11 Ağustos 2015 Salı

Felsefenin Temel Kavramları-2 Özet

1. Hafta: Adalet ve Ahlak Kanıtı

Kavram:

Bir şeyin zihindeki tasavvuru, zihinde oluşturulan resim, var olan şey.

Maddi varlık: zaman-mekanda yer tutan, duyularla algılanan.
Manevi varlık maddi olmayan.
Terimkavramvarlık

Hayal tasavvurdur, kavramı tasavvur ettiği için hayali varlıklar için de kavramlar kullanılabilir.
Kelime aracı semboldür. Aslolan kavramlardır. Kavramlarla düşünürüz. Zihinde cümle kurmayız. Kelime-terim zihindeki düşünceleri aktarmak için kullanılır.

Maddi varlıklar-somut kavram
Maddi olmayan varlıklar-soyut kavramlar

Kavram zihin dışında var olanı temsil ediyorsa gerçek kavramdır.
Hayali varlıkları sembolize ediyorsa gerçek olmayan kavram.

Tek bir var olan-özel kavram
Sınıfı temsil eden kavram-genel kavram

Var olanın tamamını kapsayan kavram: Birincil kavram (Aristo: Cevher)
Var olanın bir halini-durumunu gösteren kavramlar: İkincil kavram (Nitelik, nicelik, görelik, nerede, ne zaman, iyelik, etki, edilgi)

Aşkın kavramlar: Allah, melek vb. (zaman-mekan dışı, manevi, soyut, gerçek kavram)
Matematiksel kavramlar. Zihindeki formu ifade eder, yazılıp somutlaştırılabilir. Somut ve gerçek kavramdır.

Aşkın kavramlarla diğer kavramlar arasındaki en büyük fark elde ediliş yöntemidir. Aşkın olmayan kavramlar duyu ile tecrübe edilerek elde edilir, zihin eseridir. Aşkın varlıklar tecrübe dışı varlıklara aittir, zihinsel olarak elde edilemez, ancak aşkın varlığın olması gerekir. Gerçekliklerinden (insani boyutta) bahsedilemez.

Kavram bir şeyin bilgisidir. Kavramlar arası bağ kurularak düşünce üretilir. Düşüncenin ürünü bilgidir. Bilgi aktarımı, kavramlar arası kurulan bağlar (kelime) ile düşünce aktarılır. Tek kelime ile bilgi aktarılmaz.

Bilgi hükümle aktarılır. Kavram var olan hakkındaki hükümler yığınıdır. Var olan tanındıkça (hükümler artar) bilgi artar ve bilgi aktarılabilir.

Kavramda değişmeyen tek şey (iletişim, bilgi aktarımı için kavramlarda değişmeyen unsurlar olmalıdır) seçiklik değişen ise açıklıktır. (Bir kavramın seçikliği diğer kavramın açıklığını koşullar: Seçiklik, var olanın diğer var olandan ayırt edebilmelidir). Açıklık, kavramın içeriğidir.

DİKKAT: Seçiklik değişmeyen; Açıklık değişendir.


Var olanı kavramada objektiflik olamaz (insan mutlak bilgiye sahip değildir).

İnsan var olanın bilgisine zaman içerisinde ulaşabilir. Diğer varlıklarla, nesnelerle ilişki kuararak tanımaya çalışır.

Kavram içeriklerinin değişken olması karşılıklı anlaşmayı güçleştirir. Aynı kelimeler ve aynı mantık kullanılsa bile her insan edindiği tecrübe-algı farkından dolayı zihinlerinde kavramları farklı oluşturur.

Kavram kazanılması:
- Var olanla direk temas ederek zihinde kavram oluşturulur.
- Dolaylı yollarla zihinde kavram oluşturulur (başkasından alınan eğitim, bilgi)

Kavramlar oluşturulurken zihnin tüm faaliyetleri kullanılır (algı, hayal, akıl, duygu, duyular). Bütün düşünce süreçleri kavramlar üzerinden gerçekleşir.

Adalet

Adalet: Değer, ilke ve erdemlerin gerçekleşme durumu; bireyin davranış ve eylemlerinin sonuçlarıyla karşılaşması.

Adalet: Kişiler arasındaki hak uyumunun bulunması, bireylerin çıkarları arasında hakka uygun denge oluşturulması.

Adalet-Toplumsal ve bireysel

Bireysel adalet: Adil olma ve adil davranma (adalet insan vicdanında yer alır)
Bireysel eylemin özelliği ve sonucundan gelen adalet: kural adaleti.
Bireysel eylemler adil veya adil değildir. Eylemler “mülkiyet haklarını koruyan, sahtekarlığı ve güç kullanımını yasaklayan genel kurallarla uyumlu” ise adildir.

Hayek:
Bireysel eylemlerde adalet, somut sonuçlarda değil eyleme rehberlik eden kurallarda aranır. Eylem sonucunun etkilediği taraflara sağladığı yarar/zarara göre değil kurallara uygun olup olmadığı adaleti belirler (Adil davranma kuralları): Özel mülkiyete saygı, mülkiyetin rıza ile el değiştirmesi, sözleşmelere uyulması, hile ve zora başvurulmaması vb.

Toplumsal adalet: Birey eylemleri değil, sosyal durum özelliği.
Kuralların uygulanmasındaki tarafsızlık ve tekdüzelik: Formel adalet.
Önceden belirlenmiş ahlaki ölçütlere ve ilkelere uygun düştüğü takdirede adil kabul edilen adalet: Sosyal adalet veya dağıtıcı adalet.

Sosyal adalet aşağıdaki kriterlere göre dağıtılır-verilir:
- Herkese ihtiyacına göre
- Herkese değerine göre
- Herkese hak ettiğine göre
- Herkese yaptığı anlaşmaya göre.

Adalet ahlaki olarak hem hakkaniyetli davranmak hem de doğrulukla ilgili bir erdemdir.
Hukukta adalet takip edilmesi ve hayata geçirilmesi gereken kurallar toplamıdır. Hukuk sistemi adalet sistemidir.

Ahlak ve hukuk felsefesinde adalet hakkaniyettir.

Bireylere hak ettiklerini veren sosyal düzen ilkesi olarak adalet, bireyin haklarını diğer bireyler ve devlete karşı korur.

Adalet: Ruhun farklı parçaları veya toplumun farklı sınıfları arasındaki ahenkli düzen (Platon-Devlet).

Aristoteles’e göre adalet “bölüştürücü” ve “denkleştirici” adalet olarak ikiye ayrılır.
Bölüştürücü adalet sınırlı kaynakları toplum bireylerine doğru dağıtılmasıdır (Eşitlere eşit davranmak).
Denkleştirici adalet, adaletsizliğin ıslah edilmesi ve düzeltilesidir (Hak ettiğini vermek).

Adaleti aramak, adalet peşinde koşmak, sosyal düzen ve istikrar aramaktır. Bu yüzden adalet ahlak felsefesinin yanında siyaset felsefesinde de önemlidir (Hume uzlaşmacılığı, Hobbes ve Locke’de toplum sözleşmesi, Rawls’ın sözleşmeciliği adaleti temellendirmenin değişik yollarıdır).

Siyasal isyanlar, savaşlar ve daha iyi bir düzen isteyen sosyal hareketler adalet düşüncesinden kaynaklanmıştır.

Adil ve ideal düzen: Mülkiyet hakları, bireylerin soyut haklarına tecavüz etmemesi, düzen temini için verilen cezalar, servetin eşit dağıtılması, inançların kabul edilmesi ve hoşgörü.

Toplumsal sözleşme modeli: Rawls’a göre, insanlar adaletin ilkeleri üzerinde tartışamadıkları için üzerinde anlaştıkları ortaklaşa bir adalet tanımı bulamazlar. Adil bir toplum konusunda karar verirken, bireyler bilgisiz olduğu için liberal bir çerçevede hemfikir olurlar. Bunlar da hoşgörü ve temel hakların yanısıra devletin en kötü durumdakilerin bile mutlak bir yoksulluk yaşamasını engelleyecek düzeyde refah devleti olmasıdır.

Bu görüş bireysel önyargılardan kurtulma olarak görülebilir. Gerçekçi olmamakla, bireyselliğin ve kültürün yok sayılmasıyla gerçekçi kabul edilmeyerek eleştirilmiştir (Siyasal tartışma, kendi deneyim ve kültürel beklentilerini bilen insanlar tarafından yapılabilir).

Muhafazakar duruş: Hayal ürünü platonik dünya yerine adalet ihtiyacının verilmesi ve tikel koşullara uygun hale gelmesinin gerekliliği. Bu durum göreceliliği geliştirir (bir toplumda adil olan başka bir kültürde adil olmayabilir). Adalet görecelidir, birkaç özelliği dışında “mutlak adalet” mümkün değildir. İnsanlar adalet konusunda öznel davranır.

Haklar teorisi: Her bireyin hakları vardır, ihlal edilemez. Adalet bu hakların korunmasıyla ilişkilidir. Hak ihlali orantılı olarak cezalandırılmalıdır (adalet=bozulan durumun telafisi). Hakların somut sınırlarını çizmek felsefi olarak zorluklar içerir. Hak kişiden kişiye farklı bir biçimde tanımlanmaz. Hak eşit biçimde herkese aittir.

Ahlak Kanıtı

Tanrının varlığını kanıtlayan kavramdır, tanrının varlığını ahlak yolu ile kanıtlamak ister.

Ahlak Kanıtı: Teizmi ve tanrının varlığını, insanın ahlaki deneyimlerinden ve değer duygusundan hareketle açıklamak ve tanrının varlığını ahlak yoluyla kanıtlamaktır.

İnsandaki manevi ve ahlaki gelişme tanrının varlığı sayesinde gerçekleşmiştir. İnsanın ahlaki ilerlemesi, ancak arkasındaki itici güç ve önündeki yüksek amaç olarak tanrının varlığı ile açıklanabilir.

Ahlak ve ahlaklılığı temin eden vicdan tanrının sesidir (Ödev, doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet tanrı iradesi). Ahlaklı davranma bağlayıcılığı tanrının ceza ve ödül’ünden gelir. Bu açıdan tanrının varlığını kabul etmek rasyoneldir. Tanrı kanıtında Ahlak argümanı ilk kez Kant tarafından ortaya atılmıştır.

Kant, tanrının varlığını bilgi konusu bilgi problemi yapan diğer tanrı kanıtlarını eleştirir. Kant tanrının varlığını ahlak yoluyla açıklar. En büyük zorluk ahlakın bağımsızlığını korumak ve ahlak ile inanç arasında bağ kurmaktır. İnsan ahlaklı bir varlıktır. İnsan ahlaklı olmak zorundadır. Ahlaklı olmak insanı mutlu kılar.

Kavram
Kavramın zihinde oluşumu
Zihinde oluşan kavramların aktarılması
Adaletin tanımları-hareket noktası
Adaletin toplumsal ve bireysel boyutları
Ahlak kanıtı diğer kanıtları bilgi temelli oldukları için eleştirir.

2. Hafta: Ahlak

Ahlak sadece felsefe değil dinlerin ve toplumun örflerinin bir alanıdır. Felsefede ahlak kavramının irdelenmesi, felsefenin doğa bilimlerinden hemen sonra insana yönelmesinin bir göstergesidir. Ahlak insan-insan ilişkisine ilişkin sosyal ve beşeri bilimlerin önemli bir kavramıdır.

Yunan felsefesinde, mitolojik düşünceden (çevresindeki varlıkları anlamak ister) bilimsel düşünceye geçiş vardır. Öncelikle insan korunmak amacıyla çevresindekileri anlamaya çalışmıştır.

İnsan-insan, insan-toplum, insan-tanrı ilişkileri ahlaka götürür.

Alak: mutlak iyi olduğu düşünülen veya belli bir yaşam anlayışının sonucu olarak ortaya çıkan kurallar bütünüdür. İnsanın kendisine rehber ettiği kurallar, iyi nitelikler ve kişiliğini ifade eden tutum/davranışlar (Davranış kuralları ahlakta önemlidir).

Ahlak görgü kuralı, hukuk yada din değildir. Hukukta yaptırımlar, yasalar, cezalar vardır. Ahlak ile hukuk tarafından yönlendirilen davranışlar birbirine benzer.

Her toplumun kendine özgü ahlak kuralları vardır. Bunlar yaşam biçimleri ve dini inanışları ile ilgilidir.

Ahlak hukuktan daha önce yer alan bir formdur.

Ahlak birey birey tarafından bağlayıcı görülen ve herkes tarafından benimsenmesi istenen davranış rehberidir(ahlakın hukuk kurallarına dönüşmesinde görülür). Sadece bir birey tarafından bağlayıcı rehber değil başka herkes tarafından da benimsenmesi istenen bir rehberdir.

Ahlak; örf, adet, din, yaşam ve çevre şartlarından etkilenir.

İslam felsefesi ve islam düşüncesi bakımından Ahlak:

Ahlak insanın iyi veya kötü olarak nitelendirilmesine sebep olan manevi nitelikleri, huyu ve kendi iradesi ile ortaya koyduğu davranışlar bütünüdür (bu konularla ilgili bilim dalı).

Ahlak: Tabiat, huy, seciye kelimelerinin (hulk, huluk) çoğul hali.

halk: fiziki yapı (yaratılış, halk etmek: yaratmak)
hulk: manevi yapı

adap: görgü kuralları, kibarlık, terbiyelilik, iyi davranış (edep).

Cahiliye döneminde ahlakta kabile gururu ve cesaret temel alınmıştır.

Cahiliye döneminde ahlak ifadesi yerine “mürüvvet” kullanılmıştır.

Cahiliye döneminde öbür dünya kavramı olmadığından bu dünyada zevk ve sefa hayatın gayesi sayılırdı (hedonist ahlak). Bu dönemde zalimlik ve zulum makbul sayılırdı. Kibir, gurur, şeref, öfke, korku uyandırma kabul edilen niteliklerdi.

İslam ahlakı:
- Kuran ve Sünnette ahlak
- Kelamda ahlak
- İslam felsefesinde ahlak
- Tasavvufi ahlak

İslamda ise insanın kendisi dışındaki varlıklara yönelttiği öfkeyi kendi nefsini terbiye etmek için kullanması öne çıkmıştır. Kabile soy sop anlayışı yerine allah saygı (takva), merhamet, dürüstlük, güven, sevgi, fedakarlık ve iyi niyet gelmiştir.

İslam ahlakının kaynağı kuran ve sünnettir. Kuran sistematik bir şekilde ahlak konuluarını ele almamıştır ancak nazari prensipler ve ameli kurallar getirmiştir. Ahlak ifadesi direk olarak kuranda geçmez bunun yerine iki yerde “huluk” kelimesi geçer; ahlak yerine daha çok “amel” ifadesi kullanılmıştır.

Allah insana kendi ruhundan üfleyerek onu en güzel bir tabiatta yaratmıştır bunun yanında bedenn topraktan yaratılması insanı çift kutuplu varlık yapar (iyilik ve kötülük aynı bedende).
Nefsini temiz tutan kurtuluşa erer. Kuranda yer alan ihtiyatlı iyimserlik islam ahlakının dini temelli olmasını sağlamıştır.

Kuran hükümlerine aykırı olmamak şartıyla, ana-baba, devlet gibi otoriteler de hüküm koyabilir ve itaat edilmelidir.

Haram-helal dışındaki şüpheli durumlarda vicdanın verdiği hüküme uyulmalıdır.

Faziletlerin faydaları, reziletlerin zararları. Ahlaki bozulma milletleri yıkmıştır, toplumdaki ahlaksızlık kişiyi sorumluluktan kurtarmaz.

Tercüme hareketi: Müslümanların farklı kültür çevreleriyle karşılaşmasıyla başlar. Dinden kaynaklanmayan bilgi ve görüşlerin diğer toplumlardan alınması, yaklaşık 200 yıl sürmüştür, ağırlıklı olarak hükümdar ailesi ve halife tarafından desteklenmiştir. İslam kültürünün oluşmasına büyük katkısı olmuştur (İslam dünyasında filolojik gelişimi gösterir). Bu hareket ahlak anlayışının oluşmasında yer almıştır.

İyilikten kaynaklanan sevinç ve kötü davranış sonrası pişmanlık kuran ve sünnete göre değerlidir (iİyiler cennete-kötüler cehenneme).

İyi ahlaklılığın temeli allahı sevmek onun hoşnutluğuna layık olmak (allah rızası). Bu dinamik yapı her insanı (bireyi) kapsayan uyumlu bir ahlak yapısıdır.

İnsanın yapmak zorunda olduğu iyilikler: farz, inanç sevgisi.

Çıkar kaygılarının ötesinde allah rızası için ahlaklı davranma: Pragmatik eğilimlerin ortadan kalkması, kategorik bir ahlak anlayışı.

Bütün hadis kitaplarında ahlak bölümü mevcuttur.

Peygamberin ahlakı bütün insanlık için en yüksek hayatt idealidir.

