. Bu aşamada Locke “Ding an sich” (Kant) düşüncesini önceler ve düşünülen-duyulan niteliklerden bağımsız “kendinde şey”in bilinemez olduğunu niteler.
Locke, tanrının sezgisel olarak bilinebileceğini söyler. Dünya bir nedenler zinciri ise, tanrının varlığı ilk ve tözsel nedenin varlığını zorunlu kılar.
Locke, zihin içeriğini oluşturan düşünceler ile zihinden bağımsız nesnel gerçeklik arasında ayrım yapar. Nesnelerin düşünce oluşturan nitelikleri ikiye ayrılır:
- Birincil nitelikler: Nensenin kendine ait nitelikleri (uzam, katılık, şekil, hareket, sayı vb). Daha çok dokunma duyusu.
- İkincil nitelikler: Bilen özne ile bilinen nesnenin bir araya gelmesiyle oluşan nitelikler (tat, renk, koku, ses vb). Tatma, koklama, görme duyuları (dokunma ve hissetmeden ayrı).
Locke, cisimsel ve maddi töz, nesnellik konusunda materyalist değil bilinmezcidir. Epistemolojik manada cisimsel tözün varlığının biinememsi ve tanrının varlığını (aşkın ve tinsel bir töz olarak) olumlaması Berkeley’in idealist ve spiritüalist felsefesine zemin olmuştur.
Locke göre bilgi türleri:
- Sezgisel
- Kanıtlayıcı (matematik ve geometrinin akıl yürütme ve çıkarımlara dayanan bilgisi)
- Duyusal (Bireysel nesnelerin algı ve gözleme dayanan bilgisi). Kesin değil olasıdır.
Duyulur gerçeklik alanı bir olanaklar ve olasılıklar dünyasıdır.
George Berkeley (1685-1753):
Berkeley’in radikal (köktenci) emprizmi varolmanın algılanmak olduğuna dayanır. Tüm deneyim algılamaktır. Empirist köktenciliği sadece epistemolojik açıdan değil ontolojik açıdan da dikkat çeker (her türlü maddi töz ve gerçekliği reddeder). Ontolojik olarak Berkeley idealisttir, sert nominalizm içerir (her türlü soyut ve evrensel düşünce gerçek değildir).
Berkeley kavram realizminden farklı bir karakterde idealizm ile öznellik düşüncesini modern dönem felsefesine kazandırmıştır. Buradaki özne empirik bir öznedir (algılayan).
NOT: İngiliz empiristler, duyum (sensation) ve algı (perception) arasında belirgin bir ayrıma gitmezler (Kant ve Hegel’in aksine).
Berkeley idealizmi, algılayan öznenin ontolojik olarak tözsel konumuyla biçimlenir.
Solipsizm: tekbencilik
Solipsizme indirgenmemesi için Berkeley, öznel idealizminde iki tür öznellik vardır:
- Tanrısal öznellik ve kişiliği
- İnsan öznelliği ve kişiliği
Algılayan öznenin bireysel varoluşu, tüm algısal gerçekliğin göreli ve sınırlı zeminidir. Varolan algılanmış olmayı gerektirir. Ancak insanın algısından bağımsız nesnelliğin olmadığı anlamı çıkartılamaz. Örneğin odadan çıktığımızda odadaki masa var olmaya devam eder, çünkü mutlak ve tinsel özne olan Tanrı sürekli ve kesintisiz olarak algılamaya devam eder.
Evrendeki tüm epistemolojik ve ontolojik düzen tanrısal keyfiyet ve iradeye bağımlıdır.
Varoluş algılama edimine göre iki tarzda gerçekleşir:
- Algılayan özne (etkin)
- Algılanan nesne (edilgin)
Nesnellik algılandığı sürece var olacağından öznellik olmadan var olamaz. Buradaki tekbenci (solipsizm) çelişki Tanrısal algı ve irade ile çözülür. Tanrısal irade sayesinde algılamadığımız nesneler de potansiyel olarak varlığını sürdürür. Tanrısal iradeden bağımsız nedensellik ve düzen yoktur, zorunlu ve genelgeçer yasalar Tanrının alışkanlıklarıdır.