Günah ve sevap kavramları ahlak anlayışı içerisinde değerlendirilmelidir. Ahlaksal tartışmaların merkezinde ölümden sonraki ceza-mükafat sorunları yer almıştır.

Kelam ilminde ahlak problemleri kader meselesi ile ilgili insanların davranışlarını içerir.

Hayır allahtan, şer insanın kendinden gelir. Kader ve ahlak arasındaki ikilem (insanın kötü davranışları onun elinde değildir, kaderidir) dini ve ahlaki problemleri doğurur.

Ahlaki değerler konusundaki farklı kanaatler bilgi eksikliğinden kaynaklanır.

İrade hürriyeti sadece ahlaki şer’de söz konusudur, tabii şer’de allahın takdiri vardır (ahlak dünyası ile tabiat dünyasının ayrılması- Mu’tezile, Kant).

Ahlaki bilgiler doğruluğunu yaygınlığından alır (Gazzali, Eş’ari kelamcılar).

İnsan özgür olması sebebiyle sorumlu bir varlıktır. Ahlaksal yaklaşımda insanın özgür olması en önemli husustur.

İnsan iyi-kötü davranış arasında seçim yapma hürriyetine sahiptir ve bunun farkındadır dolayısıyla kader anlayışı insanın kötülükleri için mazeret teşkil etmez (Mâtürîdiyye mezhebi).

Tasavvuf’un kurucusu Hasan-ı Basri: İlk kez “zühd” (dünyadan yüz çevirme) kelimesini kullandı.

Sunni tasavvuf: Dini ve ahlaki hükümlere tam bağlılık (peygamber en yüksek ahlak örneğidir). Ahlaki faaliyetler ibadet kadar önemlidir. Ahlaklı davranmak ibadetin bir parçasıdır.

Tasavvuf, bir yaşam tarzıdır (Kuran’ın emirleri ve Peygamber davranışları doğrultusunda), hem düşünce hem de davranış olarak subjektiftir.

Tasavvufta ruh melek, nefis ise şeytan olarak tanımlanır. Nefse karşı savaş verilmelidir (iradeyi hür kılmak için). Hürriyet ahlakın gayesidir. Felsefe teorik, tasavvuf pratiktir: Filozof akıl, sufi irade ile yol alır ve sonunda hürriyete ulaşır.

İslam Felsefesi: Tam Manasıyla Farabi eserlerinde sistemli bir yapıya kavuşmuştur. Yunan felsefesi ve ahlak anlayışı ile islam inanç sistemi birlikte değerlendirilerek bir fikir oluşturulmuştur. Benzer durum ahlak anlayışında da görülür.

Ahlak (hulk, huluk): Nefiste yerleşik olan yatkınlıklar. İyi=Fazilet, Kötü=rezilet. Ahlakın temel vazifesi nefsi faziletli fiiller yapacak şekilde terbiye etmesi. (Ahlak, dogmatik bir yaklaşımla ele alınmıştır).

Felsefe---Nazari (bilgi); Ameli (faaliyetler). Her ikisi de aynı şahısta toplanması hakiki saadet.
 Ameli(Pratik) felsefe (hikmet) üçe ayrılır: Kişinin, ailenin ve devletin ahlakı (yönetimi).

Yunan filozofların ahlak konulu eserleri (Platon ve Aristo) arapçaya erken dönemde tercüme edilmiş ve Farabi, İbn Rüşd tarafından şerhler yazılmıştır (şerh: eleştiri).

Kuran, Galen’in ahlak konulu eseri (Fil-Ahlak) ve Teoloji (Esolocya- Plotinus’un Enneads’ı; ahlakın metafiziğe bağlanması ve mistik karakter kazanmasında etkili) islam felsefesinde etken olan eserlerdir.

Kındi hakiki manada ilk islam filozofudur.

Razi, Platon’a ağırlık vermekle birlikte Galen’den de etkilenmiştir. Öfke, kızgınlık, kıskançlık aç gözlülük vb. nefsi kötülüklerden kurtulmak için tıbbi yaklaşımlarda bulundu. Vahiy karşısında menfi düşündüğü için görüşlerini dini metinlerle takviye etmedi.

Psikolojiyi ahlâka, ahlâkı siyasete ve nihayet faal akıl vasıtasıyla siyaseti metafiziğe en tutarlı bir şekilde bağlayan Fârâbî’dir. O, öncelikle Eflâtun’un görüşleri ile Aristo’nunkileri, ikinci basamakta ise felsefenin görüşleri ile dinin görüşleri arasında bir telif ve terkibe gitmeye çalışmıştır.

Farabi ile İbn Sina arasında yer alan Amiri ahlak felsefesi için önemli bir kaynaktır.

Nazari seviyede gerçekleştirilen en elektik anlayış Resali tarafından getirilmiştir. Resâ’il’de İslâmî kaynakların yanı sıra Eski Yunan felsefesinin, Yeni Eflâtunculuğun, Pisagorculuğun, Hint felsefesinin. Yahudilik ve Hıristiyanlığın tesirleri açıkça görülmektedir.
Mükemmel insan:
Soy olarak: Doğu İranlı
Takva’da: Hıristiyan
Eğitimde: Babilli
İmanda: Arap
Sırlara vakıf olmada: Hintli
İlim ve hikmette: Yunanlı

Miskeveyh’in Tehzîbü’l-ahlâk isimli eseri: İslam dünyasındaki tüm ahlak kitapları için temel kabul edilir.

Gazzali---Mantık; Miskeveyh---Felsefi ahlak (Aristocu ahlak anlayışı, tarif ve tasnifleri Yunan’dan alan ahlak anlayışı).

İbn Rüşd daha çok nazari felsefe ile ilgilendi; Aristo’nun “Ahlak” ve Platon’un “Cumhuriyet” eserlerine şerh yazdı.

İslam filozoflarında meseleler:

Ahlak anlayışında psikoloji, din ve siyaset birbirinden ayrılamaz. İnsan nedir sorusu ahlak nedir sorusundan önce gelir (İnsan nereden gelir nereye gider sorusunun cevabı insan için neler değerlidir ve neleri yapması gerekir sorusunun cevabıdır, bu da ahlaki değerdir).

Kendi başına iyi olan yegane şey saadettir (saadetçi anlayış).

Gayeci: Teleolojist (iyi olana karar verince hangi gayeye yönelmek gerektiği bilinir)

Nefs ve nefsin güçleri:
- Nebati (beslenme, büyüme, üreme);
- Hayvani (hareket, idrak),
- İnsani (bilme ve yapma).

Düşünme ve bilme gücü: Heyülani seviye (idrak etme, meleke, akıl)-Müktesep seviye (fiil, kavrama)-Akıl ve faal akıl birleşmesi sonuçta bilgi ve nazari kemale erme.

Nefs üç güce sahiptir:
- Düşünme,
- Öfke (gazap)
- Arzu (şehvet).
Bu üç güç psikoloji ve ahlakın temelidir.

Faziletler: Hikmet, Şecaat, iffet ve adalet.
Hikmet düşünme gücünün faziletidir.
Şecaat gazap kuvvetinin islahı.
İffet arzunun konntrol edilmesi.
Adalet her gücün dengeli bir şekilde bulunması.

Faziletli olmak bir halin nefiste iyice yer etmesidir. Faziletli olmak ahlaklı olmaktır. Fazilet ifrat ve tefritin ortasındadır. İslam filozofları Yunan filozoflarından farklı olarak kuran faziletlerini temel almışlardır.

İyi üç guruba ayrılır: Kendiliğinden iyi, vasıta olarak iyi (servet gibi), hem vasıta hem de gaye olarak iyi (bilgi gibi).

Ebedi saadet ancak ölümden sonra gerçekleşir (nefsin bedenden ayrılması).

Nefis kemal açısından dörde ayrılır: Nazari ve ameli kemale sahip kamil ve münezzeh nefis; Kamil olup münezzeh olmayan nefis (bilgi var ancak ahlaki rezillik de var); Münezzeh olup kamil olmayan nefis; Her iki yönden de eksik nefisler.
(Münezzeh: nazari yönden).

Hazlar: Bedeni ve ahlaki hazlar olarak ikiye ayrılır.

Bedeni hazlar kötü değildir ancak gereğinden fazla yer vermek kötüdür. Hazları gaye edinmek kötülük getirir.

Arzu edilen hakkında bilgi edinmek ve tercih etmek irade hürriyetidir.

İrade hürriyeti varsa ahlak ikinci tabiattır.

İnsan toplum içinde yaşadığındanahlaki faziletler siyaset olmadan gerçekleşmez.

Hiçbir kültürün düşünürleri islam filozofları kadar ahlakı sosyal ve siyasi boyuıtta ele almamıştır.

İslam ahlak felsefesi ayrıca dostluk, ölüm korkusunu yenme, aşk gibi konularla da ilgilenmiştir.

Nefsin bekası, ibadetin kötülüklerin tedavisindeki etkisi, allaha iman etmenin nazari kemale ermedeki etkisi, bütünlük arzeden bir kişilik yapısı, adalete dayalı sosyal düzen, evrensellik, şükür etmek, sabır göstermek, gibi faziletlerle ilgili görüşler islam filozoflarının ahlak felsefesi alanına yapmış olduğu orjinal katkılardır.

3. Hafta: Akıl

Akıl tanımı 5 farklı gurupta açıklanabilir:

1- Akıl: İnsandaki soyutlama yapma, kavrama, bağıntı kurma, düşünme, benzerlikler ve farklılıkların bilincine varabilme yeteneği, sonuçlar çıkarma, kavram oluşturabilme yetisi (salt insana özgü olan). Akıl, sadece insan özgü olan bilgi edinme, doğru düşünme ve hüküm verme yeteneği (vahiy, iman, sezgi, duyum, deney ve algıdan farklı olarak).

2- Sezgisel akıl: Apaçık doğruları ya da soyut nesneleri doğrudan aracısız sezme yeteneği.

3- Tümevarımsal akıl: Öncüllerden sonuca giderek çıkarım yapma yeteneği.

4- Pratik akıl: Akıl gücünün bir parçası olarak eylemleri gerçekleştirmesi için gereken sebepleri, eylemlerin içinden çıktığı ilkeleri ve eylemlerin amaçlarını kavrama becerisi.

5- Dini açıdan akıl: Hak ile batılı, güzel ile çirkini ayırt eden ve bilginin esası olan ilahi güç.

Akıllı bir varlık olan insan akıl ve düşünme yeteneğinden dolayı sorumlu bir varlıktır.

Akıl içgüdünün karşısında yer alır ve insanın çıkarımlar yapmasını sağlar (doğru öncüllerden geçerli çıkarımlar yapabilmek).

Akıla zaman ve çağın şartlarına göre farklı misyonlar yüklenmiştir:
- İlkçağda varlığı bilmek;
- Ortaçağda inanca hizmet etmek;
- Modern dönemde bilimsel düşünceyi kurmak. Akıl bilimsel düşünme sonucunda parçalanmış bir biçimde anlaşılır olmuştur.

Akıl Yunanca “logos” kelimesinden türemiştir (saymayı bilme yetisi). Bu kapsamda;

Akıl: Dünyadaki çokluk ve çeşitliliği düzene sokan, varlığı ve var olanı kavramaya yönelik bir yetenektir (Yunanca ilkçağdaki  logos’a bağlı tanım). Çokluğun arkasındaki birliği bulabilmek.

Sokrates öncesi Yunan doğa filozofları: Varlığın temeli sadece akılla ortaya konabilir (çokluğun arkasında yatan birlik)

Platona göre akıl: Duyulardan gelen değişken-yanıltıcı doxa yada empirik bilginin karşısında yer alan doğru düşünce. İki tür akıl vardır; sezgisel akıl (ideaları doğrudan kavrayan) ve tartışmacı akıl (matematiksel kanıtlama).

Aristoteles’e göre akıl: Teorik ve pratik olarak ikiye ayrılır.
Teorik akıl: Etkin ve edilgin akıl olarak ikiye ayrılır. Etkin akıl formu duyu deneyinden soyutlayarak bilinç için açık hale getirir. Edilgin akıl, pasif akıldır; dalgılanan-duyumlanan nesnenin duyusal formunu algılar.

Ortaçağ düşüncesinde akıl: İnanca bağlanmıştır. Akıl yürütme, bir nesneden başka bir nesneye gitmektir (Skolastik filozof, Aquinalı Thomas). Gerçeğe ulaşan değil, mevcut bilgileri kullanan akıl.

İslam felsefeseine göre akıl: Vahiy ile dolayımsız olarak bildirilen hakikati,vahiyden bağımsız bir biçimde bilen; doğru-yanlış ayırmını yapan doğal bir ışıktır.

İslam dünyası ortaçağı ile batı dünyası ortaçağı arasında büyük fark vardır.

Modern dönemde akıl: İnançdan bağımsızdır. Bilimsel düşünce ve toplumsal düzeni kurma göreviv ardır. Dış gerçekliği bilmek değil düzenleyici ve kurucu güç. Descartes’e göre akıl tüm insanlarda eşittir. (Malebranche: Doğrunun ve bilginin ölçütü olan akla saygı duyulmalıdır. Leibniz: Akıl inançtan bağımsız ve özerktir, aklın gücünü hiçbir şey sarsamaz).

Kant’a göre akıl, bilginin sınırlarını aşmadan neyin bilinebilir olduğunu araştırmalı ve deneyime nasıl yapı kazandırıldığını araştırmakla yetinmeli ve a priori spekülasyonlara kalkışmamalıdır. Anlama yetisi a priori idelere ve kavramlara doğuştan sahiptir.

Hegel’e göre akıl: En yüksek bilme formu.

İslam Felsefesi ve İslam Düşüncesinde Akıl:

Akıl: İnsanı diğer canlılardan ayıran ve sorumlu kılan temyiz gücü, düşünme ve anlama melekesi. Varlığın hakikatini idrak eden, maddeye tesir eden (maddi olmayan) maddeyi soyut hale getiren, kıyas yapabilen güç. İnsanın doğru-yanlış ayrımını yapabilmesini sağlayan güç olup ahlaki, siyasi ve estetik değerleri belirler.

Kurana göre insanı insan yapan ve insanın yükümlülük-sorumluluk altına akıl alır.

Akıl, Kuran terminolojisinde bilgi edinmeye yarayan güç, elde edilen bilgi olarak tarif edilmiştir. Aklın bir görevi de ilahi hakikati anlamaktır (Allah ayetlerini akledesiniz).

Kalb, fuad ve el-bab: Akıl manasına da kullanılır (sezme, anlama, kavrama gücü).

İslam Felsefesinde Akıl:

Yunanca “nous” (Anaksagoras), Latince “ratio” ve “intellectus” karşılığıdır. Akıl evrensel düşünceyi hedef aldığından duyu verileri ve kanaatlerden farklıdır.

Distcurtive akıl: Muhakeme ve ispata dayanan akıl.

Sezgici akıl: Muhakemeye gerek kalmadan bir hamlede özleri yakalayan akıl.

Pratik akıl (Aristo): Ahlak (aksiyon) ile ilgili bir teemmümdür(kavramdır).

Platinıus’a göre akıl: Nous ve logos’a tekabül eder, Tanrıdan çıkmıştır. İlk akıldan nefs (ruh) ve felek (tabiat) çıkar. Mutlak bir’den çıkan akıl kozmik varlığın teşekkülünde de temel olur.

Farabi ve İbn Sina (Meşşai filozoflar: Aristo geleneğini takip eden İslam Filozofları) yoktan var olmayı mantıkla açıklayamadıkları için kaynağını Platon’dan alan “kozmolojik akıllar nazariyesi” ile açıklamışlardır. Allahın birliğinden gelen bir akılda araz olarak çokluk vardır (gayri maddi ilk akıl).

(İlk akıl mümkün ve zorunludur). Bir olandan çokluk çıkmasını “felek” kavramıyla  olarak açıklanır.

İlk kez Aristo tarafından akıl aktif ve pasif olarak ikiye ayrılmıştır. Pasif akıl bedene bağlı ve ölümlüdür (idrak gücü). Aktif akıl ise bedenden önce vardır ve sonra da olacaktır, insan aklınının psikolojik fonksiyonlarını belirler. Aktif akıl pasif akıla etki ederek bilginin oluşmasını sağlar.

İskender Afrodisi (Aristo yorumcusu)’na göre akıl üçe ayrılır:
- Heyülani akıl (intellectus metarialis), potansiyel güç, duyulardan kavramları üretir, ölümlüdür
- Melek halindeki akıl (intellectus qui habet habitum), heyülani aklı fiile çevirir, bilgiyi oluşturur
- Faal akıl (intellectus agens), ölümsüzdür, insan nefsindeki ilahi cevherdir.

Kındi’ye göre akıl dörde ayrılır:
- Akledirlerin ve beşeri akılların ilkesi, aktif akıl, doğuştan var olan aklı aktif hale getirir (faal akıl)
- Güç halindeki akıl, aktif akıl etkisi ile bilgi üreti.
- Fiil halindeki akıl (müstefad akıl), varlığa ait formları kavram ve bilgiye dönüştürür.
- Beyani veya zahir akıl, müstefad akılın aktif halidir (düşünce üretir).

Farabi akıl kavramını tüm boyutlarıyla incelemiş ve Aristo eserlerinde çalışmıştır. Suje-obje (nesne-özne) arasındaki dört kademeli ilişkiden bilgi çıkar bu kademelerin her biri akıldır. Akıllar arasında hıyerarşik bir ilişki vardır. Faal akılla külli nefis birleşir.

İbn Sînâ. İslâm tefekkür tarihinde işrak düşüncesini ilk temellendiren, rasyonel psikolojiden irrasyonel psikolojiye (sezgi) yükselen bir filozoftur.

İbn Rüşde göre mahiyet fonksiyonları açısından farklılıklar gösteren akıllar nefsin farklı görünümleridir.

Kelam ilmine Göre Akıl:

Hakikatin bilinmesini sağlayan kaynaktır.
İnsanı diğer varlılardan ayırran nazari bilgilerin öğrenilmesini sağlayan güç.
İnsandaki anlama gücü ve zararlı şeylerden koruyan güç.
Kötü şeylerden alıkoyan ve iyiye yönelten güç.
Zaman içinde kazanılan ve insanın iradeli olarak davranmasını sağlayan bilgilerdir.
Varlıkların hakikatini bilme ve iyi-kötü ayrımı yapma gücü.

Şîa kelâmcılarına göre aklın en belirgin fonksiyonu nazariyatı idrak etmesidir. Önce kendi varlığını idrak eden akıl beş duyu vasıtasıy-la nesneleri, iç duyularla da mânaları kavrar.

Sunni kelamcılara göre akıl faydalı-zararlı ayrımı yapmak için insana doğuştan verilen bir tabiattır, varlığı sadece fiiller ile bilinebilir. Akıl nefsin bir fiili ve onun arazlarındandır.

Mâturîdîler aklı bilginin dışında olan, fakat bilgiyi meydana getiren ve maddî olmayan bir cevher olarak görmüşlerdir.

M. Hamdi Yazır da ruhî bir güç kabul ettiği aklı, “duyulardan hareketle duyular ötesini idrak eden veya duyularla elde edilemeyen bilgiyi bizzat keşfeden idrak aleti” diye tarif eder.
Kelamcıların çoğu akılı, insanda doğuştan mevcut olan ruhi bir güç olarak tanımlamışlardır (Allahın müdahalesiyle çalışan). Maddeden arındırılmış bir cevher, araz. Akıl mutlak bir bilgi kaynağıdır,

Bütün İslâm bilginleri aklı, insanın her türlü dinî emir ve yasaklara uymakla mükellef tutulmasının temel şartı olarak görmüşler ve akıldan yoksun bulunanlara hiçbir sorumluluğun yüklenemeyeceği görüşünde birleşmişlerdir. Ayrıca kelâmcılar, devrinin en akıllısı olmayı peygamberlerin temel vasıfları arasında saymışlardır.

Tasavvufa Göre Akıl:

Sufiler dünyadan uzaklaşıp ahirete yönelmeyi ve nefsin arzularını terketmeyi esas alıp dinin emir ve yasaklarına göre yaşamayı tercih ettikleri için akılı da bu şekilde tarif etmişlerdir.

Akıl imandan sonra en büyük nimet ve ahireti kazanmaya yarayan bir araçtır. akıl Allah’ın nimetlerini tanımayı ve ona şükretmeyi sağlayan, kötü duyguların baskısına rağmen dinin iyi olduğuna hükmettiği tutum ve davranışlara yönelten ve sonuçta âhiret mutluluğunu kazandıran bir melekedir.

Akıl kulluğun gereğini yerine getirmeye yarayan bir alettir. Akıl ilahi kelamı anlamaya yarayan bir alettir.

Akıl nefsani arzuların zıddıdır (hidayet).

Akıl bedendeki bir nur olup maddi değildir.

4. Hafta:

Analitik:

Analizle ilgili olan ve analizi yöntem olarak kullanan disiplinlerin genel adı. İlk kez Aristoteles tarafından kullanılmıştır (Birinci ve İkinci Analitikler kitabında kıyas ve kanıtlayıcı bilgi koşulları).

Aristoteles yargının unsurlarıyla ilgili olarak analitik ve kıyasın ikna gücü olarak da diyalektik olmak üzere mantığı iki unsura ayırmıştır. Bu ayrım en çok Alman idealizmi üzerinde etki yapmıştır.

Kant’a göre formel doğruluğun zorunlu kurallarını belirlemeye çalışan analitik bilginin formel yapısını açıklama çabasıdır.

Analitik Felsefe:

20 YY özellikle ABD’de etkin olan, dil üzerinde yoğunlaşarak olgulara en uygun mantıksal formu bulmak için cümle, kavram ve dilsel ifadeleri analiz eden felsefi akımdır. Daha çok Russel, Wittgenstein ve Moore’un çalışmalarında görülen bu akımda  felsefenin ne olması gerektiğine ilişkin bir yaklaşım vardır. Amaç konuşulan her şeyin daha anlamlı olması ve felsefi sorunlara çözüm amacıyla analiz edilmesidir.

Bu akımda, felsefe problemlerinin kesin çözümü analiz ile gerçekleşebilir (dilin mantıksal analizi). Felsefe gerçekliğin doğasına ilişkin iddialar ortaya koyamaz (analitik-sentetik ayrımı).

Analitik felsefe ifadesi genellikle Anglo-Amerikan felsefe geleneğini işaret etmekle birlikte, bazan spekülatif felsefe-analitik felsefe karşıtlığını ifade etmek için de kullanılmıştır.

Analitik filozoflar nesnelere dair kavrayışı derinleştirmek için analiz yöntemini kullanırlar.

Felsefi analiz yöntemi Sokratik dialektik kadar eskidir. 17-18 YY’da karmaşık düşüncelerin daha basit düşüncelere indirgenmesi için yapılan analiz açısındn öne çıkar. Kant açısından yargılar kavramlar ve idelerin önünde yer alır. Kant’a göre analitik yöntemler sentetik yapıların anlaşılmasında kullanımalıdır. Bu görüşü genişleten Alman idealistler 20 YY analitik felsefesini yaratmışlardır. Alman idealizmine tepki olarak analitik felsefe güçlenmiştir.

Analitik felsefe idealizme karşı çıkan İngiliz Moore ile başlar (idealizmin asli ilişkiler anlayışını reddederken, bireysel yargılar-önermeler ve kavramlara öncelik verir). Moor’a göre, önermeyi kavramlara ayıran analiz aynı zamanda olguyu öğelerine ayrırır (Principia Ethica).

Modern mantık analizlerini felsefi analizde kullanan Russell’da en önemli katkıyı yapan ikinci filozoftur (betimlemeler teorisi). Önermelerin analizinde mantıkteorisini kullanarak varlık ve özdeşlik problemlerine çözüm getirdiğini düşünür. Mantıksal analitik felsefe tek yöntemdir. Doğru analiz edilen her problem felsefi değil mantıksal bir problemdir. Russell mantıksal analitik yönteminin Frege tarafından ilk kez gündeme getirildiğini iddia eder.

Wittgenstein (Russel ile çalışmış, Frege’den etkilenmiş), Tractacus-Logico Philosophicus adlı eserinde, mantıksal olarak kusursuz bir dil tasarlamaya çalışmıştır. Dil şeylerin değil olguların toplamı olan dünya ile ilişkilidir (yeni bir mantıksal analitik yöntem). Dilsel karşılıklardaki yanılgılara bağlı olarak filozoflar gerçek problemlere karşılık bulamazlar. Dilin işleyişi tam olarak ortaya çıkarıldığında felsefedeki karışıklıkların önüne geçilebilir. Düşünceler mantıksal yönden açıklığa kavuşturulmalıdır. İkinci dönem felsefesinde ise, formel mantık yerine gündelik dil oyunları anlaşılmalıdır (Felsefi Soruşturmalar). Anlam, faaliyetleri düzenleyen ifadelerin kullanımıyla sosyal koşul altına alınmış anlaşmaladan doğar. İfadenin anlamını bilmek, adlandırmayı değil kişilerle ilişkide nasıl kullanıldığını bilmektir.

Amerikalı Quin de Wittgenstein gibi mantıksal deneyimciliğe itiraz etmiştir. Mantık inanç ağındaki bir unsurdur. Mantık dış dünya ile ilgili olduğundan analitik değildir, deneyimle düzenlenebileceğinden a priori olamaz.

Analitik felsefecilere göre, sorunlu ve kuşkulu önermeler mantığa indirgenerek çözülebilir.  Russell ve Whitehead matematiği mantığa indirgeyerek felsefenin diğer alanlarında da ilerleme kaydedilebileceğini düşünüyorlardı. Ancak matematik analizleri mantıksal olmayan önermelere bağımlıydı. Benzer şekilde dilin anlamının analizi de başarısız olmuştur. Felsefe indirgemeye tabi tutulamaz (muammalı alan).

Analitik felsefede, rasyonaliteye saygı, dogmatik kabuller ve metafizik karşısında kuşku, doğa bilimlerine uygun hassasiyet ve açıklık vardır.

A Priori:

Deneyden bağımsız ve tecrübeye dayanmayan (Latince).

A pirori kavramı felsefede, inançları, önermeleri, argümanları ve kavramları nitelemek için kullanılır. Deneyimden türetilmeyen, dünya ile ilgili düşüncelerde öncülün parçası (Kant).

A priori inanç, yargı veya önerme, deneyden bağımsız, içe bakışsal tecrübe veya duyumsal olarak karar verilen; deneyimden bağımsız olarak doğrulanabilendir. Matematik, metafizik ve mantıkta çok fazla a priori kabul vardır.

Akılyürütmede a priori bir argüman, öncüllerin her biri apriori kabul edilen tümdengelimsel argümandır. Tanrının varlığına ilişkin ortaya sunulan delil tanrı kavramı ondan türediği için a prioridir.

A Priori Bilgi:

Duyu deneyine başvurulmadan doğruca akıl ve aklın etkinliğinden gelen bilgidir, deneyimsel olmadığından evrensel olarak kesin ve doğru kabul edilir. Deneysel verilerden bağımsızdır. Rasyonalizmin, empirik yada a postreriori bilginin tam tersidir.

Empiristlerin bazıları a priori bilginin varlığını kabul ederken bazıları önemsiz bilgi olarak görür.

A priori bilgiyi kabul edenlere göre, bu tür önermelerin doğruluğunu öngören sezgiye sahbizdir. Dış dünyada tecrübe etmeden bilebiliriz, a priori bilgi yanlızca akılla bilinir ve duyu deneyiyle ölçülemez. Bu tip bilgi kabul edilmediğinde çelişki doğar, bu yüzden kesin doğrudur. A priori mümkün tüm dünyalarda (her zaman ve her yerde) geçerli ve doğrudur.

Aksiyom:

Kanıtlanamayan ama aynı zamanda çürütülemeyen, apaçık biçimde doğru kabul edilen önerme. Mantıksal sistemin tutarlılığından vazgeçilmesi durumunda inkar edilebilecek en temel ve zorunlu doğru. Başka önermelerden türetilmez, ancak kendisi başlangıç olabilir, kanıtlama sürecinin temelidir ancak kendisi kanıtlanamaz. Tutarlı ve kapsayıcı bir sistemin inşasında kullanılmalarıyla kanıtlanmaları arasında ilişki vardır.

Epistemolojik açıdan ise aksiyom, apaçık doğru, kesin, nesnel doğru önermedir. Aksiyom doğru kabul edildiğinde nesnel olgusu sezgisel olarak bilinir ve aracısız kavranır.

Aksiyomlar ispatlanmasalar da mantıksal ve matematiksel sistemin temelidirler. Bunlardan üretilen çıkarımların kullanıldığı sistemlere aksiyomatik sistem denir. Aksiyomlardan üretilen önermelere teorem denir.

Aksiyomatik sistemde, aksiyomlar ve teoremleri hıyerarşik yapıdadır ve bu ilişkiye bağlı olarak da tümdengelinimseldir.

Wolf ve Kant’a göre aksiyomlar;
- Kanıtlamaya ihtiyaç duymayan, ispatlanamaz önermeler
- Kendinden apaçıktırlar
- Sadece öznel değil nesnel olarak da kesindirler
- Deneyimden türemeseler de zaman zaman deneyime ihtiyaç duyarlar.

Algıcılık:

İnsan varlığının dış dünyayı doğrudan ve aracısız olarak algılayabileceğini düşünen akım. Algıcılık, dış dünyadaki nesnel gerçekliği tanıyan, insanlar tarafından göründüğü şekliyle değil de gerçekte oldukları şekilde algılandıklarını söyleyen akıma karşıdır (öznel idealizm). şekliyle

Algının sağlam ve güvenilir bir bilgi kaynağı olduğunu savunur. Algı doğrudan doğruya nesnenin kendilerini verir. Algısal yanılmalara düşüleceği için algının güvenilir bir kaynak olmayacağını savunan görüşlere karşıdır.

5. Hafta:

Alman İdealizmi:

Kant’la başlayan (18. YY), Hegel, Schelling ve Fichte ile devameden felsefe akımı. Kant’a göre gerçeklik fenomenler dünyası ve kendinde şey’ler olarak ikiye ayrılır. Kant, doğalcılığın içerdiği mekanizm, yazgıcılık, ateizm, egoizm ve hazcılığa karşıdır. Alman idealizmi ve bu filozoflar, akılla anlaşılabilir dünya ve özgürlüğü (ahlak yasasının işaret ettiği) referans almışlardır.

Gerçek dünya ide ve duyular üstü aklın dünyasıdır. Felsefe problemleri (bilgi, tecrübe, doğa, tarih) tinsel faaliyetle çözülebilir. Gerçeklik ancak aklın ışığında yorumlandığında anlaşılabilir. Metafiziğin problemleri bilgi teorisi ile çözülebilir.

Felsefe temel ve mutlak bilimdir, olgulara ilikin empirik bilgi gerçek değildir, empirik bilimler bilim olamaz (Fichte, Schelling, Hegel).

Alman idealizmi, Almanya’da felsefe anlamına bile kullanılmıştır. Kant ile başlar Hegel ile son bulur. Ancak N.Hartman’a göre başlangıç noktası Kant değil onun taratftarları ve karşıtlarıdır (Kant akıl eleştirisinden Hegel’in tin felsefesine ulaşılamaz). Alman idealizmi pek çok Alman filozofun düşünce dünyasının oluşmasında etkili olmuştur (Schopenhauer, Netzsche, Feuerbach, Marx ve Kierkegaard). Aynı zamanda Alman dünyasındaki şair ve edebiyatçılar da bu akımdan etkilenmiştir.

Alman idealizmi ile aynı dönemde ortaya çıkan, Beethoven ile başlayan ve her türlü materyalist vurguya karşı çıkan akım da idealizm olarak adlandırılmıştır. İdealizm kavramı aynı zamanda Almanyada aşırı milliyetçi söylemler için de kullanılmıştır (belirli idealler için kendini feda etmek).

Analoji:

İki şey arasındaki ortaklık yada karşılıklı ilişki, iki nesne; iki sistem veya iki teori arasında kurulan ve birbirlerine model olabildiği ilişki türü. Varolan şeyler arasındaki işlev benzerliğine işaret etme veya bu benzerlikten yola çıkarak bu iki şeyin başka alanlarda da benzer olabileceğini öne süren çıkarsama (sınıf benzerliği dışında).

Bir ifade, uygulama kapsamı açısından kullanıldığı şeylere bazı bakımdan benzer olan başka şeyleri de içine alıyorsa o ifade analojiktir.

Analoji, iki farklı şey arasındaki benzerliklerden hareket ederek birisi için dile getirilenlerin diğeri için de söz konusu olduğunu söylemektir.

Analoji, benzetme yoluyla sonuca gitmek zorunda olunan, astronomi, antropoloji ve psikoloji gibi bilimlerde sıkça kullanılan bir problem çözme yöntemidir. Ulaşılan sonuçlar deneysel olarak ispatlanmadıkça ihtimal olarak kalır.

Analojide kurulan ilişki muhakeme edilmelidir.

Analoji yapısal teorilerde benzerliğin kurulması ve anlaşılmasını sağlayan kurallarla ilgilidir.
Pragmatik teori analojiyi amacı doğrultusunda ele alır.

Analojiye dayalı argümanlar kesin sonuçlu olamaz (mutlak ve apaçık doğru olmayan, iki şey bazı bakımlardan benzerse diğer bazı bakımlardan da benzer olabilir çıkarımına dayandığı için).

Analojide genelleme yoktur, tikelden bir başka tikele gidilir. Deneyden çok gözleme dayalı astronomi, sosyoloji gibi bilimlerde çok sık başvurulan bir yöntemdir.