David Hume (1711-1776):
Hume daha radikal bir yaklaşımla, sadece maddi değil tinsel tözü de yadsır. Hume tarafından tözsellik tamamen dışlanır ve sadece algı içeriklerinin gerçekliği kabul edilir. Bu aşamada Hume emprizmi tamamen “radikal kuşkuculuk” biçimini alır, öyle ki matematiğin empirik içerikten bağımsız doğruları ve emprik gerçekliğin dolaysız algısı dışında her şeye yöneliktir.
Hume için de her türden doğuştan düşünceye karşı çıkılır (empirizm). Duyulur içerikten arınmış soyut düşünceler doğru değildir. Berkeley’ci nominalizm (adcılık)’i de aşarak maddi, bireysel ve tinsel tözü dışlar. Metafizik bağlamda nihilisttir (yoksamacı). Aynı zamanda sadece duyu fenomenlerini kabul ettiği için fenomenalisttir.
Hume duyumsanan olguları aşan bir gerçekliği kabul etmediği için pozitivizm (olguculuk) fikir babası olarak da görülebilir (Alman İdealizminin yaratıcısı Kant için fikir babası sayılır).
Hume’un tözsellik düşüncesini yadsıması (materyalist ve idealist bakış açısıyla) günümüz post-modernizm açısından da önemli kılar.
Hume’e göre Berkeley’in evrensel varoluşu algılayan tanrısal algıdan hareketle insani ve tanrısal tinin yada ruhun tözsel varlığına ulaşılamaz. Bu algı ile kanıtlanamayacak metafizik
bir iddiadır. Fenemonlerle numenal gerçeklik açıklanamaz.
Numenal gerçeklik:
Hume ayrıca insan ruhuna ve öznelliğine özgü her türden duyu ve düşünceyi bağlayan özdeşliği de kabul etmez. Bir empirist olarak her türlü belirlenimin gerçekliğini duyu izlenimlerine bağladığı için kişisel özdeşlik onun için temelsizdir. Düşünen benliğin kendi kendisine özdeşliği yoktur ancak izlenim ve düşünceler zihinde üç çağrışım ilkesi ile birbirine bağlanır:
- Andırım ilkesi (hatırlatma)
- Bitişiklik ilkesi (yan yana duran nesnelerin birbirini düşündürmesi)
- Neden ve Teki ilkesi (ateş-yakma etkisi vb).
Nedensellik kategorisinin empirik ve epistemolojik olarak evrensel zorunlu bir kategori olduğu kanıtlanamaz.
Hume, izlenimlerin silik kopyaları olan düşüncelerin birbirleriyle olan ilişkilerini çeşitli kategorilerde inceler:
- Düşünceler arasındaki ilişkiler (Matematik önermeler, akıl yürütmeler, algısal deneye konu olmazlar ve kesin bilgidirler)
- Olgular arasındaki ilişkiler (Deneyimle gösterilmelidirler, empirik olgular olasıdır).
12. Hafta: Epistemolojide Yeni Dönem Kant:
Kant epistemoloji bağlamında bir dönüm noktasıdır, ona göre zihnimiz dış dünyaya göre değil dış dünya zihnimize göre şekillenir (transendental idealizm).
Algı içerikleri, duyarlılığın apriori formları ve anlama yetisinin transendental kategorileri yoluyla bilgiye dönüşür (bilen öznenin etkin rolü).
Salt aklın eleştirisi:
- Transendental Estetik: Uzay ve zaman (duyarlılığın a priori formları)
- Transendental Analitik: Kategoriler (düşünmenin zorunlu ve evrensel niteliği)
- Transendental Diyalektik: Metafizik düşünceler (emprik gerçekleiğe dayanmayan)
transendent: empirik gerçekliği aşan, aşkın
Transendent düşünceler gerçek bilgi değerine sahip değildir (evrensel zorunlu nitelik taşımazlar).
Kant bilgi felsefesi tartışmalarını felsefenin merkezine taşımıştır (bilginin ve deneyimin niteliği, sınırları). Kant’ın felsefesi pozitivizm, mantıkçı pozitivizm, pragmatizm (bilginin kökeni, sınırları, pratik değeri), fenomoloji ve varoluşçu felsefe (düşünen ve bilen özne) üzerinde etkili olmuştur. Alman idealizminde çok büyük yeri vardır.