Teolojide analoji: Tanrı ile yarattıkları arasında benzerlik kurulur, daha sonra yaratılanların nitelik ve doğası incelenerek tanrının nitelikleri ve doğasına akıl yürütme ile erişilir.

Anlam:

- Bir şeyin gösterdiği yada dile getirdiği kavramlar bütünü.
- Dildeki göstergelerin ifade ettiği şey, kişiyi nesneye veya duruma gönderen ve sözcüklerle ifade edilen şey, mana.
- Kavram ve olayların işaret ettiği şey, açıklama, bir şeyin niçin o şekilde olduğunu gösteren neden.
- Bir nesnenin birey yada gurubun deneyimiyle ilişkili olan diğer tüm nesnelerle ilişkili olma durumu (kültürel, sosyolojik ve psikolojik açıdan).

Antropologlar bir kültürün anlam sistemini bilmeye çalışırlar (kültür-toplum). Sosyal psikologlar (birey) ise, olayın anlamını bilmek için olayın oluştuğu bağlamın tanınmasını düşünürler. Sosyologlarda anlam, toplumsal ilişkilerde kullanılan sembollerin toplum-birey için ne manaya geldiğidir.

Dil felsefesinde anlam: Düşüncelerin bütünü. Cümle veya bölünebilen cümle parçalarına ait ifadelerin duyurduğu veya yöneldiği şey. Bir sözcüğün anlamını bilmek onun kullanım kurallarını bilmek demektir (Semantik ve sentaktik kurallar).

Bir adın taşıyıcısı onun anlamı değildir. Terimlerin anlamları arasında (evrenseller, kavramlar) soyut varlıklar olabileceği gibi sadece zihin varlıkları (imajlar) da olabilir.

- Davranışçı anlam öğretisi: Anlam, semboller, sesler, jest ve mimiklerden türeyen davranışsal tepkilerle özdeşleşen dinleyen kişi üzerindeki etkiyle davranışçı anlam öğretisi.
- Deneyimci anlam öğretisi: Sözcükler gerçek anlamlarını somut deneyimlere yapılan gönderim ve referanslardan alır. Sözcüklerin uygulama ve kullanım kuralları deneyimden türetildiği zaman anlamlıdır.
- Gönderimsel anlam öğretisi: Sözcükler, gönderme yaptıkları şeyin, anlamlarını meydana getiren bir nesne olduğu durumda anlamlıdır..
- İletişimsel anlam teorisi: Anlam özel düşüncelerin iletilmesi için semboller kullanmaktan oluşur.
- İlişkisel anlam teorisi: Sözcükler dış dünyadaki bir şeye karşılık gelir.
- İşlemsel anlam teorisi: Sözcüğün anlamı, örnekler veya işlem ve faaliyetlerin toplamından ibarettir.
- Nedensel anlam teorisi: Bir sözcüğün anlamı, sözcüğün neden olduğu zihinsel haller veya sözcüğü ortaya çıkartan zihinsel hallerdir.
- Mütekabiliyete dayalı anlam teorisi: Sözcükler sembolik olarak dış dünyadaki bir şeyi temsil eder ve anlamını bu karşılılıktan alır.

Antik Felsefe:

Batı düşüncesi ve Avrupa felsefessinin hareket noktası olan, MÖ 500 ve MS 500 dönemini kapsayan Greko-Romen düşünürlerinin felsefe etkinlikleri. Thales ile başlar ve Simplikios gibi Yeni Platoncu düşünürler, Aristoteles yorumcularıyla son bulur. Antik felsefe, islam felsefesi (Farabi, İbn Sina, İbn, Rüşd) ve Doğu felsefesini (Buda, Konfiçyüs) içermez, ayrıca Augustinus ve John Saottus da antik felsefe dışında bırakılır.

Antik felsefe hem hıristiyan hemde İslam felsefesinin ortak kültürel mirasını ve Batı kültürünün manevi ve düşünsel temelini oluşturmuştur. Ortaçağ felsefesi ile aynı teolojik dünya görüşüne sahiptir.

Antik felsefe “Coğrafi ve kültürel” açıdan Helenik felsefe-Helenistik felsefe olarak sınıflandırılır:

Helenik Felsefe: Antik felsefenin ilk 300 yılıdır, antik felsefenin en parlak en yoğun ve en güçlüdönemidir. Dini ve mitolojik-poetik düşünüşten kopuş söz konusudur, doğal olaylar doğal nedenlerle açıklanır. Başka kültürlerle karışmamıştır, naiftir. Doğal çevresi kent devletidir. Bu dönemde kent devletinde etiko-politik sorulara cevap aranır. Etik ve politik konularla ilgilense de bütünüyle teorik ve rasyoneldir (evren her yönüyle anlaşılabilir).

Helenistik Felsefe: Helenik felsefeden sonraki 700 yıllık dilimi kapsar, Helenik felsefeyle tamamen karşıt özellikler içerir. Son dönemlerinde veya yeni Platoncu dönemlerde tekrar dine yaklaşılır (mistik yapı). Özellikle Roma ve kısmen doğu felsefesiyle karışmış, Yunana özgü olma özelliğini yitirmiştir. Siyasi ortamda imparatorluk vardır. Bu dönemde genişleyen imparatorluk dünyasında yanlızlaşan-yabancılaşan insanın problemlerini çözmeye çalışır. Neredeyse felsefenin tüm disiplinlerini bir kenara iterek sadece ahlak problemleriyle ilgilenen pratik bir felsefedir. Bazan gerçekliğin kavranamayacağını kabul eder (septik), bazan da aklı terkederek mistikleşen bir felsefe olarak görülür.

Antik felsefenin beş dönemi (filozofları), Presokratikler, Sokrates, Platon, Aristoteles, Aristoteles sonrası düşünürler olarak sıralanabilir.

Antik felsefe, elsefi düşünüşün ortaya çıkması, oluşumu ve gelişimi açısından yakınlıklar, çatışmalar, karşıtlıklar ve farklı yorumlar içerir. Filozoflara göre farklı ekol ve akımlar da görülür.

Antik felsefe döneminde, Yunan felsefesi ve Yunan biliminin yanında Roma felsefesi de ele alınır. Roma felsefesi Yunan felsefesine bağlı kalmış ve kısmen daha sönük gelişmiştir.

Antik felsefe “Tarihi akış” açısından Sokrates öncesi, Klasik felsefe, Helenistik dönem, Roma dönemi olarak sınıflandırılır.

Sokrates öncesi: Sokrates’e kadar olan tüm filozoflar. Tabiat felsefesi dönemidir.Evrenin ve doğanın ne olduğu, nasıl meydana geldiği, varlıkların nasıl meydana çıktığı incelenmiştir.

Klasik felsefe: Sokrates, Platon ve Aristoteles. Bu dönemde özellikle sofistler ve Sokrates ile birlikte insana yöneliş başlar. İnsan nedir sorusu etrafında sorrunlar üretilir ve çözümler tartışılır. Bilgi ve ahlak sorunları da bağımsız olarak tartışılmıştır. Felsefenin inceleme alanı doğadan insana kaymıştır, ainsanın hayatı, ahlak, mutluluk konuları da tartışılmıştır. Platon ve Aristoteles tabiatı da incelemiştir.

Helenistik dönem: Aristotelesin MÖ 322’de ölmesinden İsanın doğumuna kadar geçen dönem. Stoacılık, Epikürcülük ve şüphecilik (septisizm) akımları görülür. Ahlaklı ve erdemli hayat, insanın mutluluğu, sorunları ortaya konmuştur.

Roma dönemi: İsanın doğumundan 5.YY’a kadar geçen süre. Daha önceki dönemlerde ortaya konan sorunlar anlaşılmaya çalışılmış ve araştırılmıştır. Felsefe ile hıristiyanlık esasları uzlaştırılmaya çalışılmıştır.

Antik çağ felsefesinin başlangıç yeri olarak adlandırılan İyonya felsefesinde geniş anlamda kosmos, dar anlamda doğa incelenmiştir. Bu dönemde kosmos ve doğanın bütünlüğüne ulaşma çabasından ziyade, bütünlüğü açıklayacağı düşünülen tek bir madde aranmıştır (arkhe).

Milet okulunun üç filozofundan biri olan Thales bu maddenin “su” olduğunu öne sürmüştür (su varlıkta canlılığa sebep olur, herşeyde su vardır, herşey canlıdır: canlıcılık-Hylesoizm). Thales’e göre, dünya sonsuz suyun (okyanus) üzerinde durur, suyun dalgalanmasıyla depremler oluşur. Thales matematik, astronomi ve coğrafya alanlarında da araştırmalar yapmıştır (Heredot’a gör MÖ 585 yılındaki güneş tutulmasını bilmiştir).

Milet okulunun diğer filozofu Anaksimandros’a göre ana madde “a peiron”dur (bilinmeyen, sınırsız). Evrimi hatırlatacak şekilde hayatın denizde başladığını ve karada dönüşüm yaşandığını belirtir. A peiron’daki zıtlıklar varlık-yok oluşu belirler. İlk kez kara parçalarının haritasını yaptığı düşünülür.

Milet okulunun üçüncü filozofu, Anaksimenes’e göre arkhe (ilk madde) “hava”dır. Kosmos ile insan bedeni arasında karşılaştırma yapan Anaksimenes, bedenin yaşamasını hava’ya dayandırır. Ruhun varlığını da işaret etmiştir.

Milet okulu ana maddeyi ararken varlıkla oluşu açıklamamıştır. Oluş sorunu Herakleitos, Elea okulu filozofları ve Pythagorasçılar tarafından  tartışılmıştır. Herakleitos’a göre ana madde “ateş”tir, kosmosdaki hareket ve değişimle oluş’a bir açıklama getirmeye çalışmıştır; her şey değişir (akar) bunu da logos (akıl, yasa, ilke) düzenler.

Elea okulunun kurucusu Parmenides’e göre varlıkta hiçbir hareket, değişim veya oluş yoktur. Varlık birdir. Öğrencisi Zenon da değişim ve oluşumun olmayacağını (Herakleitos’un aksine) varlıkta değişim demenin var olanın yok olacağını kabul etmek olduğunu savunmuştur. Yok olandan varlık çıkmaz.

Elea okuluna mensup Ksenophanes, varlık anlayışı tek tanrının açıklanmasında kullanıldı. Elea okulunun “bir” varlık kavramı tek tanrı kavramına dönüştü.

Parmenides’in varlık kavramı ve mantıksal düşünme yöntemi, sonraki ve hatta yeni çağ filozoflarını etkilemiştir.

Pythagoras ve takipçileri kosmos ve kosmosdaki düzeni sayılarla açıkladırlar. Ruh göçü (reenkarnasyon) inanışına dayalı gizli bir topluluk olarak dışa kapalı bir örgütlenmeleri vardı.

MÖ 5.YY’da Yunan’lıların Persler tarafından yenilgiye uğratılmalarıyla Yunan halkı ve özellikle filozoflar Batıya (Güney İtalya, Sicilya, Makedonya) ve Kuzey Afrikaya göçmüştür. Felsefe ve bilim bu dönemden sonra İyonya’dan daha batıya (Atina ve Güney İtalya) kaymıştır.

Empedokles, İyonya felsefesi ve Elea okulu görüşlerini birleştirmiştir (ana madde ve nesnelerin hareket-oluşlarını açıklamak). Hava, su, ateş ve toprağı ana madde olarak görmüştür (dört unsur öğretisi). Her varlık bu dört unsurun değişik oranlarda birleşmesiyle oluşur, değişmezdir (Parmenides’in varlık öğretisi gibi). Dört unsurun birleşmesi-ayrılmasında sevgi-nefret rol oynar. Empedoklesin bu yaklaşımı Anaksagoras’ın “spermate” (zerrecik) kavramını ve nous kavramının gelişmesinde temel olacaktır. Anaksagoras’da zerreciklerin hareketi belli bir amaca yönelmiştir (evrende amaçlılık ilkesi-teolojik). Empedokles ve Anaksagoras’ın bu maddeyi temel alan açıklamaları Leukippos ve özellikle Demokritos tarafından daha da geliştirilerek “atom” öğretisi ortaya çıkartılmıştır. Atomlar “boş mekan” içerisinde sürekli hareket halindedir. İnsanın ruhu da atomlardan oluşur, uyku ve ölüm de atomların hareketine bağlıdır.

Kendilerine kadar gelen düşünceleri eleştiri süzgecinden geçiren sofistler de Antikçağ felsefesinde önemli adımlar atmışlardır. Öznenin yetenek ve gücü bağlamında, tümel gerçeklik mümkün değildir. Bilgi kaynağı duyulardır ve değişen şartlarda farklı bilgiler vermektedirler. Tümel gerçeklik yerine pratik bilgilerin peşinde koşulmalıdır. Sofistlerin temsilcisi Protagoras’a göre, her şeyin ölçüsü insandır (hakikat bireye göre izafidir, herhangi bir konuda kesin karar verilemez). Tanrıların varlığı yada yokluğu ispatlanamaz. Gorgias ise hiçbir şeyin var olmadığını, var olsa bile bilinemeyeceğini bilinse de aktarılamayacağını iddia etmiştir (şüphecilik ve agnostizim). Sofistler toplum, siyaset, hukuk, ahlak ve adalet alanında da eleştiri getirmişlerdir (Prodikos: din insanlarca pratik ihtiyaçları gidermek için ortaya konmuştur; Kritias: din ve ahlak kuralları yöneticilerce konmuştur; Thrasymakhaos: Hukuk ve adalet egemn güçler içindir; Kallikles: Güçsüzler kendilerini korumak için hukuk, adalet, ahlak’ı oluşturur). Sofistler doğal olan-doğal olmayan ayrımını getirerek pozitif hukuk temellerini atmışlardır.

Sofislerle birlikte insan ve insana ilişkin sorunlar felsefenin tartışma alanını oluşturmuştur. Toplum, din, ahlak alanında sofistleri yıkıcı olarak gören Sokrates, bütün insanların ortak ve tümel yetilere (akıl) sahip olduğunu öne sürer. Bilgi, ahlak ve iman gibi kavramlar tümeldir ve insanın özelliklerini içerir. Bunu ispatlamak için meşhur doğurtma yöntemini kullanır. Sokrates özellikle ahlak alanında düşünceler üretti. Akıl her insanda aynıysa ahlak kuralları da ortaktır. İyilik, güzellik, erdem insanlara ve topluma göre değişmez (kaynağı akıldır). Erdem mutluluğu sağlayan tek değerdir. Mutlu olmak ancak bilgiyle gerçekleşir (eudaimonist ahlak). Sokratesçi okullar: Kinikler okulu (Antisthenes), Kyrene okulu (Aristippos), Megara okulu (Eukleides).

Antik çağın ilk sistematik filozofu Sokrates’in öğrencisi Platon, idea kavramıyla felsefi sistemini kurdu. Gerçek varlık duyularla algılanamayan idealar dünyasıdır. Buradaki ideaların arketipinin gölgesi duyulur dünyada yer alır. İdealar sadece akılla kavranır, bir’liği, değişmezliği ve kalıcılığı temsil ederler (genel, tümel, külli). Tüm bilgilerin ve varlıkların kaynağı “iyi” ideasıdır, tanrıyla özdeş hatta tanrıdır. Platon’a göre, ruh idealar dünyasını tanır ve insan doğmadan önce vardır. Bilgi ruhun idealar dünyasından hatırladıklarıdır. Felsefenin görevi bu ideaları hatırlatmaktır. Ahlak felsefesi açısından Platon erdem ve mutluluk kavramlarını temel alır. Ahlak ve devlet sistemleri arasında ilişki kurar (ideal devlet, erdemli devlet). Devlette, halk, koruyucular ve yöneticiler arasında görev dağılımı yapılır. Platon devleti, eşitlik ve özgürlüğe ağırlık verilmiş totaliter bir yapıdadır. Platonun idealar kuramı, İskenderiye ve Plalinos aracılığıyla islam dünyasına ve Hıristiyan dünyasına da etki etmiştir.

Platonun Academia’sına karşılık Aristoteles’in Lykein (lise) okulu kurulmuştur. Platonun aksine Aristoteles’in felsefesinde, madde ve form kavramları önemli yer tutar. Duyularla algılanan nesneler dünyası ön plandadır. İdealar varlıkların içinde yer alan özlerdir (cevher). Öz tek tek varlıklardır. Form maddesiz olamaz, madde de var olmak için forma eihtiyaç duyar. Madde potansiyel olarak bulunur, form ise maddeye biçim kazandırır (mermer kütlesi kuvve halindedir, heykele dönüşünce fiil haline geçer). Hareket, değişme ve oluş dinamik bir şekilde gerçekleşir (dışarıdan gelen etki değil). Oluş; neden, formel neden, hareket ettirici neden, erek neden sayesinde ortaya çıkar. Hıyerarşik yapıda madde ve form mevcuttur. En üstte saf-mutlak form (tanrı), en altta ise formsuz ilk madde vardır (en üstteki mutlak madde Platon’un “iyi” ideasına benzer). Aristoteles bilgi teorisi de madde, öz, form bağlamında temellendirilir, bu yüzden de mantığı (kıyas) tümevarım metodunu kurmuştur. Tabiat felsefesi ise, madde-ruh ilişkisi ve madde-form kavramlarına dayanır. İdeal devlet yerine var olan devlet yapısını incelemiştir (en iyi devlet vatandaşlarını ahlaklı ve iyi yetişmiş kimseler olarak eğiten devlettir). Erdemli yaşamanın amacı mutluluktur ve akla uygun yaşanarak ulaşılır. Temel ilke orta yolu benimsemektir (aşırılıklardan açmak). Sanat taklit etmektir, sanatın amacı ahlakidir.

Aristoteles sonrası antik çağ felsefesi ahlak alanında yoğunlaşmıştır. Epikürcülük ve Stoa’cılık (ahlak felsefesi yorumları, yeni çağ rönesansa etki etmiştir). Aristoteles sonrası felsefede bilgi teorisi açısından Pyrhon ve Timon şüpheciliği önemli yer tutar.

Roma imparatorluğu döneminde, antikçağ filozofları ve görüşleri tanınmaya çalışılmış ancak yeni bir görüş ortaya sürülmemiştir. Bu dönemde daha çok retorik, politika ve ahlak konuları işlenmiştir.

6. Hafta:

Aşkın:

En yüksek, en üstün, en yüce olan, en yüksek niteliklere sahip bulunan varlık, deneyimle elde edilenin ötesinde olan, deneyimi aşan gerçeklik; normal, gündelik tecrübenin kavrayışını aşan, bilimsel açıklama düzeyinin daima ötesinde kalan varlık alanı için kullanılan sıfat.

Tanrı din felsefesi ve metafizik açısından aşkındır.
Aşkın ifadesinin karşıtı içkindir.
Panteizmdeki yanrı içkindir (evren-tanrı içiçe).

Aşkın bir varlık olan Tanrının özellikleri:
Mutlak, yetkin, sınırsız,e ksiksiz (skolastizm)
Kavranamaz (gizemcilik)
Doğadan ayrı (deizm)
Doğal insana yabancı (doğaüstücülük)

Aşkınlık:

Deneyim alanının ötesinde, içkinliğin karşıtı olma; gözlemlenen dünyanın üstünde ve ötesindee bulunma ve kalma hali.

Panteizm tanrısı içkin, teizmin tanrısı ise yaratıcı ve yaratılanın ötesindeki tanrısı aşkındır.

Aşkınlık aynı zamanda, görülen, bilinen, deneyimsel dünyanın ötesine geçerek aşkın bir dünyayla buluşmanın ruh haliyle yazılan eserleri nitelemek iin de kullanılır.

Felsefede daha çok dini düşünce akımlarında kullanılan aşkınlık ifadesi, tanrısal gücün dünya üzerindeki etkisinin ifadesinde de kullanılmıştır.

Aşkın düşünce, dünyaya dünya dışından bakabilme yetisi.

Aşkınlık aşırılık kavramını da vurgular, içkinlik,, ahiret inancına paralel gerçek dünya görüşüne zıt bir anlam niteliği taşır.

Aşkınlık, hiçbir şekilde duyularla algılanamayan gerçekliklerdir.

Var olmanın anlam karşılıklarında ve bu anlamları bilme-anlama süreçlerine ilişkin olarak felsefe geleneklerinde büyük ayrımlar vardır (Metafizik, Vahdet-i Vücud, Aquino, Nedensel var olma düşüncesi vb).

Platonda gerçek, kesin doğrulardan oluşan düşünce gerçekliği ve idealar dünyasının gerçekliği olarak ikiye ayrılır. Üçüncü bakış açısı da Kant’ın dışarıdan bakarak varlığı anlama çabalarıdır.

Doğa kanunları,sadece duyularla algılanabilen doğayı değil, duyular üstünün desonucudur. Aşkınlık kavramı ölümden sonraki hayatın sorgulanmasıyla ortaya çıkmıştır. Düşünceleri anlama şartı felsefede ikiye ayrılır: Tanrıya ulaşma amacı ve tek tanrıyı reddeden görüşler.

Antik felsefede insanın anlama ve bilmesini dünya ile sınırlandırmıştır. Bilginin sınırlarının çizilmesi Kant’ın bilgi kuramı ile başlamıştır.

Heideggerin varoluşçuluk felsefesinin özünü insanın dünyaya yalın olarak gelmesi oluşturur (kendi varlığını oluşturma sebebi).

Anlayan özne ile onun her türlü olası gerçekliğin sınırsız enginliği karşısındaki sonsuzluğuna yönelik öznevari, konusuz; her zihinsel bilme eylemi içinde geçerli olan ortak bilince aşkın deneyim denir.

Atomculuk:

Karmaşık fenomenlerin sabit ve değişmez parçacık yada birimlerin toplamı, fizik dünyanın ve maddi evrenin gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıklardan oluştuğunu savunan analitik bir öğreti ve görüştür.

Atomculuğa göre (bütünün nitelikleriyle parçaları açıklayan holizmin aksine) bütünün gözlemsel özellikleri bileşenlerinin özellik ve hareketleri ile açıklanır. Atomculuk realist (atomlar zihinsel ürün değildir) bir görüştür (atomların hareketi: mekanik evren).

Felsefei atomculuk ve bilimsel atomculuk olarak ikiye ayrılır.

Felsefi (metafiziksel) atomculuk: İlkçağda Luekippos ve Demokritos’a dayanır. Epikuros ve Lukretius tarafından da savunulmuştur. Gerçeklik atomlardan oluşmuştur. En küçük bölünemez parçacıklar olarak atomlar var olan her şeyin nihai ve en yüksek bileşenleridir. Atomlar büyüklük, şekil, katılık ve ağırlık gibi özelliklere sahiptir, ezeli ve ebedidir. İkincil nitelikleri duyu organları üzerindeki etkilerinden gelir.

Canlı ve cansız nesneler ve insan zihni atomlardan oluşur. Atomlar boşluk içinde hareket ederler, dolayısıyla boşluk da var olan bir gerçekliktir. Hareketin zaman içinde başlangıcı yoktur, hareket atomların temel özelliğidir. Atomların büyük olanları küçüklere çarpar, çarpma hareketi oluşumu doğurur (her şeyi oluşturur). Atomların çarpması ve düşmeleri mekanik zorunluluktur (raslantısal deği). 19.YY’da gelişen kimyasal atom kuramı, her kimyasal öğenin kendi atomu ve bileşiklerin de molekülleri olduğunu kabul eder.

Russel ve Wittgenstein tarafından mantıksal atomculuk olarak dilsel ve metafizik bir öğreti olarak öne sürülmüştür. Leibniz ise maddi atomları metafiziksel nokta-birim olarak monadlarla değiştirmiştir.

Madde atomlardan oluşur ve evrendeki gerçeklik atomdur. Atom Yunanca atomos (bölünemeyen, parçalanamayan) kelimesinden gelir.

Abdera okulu kurucusu Leukippos ve Demokritos’un atomcu görüşünün temelinde Empedokles ve Anaksagoras’ın nihai parçacık teorisine dayanır. Ancak atomculuğu en iyi işleyen Demokritostur. Atomcu filozoflar, Parmenides ve Elealıların duyuma dayalı varlık ile ilişkili madde kavramını açıklama çabasındadırlar.  Evrende var olan yok olmaz. Varlık yok olmaz, yokluktan varlık çıkmaz (Parmenides-Zenon).

Atomların sertliği onların gerçek olduğunu (dolu) gösterir. Atomların hareket ettiği boşluk gerçek değil hiç’tir. Evrendeki tek değişim atomların hareketidir. Atomların hareketinde amaç (tetos) vardır. Demokritos atomculuğu, mekanikçi bir evren görüşüne ulaşır.

Demokritos atomların niceliksel özellikleri olduğunu, Empedokles ve Anaksagoras ise niteliksel özellikleri olduğunu ileri sürer. Anaksagoras atomların parçalanacağını iddia eder.

Atomcular maddecidir (zorunlu, mekanik nedensellik ile hareket). Bu görüşte tanrı anlayışı yoktur. Atomcuların maddi olayan boşluğu (hiç) bir çelişkidir. Bu anlamda Demokritos dualisttir.

Aristotelse’İn felsefesi atomcuları unutturmuştur. Rönasanstan sonra müslüman filozoflar ve bilginler sayesinde yeniden hatırlanmıştır.

Pozitif bilimlerdeki gelişme ve felsefe-bilim sınırı sayesinde atomculuk bilimin sınırları içine alınmıştır.

Duyumların ruhsal atomlardan ve ruhsal olaylardan oluştuğunu savunan felsefeye “Psikolojik atomculuk” denir. Psikolojik atomculuk Bergseon ve James tarafından eleştirilmiştir.

Russel ve Wittgenstein tarafından mantıksal atomculuktan basedilmiştir (evren atomik gerçekler ve atomik cümlelerle ifade edilir).

İslam felsefesinde atomculuk 9YY’dan itibaren tartışılmıştır (Eş’ari, kelam çevreleri). İslam felsefesinde atomculuktan etkilenen filozoflar: Eş’ari, el İskafi, el Cübbai, Muammer, Hişam el Futvati, Abbad b.Süleyman. İslam kelamlarına göre de atomlar, hareket ve boşluk vardır.
Mu’tezililer yaratılışı evrensel bir nedensellikle (determinizm) açıklamıştır. Yaratma nedenler bütünü içinde gerçekleşir (madde alemini düzenleyen ikinci derece nedenler, temel nedenler, nedeler nedeni). Eşariler bu nedensellik ilkesini yeterlii bulmaz, maddenin bölünmezliği ile açıklarlar.

İslam filozoflarına göre, maddenin bölünmezliği aşkın (müteal) bir ilkenin (mebde) varlığını gerektirir.

Madde bölünebilmesi için kendi özünde belirlenim (determination:taayyün) taşımalıdır.

Maddenin varlıkta belirlenimi yaratıcı tanrı düşüncesini ispatlar.

İslam kelamcılarına göre atomlar fanidir (arazi), evren de fani varlıklar (arazlar) sınıfındadır. Atomlar yaratılır ve yok edilir, sınırlı ve sonludurlar, cevher değil arazdır (Demokritos’un aksine).

Modern fizik atom altı madde, elektron, çekirdek vb. gibi keşiflerle maddenin yapı taşı olarak atomları kabul etmez. Maddenin yapısı ve diğer modern keşifler atomculuğun felsfeden silinmeine neden olmuştur.

7. Hafta:

Aydınlanma:

Aydınlanma çağı, aydınlanma felsefesinin doğup geliştiği 18YY’dır (Akılcı düşünceyi, önyargılardan, varsayımlardan, ideolojilerden özgürleştirerek bilgiye yönelik yeni bir kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan 17-18YY dönemi).

Aydınlanmaya yol açan gelişme: Rönesans ve reform hareketi.

Aydınlanmanın ilk temsilcileri: Descartes, Leibniz.

Aydınlanma çağının önemli temsilcileri: Herder, Kant, Wolff (Almanya); Diderot, Helvetius, Montesquieu, Rousseau, Voltaire (Fransa); Hume, Locke, Paine (İngiltere).

Aydınlanma felsefeleri (18 YY Felsefesi), insanın kendi yaşamını düzenlemesi, düşüncenin ve toplumsal yaşamın köklü değişimine ilişkin fikirsel başlatıcısıdır.

Fransız devrimi(1789) ve modernleşme süreçleri kaynağını aydınlanma felsefesinde bulur.

Aydınlanma döneminde din ve tanrımerkezli toplumsal yapı yerini akıl merkezli yapıya bırakmıştır. Aklın aydınlattığı kesin doğrular ve bilginin ilerlemesine dayalı entelektüel kültür egemen olmalı ve sonsuz şekilde ilerlemelidir (ilerleme ideali, gelenekten kurtulma).

Rönesanstan itibaren, düşünce tarihsel ototritelerden kurtulmuş; bilgive yaşam hakkında akla ve deneyime dayanılmıştır (17 YY), rasyonalizm belirginleşerek aydınlanmanın temelini atmıştır. 18 YY rasyonalizm ve empirizmin güçlenmesiyle, teorik sorunlar aşılmaya çalışılmıştır. Bu yüzyılda, felsefe de aklın ışığında değerlendirilmiştir (felsefe yüzyılı).

Aydınlanma çağında, akıl kurucu ilke olarak alınarak toplumsal yaşam ve düşünüş şekillendirilmiştir. (Aklı kullanma cesareti: Kant).

Dinde yapılan reformlar ve dinsel düşünüşün geriletilmesiyle dinin egemenliği kaybolmuştur (modernite süreci).

Newton ve Kopernik’le gelişen evren-dünya kavrayışının felsefi düşüncesi ise Descartes ve Kant gibi düşünürlerce hazırlanmıştır. Aydınlanma sürecinin maddi temeli de sanayi devrimi ile atılmıştır.

Aydınlanma: 17YY ikinic yarısı-19YY ilk çeğreği arasındaki, aklın insan yaşamında mutlak yönetici olarak kabul eden, bilgi vasıtasıyla insan bilincinin aydınlatılmasını öngören, bilimsel keşif ve felsefi eleştiri çağıdır (toplumsal hareket).

Aydınlanma çağında düşünce ve ifade özgürlüğü, dinin eleştirilmesi, akıl ve bilime inanma, sosyal ilerleme, bireycilik öne çıkar. Temel laik fikirler modern toplumları ortaya çıkartmıştır.

Aydınlanma hareketi, Bacon, Hobbes ve Locke’nin empirizmi ile İngilterede başlamıştır. (Dinsel açıdan ise Toland ve Tindal’ın doğalcılığı).

Fransada aydınlanma daha çok, geçmişe, siyasi yapıya ve dinsel düzene karşı eleştiri getirmiştir. Saraydaki ahlaki çürüme felsefenin hareket noktası olmuştur. Descartes’in “açık ve seçik düşünceler” öğretisi ve Spinoza’nın din eleştirisi, aydınlanmayı başlatmıştır. Fransızların yayınladığı Ansiklopedi aydınlanmaya yaptıkları önemli bir katkıdır.

Almanyada Leibniz ile başlayan aydınlanma doğal hukuk, doğal din görüşleri etrafında şekillenmiş ve Kant tarafından geliştirilmiştir.

Aydınlanmayı belirleyen akımlar: Deizm (ateizm), akılcılık, ilerlemecilik, iyimserlik, hümanizm ve evrenselciliktir.

Hümanizm: Dünyanın sınırları doğa tarafından değil insanlar tarafından çizilmiştir. Tanrı dünyayı yaratmıştır ama artık dünya insanların elindedir. İnsani değerlerin (umut, korku, tutku vb) hakim olduğu evrededir. Temel değerler her yerde aynıdır, ulusal-kültürel-ırk farklılıkları yapaydır (insani olan hiçbir şey bana yabancı değildir).

Atezim (deizm): Hümanizmi destekleyen tavırdır. Din insanlığın ilerlemesine engel olmaktadır.Evren kendi içinde kapalı ve düzenli bir sistemdir, tanrının müdahalesi yoktur. Aydınlanma çağı filozoflarının tamamı ateisttir.

Akılcılık: İnsan rasyoneldir, doğuştan akıllıdır.Doğa bilimleri ve matematik alanındaki başarılar akla olan inanca dayanır (akıl-gözlem-deney). Toplum insan doğasına ve hümanizm değerlerine göre yeniden şekillenmelidir. Din bile aklın ışığında incelenerek batıl inançlar eleştirilmiştir.

İyimserlik: Aydınlanma akılcılığında sınırsız iyimserlik vardır (evren her yönüyle rasyoneldir). İnsan ve aklı rasyonel olduğundan evrendeki düzeni anlayabilir.

Evrenselcilik: Tüm insanlar evrensel olarak aynı akla sahip olduğundan uygun bir eğitimden geçirilen herkes aynı doğru sonuçlara ulaşır.

İlerlemecilik: Batıl itikatler ve bağnazlık dönemi kapanmıştır. Bilim din karşısında kesin olarak üstün gelmiştir. Modern bilim evrenin basit mekanizmasını açıklamıştır. Bu bilgi ışığında insan ve toplum devamlı ilerleme kaydedebilir (sınırsız ve sürekli ilerleme).

Aydınlanma 19 ve 20YY’da eleştirilmiştir. Romantiklere göre ruhsuz, muhafazakarlara göre radikal bir yapısı vardır. Geleneksel ahlak ve dinsel hakikatlere karşı aydınlanmanın aldığı tavır yönünden akılcılığı eleştiilmiştir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda ise aydınlanma bireysel ve kültürel farkları kabul etmediği için eleştirilmiştir.

Kant’a göre aydınlanma: İnsanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama (olgun olmama) durumundan kurtulmaktır. İnsan, ergin olmama durumuna aklını kullanmadığı için düşmüştür (sapare aude: aklını kendin kullanma cesaretini göster; özgür düşünme ve özgür eylemde bulun)

8. Hafta:

Bilim:

Günümüzde bilimler felsefe ile bağlarını koparmış gibi gözükmektedir.