Kant’ın Epistemolojik Devrimi:
Epistemoloji gerçek anlamda Kant ile birlikte ilk felsefe olmuştur. Zihnimizin dış dünyaya değil de dış dünyanın zihnimize göre şekillendiğini söylemesi epistemolojide devrim yaratmıştır. Bu görüş Hume’un radikal emprizmi ve kuşkuculuğuna (hiçbir zorunlu ve evrensel bilgiye erişilemez) karşı gelişmiştir. Kant kendisinden önce var olan temelsiz dogmatizm ve metafiziği (Skolastik Felsefe’de var olan) de aşmaya çalışmıştır.
Kant felsefesi eleştiri felsefesidir (üç ana kitabı):
- Salt Aklın Eleştirisi
- Pratik Aklın Eleştirisi
- Yargıgücünün Eleştirisi
Salt aklın Eleştrisi kitabında aslında bilginin kendisi eleştirilmiştir.
Klasik İngiliz empirizmine göre: Akılsallık, evrensellik ve zorunluluk epistemolojik açıdan başlangıç ve zemin olamaz. Rasyonel (akılsal) düşünce insanlık tarihi veya bireysel manada insanın yaşam deneyimine zamansal açıdan önsel bir gerçeklik oluşturamaz. Bu da insanın ruhsal gelişimine odaklanmadıklarını gösterir. Ancak doğuştan gelen idelere karşı çıkarak düşünmenin algısal deneyimle şekillendiğini düşünürler.
Kant da yukarıda açıklanan görüşlere paralel olarak bilginin deneyimle başladığını kabul eder ama bunun yanında, deneyim sadece algı içeriklerini değil zamana da işaret eder (deneyim süreçtir). Zaman (süreç) deneyimle birlikte işlev kazanan form ve kategorileri de harekete geçirir. Duyumsama ve düşünme yetisi deneye önsel (a priori) yapıdadır.
Transendental Estetik bölümü: Zaman ve uzay duyarlılığın a priori formlarıdır. Zaman ve uzay algı içeriği değildir ancak tüm algı içeriklerinin zorunlu ve evrensel biçimi olarak deneyimin önsel formudur.
Belirlenimi algılamak için duyarlılığın formları (uzay-zaman) kullanılmak zorundadır.
Transendental Analitik bölümü: Anlama yetisinde 12 adet a priori kategori vardır (üçerli guruplra ayrılmış):
- Birlik, çokluk, bütünlük (nicelik)
- Gerçeklik, olumsuzlama, sınırlama (nitelik)
- Töz, neden, karşılık (ilişki)
- Olanak, varlık, zorunluluk (kiplik)
Düşünmek ve bilmek için anlama yetisinin kategorileri kullanılmak zorundadır (nitelik, nicelik, ilişki, kiplik).
Form ve kategoriler duyumsanan içeriklerin algılanması ve düşünülmesi için zorunludurlar.
Form ve kategoriler doğrudan duyulur izlenime dayandırılamayacağı için epistemolojik değer taşır ve duyum içeriklerini anlaşılır kılarlar. Bu Kant’ın empirist kuşkuculuğa verdiği rasyonalist yanıttır.
Transendental ve Transendent:
Kant’ın aşırı kuşkuculuğa verdiği yanıt, rasyonalizm ve idealizminin transendental niteliğini de belirgin kılar. Kant için transendental ve transendent farklı kavramlardır.
Transendent: aşkın
Transendental: aşkınsal
Zihnin gerçekliğe önsel (a priori) kategori ve kavramlar epistemolojik açıdan empirik gerçekliğe aşkın kullanılamaz. (Görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür).
Zihnin a priori kategorilerinin duyu içeriklerine (empirik gerçeklik) aşkın kullanımı duyu içeriklerini görüsüz kavram (boş) olarak bilgi içeriği taşımamalarına neden olur.
Görüsüz kavramlar: Tanrı, ölümsüzlük, mutlak özgürlük.
Kant’a göre tanrı, dolaysız algı içeriği değildir, empirik gerçekliğe aşkın transendent bir düşüncedir. Teorik akıl bağlamında hiçbir bilgi değeri taşımaz.
Gerçek anlamda bilgi, kavram ve algı içeriklerinin düşünülür ve duyulur gerçekliğin birliğini, sentezini gerektirir (rasyonalizm ve empirizmin uzlaştırılması).
Anlama yetisine ait kategorilerin aşkınsal kullanımı (transendental) insan aklının meşru ve bilgi değeri taşıyan kullanımıdır.
Örneğin nedensellik tanrı düşüncesi gibi transendent (aşkın) değil transendental (aşkınsal) düşüncedir.