Bilim, fiziki ve doğal evrenin yapı ve davranışlarını deney ve gözlemler aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalardır. Bilim insanların daha iyi yaşam koşullarına kavuşmasını, yeni olgular bulmasını ve yeni şeyler öğrenmesine ön ayak olur.

Bilimler evrenin bir bölümünü konu edinir, deneysel yöntemlerle gerçekliğe dayanan yaalar çıkarmaya çalışrı.

Bilim aynı zamanda temelleri sanatla atılmış, sanat ve yaratıcılıkla beslenen çalışmaların bütünüdür.

Einstein’a göre bilim: Düzenden yoksun, duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası.

Bertrand Russel’a göre bilim: Gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme ile dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası.

Bilim, olağan gözüken olayları anlama ve çözümleme çabasıdır. Geleneksel bilim sadece anlamaya çalışsa da modern bilim çözümden ötesine de ilerlemeyi amaçlamıştır. Geçmişte en önemli bilim dalları matematik, geometri, gök bilimi ve tıptır. Matematiksel çözümleme sistemlerinin geliştirildiği İlk zamanlardan bu yana hala daha yeni kuram ve formüllerin geliştirilmesi bilimin sürekliliğine örnektir.

Bilimsel yöntem deneye dayanır. Bilimsel yasaların doğruluğu halen daha tarışılmaktadır. Deney, kağıt üzerindeki kuramın yasalaşmasında ve ispatlanmasında önemli bir aşamadır. Bilim sayısal veya sosyal alanlarda da olsa nitelik açısından aynı amaca hizmet eder.

Bilim yazıdan daha önceye dayandığından geçmiş dönemlere ait buluş, keşif ve görüşler açısından arkeolojinin ayrı bir önemi vardır (arkeolojik bulgularla çok eski dönemlerde insanların gözlem yaparak mevsimleri bulduğu ve zamanı ölçebildiği tespit edilmiştir).

Bilimsel etkinlikler MÖ 2500 yıllarında yoğunlaşarak ivme kazanmıştır. O döenmlerden kalan yapıların gelişmiş matematik bilgilerine ihtiyaç duyduğu tespit edilmiştir, bu da çok sonraları bulunan kuramların daha önceden bilindiği anlamına gelir. Nitekim antik Mısır ve Mezepotamya uygarlıklarından kalan eserlerde bu husus doğrulanmıştır (matematik, geometri, cebir konularında bulgular vardır). MÖ 3000 yıllarında ayrıca Hindistanda da matematikle uğraşıldığı, astronomi ile ilişkili çalışmalar yapıldığı bulgularla kanıtlanmıştır.

Antik çağlarda astronomi ile ilgili yapılan çalışmalar dini özelliklerle birlikte matematik gibi bilimlerle de iç içeydi. Çindeki astronomik faaliyetler takvime yönelik yapılmıştı. Mezopotamyada ise matematiksel gelişime dayalı olarak gezegenlerin döngüleri ve pozisyonları hesaplanmıştı. Orta Amerika Maya kültüründe matematiksel gelişimden ayrık bir şekilde astronomi çalışmaları yapılmıştır (takvimsel, güneş-ay tutulmaları).

Matematik ve astronomi dışında başka bilimlerin de kalıntıları antik çağlarda bulunabilir (biyoloji, tarım alanı, hayvanların evcilleştirilmesi, eşeyli üreme keşfi, polenlerin üremede kullanılması, şifalı bitkilerin tıpta kullanılması, kimya, coğrafya, jeoloji gibi bilimler).

İlk çağlarda bilimin temelleri atılmadan önce filozoflarca dünyayı ve çevreyi anlamaya yönelik çalışmalar ve tartışmalar yapılmış, deney olgusu geliştirilerek bu bir arayışa dönmüştür. Başlangıçta felsefe-bilim ayrımı yoktu, bilimadamları aynı zamanda filozoftu. “Deney” ve “sonuç”un klişe haline gelmesi ile bilim istenilen düzeye gelmiştir. Bilim kendi içerisinde de gelişmesi esnasında bir savaş vermiştir. Örneğin Galileo, Aristo’nun fiziğinden farklı bir bakış açısı geliştirmiş ve çağdaşları ile ters düşmüştür. Benzer şekilde bilimde deney ve gözlemle çökertilen yasaların yerine yenileri getirilmiştir.

“Gerçek” ve “varlığın amacı”nı soruşturan felsefe sistematik düşünmeyi gerektirir. Antik çağ filozofları felsefi soruların şekillenmesini sağlamışlar, din odaklı ortaçağ döneminde felsefe dinin bir aracı olarak kullanılmıştır (tanrı, bilgi, inanç). Aydınlanma çağında ise felsefede akıl ön plana çıkmıştır (insan aklıyla kesin doğrulara ve bilgiye erişim). Rönasans felsefesi geçiş dönemi felsefesi olarak da adlandırılır, farklı bir düşünce sistemine geçişi içerir.

Bilim-felsefe ayrışması modern çağda belirginleşmiştir, ancak bilim ve felsefe tamamen birbirlerinden kopmamış, bilim felsefesi veya tek tek bilimlerin felsefesi incelenmiştir (fizik felsefesi).

Astronomi bilimin en eski dalıdır (gökyüzüne olan ilgi, gök cisimlerinin incelenmesi). Babilli astronomlar olgusaldır, Yunanlı astronomlar ise matematiksel ayrıntıları özümsemiştir.

Batalamyus’un dünya merkezli (geosantrik) evren modeli, güneş merkezli evren modeline geçişte tartışılmıştır. Batalamyus’un islam atronomlarınca el-Mecisti (He Megale Syntaxis) olarak bilinen “Büyük Derleme” isimli astronomi kitabı tüm ortaçağda kabul edilen bir astronomi eseridir. Güneş merkezli (heliosantrik) sistem modeli Polonyalı Copernikus tarafından geliştirilmiştir (De revolutionibus orbium coelestium). Kopernik’in bu eseri astronomi biliminde yeni bir dönem açmıştrı. Kopernik’in sistemini destekleyen Galileo Galilei hem modern astronominin hem de modern fiziğin babası olarak kabul edilir. Newton, matematikçi ve fizikçi olarak difrensiyal ve entegral hesabının temellerini atmış, ayrıca klasik mekaniği kurmuştur (hareket yasaları, yer çekimi). Albert Einstein genel görelilik kuralı ve izafiyet teorisi ile kütlenin uzay mekan hareketlerinin birbirlerine bağımlı olduğunu buldu ve atomun varlığını kanıtladı.

Bilimlerin sınıflandırılması bilim felsefesinde yer tutmuştur. Hem Yunan hem de İslam felsefesindeki meşşai ekolü bilimlerin tasnif edilmesi ile uğraşmıştır.

Aristo’ya göre temel bilim felsefedir. Bilimler üç ana kategoriye bölünür:
- Teorik: Matematik, metafizik, fizik
- Pratik: İnsan fiillerinin yönetimine ilişkin bilimler
- Poetik: Edebiyat (şiir, retorik)

Stoa’cılara göre bilimler:
- Fizik
- Etik
- Mantık

İbn Sina (Meşşai)’ya göre bilimler:
- Teorik (Felsefe): Metafizik, matematik, fizik
- Pratik (Felsefe): Ev yönetimi, siyaset bilimi, ahlak bilimi

İslam felsefesinde ansiklopediciler olarak bilinen İhvan es-Safa hareketi de bilimleri tasniflemiştir (Aristo temelli değildir):
- Pratik-eğitimsel bilimler (er-raziye): Ahlak, dil, edebiyat, kimya, hesap, ticaret, sanat, zanaat, büyü, astroloji
- Şeriat (konulmuş, es-ser’iyye el-va’ziyye): Tenzil, tevil, fıkıh, ahkam, tasavvuf, rüya yorumu.
- Hakiki felsefe (el-felsefe el-hakikiyye): Matematik, mantık, doğa bilimleri, ilahiyat

Francis Bacon bilimleri sınıflandırırken  insani yetenekleri (human faculties) esas almıştır: Hafıza, hayal gücü ve akıl. Psikolojik bazlı bir sınıflandırmadır.

Modern çağda en kapsamlı bilim sınıflandırması C.S Pierce tarafından (ABD) yapılmıştır. Türlerin sınıflandırmasına paralel bir yapı benimsenmiştir (dal, sınıf, takım, familya, cins, tür). Örneğin aritmetik, teorik dalının, matematik sınıfında yer alan sonsuz koleksiyonlar takımının alt takımlarından biridir. İki ana dal mevcuttur Teorik ve pratik. Bu dallar alt dallara bölünür, sınıflandırma alt sınuıflandırma bu şekilde devam eder.

Günümüzde de genel geçer kabul görmüş bir sınnıflandırma yoktur. Sınıflandırma konusunda çalışmalar 20.YY’da son bulmuştur. Çağdaş üniversitelerde (bilim öğreten ve üreten kurumlar) birkaç ana dal belirlenir ve ilgili bilimler bu anadallar altında çalışılır:
- Fen bilimleri,
- Sosyal bilimler,
- Teknoloji (mühendislik dahil),
- Sanat,
- Beşeri bilimler,
- Tıp.

9. Hafta:

Bilim Felsefesi:

Bilimin doğasına, yöntem ve kavramlarına, ön kabullerine, bilimin enteklektüel disiplinlerin genel şeması içindeki yerine dair araştırmalar yapan ve düşünceler ortaya koyan felsefe disiplinidir. Bilimi felsefi olarak analiz etme görevi vardır. Araştırmaları üç ana bölüme ayrılır:
- Bilimin yöntemi (deneysel, rasyonel-sosyal alanlar)
- Bilimsel sembollerin doğası
- Bilimsel sembol sistemlerinin mantıksal yapısı

Bilim felsefesinin yaptığı araştırmalarda hangi bilimlerin kapsandığı araştırmacının bilim tanımına da bağlıdır. Bilim yöntemi kapsamında bilim felsefesi, geleneksel mantık ve bilgi teorisinin önemli bölümünü içerir (Tümdengelim, tüme varım, hipotez, veri, keşif ve doğrulama). Bilim felsefesi ayrıca deney, ölçüm ve sınıflama gibi yöntemleri de inceler. Bilim sembolik bir sistemdir bu açıdan bilim felsefesi genel bir göstergeler teorisiyle de ilgilenir.

Bilim felsefesinde, bilimlerin rasyonel, deneysel ve pragmatik temelleri ortaya çıkartılarak bilim adamlarının eleştirel inceleme yapmadığı neden, nicelik, nitelik, zaman, mekan ve yasa gibi kavram ve kategoriler incelenir, bu açıdan bilim felsefesi metafizikle de ilişki içerisindedir (dış dünyanın varlığı ve doğanın düzenliliğine duyulan inançların eleştirisi).

Bilim felsefesi bilimlerin sınırlarını belirlemeye, birbirleriyle olan ilişkilerini ve toplumsal yönlerini de çıkarmaya çalışır. Bilim-sanat, bilim-din, bilim-ahlak, bilim-siyaset, bilim-iş dünyası ilişkileri araştırılır.

Bilinç:

Genel anlamda, insanda farkındalığın, duygu, algı ve bilginin merkezi olarak kabul edilen yeti.

Zihnin, içe bakış yoluyla bilinen, duyumları, algıları ve anıları ihtiva eden bölümü.

Öznenin kendisini kendi düşüncesiyle kavraması ve nesne olarak kendine dışardan bakabilmesi.

İçerde yada dışarda geçen bir şeye ilişkin sezgi.

Bilme faaliyeti, bilinen içerik ve bunların farkına varma hali arasındaki ilişki.

İnsanın kavram, imge, acı ve kıskançlık türünden aktüel zihin halleri.

Bilincin edimi ve içerikleri arasında bir ayrım yapılabilir ve bu ikisi birbirlerinden ayrılmaz bileşenlerdir.

Bilinç üç temel eylem içindedri:
- Bilgi
- Duyulanım
- İradi eylem

Bilinç ikiye ayrılır:
- Kendiliğinden bilinç (duyulanan şeyin dolaysız hissi)
- Refleksif bilinç (dolaysız izlenimin nedenlerini, neliğini, anlamını tahlil)

Herkesin taşıdığı, ortak bir dili kullanan insanların bu inanca başkası için de sahip olması durumuna ortak bilinç denir.

Bir toplıumun tinsel ve manevi kişilik olarak olay, hak ve ödevler alanında hisstiği şeyler bütünü kollektif bilinç olarak adlandırılır.

Kişinin kendi davranışlarının ahlaki değeri veya bunları yargılayabilme gücü, ödev ve ahlak yasalarının yansıması olan iç ses ahlak bilinci denir.

Kendi kendisiyle bilişsel ilişki içinde olmayan ontolojik (epistemolojik değil) çerçevede değerlendirilen bilince refleksiyon öncesi bilinç denir.

Bilinç kelimesi, Osmanlıca şuur anlamına gelir ve bilmek kökeninden türetilmiştir. Fransızca, İngilizce ve Almancada bilinç ve şuur aynı kelime ile ifade edilir. Hind-Avrupa dil guruplarında  skei (kesmek, yarmak) kökünden türemiştir. Latince conscienta (aynı bilgilere sahip kişiler arasındaki dayanışma) sözcüğü ile ifade edilir.

Metafizik açıdan bilinç, insandan bağımsız olan ve insana verilmiş evrensel-tanrısal güçtür. Anaksagoras ile başlayan idealizme göre bilinç maddeden ayrı bir güçtür. Anaksagoras’da bilinç nous olarak tanımlanmıştır. Bilinçle maddeyi ayıran görüş Descartes ve Hegel’de de yer alır (evrensel bilinç). Materyalist akımda ise (Demokritos’la başlar), bilinçle madde aynılaştırılır.

Psikolojide bilinç, öznenin kendinin farkına varması, algı ve bilgilerin anlıkta izlenme süreci olarak tanımlanır. Geniş anlamda usun kullanılması. Ruhbilimsel açıdan insan kendi varlığını ancak bilinciyle aşabilir.
- Bilinç dışı öğrenme (anımsamayı sağlamayacak aşamadaki öğrenme)
- Bilinç genişliği (aynı zamanda algılanabilecek nesneler toplamı)
- Bilinç katı (bilinç sürecini denetleyen beyin bölümü)
- Bilinçli direnç (utanç-güvensizlikten dolayı bilgi saklama)
- Bilinç bölünmesi (bir gurup yaşantının ötekilerden ayrılarak kendi içlerinde örgütlenmesi)
- Bilinçlilik (nesne ve olaylara karşı uyanık bulunma)
- Bilinç öncesi (bilinçte bulunamayan ama anımsanıp çağrılabilen anıların yeri)
- Bilinçsiz bellek (baskıya alındıklarından hatırlanmayan ancak bilinci etkileyen etkenler)
- Bilinçsiz güdülenme (bilincinde olmadan davranışlarla yansıtılan eyleme geçme isteği)

Diaylektik materyalist felsefeye göre bilinç, bütün akılsal süreçlerin toplamıdır (düşünce, duygu, irade, karakter, heyecan, anlak, kanı sezi vb). Bilinç doğasal maddi bir ürün olsa da ne maddeyle ayrıştırılabilir ne de aynılaştırılabilir. Bilinç toplumsal bir ürün olup dil ile sımsıkı bağlıdır, dil olmadan bilinç olmaz.

Çıkarım:

Önermelerin, gerçek olan doğruluklarından veya yanlışlıklarından, başka önermelerin doğruluk ve yanlışlıklarını çıkarma (istidal).

Verilmiş bir yada birden çok önermeden sonuç çıkarma.

Doğruluğu direk olarak bilinmeyen bir önermenin, doğruluğu kanıtlanmış diğer önermelerle bağlantısı kurularak doğruluğunun çıkarılması.

Önce gelen önermeler doğru ise çıkarılan sonuç da doğrudur, yanlışsa sonuç da yanlış olur. Çıkarımın kendisi yanlış olmaz.

Çıkarım ikiye ayrılır:
- Tek bir öncülden yapılan çıkarımlar (öncül ve sonuç)
- En az iki öncülden oluşan dolaylı çıkarımlar (öncüller ve sonuç, ortak terim)

Değer:

Ahlak yada değer felsefesinde kullanılan bu kavramda, olgu bilincinden sonra ortaya çıkan ve olguya (duygu, arzu, ilgi, amaç, ihtiyaç ve eylemleri olan özne ilişkisi içinde) nitelikler yüklemeyle belirlenen tavır; öznenin olana ve olguya yüklediği nitelik.

Değer söz konusu ise mutlaka öznenin kişiliği işe karışır. Değer teorik veya zihinsel bir tavır değildir. Pratik bir tavır veya yönelimin ifadesidir. Öznenin nesneye, kendi kişisel amacı ve eylemlerini ifade etmek üzere diğer niteliklerine ek olarak sonradan eklediğibir niteliktir. Nacak bu aşamadan sonra nesnelleşir ve nesneye yansır.

Değer, ölçüt olarak olması gereken ve olan arasındaki ayrımı içerir ve daima olumlu yada olumsuz olarak yer alır. Değerlerin tümü doğru olmayabilir, öznenin tavrı zorunlu olarak kabul edilmeyeceği ve değer biçicinin olguyla olan ilişkisine bağlı olduğundan tartışmalı olabilir.

Haz-acı, güzel-çirkin, iyi-kötü, yararlı-yararsız, sevap-günah, doğru-yanlış gibi olumlu ve olumsuz değerler vardır.

İstenilen sonuçları üretmek bakımından sahip olunan değer, istenilen sonuca ulaşmak için araç işlevi gören değere araçsal yada pragmatik değer denir.

Bir şeyin kendi içinde sahip olduğu ve kendi başına sergilediği değere asli değer denir.

Değerler Felsefesi (Aksiyoloji):

Değerler felsefei etik ve estetik olarak ikiye ayrılır.

Etik: Ahlaki değerleri sorgular. İnsan eylemleri ve ahlaki değerler. doğru hareketlere temel olacak değerlerle ilgilenir.
Estetik: Neyin güzel olduğuyla ilgilenir. Doğadaki ve sanattaki güzellikler. Hayalgücü ve yaratıcılığa dayanan doğal ve sanatsal güzelliklerle ilgilenir.

Güzel ve ahlaki olanın tespit edilmesi güçtür bu kapsamda, değerler felsefesi birey davranışlarına temel teşkil eden değerleri araştırır.

Estetik değerler subjektiftir, ölçülüp değerlendirmesi çok güçtür.

Aksiyoloji, insan yargılarının kaynağı olan değerler sistemiyle ilgilenir.

İnsanın karar almak zorunda kaldığı (iyi, kötü, ayıp, çirkin, güzel) yargıların kaynağındaki değerlerin oluşumu, niteliği, sınıflaması ve insanlıkla ilişkisi değerler felsefesinin konusudur (değerlerin kaynağı, objektif-subjektif olmaları, iç-dış dünyaya ait olmaları, sabit-değişken olmaları, mutlak olmaları, topluma ve zamana göre değişkenlikleri).

Marksist ahlak anlayışında, insanların duygu ve düşüncelerinin üretim açısından sömürülmemesi, toplumsal çıkar, barış ve insan sevgisi temel ölçütlerdir.

Estetik sanatta güzellik-çirkinlik kavramları, bunların göreli-mutlak olmalarını, sanatta amacı sorgular. Filozoflar bu konularda farklı yorumlarda bulunmuştur. Aristoteles, bir yapının güzelliğini doğaya uygunlukla tanımlar. Thomas Aquinas ise, güzelliğin ölçütünün kişide haz uyandırması, düzen ve birliğe dayanması, amaçlılık, yetkinlik ve iyilik özelliklerini taşımasıyla elde edileceğini savunur. Hegel’de sanat insan ruhunun ürünüdür.

Felsefi ahlak ilk kez Yunan’da ortaya çıkmıştır (insanın mutlu olması). Ahlak:
- Demokritos mutluluk ahlakını kurmuştur.
- Sofistlere göre mutlak ahlak yoktur, ahlak toplumdan topluma değişir.
- Sokartes’de ahlak akıl yolu ile elde edilecek bilgi temeline dayandırılır (doğruluk, adalet, toplu yaşama, insan sevgisi, iç özgürlük ahlakın temel ölçütleridir).
- Aristoteles’de ahlak doğru olan ortadır.
- Ortaçağda ahlak dini temellere oturtulmuştur (kutsal metinlere bırakılmıştır).
- Hobes’e göre ahlak ve hukuk barışı sağlamak içindir.
- Locke’ye göre, ahlakın dayanağı acı ve hazdır.
- Kant’a göre ahlak görev ahlakıdır ve kişinin davranışlarının yasasının, başkalarının davranışları için ölçüt olmasını savunur.

10. Hafta:

Deizm:

Yaradancılık da olarak adlandırılan deizm, ateizmin tersine bir tanrının var olduğunu öne sürer ve akılcı tanrı anlayışını savunur. Dini ortodoksiyi tanımlayan “teizm”den farklıdır. Teizm Yunanca “theos” kelimesinden türemişken, hem ateizme hem de teizme karşı çıkan savunucuları tarafından latince “deus” kelimesinden türetilen “deizm”i kullanmışlardır.

Empirik bilimler, coğrafi keşifler, astronomi, politik gelişmeler, Bacon ve Descartes’in felsefi kuşkusu deizmin ortaya çıkışında etkili olmuştur.

Materyalist dünya görüşü ve felsefenin analitik eleştirel yapısı geleneksel dinin sorgulanması neticesinde deizm çıkmıştır. Deizm eleştirel boyuta sahiptir ve bu açıdançok tanrıcılık, ateizm ve bilinmezciliğe karşı çıkar. Deizm akıl bilgisi ile ulaşılabilecek tek tanrı inanışına sahip çıkar. Deizm Akli olmayan sezgilere, vahiylere ve dini mucizeleri reddeder.

Deizme göre özel bir halk yoktur, tanrı evreni yaratıp yasaları koymuştur ve daha sonra müdahale etmemiştir. Peygamberlere, kiliseye, rahiplere ve din adamlarına karşıdır.

İnsanlar eleştirel ve özgür olarak hakikati keşfedebilir. Deizmin pozitif iddiaları:
- Tek tanrı vardır
- Tanrı tüm moral ve entelektüel erdemlere sahiptir.
- Her şeye gücü yeten tanrı moral ve fiziki doğa yasalarını düzne sokmuştur.
- Olayların düzeni tanrının inayetini ifade eder.
- Tanrı bunların dışında dünyaya müdahale etmez, mucizeler ve müdahale düzeni bozar.
-  İnsanlar düşünerekkendi başlarına hakikati ve ödevlerini bilecek doğaya sahiptir.
-  Tanrıya ibadet, ahlaklı bir yaşam sürmektir. Ahlaklı yaşayanlar kurtarılır, diğerleri cezalandırılır (ödül-ceza).

Deistler herhangi bir vahyedilmiş dine bağlı olmadan tanrının varlığını kabul ederler. Deizm en çok İngiltere’de yaygındır (Newton). En önemli fransız deist Voltair’dir ( ve Rousseau). Alman Kant’da önemli bir deisttir.

Determinizm:

Evrenin ve olayların, bilimsel bir disiplin alanındaki tüm nesnelerin ve olayların önceden belirleniş veya öyle olmalarını zorunlu kılan yasalar veya güçlerin etkisiyle meydana geldiklerini savunan öğretidir. Fizikel evrendeki ve insan tarihindeki tüm olaylar mutlak nedenlere bağlı olarak gerçekleşmiştir. Her olayın nedenleri ve sonucu vardır. Özgür iradeyi ve zorunsuzluğu kabul etmeyen görüş, iradenin hiçbir etkisini de kabul etmez. Her olay maddi veya manevi bir takım nedenlerin sonucudur.

Her olayın bir nedeni vardır, bu doğrultuda gelecekte olabilecek her şey öngörülebilir. 17. YY sonunda determinizmi doğrulamak için Newton fiziğine bakmışlardır (günümüz kuantum fiziği determinist değildir). Hiçbir şey mutlak olarak yok olmaz ve hiçbir şey koşulsuz olarak ortaya çıkmaz. Her şey kendisi dışında yasalarla belirlenmiştir.

Felsefe açısından, ahlaksal olaylar da dahil olmak üzere bütün olaylar özgür irade dışında zorunlu nedenlerle gerçekleşir. Nedensellik ilkesi determinizmin temel ilkesidir. Evrendeki akli yapı ve nedenleri bilindiğinde gelecek olayların bilgisi de elde edilir. Spinozanın külli determinizm anlayışı objektif akılcılığın ulaştığı kesin determinizmdir.

Determinist öğretisini 18.YY’da Pierre Simpson Laplace ortaya koymuştur: Evrenin şimdiki durumu, önceki durumun sonucu ve sonraki durumun da nedenidir.

Determinizm Thales’e kadar geriye götürülebilir. Doğa filozoflarının arkhe’leri, Demokritos’un atomu, Stoacıların evrensel logos’u ve Aristoteles’in ilk hareket ettirici ilkesi birer belirleyici olarak düşünülebilir.

Yeni çağda mekanikçi anlayış determinizmi temel almıştır (mekanik ilişkiler, evrendeki düzenin varlığını işaret eder). Descartes felsefesinde maddi dünyada tam anlamıyla determinizm hakimdir, ancak dualistliği determinizm-özgürlük karşıtlığını da ortaya koyar.

Determinizm en kesin ifadesini Spinoza’da bulur. Ona göre bütün evrende kesin bir determinist düzen vardır, tanrı tek-basit-ölümsüz-mükemmel-zorunlu- bağımsız derken panteist bir anlayışa ulaşmıştır. Yaşanılan çevrede özgürlükten bahsedilemez.

Önceleri tabiat bilimlerinin çeşitli alanları için düşünülen determinizm evrenin tamamı için uygulandığında savunulması mümkün olmayan bir duruma düşmüştür. Bu durmda dogmatik determinizm şeklinde nitelendirilmiştir. Dogmatik veya külli determinizmde, insanın iradesi reddedildiği için insan durağan bir nesneye indirgenmiştir.

Determinizmin türü belirtildiğinde terim belirli bir öğretinin adı haline gelir (nesneler sınıfı veya tipi). Bu kapsamda determinizm alt kategorilere ayrılabilir:
- Mekanik determinizmi (insan iradesi ve eylemi kendi dışındaki nedenlerin sonucudur)
- Ekomik determinizm (ekonomik etkenlerin diğerlerini belirlediği öğreti)
- Toplumsal determinizm (insan iradesi dışında toplıumsal şartlara bağlıdır)
- Tarihsel determinizm (insanın irade ve eylemlerine tarih ve tarihsel olaylar neden olur).

Determinizm çeşitli açılardan tanımlanabilir.

Deneysel determinizm: Pozitif bilimlerde (deneye dayalı) temel kabul edilir. Bütün olaylar değişmez nedenlere bağlıdır. Belirli ortam ve şartlarda elde edilecek sonuç kesindir. Nedenler deney üstü veya aşkın değildir.Doğanın ve evrenin üstünde neden aranmaz. Doğa yasaları evrensel ve değişmezdir. İmkan, raslantı, özgür irade, mucize yoktur. Aslolan zorunluluktur.

Psikolojik Determinizm: İnsan davranışları değişmez ilkelere bağlı ve zorunludur. İnsanın özgürlüğü, özgür iradesi ve özgür seçiminden bahsedilemez.

Yukarıda tanımlanana alan yada konu ayrımından başka, olayların nedensel olarak belirlendiği yolundaki öğreti olarak nedensel determinizmden de bahsedilebilir. Bu husus istatistik ve olayların tanrı tarafından belirlenmiş olması ilkesine zıt gelebilir.

10. Hafta:

Diyalektik

Akıl yürütme yolu ile doğrulara ulaşma ve tartışma sanatı manasına gelen Yunanca kökenli bir kelimedir. Farklı filozoflarca farklı manalarda kullanılmıştır.

Bir yöntem olarak mantıksal sonuçlarını inceleyerek bir görüşü çürütme anlamına gelir. Sofistik akıl yürütmeyi ifade eder: Cinsleri türlerine bölerek mantıksal analiz.

Tikel örneklerden hareketle genel soyut fikirlere ulaşan akıl yürütme süreci ve araştırma yöntemi olarak da değerlendirilir.

Aristoteles’e göre diyalektik yöntemini Zenon bulmuştur: Diyalektik saçmaya indirgeme şeklinde gerçekleşen akıl yürütme yöntemidir.

Herakleitosa göre, diyalektik karşıtların birliğini ifade eden çelişki mantığıdır.

Sokrates’e göre diyalektik, soru-yanıt şeklinde tartışma tekniğidir (çelişkileri göstererek çürütme yöntemi). Burada amaç tartışmayı kazanmak değil, karşı tarafa bilgisizliğini göstererek onu araştırmaya sevk etmektir.

Platon’da diyalektik en üstün sanat olarak görülür:
- Sokrates’deki soru-yanıt tekniği olarak diyalektik her şeyin özünü bulma amacındadır
- Hipotezlerden yola çıkarak akıl yürütme
- Bölme tekniğidir (cinsleri türlerine bölme)

Aristoteles diyalektiği bilimsel bir yöntem olarak görmez, olasılık mantığıdır. Entelektüel eğitim, zihin jimnastiği, bilimlerin kanıtlanamaz ilkelerini incelemek için diyalektik kullanılır.

Modern felsefede ilk kez Kant tarafından kullanılmıştır. Transendental yargıların hatalarını ve çelişkilerini gösteren mantık türdür.

Diyalektiğin günümüzdeki kullanımını kazandıran Fichte’dir: Tez ve antitez sentezi. Önce tez ortaya konarak kanıtlanır daha sonra antitez aynı derecede bir ispatla ortaya konur, böylece ikisi arasındaki çelişki çözülerek apaçık ve kesin önkabullerin düşünme ve bilgiye koyduğu sınırın farkına varılabilir.

Hegel’e göre diyalektik, düşüncenin önce karşıtına veya çelişiğine dönüştürülmesi, sonra ikisini birden sentez veya birliğe götüren bir sürece karşılık gelir (tümel-tikel-bireysel terim).

Marks, diyalektiği insanlık tarihinin dönemlerini veya üretim tarzlarını açıklamak için kullanmıştır.

Empirizm:

Tüm bilgilerin ve dünyaya ilişkin anlamlı ifadelerin duyu deneyimi ile anlaşılabileceğini ve bilginin sınırını duyu deneyimi sınırları ile tanımlayan akım. Deneysel bilimlerin 16. YY’da kazandığı önemle birlikte tüm bilgilerin duyu algısına dayandırılmasını savunan filozoflar: Bacon, Hobbes, Locke, Berkeley, Hume.

Empirizm soyutlama ve genellemelere kuşkulu bakar, akıldışı iddiaları ve batıl inançları kabul etmez. A priori bilgiyi kabul etmez. Metafizik ve a priori bilgi bilimle bir arada bulunamaz.

Empirizm aklın önemine vurgu yapan rasyonalizme karşıt görüştür. Deneyimle veri toplanarak gözlemden başlayan bir tümevarım ile bilgiye ulaşılır.

Epistemolojik anlamda empirizm, bilginin kaynağında deneyimi görür. Empirizme göre zihin boş bir levhadır, başlangıçta izlenimler yazılır daha sonra tasarımlar üretilir ve kompleks düşüncelere ulaşılır. Doğuştan bilgi yoktur, doğruluğun ölçütü apaçıklık değildir. Bilgi için zorunlu önkabul yoktur.

Sadece izlenimler ve duyu deneyimleri ile ulaşılan bilgiyle nesnelerin kendilerine ulaşılamaz, nesnelerin ikincil nitelikleri ötesine geçerek birincil niteliklerine varılamaz.

Dünya, zorunluluklar değil düzenin bir arada tuttuğu nesne ve durumlardan oluşur, aşkın bir nedensel ilişki yoktur.

Deneyimin öznesi verilerin pasif alıcısıdır, özne deneyime hiçbir şey katmaz.

Toplumla ilgili olgular, toplumu oluşturan bireylerle ilgili olgularla açıklanabilir.

İdealizm:

Varolna her şey düşünceden çıkar, düşünce dışında nesnel bir varlık yoktur görüşünü savunan idealizm realist, materyalist ve natüralist felsefenin karşısında yer alır. Temelde ikiye ayrılır:
- Sübjektif idealizm: Gerçeklik subjenin zihnindedir.
- Objektif idealizm: Gerçeklik düşünceye, en genel tine tanrısal olana aittir, gerçeklik özneden bağımsız idealardadır.

Tam olarak18. YY’da ortaya çıkmış olup olumsuz bir anlamda Platon’a yüklenmiştir. İlk olarak Kant tarafından içerik kazandırılmıştır. Leibniz her şeyin ruhta gerçekleştiğini savunan Platon idealizmi ile her şeyin maddede gerçekleştiğini kabul eden Epikur materyalizmi arasında orta yol bulmak ister. Leibniz’e göre kartezyen felsefe idealist bir sistemdir.

Kant idealizmi şu şekilde tanımlar: Düşünen varlıklardan başka varlık yoktu, düşüncede algılanan diğer şeyler yanlızca düşünen varlıktaki tasarımlardır bunların nesne karşılıkları yoktur.

İdealist metafizik kurucusu Berkeley’dir: İdealar insan zihninin doğrudan objeleridir, zihin dışı varlıkları yoktur. Varlık maddi ve manevi olarak ikiye ayrılmaz, varolan tek şey tekil tinler yani düşünen varlıklardır (tasarım ve irade). İdealar insan tininden daha üstün yani tanrı tarafından yaratılmıştır.