Nedensellik, çokluk, birlik, bütünlük, varlık (anlama yetileri) gibi kategoriler dolaysız algı içeriği değildir ancak algı içeriklerinin bilinmesi için zihnin gerek duyduğu zorunlu kategorilerdir (evrensel düşünce).
Kırmızı, sıcaklık gibi tikel algı içeriklerini düşünmek için empirik kategorilere evrensel ve zorunlu olarak ihtiyaç duyulmaz, ama nedensellik kategorisi deneye aşkınsal (transendental) bir kategoridir, epistemolojik olarak evrensel ve zorunlu kullanımı gerektirir.
Bilmek, bir şeyi nedeniyle bilmek ve nedenleriyle ilişkilendirmektir.
Analitik ve Diyalektik:
Transendental Estetik duyarlılığın a priori formlarını, Transendental Diyalektik ise anlama yetisinin kategorilerini ve empirik olmayan (spekülatif) kullanımını ele alır.
Anlama yetisi: anlık
Anlığın transendental kategorileri (nitelik, nicelik, ilişki, kiplik) empririk gerçekliği anlamlandırmak ve bilme açısından epistemolojik bir değer taşır.
Teorik akıl, algı içeriklerine dayanmayan soyut düşüncelerin bilgi değeri oluşturduğunu kabul etmez. Her türden spekülatif (empirik olmayan) felsefe ve klasik metafizik Kant tarafından olumsuzlanır.
Düşünce yada kavramlar üç sınıfa ayrılır:
- Empirik (empirik gerçekliğe uygun, her türlü algı içeriği, deneyime dayanan)
- Transendent (insan algısını aşan metafizik düşünceler)
- Transendental (emprik gerçekliğin bilgi içeriği olabimesi için zorunlu ve evrensel düşünce)
Analitik zeka: Anlama yetisi
Evrensel ve zorunlu düşünceler analitik zekanın (anlama yetisi) kategorileridir (birlik, bütünlük, varlık, nedensellik vb). Bunlar olmadan herhangi bir şey düşünülemez.
Transendent (aşkın) düşünceler, insan algısını aşan düşüncelerdir. Algı içerikleri ile doğrulukları ve gerçeklikleri kanıtlanamaz. Empiril gerçekliğe aşkın metafizik düşüncelerdir (ölümsüzlük, mutlak özgürlük, tanrı düşünceleri). Görüsüz kavramlardır (empirik içerik taşımaz).
Evrensel bütünlüğe ilişkin tutarlı ve anlamlı bir kavrayış için transendent (aşkın) düşüncelere ihtiyaç duyulur (algı deneyiminin, empirik gerçekliğin ötesi).
Bireysel ve tikel gerçekliğin ötesine yönelmek insan zihnini içinden çıkılmaz çelişkilere yol açar. Kant, metafiziğe yönelimle ortaya çıkan bu çelişki ve karşıtlıkları salt aklın çatışkıları (antinomileri) olarak tanımlar. Örneğin evrenin zaman ve uzay açısından bir başlangıcının olduğu veya olmadığı tez ve antitezlerinde epistemolojik açıdan geçerli bir kanıt sunulamaz. Aynı durum evrenin nedeni olabilecek mutlak ve zorunlu varlık için de geçerlidir. Bu tip metafizik tartışmalar gerçek bir bilgiye yol açmaz ancak yaşam deneyimi için pratik ve ahlaki değer taşır.
13. Hafta: Alman İdealizmi ve Hegel:
Alman idealizminde Kant’ın transendental idealizmi başlangıç alınmıştır. Takipçilerinin idealizm anlayışları:
FichteÖznel idealizm (Transendental ego)
SchellingNesnel idealizm (doğa ve tinin akılsal yapı ve işleyiş bağlamında özdeşliği)
Hegel Mutlak idealizm (düşünsel ve ideal olanın mutlak varlığı)
Ding an sich (kendinden şey): Düşünülebilir ama bilinemez kavram, solipsizm ve öznel idealizmden uzak tutulan sınır kavram işlevi.
Fichte’nin öznel idealizmi açısından felsefe, mutlak ve aşkın olan transendental egonun gerçekliği üzerine kurgulanmalıdır.
Schelling’in nesnel idealizmi açısından doğada bilinçsiz bir akılsal ve ideal yapı mevcuttur. Bu yapı insanın akılsal düşünmesiyle bilince kavuşur.
Doğa: Görülür ve bilinçsiz tin
Tin: Görülmez ve bilinçli doğa
Hegel (mutlak idealizm) aynı zamanda realisttir. İnsanın bilme yetisine sınır çizilemez. Doğru bilginin gerçek kaynağı insanın akılsal düşünme yetisidir.
Fichte’nin Özenl İdealizmi:
Düşünce ve bilgi tek bir ilkeden çıkar: Transendental ego.
Kant’a göre kendinden şey (ding an sich) düşünülür ama bilinemez, varlık epistomolojik açıdan kanıtlanamaz ve bilinemez.
Algı içerikleri oldukları gibi (kendinden şey: ding an sich) değil fenomenler olarak bilinebilir.
Hegel’e göre Kant’ın bilmek dediği şey aslında bilmemektir. Nesneleri oldukları gibi bilemeyiz çünkü, nesneleri öznelliğimize göründükleri şekliyle biliriz. Özne işin içinde olduğu sürece nesneler kendinde oldukları gibi bilinemez. Bu durumda gerçek ve hakiki bilgiden söz edilemez.
Bilinemeyen bir kendindeliğin bilinen belirlenimlerin nedeni olarak düşünülmesi kabul edilemez. Nesnellik düşünülebilir ve bilinen olandır.
Kendindelik ve aşkınlık öznellik bağlamında düşünülür bu yüzden nesnelliğin aşkınlığı olamaz.
Tam olarak bir düşünce içeriği, düşünen benlik ve öznelliğin transendental varlığıdır.
Transendental ego, anlama yetisinin a priori kategorilerinin taşıyıcısıdır.
Transendental ego (aşkınsal ben) bireysel ve tikel içerikten arınmış öznelliğin gerçekliğini gösterir.
Transendental ego, Fichte’nin ontolojik ve epistemolojik açıklamalarının temelinde yatar.
Hiçbir zaman algı, düşünce içeriği yada bilinç içeriği olmayan şey özne olarak öznenin kendisidir.
Fichte için söz konusu olan benlik ve öznellik tüm empirik içeriğinden ve bireyselliğinden arındırılmış transendental bir benlik ve öznelliktir.
İnsanın nasıl bir felsefe seçtiği kendi kişiliğine bağlıdır (insan aklının pratik yönelimi teorik yöneliminden önce gelir). İnsan kendi aklının otonom ve transandental yasa koyuculuğuna hem pratik hem de teorik düzlemde sahiptir. Doğa insanın otonom varlığı ve özgürlüğü için sadece bir araçtır.
Schelling’in Nesnel İdealizmi:
Schelling felsefesi ikili bir adlandırmaya tabi tutulur:
- Nesnel idealizm (doğa ve doğal varoluş)
- Özdeşlik felsefesi.
NesnellikÖznellik
Mekanik gerçeklikOrganik ve tinsel gerçeklik
Doğa tinin kendini gerçekleştirme zeminidir (görülür tin). İnsanın bilgisi, doğanın kendisine dair bilgisidir.
TinsellikAkılsal ve ideal olan
İnsanın bilgi edinme süreci: Doğanın akılsal yasası ve işleyişinin bilincine varmak.
Akılsal bir yapı ve öz taşımayan bir şey akılla kavranamaz. Akılsal ve ideal varoluş hem öznellik hemde nesnellik açısından söz konusudur.
Schelling’in Özdeşlik Felsefesi:
İnsan analitik bir akılsal düşünme yapısına sahiptir (özne-nesne, doğa-tin, fenomen-numune, zorunluluk-özgürlük, iyi-kötü ayrımı yapar). ancak özdeşlik felsefesine göre mutlak olan ayrım değil özdeşliktir.
Özdeşlik akıl yürütmeyle değil, entelektüela görü veya sezgiyle bilinebilir. Özdeşlik akıl yürütmeyi aşar (Parmenides’in kendi kendine özdeş varlık’ı ve Plotinos’un Bir’idir). Mistik öğelerle bezeli dinsellik sistemin zirvesindedir. Hegel bu anlayışı eleştirir (felsefe epistemolojik açıdan analitik ve sentetik zekadan vazgeçemez)
Hegel ve Bilginin fenomolojisi:
Hegel’ci Mutlak idealizm: Sonlunun hakiki bir varlığı yoktur.
Özdeşlik ayrım ve karşıtlık içermiyorsa soyut ve içeriksizdir, sadece dolaysız başlangıç açısından değer taşır. Felsefi düşünüşün amacı ise somut ve içerikli bir özdeşliktir.
Soyut özdeşlik, etik ve politik açıdan da sorun teşkil eder. Özdeşlik ve birlik adına ayrımların yadsınması, sistematik birlik ve özdeşliği ifade eden somut bütünü kavramamızı engeller.
Felsefi düşüncenin en büyük (birincil) özelliği, farklı belirlenmimlerin evrensel varoluşunun akılsal ve sistematik bütünlüğü içinde kavranmasıdır.
Mutlak doğruluk ve bilgiye ancak kavramsal düşünce ve akıl yürütme ile ulaşılablir.
Mutlak doğruluk, sistemli, yöntemli ve akılsal bütünlüktür.
İnsan bilinci, duyarlılıkltan başlayarak algı-akıl-tin-anlık’a doğru olan fenomolojik yolculuğunda kendi gerçeklik ve doğruluğunu kavrar.
İnsan anlama yetisinin kavramlarıyla, empirik dünyanın sonlu belirlenimlerini birbirine bağlayarak anlamaya çalışır.
Tin aklın doğru ve hakiki öz bilinci olarak ortaya çıkar, tin aklın kendisini asıl varlık ve doğruluk olarak kavramasını sağlar.
Hegel’de Mantık ve Ontoloji:
Hegel mantık biliminde felsefenin, soyut ve dolaysız başlangıcını ele alır.
Bireysel ve tikel gerçekliğin, sonlu belirlenimlerin doğru ve kalıcı varlığı yoktur.
Doğru ve kalıcı tarzda var olanlar düşünceler yada kavramlardır (mutlak idealizm). Kavramlar emprik gerçekliğe aşkın gerçeklik olmadıkları gibi soyut evrensel formlar da değildir.
Ezeli ve ebedi varlık düşünsel ve idealdır (Platon ile aynı fikirde). hegel, ayrımları ve farklılıkları yadsımayan bir özdeşlik anlayışına sahiptir. Düşünce ve varlık, her türlü karşıtlık, ayrım, çelişki ve oluşu içerir.
Hegel mantığında Herakleitos’cu diyalektik ve oluş fikri temel alınmıştır. Ayrımlar aynı zamanda özdeşliği gösterir.
Bir’in bir olarak varlığı çokluk olmadan düşünülemez. Düşünülür-duyulur olan ve ideal-empirik gerçekliğin doğrulukları özdeştir.
Hegel arı varlık düşüncesini başlangıç alır (varlık olarak varlık). Soyut ve evrensel varlık düşüncesinden hareketle mantıksal bir zorunlulukla temellendirilmiş bir diyalektik akıl yürütme süreciyle tüm kavramları açıklamaya çalışır.
Hegel’de Doğa ve Din:
Hegel’de mantık bilimi, tanrının evreni yaratmadan önceki hali olarak tanımlanır.
Hegel’de tanrı, reel bir varlık, empirik ve maddi gerçeklik değildir. Tanrı saf ve arı düşünce olarak mantıksal idea yada logos’tur, ezel-ebedi ve tözsel varlıktır.
Tanrısal ve tözsel varlıktan doğaya geçiş zaman-mekan içinde değil düşünsel ve mantıksal bir geçiştir.
Hegel’in tin felsefesi organik doğa üzerine biçimlenir, her bir öğe veya aşama bir sonrakinin zorunlu zeminidir.
Hegel, Mutlak Tin altında, insanın sanatsal, dinsel ve felsefi bilincini inceler.
14. Hafta: Hegel Sonrası Felsefede Bilgi Anlayışları:
Hegel sonrası sistematik ve spekülatif (kurgusal) felsefeye tepki olarak farklı felsefe akımları ortaya çıkmıştır (Marksizm, Pragmatizm, Pozitivizm, Postmodernizm)
Marksizm, insan bilgisini bilinçli faaliyetlerini ve emeğini (bedensel çalışma) üretim gücü ve ilişkileri kapsamında değerlendirmiştir.
Pozitivizm doğru bilginin kaynağını teolojik veya metafizik varsayımlara başvurmadan olgularla açıklar. Zaten Pozitivizm “olguculuk” olarak adlandırılır. Olgusal gerçekliğe aykırı olarak teolojik veya metafizik bir aşkın gerçeklikle düşünce ve bilgi oluşturmak yanılgı yaratır.
Pragmatizm için doğru bilginin kaynağı ve ölçütü günlük pratik yaşam açısından oluşturduğu olumlu etkiler ve sonuçlardır. Tüm teorik çabalar ancak pratik yaşama yönelik değer taşıdığında bilgi değeri taşır.
Postmodern felsefe ise aydınlanmacı felsefenin özne, nesne, sistem, doğruluk ve evrensellik gibi kavramlarına eleştirel bir yaklaşım gösterir. Aklın ve bilimin kime hizmet ettiğini değil niteliğini ve özünü sorgular.
Marksizm:
Hegel sonrası felsefe genel olarak Hegel’ci felsefeye bir tepki olarak gelişmiştir. Marksizm Hegel’in materyalizmi temel alan idealizmine politik bir eleştiri olarak ortaya çıkmıştır (modernist aydınlanmacı, sol görüşlü eleştiri).
Marksizm, akılsal düşünme ve deneysel araştırmayı temel alan devrimci yönelimi desteklemekle beraber, toplusal gerçekliğin sınıfsal doğasına ilgisiz kalmasını eleştirir ve ideolojik bulur.
Marksizm Marks ve Engels tarafından kurulmuştur. Onlara göre toplumsal gerçekliğin maddi olarak devam edebilmesi toplumun ekonomik üretim gücüdür. Üretim gücü toplumsal gerçekliğin alt yapısıdır. Toplumun üst yapısı ise politik, dini, hukuki, bilimsel ve felsefi ideolojik ve tinsel kurumlardır. Töz-ilinek ilişkisinde olduğu gibi toplumun alt yapısı üst yapısını belirler. Burada belirleyici olan üretim ilişkileridir.
Toplumsal açıdan ekonomik var oluş insanın kendine ve doğaya ait bilincini ve tinsel yaratımlarını biçimlendirir. Bilgi insanın toplumsal var oluşunun izdüşümüdür. Marksizm açısından sadece varolan gerçekliği dönüştüren ve değiştiren yöneliş nesnel ve bilimsel düşünüşün zemini olabilir.
Frankfurt okulu (Horkheimer ve Marcuse) sosyoloji ve felsefeyi harmanlayarak felsefeyi toplumsal ilişkilere çözüm getirme etkinliği olarak ele alır.
Pozitivizm ve Mantıkçı pozitivizm:
Pozitivizmin temel ilkesi görünür ve ölçülebilir olandır (Auguste Comte). İnsanın zihinsel gelişimi üç döneme ayrılır:
- Teolojik
- Metafizik
- Pozitif
İnsan bilinci tüm metafizik ve teolojik açıklamalardan arındırılmalıdır. Olgusal gerçeklik ölçülebilir ve algılanabilir gerçeklikle açıklanmalıdır.
Klasik pozitivizmin devamı sayılan mantıkçı pozitivizm temsilcileri: Moritz Schilk, Otto Neurath, Rudolph Carnap, Kurt Gödel, Hans Reichenbach, Alfred Jules Ayer ve Alfred Tarski’dir. Felsefe, metafizikten arındırılarak pozitif bilimlerin gerçekliğe ilişkin önermelerinin mantıksal analizine indirgenmelidir. Gözlenebilen olgulara dayalı bilimsel önermeler dışında tüm felsefi akıl yürütmeler gerçek anlamdan yoksundur ve felsefi düşünüş konusu olamazlar.
Pragmatizm:
Bir düşüncenin bilgi değeri ancak pratik değeri ile ölçülebilir. Bu açıklama liberal demokrasi ile de uyumludur. Bu açıdan pragmatizme göre, maksimum yarar ve toplumsal çoğunluğun ilgilerini gözetmek aynı zamanda toplumsal huzur ve refahı artırır. Pragmatist filozoflar William James ve John Dewey’dir.
İnsan düşünce ve bilgisinin bütün işlevi eylem alışkanlıkları üretmektir. Düşüncelerin sadece pratik sonuçları açısından epistemolojik değeri vardır. Algı açısından etki ve değer taşımayan bir şey düşünce oluşturamaz. Doğruluğu belirleyen şey somut yaşam deneyimindeki anlamdır. Doğruluk, bireysel empirik ve pratik gerçeklikte zemin bulur.
Doğruluğun ve bilginin sonuç veren pratik bir değeri olmalıdır, tek ve mutlak doğru yoktur farklı doğruluklar vardır (James). Yanlış düşüncenin pratik değeri yoktur. Benzer şekilde dinsel düşünceler de pratik hayattaki değerleri ile ölçülür, tanrının varlığına inanma pratik yaşamda olumlu veya olumsuz sonuçlarına göre değerlendirilmelidir.
Dewey’in felsefesi “araçsallık” olarak da ifade edilebilir: İnsan bilgisi temelde pratik sorunları çözmeye yarar. Bilginin doğruluğu pratik yararları ile ölçülür.
Dewey’e göre Sorun çözme aşamaları:
- Sorunun belirleyici niteliklerini saptamak
- Sorunu, parçası olduğu bütün göz önüne alarak düşünmek
- Çözüme ilişkin ip uçları bulmak ve varsayım oluşturmak
- Varsayımların geçerliliğini geçmiş deneyimlere göre düşünmek
- Uygun varsayımları pratiğe dökmek ve sonuçlarını saptamak.
Postmodernizm:
Postmodernizm: Metafizik ve modernist anlatıların gözden düşmesi sonrası ortaya çıkan bir akımdır. kendi eksikliğinin sınırlarını bilir ve nesnelliği kendi özenlliğine indirgemeyen bir bilgi analayışına sahiptir.
Aydınlanmacı felsefenin ideallerini eleştirir. Başta gelen temsilcisi Nietzsche’dir (Akılsallık vurgusu ve ilerlemeci düşünce yanılgıdır).
Modern felsefede egemen olan iyimser ve akılsal bilgi anlayışına politik karşı çıkış Marksizm’den gelmiştir. Toplum sorunlarının çözümü için insan aklı ve yaşam deneyiminin kullanılması gerekir. Modern insan mitoloji ve dinden kaynaklanan inançlara başvurarak sorunlarını çözemez. Marksizm açısından sorun, insan aklıyla birlikte emeğini sömüren kapitalist üretim ilişkileri ve kapitalist toplumdur.
Postmodernizm asıl olarak II. Dünya Savaşının batı toplumunda yarattığı yıkımdan beslenmiştir.
Postmodern filozoflar, aklın ve bilimlerin özüne ve neliğine dair daha radikal (köktenci) bir eleştiri getirmişlerdir.
Postmodern filozoflar: Jean François Lyotard, Jacques Derrida, Jean Baudrillard, Gilles Deleuze, Paul Feyerabend, Michel Foucault, Richard Rotry.
Postmodern felsefe, modern ve aydınlanmacı felsefenin temel kavramlarına (özne, nesne, akıl, sistem, bilgi, doğruluk, birlik, bütünlük, evrensellik) eleştirel ve ironik bir yaklaşım sergilerler.
Merhaba arkadaşlar, paylaşacağım iyi haberlerim var. lütfen mutlu olmak için bana katıl. Az önce meşru bir uluslararası kredi kuruluşundan borç aldım. Onların iletişim şeklimi buydu. Bu forumdaki görevlerini ve e-postalarını gördüm (charlesharveyfinancecompany@gmail.com) Böylece hemen e-postayla gönderdiler ve e-postalarıma cevap verdiler. Dürüst olmak gerekirse, daha önce bir aldatmaca için para kaybetmemden dolayı çok korktum. Ancak 48 saatten az sürede, başvurduğum 370.000 ABD doları tutarındaki bir kredinin hesabıma aktarıldığına şaşırdım. Bütün süreç basitti. Şimdiye kadar, bunun doğru olduğuna hala inanmak zor. Bankamdan bir mesaj geldiğinde hayal ettiğimi sanıyordum. Artık kalbim neşe dolu. Tavsiyem, iş kurmak veya bir projeyi finanse etmek için meşru bir kredi almak için samimi bir dürtü arayan herkese basittir; bunları şimdi e-postayla göndermek ve hoş bir sürprizken şaşıracaksınız. Ve onlarla iletişime geçip onlardan kredi alırsanız, lütfen diğerlerinin de yararlanabilmesi için iyi haberleri yayın. bu, bir kez daha e-postayla var, charlesharveyfinancecompany@gmail.com
YanıtlaSilTeşekkürler.
Bana bir şey sormak istersen e-postam buradadır. aishasalam006@gmail.com