Kant, Berkeley’den farklı olarak “kendinde şey”i (ding an sich) kabul eder. Duyuların a priori formları mekan ve zamandır.

Fichte nesnelliğin de insan zihninin ürünü olduğunu düşünür. Zihni ve zihin dışındakileri kavrayan transendental bir ben vardır (bağımsız ve sınırsız mutlak ben).

Schelling’in mutlak idealizminde, doğanın ve ”ben”in içinde birleştikleri özdeşlik kavramı yer alır.

Yeni Kat’çılık modern bilim bağlamında idealizmi yeniden yorumlamıştır.

İdlthey üç tür dünya görüşü varlığını kabul eder:
- Natüralizm
- Özgürlük idealizmi (Sokrates, Platon, Aristoteles)
- Objektif idealizm (Stoa okulu, Herakleitos, Bruno, Spinoza) Parçaları bir bütün haline getirerek görmek. Monizm, Metafizik ve Panteizm.

12. Hafta:

Fenomoloji:

Bilimsel verilerin incelenmesi ile elde edilen somut ve deneyim konusu olan fenomenlere, nedensel açıklamalara ilişkin kavram ve incelenmemiş ön kabullerden bağımsız yaklaşma yöntemi. Alman filozof Husserl tarafından kurulmuş bu felsefe ekolünde, bilincin formları, dini, estetik ve duyusal her türlü doğrudan deneyimi analiz edilerek tanımlanır.

Terim ilk kez Alman Lambert tarafıdan kullanılmıştır: Şeylerin görünüşlerine dair teori geliştirmek amacıyla, duyusal tecrübeye ilişkin araştırma.

Husserl’ın tarzına göre fenomoloji deneyim ve tecrübeleri, nedensel açıklamalardan bağımsız gerçekte olduğu şekliyle dolayımsız bir tarzda ortaya koyma çabasıdır.

Fenomolojiyi “Görünüşlerin bilimi” olarak açıklayan Husserl’e göre, dünyayı göründüğü şekilde algılamak felsefenin önemli bir parçasıdır. Yaşamda değer taşıyan çok şey (iyilik, güzellik, aşk) fenomenlere dayanır. Görünüşler ise gözleyen özneye bağlıdır.

Fenomoloji, metafiziği sona erdirerek somut yaşantıya geri dönmek ve felsefeye yeni bir başlangıç yaptırmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Akım olmaktan daha çok bir yöntem olarak adlandırılmalıdır. Dolaysız olarak verileni (fenomen) betimlemeye yarayan bir yöntemdir.

Fenemoloji özne-nesne ilişkisini konu edinir. Fenomolojiye göre tek tek nesneler belirli genel yasalara bağlı değildir ve varlıkları yanlızca raslantı kavramıyla açıklanabilir.

Algının yada bilincin özünün betimlenmesi fenomolojinin sorunudur.

Gerçeklik kendisine yönelen bilinç tarafından bilinir. Dünya deneyimlerinin tamamı bilinç tarafından kurulmuştur.

Fenomolojik yöntem: Bilinenlerin ve gerçekliğin dışarıda bırakılarak bilginin hangi süreçlerle oluştuğunun anlaşılması. Fenomolojinin iki temel kategorisi vardır (askıya alma ve fenomolojik indirgeme).

Fenomenolojinin en önemli başarısı, aşırı öznellik ile aşırı nesnelliği, dünya ya da rasyonalite kavramı içinde birleştirmiş olmasıdır. Hakiki felsefe, dünyayı yeni baştan görmeyi öğrenmektir; fenomenolojinin görevi, dünyanın gizemiyle bilincin gizini açığa çıkarmaktan başka bir şey değildir.

İlk Felsefe:

Aristoteles’in (günümüz metafizik ve ontoloji anlayışına yakın) varlığın kendisini, nedenlerini, ilkelerini ve özsel nniteliklerini araştıran felsefe disiplini. Varoluşun kalıcı özelliklerini ve değişmez aşkın varlığı araştırır. İlahi en gerçek varlığı (par excellence) incelediği için teolojiyi de içerir.

Aristoteles’de ilk felsefe teoloji ve ontolojiye karşılık gelir, en üst düzeyde varlığı araştırır (ikinci felsefe fizik varlıkları inceler).

Varlık dünyasının ilk nedenlerini araştıran ontoloji de ilk felsefedir.

İslam felsefesinde ilk felsefe “Felsefe-i Ula” olarak adlandırılır ve tanrı ve diğer fizikötesi varlıkları ve tabii ilimlerin ilkelerini araştıran teorik felsefe bölümü olarak tanımlanır (metafizik).

Metafizik, hareket etmeyen ve maddeden tamamen bağımsız varlıkların teorik ilmidir. İlk felsefe teoloji ağırlıklı bir disiplindir ve konusu tanrı olduğu için felsefi disiplinlerin en soylusudur (Kındi’ye göre).

13. Hafta:

Kavram:

Soyut düşünmede kullanılan, bir nesnenin zihindeki tasavvuru. Zihinde soyutlama yoluyla elde edilen tasavvur. Düşüncenin en küçük ve en temel birimidir.

Aynı ve tek olanlar için geçerli olan genellik olarak kavram, bir sözcüğe yüklenmiş bilgileri ifade eder. Tek başına kavram doğru-yanlış veya olumlu-olumsuz olarak nitelendirilemez.
Kavramlar düşünce meydana getirmek için bir araya getirilir. Düşüncenin temel öğesi olarak kavram sınıflama imkanı sağlar. Çağdaş felsefede temel felsefi yöntem kavram analizidir.

Kavramlar düşünmeyi mümkün kılmak için vardırlar. Kavramlar sözcüklerle ifade edilir ve temsil ettikleri şeye göndermede bulunur bu manda kavramlar zihin ile dünya arasında bir araçtır.

Ontolojik olarak kavram, düşünme ile bilme sürecinde nedensel bir rol oynar.

Kavramların doğuştan geldiği veya sonradan kazanıldığına ilişkin farklı görüşler mevcuttur.

Mantık’ta kavram, nesnel gerçekliğin insan beynine yansıma şekli. Her kavram nesnel gerçeklik içerir. Kavram oluşması için zihinde soyutlama, karşılaştırma, çözümleme, birleştirme, genelleştirme gibi süreçler kullanılır. Soyut kavramlara ulaşınca nesnel gerçeklikten kopuş söz konusu olamaz, kavram mutlaka nesnel gerçeklikle ilişkilidir. Bireysel kavramlar ve genel kavramlar olarak ikiye ayrılabilir.

Mantıksal açıdan Kavram:
- Bireysel kavram
- Genel kavram
a. Tür kavramları (kavramın kapsamı)
b. Cins kavramları (kavramın içlemi)

Kavram szöcük değildir, sözcüğün anlamıdır. Her bilimin kendine ait kavramı vardır. Bilimlerin görevleri kendine ait kavramları açıklamaktırç

Felsefe’de kavramlar tam olarak tanımlanmadığında söylenmek istenen tam olarak aktarılamayabilir. Çoğu zaman kavramlar ilk kez ileri sürülenler tarafından tanımlanamamıştır. Felsefede en önemli husus doğru kavramları ayırabilmektir.

Madde:

Duyulanabilir evrenin kendisinden meydana gelen, ruhsal olmayan, fiziki, doğal, kalıcı, cisimsel töz. Mekanda yer işgal eder. Elle tutulur ve üzerinde eylemde bulunabilinir ve deney,mle gözlenebilir.

Yer kaplar ve fiziki etkinlik-değişime tabidir, kütlesi vardır. Gerçekliğin şekil almamış belirsiz temelidir.

İslam felsefesinde varlığın şekil almamış belirsiz hali, cevher anlamında kullanılır.

Madde ikinci olarak “üç boyutu olan, beş duyu ile algılanabilen ve yer kaplayan, dolayısıyla hareket edebilen mevcut” anlamına gelmektedir ve bu haliyle cisim mânasında kullanılmaktadır. Bu anlamıyla madde terimi ruh ve canlılığın mukabilidir.

14. Hafta:

Mantık:

Öncül veya öncüllerden sonuca giden akıl yürütmenin yapısı ve ilkelerini konu alan bilim dalı olarak tanımlanır. Düzgün düşünme kurallarının ve formlarının bilgisidir. Çıkarım ve sonuş elde etme kurallarını belirler.

Akıl yürütme türüne göre üçe ayrılır:
- Dedüktif Mantık (Tümdengelim yönteminde akıl yürütme)
- Tümevarımsal Mantık(Tümevarım yönteminde akıl yürütme)
- Ontik Mantık (Pratik akıl yürütme)

Mantık geçerliakıl yürütme koşullarını doğru çıkarım yapısını ve kurallarını belirler. Mantıkönermelerin içeriği ile değilyapısı ile ilgilenir bu manada ikiye ayrılır:
- Formel mantık (Sembolik mantık)
a. Modern mantık
b. Önermeler Mantığı
c. Yüklemler mantığı
- Felsefi mantık (önerme, anlam, doğruluk, yanlışlık, gerektirme, zorunluluk vb. inceler)

Mantık bir disiplin olarak ilk kez Aristotelse tarafından sistematize edilmiştir (Analitik isimli eseri).

İslam felsefesinde mantık: Düşünme faaliyetinde zihni hatalardan koruyan, doğru düşünmenin kurallarını, ölçülerini ve yöntemlerini gösteren ilim veya sanat.

Konuşmak anlamına gelen “nutk” kökünden türemiştir. Arapça nutk ve mantık kelimeleri Yunanca “logos”a karşılık kullanılmıştır.

İslam mantıkçılarına göre mantık: Bilinenden biilinmeyenin elde edilmesine vasıta olan ilim. Zihni hataya düşmekten koruyan fen. İnsanı fikrin sahihini fâsidinden ayırmaya muktedir kılacak kuralları veren alet ilmi (bu ne amk).

Mantık teorik yönüyle bir ilimdir (mantıklı düşünme). Pratik yönüyle ise kuralları ortaya koyma açısından sanattır (teknik, techne).

Platoncu islam filozofları mantığı felsefenin hem bir bölümü hem de aleti olarak değerlendirmişlerdir. Meşşai’ler ise sadece alet olarak görmüşlerdir.

Elea okulu ve sofistlerin çalışmaları mantık biliminin kurulması için hazırlık aşaması sayılabilir. Aristo’ya göre esasen mantık bir bilim değil herhangi bir bilimle ilgilenmeden önce öğrenilmesi gereken genel bilgilerdir, yani ilimler için bir alettir.

Aristo’nun Organon’u şu altı kitaptan oluşur:
- Kategoriler (Categorias),
- Önermeler (Peri Hermeneias),
- Analitikler (Analytica Prioa [Kıyas]),
- II. Analitikler (Analytica Posteriora [Burhan]),
- Topika (Cedel),
- Sofistik Deliller (De Sophisticis Elenchis [Safsata]).

Aristonun Organon’u dışında, bu altı kitaba ilaveten mantık külliyatında üç kitap daha yer alır:
- Retorika (hitabet), Aristo
- De Poetika (şiir), Aristo
- Eisagoge (Isâğucî, el-Medhal), Porphyrios (Furfûriyûs), beş tümeli konu alır.

İslam filozoflarına göre bu dokuz kitabın her biri mantığın bir bölümünü oluşturur.
şârih: eleştirici, felsefi bir görüş veya akıma karşı eleştirel eser kaleme alan

İslam dünyasının mantıkçısı Farabi (Aristo eserlerini şerh ederek islam dünyasına kazandırmıştır). Bu yüzden Muallim-i Sani ünvanını almıştır.

Mantık alanında ilk sistemci islam filozofu: İbn Sina.

Antik Yunan mantık eserlerinin Arapçaya çevrilmesine ve mantığa tepki gösteren islami grup: Gramerciler (nahviyyün):
- Cedel, geometri, sayı ilminin kuralları mantıklı düşünme için yeterlidir
- Doğuştan zekası olan birinin mantıkbilgisine ihtiyacı yoktur.
- Gramer kendi başına yeterlidir, mantık gramere muhtaçtır.

Bacon ve Descartes kıyasın yetersizliğini görüp yeni metodlar aramışlardır.

Dil problemlerine bağlı olarak modern mantık doğmuştur (çok seslilik, çok anlamlılık).

Modern mantık, Türk üniversitelerine Reichenbach’m İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 1938’de verdiği lojistik dersleriyle girmiştir.

Materyalizm:

Sadece maddenin var olduğunu, madde ve maddenin değişimi dışında hiçbir şeyin var olmadığını savunan felsefi görüştür. Tek töz maddedir, tinsel bir töz yoktur.

Maddenin yaratılmadığı, evrenin tek ve temel bileşeni olduğu, yok edilemez olduğu ve hareket etme kabiliyetinde olduğunu savunan varlık anlayışıdır.

Materyalizm, vahiy ve vehiy esaslı dinlere, geleneksel olana, batıl inançlara, kanaatlere tamamen karşı çıkar ve tanrının olmadığını savunur.

İnsanın ulaşması gereken en temel değerler maddi zenginlik refahı ve bedensel tatminlerdir (duyumsal hazlar).

Zihinsel her şey felsefi analizle maddeye indirgenebilir.

Üç tür materyalizm vardır:
- Sıfatsal Materyalizm (Zihin maddenin bir sıfatıdır)
- Nedensel materyalizm (Zihin yada zihinsel olan maddenin etkisiyle oluşur)
- Eşitleyici matyeryalizm (Zihinsel süreç maddi süreç ve olaylardır)

İnsan kültürünün bir çok yönü sadece maddi temellerle açıklanabilir (antropoloji).

Latince materia (madde) kelimesinden türemiştir.

Sözlük anlamı maddecilik (özdekçilik).

İslam felsefesine göre materyalizm: Maddi alem ötesinde herhangi bir varlık alanı tanımayan görüş.

Materyalizme göre metafizik (fizik ötesi) yoktur.

Materyalizm sistemli bir disiplin olarak Leukippos, Demokritos, Epikuros ve Lucretius gibi atomcu filozoflardır. Sokrates, Platon ve Aristoteles maddenin yetersiz kaldığını öne sürerek erdemi öne çıkarmışlardır. Materyalizmin en büyük düşmanı Platon’un idea düşüncesidir.

Kant ve Descartes materyalizme en büyük darbeyi vuran filozoflardır.

Modern dönemde materyalizme ivme kazandıran düşünür Sigmund Freud’dur. Marks ve Engels ile değişik bir boyut kazanmıştır.

İslam felsefesinin Tanrı ve Kuran üzerine kurulmasına bağlı olarak materyalist görüş yoktur. Ancak islam öncesi dönemde putperestler ve islam sonrasında “zındık” denilen materyalist düşünce sahibi kişiler mevcuttu.

Rasonalizm:

Zihinsel veya zihin dışı maddeler hakkında bilgi edinmenin en iyi yöntemi olarak zihin ve mantık süreçlerini gören akım.

Modern çağdaki temsilcisi Descartes’tır.

Akla başvurmak herkeste olan bir yetiye başvurmaktır. Rasyonalizme göre akıl evrenseldir ve nesneler hakkında bilgi edinilmesinin tek yöntemidir. Ancak empiristler bu görüşe karşı çıkarlar ve bilginin duyularla edinilebileceğini savunurlar.

Rasyonalizm, zihin dışı dünyanın gerçekliğinden kopma olasılığı ve karmaşık evren yapısının mantıksal analize indirgemesi açısından da eleştirilir.

Latince “ratio” (akıl) kelimesinden türetilmiştir. Bu anlamda akılcı davranış, makul davranış demektir.

Materyalizm tam olarak şu akılarla karşıtlık içindedir:
- Ototriteryanizm (
- Gelenekçilik-Muhafazakarlık
- Romantizm
- Doğaüstücülük-Gizemcilik

Akılcılık (rasyonalizm) akıl dışı felsefelere mutlak karşı çıkar (Sartre ve Jaspres’ın Egzistansiyalizmi, Kierkegaard’ın Nesnel hakikatler yaklaşımı). Rasyonalizmde öznel hakikatler öne çıkar.

Platon, Dscertes, Spinoza ve Leibniz epistemolojik akılcılığı savunurlar. Epistemolojik rasyonalizm, genel rasyonalizm gibi din dışı veya din karşıtı değildir. (Descartes Tanrı, zihin ve madde kavramlarının, deneyim ve deneyimden yapılan soyutlama yoluyla kazanılmayıp doğuştan olduklarını öne sürer).

Gerçeklik hakkında doğru bilgi için araştırma yöntemi olarak rasyonalistler matematiği ve tümdengelimsel sistemi kullanır.

Spinoza , Ethika adlı eserinde apaçık doğru olduğu düşünülen 8 tanım ve 7 aksiyom ortaya koyar. Bunlardan da zorunlu olarak türeyen 36 önerme çıkartır.

Descartes’e göre gerçek bilgi için tümdengelimsel bir yapı içinde geometrik tarz ortaya konmalıdır.

1 yorum: