1. Hafta: Polis (Şehir Devleti)
Akdeniz
medeniyetleri: Mısır, Suriye, Irak, İran, Sümer, Mısır, Akad, Pers, Yahudi,
Hitit, Babil, Yunan vb. (MÖ 4000’de Sümer ve Mısır’la başlar). Yazı, tarım,
yerleşik hayat, şehirleşme, devletleşme, kültürel tapınaklar, zanaat, mimarlık,
astronomi, hukuk, tıp, matematik, geometri madencilik, denizcilik.
Dor’ların
Ege kıyıların işgal etmesi ve Aka medeniyetini kontrol altına almasıyla
başlayan Yunan medeniyeti bunların içinde en genç medeniyetlerden biridir (MÖ
1200’lerde kurulmuştur, ancak klasik dönemi MÖ 700-400 arasındadır, MÖ 300’de
Roma tarafından yıkılmıştır). Roma, Bizans, Hıristiyanlık, İslam ve Avrupa
medeniyetlerini etkilemiştir. FelsefeYunanın en önemli ürünlerinden biridir.
Yunan
medeniyetinde merkezi devlet yapısı yoktur, Polis devleti şeklinde yapılanma
vardır. Truva savaşları (MÖ 1200) Yunan medeniyetini başlatan bir savaş olarak değerlendirilir.
Truva savaşı hikayeleri MÖ 800 civarında yazıya geçirilmiştir.
Yunan
medeniyeti tarım, hayvancılık, denizcilik, sömürgecilik ve dış ticarete dayalı
bir iktisadi yapıya sahiptir. Siyasi yapısı şehir devletleri temeline dayanır
(şehir devleteri farklı siyasi sistemlerle yönetilir). Özellikle Miletos,
Ephesus ve Tina’da ticaretin gelişmesiyle yabancılar topluma nüfuz ederek
farklı medeniyet ve bakış açısıyla tanışmıştır.
Karadeniz,
Akdeniz ve Mısır kıyılarındaki koloni devletleri de Yunan kültüründe etkili
olmuştur.
Tarım,
hayvancılık, ticaret ve sanayi (zeytinyağı, gemi inşa, madencilik) de
gelişmiştir. Şehir devletleri bu olgulardan etkilenmiştir.
Felsefi
düşünüşün oluşumu açısından Yunan medeniyeti (sosyal-iktisadi-siyasi açıdan) yakından tanınmalıdır (MÖ 1000-300 arası
dönem).
Yunan Medeniyetinde Polis (Şehir
Devleti):
Şehir
devleti iktisadi açıdan kendine yeterli, surlarla çevrili, tarım alanına sahip
bağımsız bir yapıdır. Nüfus düşüktür. En önemli sorunları birbirleriyle
aralarında savaşmalarıdır.
Şehir
devletleri kabile kökenli bir yapıya sahiptir (bağımsız, kendi sorunlarını
çözebilen, ancak diğer kabilelerle çatışma, anlaşmalar yapma).
Yunan
sosyal yapısı iki temel üzerine kurulmuştur:
- Kabilecilik
- Sınıflar
Polisler
(şehir devletleri) sosyal ve iktisadi olarak birbirlerine benzerler ancak
siyasi olarak çok farklıdırlar.
Polislerin
ortaya çıkmasında en önemli etken Ege’nin coğrafi yapısıdır (büyük devlet
kurmaya elverişli değil). Kara yoluyla değil deniz yoluyla ilişkiler
gelişmiştir, bu yüzden polisler kapalı toplumlardır. Polisler tarımla uğraşan
toplumların devletleridir (Littman).
MÖ 7.YY’da
ticaretin gelişmesiyle Polisler kapalı toplum olmaktan çıkmıştır. MÖ 9.YY
öncesi dağınık kabileler halinde yaşayan Yunan Polisleri korsanlık yüzünden
denizden uzaklara kurulmuştur, ticaretin gelişmesiyle birbirlerine
yaklaşmışlardır. MÖ 5 YY’a kadar yağma ve çapulculuk sürmüştür (Thukidides).
Polisler
çitlerle veya surlarla çevrilmiş veya çevrilmemiş olabilir. Surlarla
çevrilmemiş Polise örnek Isparta gösterilir. Bu tarz şehirlere “eski Helenik
tarz” adı verilir. Polisler birkaç köyün birleşiminden oluşru. Köy ise bir
klanın yerleşim yeridir (kabile kampı), brikaç yıl veya bir kuşak oturulan yer
daha sonra terk edilirdi, tarımın gelişmesi ve güvenliğin sağlanması ile
yerleşik hayata geçilmiştir (Thomson).
Polislerin
siyasi yapıları kabile düzeninde gerçekleşmiştir. Genelde en güçlü kabile şefi
şehir yönetimine gelir, daha sonraları siaysi kurumların gelişmesiyle şefler
sırayla başa geçmiş sonra da seçim sistemine geçilmiştir.
Atina’yı
(hem kabileci hem de merkezi yapı) oluşturan kabilelerin kendi savaş şefleri (arkhon) vardır. Savaş şefleri kralla
birlikte meclis toplantılarına katılırlar, barış zamanı kendi işleriyle
uğraşırlardı. Zaman zaman birbirleriyle de savaşmışlardır. Thesus (efsanevi
kahraman, kral) merkezi bir meclis oluşturmuş ve kabileleri bir araya toplamıştır.
Atina etrafını surlarla çevirmiş ve şehri büyütmüştür. Özellikle kabile şefleri
şehirden uzak durmuş ama soylular (Eupatrid)
şehirlerde oturmuş, mallarını ve güçlerini artırmıştır. Krallığın yerine
kurdukları düzen yüzünden halk ayaklanması ile ülkeden atılmışlardır.
Polislerin temelini oluşturan klan ve kabileler aynı zamanda iç savaşların da
nedeni olmuştur (Thomson).
Kabilecilik
aynı zamanda iç savaşları ve çatışmaları getirmiştir. Denizden gelecek
tehlikelere karşı şehirler kıyılardan içeri kurulmuştur.
Aristoteles’e
göre Atina dört kabileden oluşmuştur, her kabilede otuz kişiden oluşan üç fratri vardır. Demokrasiye geçildiğinde
kabile sayısı ona çıkarılmış, her takvim yılı ona bölünmüştür (her bir dönemde
kabilelerden birinden seçilen yürütme kurulu yönetime gelmiştir.
fratri: Kadın
ya da erkek üzerinden belirlenen akrabalık ilişkilerine göre örgütlenmiş
grupların, akrabalık ilişkilerine dayanmayan daha büyük gruplarda birleşmesi.
Kabileler
şehir yönetimini ve askeri birliği oluşturur. Kabile içi bağlar güçlüdür, ancak
diğer şehirlerdeki akrabalık bağı zayıftır. Kabile, Polisin teşkilatlanması
yanında evlilik ve din konusunda da kurallarını sürdürmüştür.
Bütün
vatandaşlar bir fratri üyesidir ve kendi fratrisinin dinini sürdürerek yine
kendi fratrisinden evlenirdi. Klanlar Polislerin ilk çağlarında aristokratik
bir güçken, sonraları siyasi
teşkilatlanma kabile bölümlenmesine göre yapıldığından politik önemlerini
kaybetmiştir. Ancak sosyal prestijlerini korumuşlardır (Littman).
Sınıflı
yapı doğanın bir uzantısı olarak kabul edilmiştir.
Sınıflar ve Sınıf Çatışması:
Yunan
medeniyetinin ilk dönemlerinde ortak mülkiyet vardır.(MÖ 1000-700). Yerleşik
düzene geçilmesiyle özel mülkiyet ortaya çıkmıştır. Özel mülkiyetin aza sayıda
ailenin elinde toplanmasıyla aristokratik sınıf ortaya çıkmıştır (Mansel).
Dorlar özel
mülkiyetin ortaya çıkmasında rol oynamıştır. İşgal ettikleri yöre halkını köle
(helot) yaparlardı. Dorlar’da toprak
aile içinde el değiştirir ancak satılmazdı, helot’ları gereği gibi çalıştırmayanlar
(vergi vermeyenler) vatandaşlıktan çıkarılmıştır (Mansel).
Helot: köle
Dorlar:
Antik Yunan asıllı Hin-Avrupa kökenli göçebe kabile
Dorların
Ispartada uyguladıkları köleleştirme ve toprak paylaşım yöntemi (özel mülkiyet
yoktur, her şey devlete aittir) Isparta yıkılana dek sürmüştür.
Toprak
istilacılar arasında eşit bölünür, toprak köleleştirilen eski sahiplerince
işlenmeye devam eder. Köle ürünün %60’ını sahiplerine verir %40 kendilerinin
olurdu. Vatandaşlar ortak sofrada yediklerinden ürünlerin bir kısmını aş
evlerine verirlerdi.
Isparta’da
Dor istilasından yıkılana kadar katı sınıf kuralları vardı:
- Özgür ve
eşit vatandaşlar
- Köleler.
Ispartada
siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel yapılar askeri temel üzerine kurulmuştur
(gelenekçi kapalı toplum, askerlik dışında hiçbir kurum gelişmemiştir).
Erkek
çocuklar 7 yaşında aileden alınır, acıya dayanıklılık ve hırsızlık öğretilirdi.
20 yaşında orduya katılırlardı. Kendi evleri olsa da birlikte yaşarlar, genç
yaşlı bir arada olurlar, ortak sofrada yemek yenir, toprak işiyle uğraşmazlardı
(her ailenin toprağını işleyecek kadar kölesi olurdu).
Sınıfsal
yapı mitolojik dönemden Polislerin yıkılışına kadar sürmüştür (mitolojik
çağlarda da sınıflı toplum olduğunu kabul ederler).
Thomson’a
göre sınıflar:
Theseus
döneminde halk üçe ayrılır (tarihsel dönemde toplumun genel yapısı):
Eupatridler (şehir meclisinde görev yapma
hakkına sahip şef ailesi, soylu babanın oğlu)
Geomorlar (Kırsal kesimde yaşayan küçük
toprak sahibi)
Demiurgoslar (şehir hayatının temel unsuru
zanaat sahipleri)
Littman’a
göre sınıflar:
Yunan
tarihinin ilk dönemlerinde:
- Soylular:
Kralın klanındaki üyeler--Din adamları--Zengin toprak sahipleri)
Soyluluğun
kaynağı: Bir tanrıdan gelmek, fetihlerle elde edilen onur, toprak sahipliği (zenginlik).
Sonraki kuşaklarda soyluluk doğumla da elde edilmiştir. Soylular orduları da
kontrol ederlerdi.
- Soylu
olmayanlar: Küçük ve orta büyüklükte toprak sahipleri--Thetes (özgür fakat toprak sahibi değil, zanaatkar, tüccar, tarım
işçisi)--köleler
Kolonileşme,
ticaret neticesinde orta sınıf güçlenir, küçük toprak sahibi köylüler birleşir
böylece aristokratlar orta sınıfa yeni haklar verir (MÖ 8-7 YY). Bu dönemde
tirnalar ortaya çıkar. Tiranlar zenginler ve hoplitler (piyade) arasından çıkmış olup aristokratlara karşı
savaşmıştır. Bu savaşlar neticesinde vatandaşlık kavramı değişmiş ve vatandaş
sayılmayan kesime de bu hak verilmiştir. 6-5. YY’da soyuluk kavramı yerini
zenginlik kavramı almıştır (Littman).
Solon ile
birlikte zenginlik esasına göre sınıflaşma başlamıştır. Ancak bundan ne
zenginler ne de yoksullar memnun olmamıştır (Aristoteles, bu durumu doğru
ilkelere göre yapılmış olduğuna bağlar). Bu ölçü de vatandaşlık haklarında
değişiklik getirmemiştir (Atinalı ana babadan doğanlar vatandaş diğerleri
değil). Sınıflar arası geçiş kolay olmasına rağmen 5.YY’da Atina nüfusunun
%40’ı vatandaş değildi.
Marcus’a
göre sınıflar (Atina, Isparta, Elis ve Argos Polisleri için geçerli):
-
Vatandaşlar
- Metekler (özgür yabancılar)
- Köleler
Sınıflar
arası geçiş yasaktır, sınıfların hakları yasalarla korunur. Ispartada metekler
sayıca çok olmasına rağmen bir sınıf olarak kabul edilmez. Atinada sınıf olarak
kabul edilselerde mülkiyet hakkı verilmemiştir. Metekler, aktif siyasetten uzak
tutulmuş ama askerlikten, denizcilikten ve vergierden ve ittifak vergisinden
sorumlu tutulmuştur. Bilim, edebiyat, resim, heykel, müzik, tıp, felsefe, şiir
ve hitabetle de ilgilenmişlerdir.
Köleler
Atina nüfusunun %25’idir. Toplumun ortak malıdır (askeri güçte, darphanede,
katiplikte çalışmıştır), köle pazarından satın alınarak evlerde de
çalıştırılmışlardır. 5.YY’a kadar tarım köleliği daha sonra sanayi köleliği
gelişmiştir. Köleler kiraya da verilirdi, zenginler için bir gelir kaynağıdır.
Kölelik
aşağı kabul edilir ve doğal karşılanırdı. Köleler davacı olamazdı, sahibi haklı
nedeni varsa kölesini öldürebilirdi. Kaçan köle damgalanırdı. Köleler sefil ve
farklı uluslardan olduklarından iç savaşlarda dayanışma sağlayamamış ve etkin
olamamıştır.
Kabile içi
evliliğin yasak olması kabileler arası ilişkiyi güçlendirmiş, kabilecilikten
devlet yapısına geçilmiştir. Kabilecilik zayıfladıkça devlet güçlenmiştir.
Atinada
sınıflar:
-
Aristokratlar (zengin toprak sahipleri), başarılı kabile mensupları (savaş
kazanmış toprak sahibi)
- Çiftçiler
ve köylüler, fakir gurup
- Köleler
(En çok köle Atinada)
-
Yabancılar (%10-30). Kolonicilikten kaynaklanır.
Kölelik
doğuştan gelir, onların özünde kölelik vardır.
8.YY’da
başlayan sınıf savaşları, aşağı sınıfların yukarı sınıflarla eşit haklara sahip
olma mücadelesidir, en yoğun olarak
5.YY’da yaşanmıştır (oligarşi-demokrasi taraftarları). Büyük toprak sahipleri
askerleri kontrol ettiğinden güçlerini korumuştur. Küçük toprak sahiplerinin
şehirlere yönelmesi, kolonileşme ve ticaret
şehireri kalabalıklaştırmıştır. Toprağını kaybeden köylüler (thetus)
gemici olmuştur (dışa yayılma). Şehirleşme, koloni ganimetleri, ticaret toprağa
dayalı aristokratları güçten düşürmüştür (soylu olmayan zenginlikler türer):
- Nüfus
artışı (ticaret, kolonileşme)
- Pazar ekonomisinin başlaması
- Palans ve hoplit (piyade) gibi yeni orduların
kuruluşu
Palans-Phalanx:
mızrak ve benzeri silahlar kullanan askerlerin birbirinden ayrılmadan art arda
saflar halinde savaşmasını esas kabul eden bir savaş düzeni.
5.YY’da
tiran ve demokratların aristokratlara (oligark) karşı savaşmasıyla vatandaşlık
hakları iktidarı ele geçiren gruba göre yaygınlaşmış veya daralmıştır.
Toplumsal Karakter:
Sınıf
savaşları (vatandaşlık hakkı için), korsanlık ve rekabeti sevmeleri neticesinde
Yunan dünyasında sürekli bunalım vardır.
Festivallerde
hep yarışma ve rakabet vardır (spor gösterileri, oyun yazarlığı, drama).
Kazananlara verilen ödül semboliktir (ödüller genellikle tapınaklara
bağışlanırdı).
Rekabet
üretime sebep olamamıştır. Yunan’da yarışmacı bir ruh vardır. Yarışma ve
rekabet temelli karakterleri vardır. Bu karakter düşünce sistemlerini
etkilemiştir.
Yunan
kültürü günahdan ziyade ayıplama özelliği taşır. Yenilgi her türlü şartta utanç
verici kabul edilmiştir. Kaybeden ayıplandığından, kazanma onuru rakibin
yenilmesiyle elde edildiğinden yarışmalar çok sert geçerdi. Rekabetin kaynağı
dini inançlarıdır, tanrıları hep rekabet içindedir ve rekabet de bazı tanrılar
tarafından idare edilir. Kazanma tutkusu, kendini beğenme, kibir, övünmek,
kıskançlık, kincilik genel karakteri beslemiştir. İntikam almak ve kincilik en
yüksek derecede ilgi görmüştür (Littman).
Kadın
kölelerle birlikte ikinci derecededir (çocuk doğurmak ve ev işi) çok az yasal
hakkı vardır, eğitim görmez, erkek klüpleri dışındadır. Kadın bu yüzden
çocuklarına daha fazla bağlanıştır, bazan kocasının intikamını almıştır
(oğullarını hem yüceltmiş hem de aşağılamıştır). Bu davranış çocukların
güvensiz ve bunalımlı olmasına sebep olmuş, kadınlardan korkar hale getirmiştir
(Yunan mitolojisinde kadınlar kötü niyetli). Sonuçta Yunan erkeği ya kahraman
yada değersiz biri olmuştur (erkek klasik narsist, kendini beğenmiş,
başkalarının takdiri aşırı önemli). Egoizm, başkalarından üstün olma, onur ve
ün kazanma tutkusu toplumun birlik olmasını engellemiş bireysel çıkar Polis
çıkarından önde tutulmuştur.
Erkekler
klübü şeklinde yaşama, 17 yaştan itibaren erkekler ayrı bir yerde yaşar.
Agorada eğitim alırlar. Askeri talimler yaparlar. Evlilik yaşı erkeklerde 38
civarıdır (Askerlik hizmetinden sonra)
Doğal
rekabet siyasi problemler çıkartmış aynı zamanda sanat, edebiyat, felsefe ve
bilimsel yaratıcılığı desteklemiştir. Eşitlik gerçekleşmemiştir. Kendini
beğenmişlik, başkalarını aşağılama gelişmiştir (bireycilik).
Yunan
düşünce yapısı iktisadi ve toplumsal temelden çok etkilenmiştir. Sömürgecilik,
dış ticaret yabancı nüfusu arttırmıştır (yabancılar kendi kültürlerini,
düşüncelerini getirmiştir).
Atina
vatandaşı olabilmek için ana-babanın Atinalı olması şarttır. Yabancılar zengin
olmalarına rağmen yönetime giremezler. Yönetime girmek için para harcarlar bu
da iç savaşları tetiklemiştir.
Yunanda
devletin merkezi ordusu yoktur, zenginlerin kendi askerleri vardır.
Toplumsal
yapı, sanayi, ticaret ve sosyal sınıflar Yunan düşüncesinde etkili olmuştur. Felsefe
bu toplum yapısında gelişmiştir. Felsefe en üst seviyede ve düşünce yapılarının
içerisinde en son çıkmıştır. Felsefenin anlaşılabilmesi için Yunan kültürünün
ve düşünce tarzının (siyasi, inanç, tarih) iyi bilinmesi gerekir.
2. Hafta: Efsane Temelli (Mitik)
Düşünce
Efsane
temelli düşünce evren tasavvurunun efsane ile anlatılması olup felsefi
düşüncenin temelidir. Efsane kutsal kabul edilir ve hakikat olarak inanılır.
Evrenin Oluşumu:
Yunan evren
tasavvuru özde diğer evren tasavvurları ile aynıdır (dünyanın düzenlenişi, gök,
yer oluşumu insanın yaratılışı). Yunan mitolojisi zengin yazılı eserlere
dayandığından en çok incelenen ve bilinen mitolojidir. Yunan evren tasavvurunda
esas olarak Hesiodos’un “Theogonia” ve “İşler ve Günler” kitapları alınmıştır.
Kirk’e göre
Altı konu başlığında toplanabilir:
1-
Kozmogoni efsaneleri (evrenin oluşumu, gök-yer ayrışması, ilk tanrılar)
2- Olimpos
tanrılarının gelişimi (Zeus’un titanları ve Kronosu yenmesi, göklerin yönetmini
ele geçirmesi)
3- İnsanın
ortaya çıkışı
4- Eski
kahramanlar
5- Yeni ve
taklitçi kahramanlar
6- Tarih
döenmlerine ait efsaneler
Zeusun
başarısı ile Olimpos tanrıları dünya ve insanın kaderine hakim olmuşlardır
(insan-tanrı ortak yaşamı biter, insanların
altın çağı sona erer)
DİKKAT:
Altın çağın sona ermesi insanlaşma ve kültürleşmeyi başlatmıştır.
Varlık
dünyasından önce Kaos vardı. Kaos içerdiği hiçbir şeyin ayırt edilemediği,
karanlık, uçurum, karmaşa, sınırsız, dipsiz bir yapı; bütün sınırların
karıştığı bulanık sis.
Kaostan,
önce Gaia (toprak ana-sağlam zemin) doğmuştur. Kaosun zıttı olarak kesin biçimi
olan, açık, sağlam, kesindir. Dünyanın tabanıdır (tanrılar, insanlar ve
hayvanlar için). Kaos’un bazı özelliklerini taşır (kara toprak deyimi burdan
gelir). Gaiz yer altı karanlığı ile gökyüzü aydınlığı arasındadır.
Gaia’nın
herşeyi (tanrılar dahil) doğurmak ve doyurmak görevi vardır (evrensel ana).
Toprak
Deniz’i (Pontos) de doğurur.
Aydınlık
kesim kosmosu oluşturur.
Uranos
(gök) ve Pontos (deniz) Gaia’nın (toprak) karşıtıdır.
Gök mutlu
tanrıların yaşam alanı.
ToprakàGökàDağlaràDeniz (yaratılma sırası)
Tartaros
(yer altı) ve Eros da ilk yaratılanlardandır.
Toprak+Uranos=
Okeanos, Koios, Hyperion, İapetos, Theia, Rheia, Themis, Mnemosyne, Tethys,
Kronos+Kyklop, Kottos, Briareus, Gyes (Bunlar ilk kuşak çocuklardır ve Zeus
tarafından yeraltına hapsedilen Titanlardır. Sonraki ölümsüz soyları
oluştururlar).
Khaos’dan
yer altı karanlığını temsil eden Erebos’da doğmuştur. Gaia’nın sert sağlam
zemini altında uçsuz bucaksız boşluk vardır. Bu boşluk kaos nitelikleri
gösteren Erebos’tur (Vernant).
Uranos:
Gök, toprak kadar sağlam, diri ve büyük. Toprak ve Gök evrenin iki düzlemi
(taban-kubbe, alt-üst).
Uranos
çocuklarının çirkinliğinden iğrenir ve yer üstüne çıkmalarını istemez, Gaia ise
karnında kalan bu çocuklardan sıkılır onları babalarına karşı kışkırtır. Sadece
Kronos korkmaz ve annesinin (Gaia) yarattığı çelikten tırpanla babasının
(Uranos) hayalarını keser, akan kanlardan öç tanrıçaları Erinys’ler doğar.
Denize düşen hayalardan oluşan köpükten Aphrodite meydana gelir (Theogonia).
İkinci
kuşak tanrılar birinci kuşak çocukların evlenmelerinden doğmuştur ve Olimpos Tanrıları olarak
adlandırılmıştır.
Rheia+Kronos=Hestia,
Demeter, Hera, Hades, Poseidon, Zeus
Uranos ilk
kuşak çocukların toprak altından çıkmasına izin vermiyordu. Kronos ise
Uranos’un torunlarının intikam almasından korktuğu için kendi çocuklarını
yiyordu. Zeus babasını (Kronos) yener ve kendisi ile birlikte kardeşlerini de
kurtarır.
Titanları
yenip Kronos soyunu etkisiz bırakan Zeus tanrıların ve insanların babasıdır,
bütün ölümsüzler emrindedir, tanrıların kralıdır.
Zeus, düzen
(eunomia), adalet (dike) ve barış (eirene) babasıdır.
Zeusun
eşleri Metis (bilgi tanrıçası), Themis (yasa tanrıçası), Demeter (tarım tanrıçası). Eşlerinin
yetenekleri ile krallığını yönetir.
Zeus’un
şahsında Yunan dini bütünlük alır, ayrıca Olympos inanç sistemi içinde Yunan
öncesi tanrılar ve tapınmalar korunmuştur (Eliade).
Zeus
dünyanın şimdiki düzenini ve sürekliliğini güvence altına almıştır. Hesiodos
kökenden başlayarak (arkhe) evreni kurmuştur. Zeus yaratıcı değildir ancak
evrenin ve tanrıların mutlak önderidir. Yunan tanrılarının yaratıcılık
özelliğinin olmaması Yunan düşüncesinin gelişmesinin nedenlerinden biridir.
Hesiodos
evreninde karşıtlar birbirleriyle düzenli olarak karışmıştır. Çatışan güçler
karşıt olmakla birlikte iyi-kötü veya olumlu-olumsuz olarak tanımlanmaz.
Birbirleri içerisinde yer alırlar (svaş-aşk karşıt olsa da her ikisinin içinde
de iyi-kötü, karanlık-aydınlık vardır). Yunan düşüncesinde mutlak iyi ve mutlak
kötü gibi unsurların olmadığını gösterir. Evrendeki gerilim ve bütünlük
tanrılar arasındaki çekişmelerde ve Zeus’un her şeyi düzen içinde tutmasında
görülür. Tanrısal güçler varlığın bir parçasını temsil eder (Vernant).
Hesiodos
evren tasavvurunda evrenin ve hakim güçlerin tarihini anlatmıştır.
Theogonia:
Tanrıların doğuşu.
Evren
tasavvurunda, evreni oluşturan unsurların kökenden türemesi ve birbirleriyle
olan ilişkileri belirlenir. Olimpos tanrılarının kontrolünde varoluş sembolik
olarak ifade edilir. Hakikat rasyonel bir spekülasyon olarak ortaya konur. Aristoteles’e
göre Hesiodos-Theogonia felsefi spekülasyona yönelen ilk adımdır (Voegelin).
Evrenin
oluş süreci tarih sorununu da içerir. İnsanın kaderini belirleyen gelişmeler
evrenin oluş sürecinde gerçekleşir. İnsanın tarihi konumu, evrenin tarihsel
yapılışına bağlanmıştır.
Evren
oluşumu önemli olaylar tarafından belirlenen süreçler içinde gerçekleşmiştir.
Theogonia’da anlatılan hikaye düzen ve tarih felsefesinin temel sorunudur.
Evrenin
oluşumu üç aşamada:
1- Kaos’tan
kosmosa geçiş
2- Gök ve
yerin ayrılması (Kronos’un tanrılar kralı olması)
3- Zeus’un
kral olması (Olimpos tanrıları dönemi)
Sürecin
dördüncü bölümü “İnsanın Oluşumu”dur
(İşler ve Günler).
İnsanın Oluşumu:
Hesiodos
insanların nasıl doğduğu üzerinde hiç durmamıştır.
İnanışa
göre Gaia tanrıları doğurduğu gibi insanları da doğurmuştur, ilk olarak Kronos
zamanında bir çok farklı insan tipi de yaratılmıştır (Eliade).
İnsan yer
altında toprak-ateş ve bunlarla karışabilen unsurların oluşturduğu bir hamurdan
diğer ölümlüler ile birlikte yapılmıştır (Platon-Protagoras).
Altın çağ: Kronos döneminde, ilk insanlar sadece
erkekti, doğmazlar topraktan biterlerdi; uykuya dalar gibi ölürlerdi, çalışma,
acı, hastalık bilmezlerdi; yiyecekleri hep hazırdı. Dişi tanrıçalar vardı ancak
kadın yoktu (Vernant).
Zeus’un
tanrılar ve evrenin kralı olmasıyla altın çağ biter, tanrılar evreni
paylaşırlar. İnsan ve tanrı birlikteliği sona erer. Prometheus hak paylaşımında
hile yapar (öküzün etleri yerine yağ ve kemikleri Zeus’a verir), Zeus da
dünyadaki bütün ateşleri söndürür. Prometheus Zeus’dan ateşi çalarak insanlara
geri verir. Zeus ceza ve intikam olarak ilk kadını (Pandora) gönderir. Pandora Epimetheusla evlenir. Zeus ayrıca beslenme
unsurlarının kendiliğinden olmasını yasaklar (insan çalışmak zorundadır).
Pandora=Her
türlü dert.
Zeus-Prometheus
çekişmesi, iki kutupluluk (Kerenyi).
Prometheus
kemikleri yağla kaplayarak hile yapar, Zeus’da Pandora’nın güzelliği arkasına
kötülükleri gizler. Pandora hediyesi ile insanların elinden cennet alınmıştır,
gelecekleri acılarla belirlenmiştir. Karşılık olarak insanlar ayinlerde kemik
yakarlar.
İnsan
dünyasında görülen kötülüğün sebebi Zeus’un intikamı (Eliade).
Prometheus
insanlarla aynı doğaya sahiptir ve işbirliği içindedir (Vernant).
Tanrılar
yeraltında yaratılan canlıların yer üstünde yaşayabilmeleri için yetenek
dağıtım işini Prometheus ve kardeşi Epimetheus’a vermiştir. Ancak Epimetheus
bütün yetenekleri dağıtmış insanlara bir şey bırakmamıştır. Prometheus da
Olimpos’dan zanaatı çalarak (ateşi) insanlara vermiştir (Protagoras).
Prometheus
insanlığın sorumluluğunu yüklenmiş ancak karşılığında cezalandırılmıştır.
Prometheus’un
hilesi insanlara cenneti (altın çağ) kaybettirmiştir (Thomson).
Ateş ve
zanaat kültürleşmeyi sağlamıştır, cenneti de kaybettirmiştir. Prometheus
medeniyetleştirici kahramandır (Eliade).
İnsanın
evren tasavvurundaki yerini anlamanın bir başka ayağı da ölüm sonrası hayattır.
Olumsuz dünya resminden kurtuluş, dünyadaki kötülük ve acılardan kurtuluş,
ölümle gerçekleşir (Pindaros ve Sofokles).
Ölüm, güç
ve hafızadan yoksun soğuk gölge olarak Hades karanlıklarında yaşamaktır.
Ölümden sonra dünyadaki iyilikler ödüllendirilmez ve kötülükler
cezalandırılmaz. Bu bakış hayata bağlılığı artırır, zamanın şimdiki boyutu
yüceltir (Eliade).
Homeros
öncesi yaşadığı düşünülen Orfeus şaman özellikleri gösterir ve Yunan olmadığı,
Yunan inancına sonradan katıldığı düşünülür. Orfeusçuluk Olimpos inancından çok farklıdır. Et yememek,
çile çekmek, arınma, dinsel eğitim, ruhun ölümsüzlüğü-ruh göçü gibi tarikatvari
özellikler gösterir. Orfeus inancının temelinde Apollon ve Dionysos tapınmaları
vardır. Zeus-Prometheus çekişmesinden kaynaklanan çok kötü insan durumunu kabul
etmezler (Eliade).
Orfeusçular
evren tasavvurunda Hesiodos ile aynı görüşte olup insanın oluşumunda
ayrılırlar. Onlara göre insan Zeus’un titanları yakmasıyla oluşur. Kurban
kanı+Titanların küllerinden insan oluşur. Titanların günahından dolayı hayat
(yaşam) insanın ödediği cezadır. Ruh (ölümsüz) bedene (ölümlü) hapsedilmiştir
(ölümsüz yan ölümlü içinde saklı). Beden ruhun mezarı. Hayat ölümün denemesi
(Thomson).
Ruh,
rüzgarın soluğunda taşınan, insanın doğumunda içine nüfus eden, ve beden
dışında gerçek özelliklerine sahip olan bir yapıya sahiptir (Dürüşken).
Ruh ölümle
hapisten kurtulur. Ölüm=Hayat. Beden üç kez (temiz kalmışsa) yenilenir, üçünde
de temiz kalırsa ölümsüzler arasına katılır (Thomson).
Mülklerinden
ayrı kalan köylülerin gelenek ve emellerini Orfeusçuluk cisimleştirmiştir.
Ezilen halk tabakalarını temsil eder. Orfeusçular “Yoksulluk çemberinden uçtum
geçtim” ifadesi ile toplumsal konumlarını gösterirler (Thomson).
Orfeusçular
aristokrat ahlakının kuralları olan umut, aşk, fazla çaba, tanrılarla yarışma (ölçülü
ol, elindekiyle yetin) anlayışlarına meydan okumuştur. Ellerindeki tek
değerleri olan umutları peşinde gitmişlerdir (Thomson).
Prometheus
efsanesi Yunan insan anlayışının temel özelliklerini ortaya kor: Zeus
insanların kaderini belirler, tanrılarla insanların beraber yaşamasını
yasaklar, insanlar kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılamak zorunda kalmıştır
(çalışmak), her türlü kötülük insanlara verilmiştir.
İnsanın
kendi sorumluluğunu yüklenmesi ile tarihsel süreç başlamıştır.
Yunan evren
tasavvurunda evren ve tanrılar birlikte oluşmuştur (tanrıların önceliği yok).
Evren tanrılar arasında paylaşıldı. Tanrılar arasında hıyerarşi var. İnsan önce
tanrılarla beraber yaşar sonra dışlanır.
Evren,
tanrı, insan anlayışları felsefeyi başlatmış, Yunan felsefesinin en önemli
problemi “varlık” hakkındaki düşünceler gelişmiştir.
3. Hafta: Arkhe Sorunu
Felsefeyi,
(evrenin yapısı düzeni ve insanı da açıklayan) bütün varlığı bir kökenden
hareketle açıklamak sorunu başlatmıştır. Yunanlı düşünürler buna arkhe (ilk
ilke) adını vermiştir.
Felsefenin Oluşumu:
Mitolojik
düşünmede ele alınan evren tasavvuru ile Yunan evren tasavuuru özde aynıdır
ancak Yunanlılar felsefe (zihinsel faaliyet) ile bunu açıklamışlardır.
Yunan
tarihindeki sosyal ve siyasi yapı içerisindeki değişimleri evren tasavvuru
içerisinde açıklamak için efsaneler yeterli olmamıştır. Yunanda devlet evren
tasavvuru içindeki değerleri savunur ve korur. Devlet kendini buna göre
tanımlar.
Eski
Yunanda devlet Polis yapısında (şehir devleti) olduğundan çok fazla
genişleyememiş ve merkezileşememiştir. Siyasi ve iktisadi alanda çıkan
değişmeler ve şüpheler toplumda düzen bunalımı yaratmış ve felsefe oluşmuştur.
Gutrie’ye
göre Yunan felsefesi iki temel sorun üzerine oturmuştur, bu iki sorundan üçüncü
sorun çıkmıştır:
-
Kurgusal-Bilimsel yan (makro kozmosun açıklanması)
- Mikro
kozmos (insan, siyaset, ahlak)
- Mantık ve
bilgi kuramı (Felsefe)
İlk iki
sorunda yer alan hususlar bütün evren tasavvurlarında zaten vardır (evrenin
oluşumu, insanın yeri, siyasi ve ahlaki kurallar). Ancak Yunan felsefesini
doğuran şey üçüncü sorundur (mantık ve bilgi).
Milet Okulunda Arkhe Sorunu:
Aristoteles’e
göre felsefe ilk ilkelerin bilimidir ve Thales tarafından başlatılmıştır. İlk ilkelerin bilimi olan felsefe
görülür kaosun gerisinde süreklilik ve birliğin varolduğu inancına dayanır ve
zihinle kavranabilir. Milet okulu düşünürleri bu kaygıyla yola çıkmıştır:
- Gözle
görülen değişmelerde sürekli ve kalıcı bir şey (evren neden meydana gelmiştir).
- Evreni
oluşturan şeyde de değişme olabilir, sürekliliği sağlayan şey evrenin formunda
saklıdır. Zihin değişmelerin ardındaki varlığını sürekli koruyan ilkeyi
keşfetmek ister (Guthrie).
Thalesin
ilk maddenin su olduğunu söylemesi zaten hem Mezopotamya hem de Yunan evren
tasavvurlarında görülen bir husustur (Aristoteles, Hesiodos’un Okeanos’u
dünyayı meydana getiren varlık olarak gördüğünü ve Thalesin buradan
etkilendiğini söyler). Thales’in farkı işin içine tanrıları katmamasıdır.
Thalesde suyun neye dayandığı açık değildir, Aneksimandros apeiron ifadesi ile
bunu açıklamaya çalışır, ona göre yeryüzü davul şeklindedir ve küresel evrenin
merkezinde yer alır. Evreni tanrı olarak kabul eder ve insan ruhu da evrenin
bir parçasıdır.
Milet’li
filozoflara göre evren canlı bir varlıktır (ilk evren açıklama modellerinden
alınmış ve felsefe içinde devam etmiştir). Kendi devinimini kendisiyle
açıklayacakları madde aramışlar buna da hava ve su demişlerdir (ilk maddedeki
devinim onun canlı olmasından kaynaklanır). Dinsel söylemden kaçınmakla
birlikte ilk maddelerine tanrı yada tanrısal adını vermişlerdir.
Pythagorasçılar:
Pythagorasçılar
da (İtalya okulu) dinsel kaygılarla açıklamışlardır. Onlara göre ruh göçü
vardır ve her canlıdan her canlıya ruh geçebilir, dolayısıyla evrendeki tüm
canlılar kardeştir (doğanın kardeşliği) buna bağlı olarak da evren canlıdır.
Milet okuluyla aynı görüşü paylaşmalarının temelinde kendilerinin ruh anlayışı
ile Milet’lilerin evren anlayışlarını birleştirmeleridir.
Pythagorasçılar
evrenin canlılığına inanç, Milet’liler ise rasyonel yoldan ulaşmışlardır
(aralarındaki fark).
Pyhthagorasçılara
göre evren hayat kaynağı olan bir nefes (hava) ile kuşatılmıştır, canlılara
hayat veren bu nefestir. Evren ebedidir, birdir ve tanrısaldır, insanın bedeni
ölümlü ama ruhu ölümsüzdür (tanrısal). Evrensel ruhla bütünleşmek amaçtır (bir
sürü ruh göçü sonrasında).
Orpheusçular
(arınma törenleri, ölülerden uzak durma) gibi ruh göçünü sağlamak için
Pythagorasçıların da ilkeleri vardı:
- Doğanın
kardeşliği, akrabalığı
- Akılsal
temele dayanan limit düşüncesinin yüceltilerek biçim (form, yapı) felsefi
araştırma konusu yapılması.
- Ahlak
alanında ikicilik (dualizm). İyi (ışık, birlik, erkek, sınır) ve kötü
(karanlık, çokluk, dişi, sınırsız).
Pythagorasçoılar
panteisttir. İyi tek ve bütündür. Düzen önemlidir. Evren düzenlilik, tamlık ve
güzellik fikirlerini birleştirir ve buna kozmos adı verilir. Cosmos adını evren
için ilk kullanan Pythagorastır.
İnsanlar
makrokozmosun yapısal ilkelerini kendilerinde yeniler. Evren gibi insanlar da
düzenli bir bütünlük içindedir.
Pythagoras,
her şeyi kapsayan bütüncül bir bilimin temellerini atmıştır. Bilimsel bilgi
ahlaki ve metafizik ilkeyle bütünleşmiştir. Bilginin gnoseolojik, varoluşsal ve
kurtarıcı işlevi vardır.
gnoseoloji=epistemoloji
gnosis=episteme
Herakleitos:
Zor
anlaşılan bir filozof olan Herakleitos, hakikatin olgular dünyasında değil
insanın içinde aranmasını yani “logos”a bakılmasını öne süren oluş
filozofudur.
Savaş,
çatışma ve çekişmeyi her şeyin temeline koymuştur. Her şey bir başka şeyin
ölümüdür. Karşıtlar uyumlu olamaz. Yaşamın kaynağında mücadele ve savaş vardır.
Oluşu
diyalektik bir temele dayandığını söyleyen Herakleitos diyalektik yöntemi
felsefeye kazandırmıştır.
Herakleitosa
göre evren yanan-sönen ama hep var
olan bir ateştir. Evren bir ilk
maddeden gelişmemiştir. Erenin iki temel ilkesi: Çekişme-savaş ve sabit akış
(evrenin ilkeleri ateşle ifade edilir).
Logos: söz,
düşünce, anlam, akıl Herakleitos’un temel düşüncesidir. Logos her zaman doğru
olmuştur, her şey ona uygundur, logos her şeyde ortaktır.
Logos: Her
şeyin her şey aracılığıyla yönlendirildiği düşünce.
Logos
bizdeki akılla özdeş ama maddesel bir şey. Kozmik ateş (akılsal ateş)
Parmenides:
Herakleitos’un
tam tersi olarak hareketin olmadığını söyler.
Gerçeklik:
Tek, hareketsiz ve değişmez bir varlık.
Doğruya
yanlızca akılla varılabilir, ancak akıl meydana gelmeyi, değişmeyi ve hareketi
algılayamaz. Doğruların kavranması için algıya değil mantıksal yapıya
bakılmalıdır. Sadece varolma vardır, varolma ile düşünme aynı şeydir.
Olmak (einai), varolmak anlamına gelir.
Parmenides
sözcüklerin mantığı üzerine düşünen ilk kişidir. Birşeyin olduğunu söylemek
yalnızca onun var olduğunu söylemektir.
Değişmek
var olmayan haline dönüşmektir. Olmamak (varolmamak) varlıktan çıkmak, yok olup
gitmektir.
Parmenides,
efsane temelli bilgi anlayışına bağlı kalmıştır (Musaların kendisine her şeyi
anlattığını söyler).
Anaksagoras:
Felsefeyi
Ionyadan getirip Atinalılara tanıtmıştır. Nous (akıl, ruh) kavramını felsefeye
sokmuştur. Nous madde dışı ve maddeyi harekete geçirir.
Başlangıçta
her şey bir aradaydı, çokluk ve küçüklük bakımından sonsuzdular, onları hava ve
ether (aither) bir arada tutuyordu. Bu çokluktaki öğelerde başka öğelerden
parçalar bulunuyordu sadece nous çok az öğede yer almıştır.
Başlangıçta
hareketsiz bir kütle olan evren nous sayesinde harekete geçerek düzenli hale
gelmiştir.
Nous
sınırsızdır, hiçbir şeyle karışmaz yalnız kendi kendine kalır, her şeyin en
incesi en temizi her şey hakkında bilgi sahibi olan ve en büyük güce sahip
olandır.
Nous’un
sebep olduğu dönüş evreni oluşturmuştur. Evrenin kuralları nous’dan türemiştir.
Efsane ile Felsefe Arasındaki İlişki:
Yukarıda
anlatılan filozoflarla Heseidos mukayese edildiğinde, felsefe evren tasavvuru
sorunlarına çözüm getirmiştir.
- Aristoteles’e
göre; Heseidos en
eskiler olarak Yunan düşünce tarihinin başında yer alır. Thalesin ilk ilkesi
“su” ve Parmenides’İn birleştirici unsuru “aşk” ilk kez Heseidos’ta
kullanılmıştır. Heseidos ve Homeros’a göre ilk tözler tanrılardır, tanrısal
olan tüm doğayı içine almıştır. Heseidos ilk ilke olarak “toprak”ı kabul
etmiştir. En eskiler: Eski şairler, teologlar. Eskiler: İlk filozoflar yeni bir
hakikat bulmamıştır. Aristoteles kendi metafizik anlayışını En Eskilerin
(şairler) efsane temelli anlayışı, Eskilerin (ilk filozoflar) ilkeleri ve
Yeniler’in görüşleri çerçevesinde oluşturmuştur. İlk filozoflar Homeros ve
Heseidos geleneğine bağlı kalmışlardır.
- Doğa
filozoflarının (ilk düşünürler) başlıca sorunu ilk varlığın ortaya çıkması ve evrenin
nasıl oluştuğudur. Onlara göre boşluktan (kaos) varlığın ortaya çıkması akıl
yürütme açısından çelişkilidir. Bu yüzden ilk ilke belirlemeye çalışmışlardır.
Parmenides varlığın ezeli ve ebedi olduğunu söyleyerek kaostan çıkmadığını belirtmiştir.
Varlığın sürekliliği Herakleitos tarafından da savunulmuştur. Pythagorasçılar
da varlığın (ilk ilke) temel maddesi olarak ruh olduğunu söylemişlerdir. Milet
okulıu mensupları özneyi dışarıda bırakarak doğayı (insandan bağımsız olarak)
doğayı ele almışlar, Orfeusçular ise nesneyi dışlayıp insanı doğadan bağımsız
ele almıştır. Farklı okulların ortaya koyduğu davranışlar Platon tarafından
birleştirilmiştir (bütünlüklü evren tasavvuru).
- İlk
varlığın ne oılduğu sorunu: Arkhe sorunu. Ontoloji: Evrenin ilk ilke üzerine
temellendirilmesi. İlke-evren düzeni ilişkisi kurulunca oluş da açıklanır
(Parmenides dışındakiler): Kaos-Gaia arasındaki ilişki. Heseidos kaosun
kökenini, filozoflar da ilk ilkenin kökenini açıklayamamışlardır (sadece
kökende var olan şeyin adı ve niteliği değişmiştir). Yunan felsefesinin temeli
olan varlığın ezeli-ebedi olması Heseidos’un gaia anlayışında saklıdır. Yunanlı
düşünürler, öz’ü tanrılarla ilgili tarih kesitinde değil, en eski durumda
aramışlardır. Felsefe arkheyi, kökeni ararken kozmogoniye başvurmuştur,
kozmogoni efsanenin değil ontolojinin sorunu olmuştur.
- Toprak
(gaia) Heseidos için oluşun ve düzenin kaynağıdır (tanrıları doğurur, doğal
nesneleri yönetmelerini sağlar). Parmenides oluşu reddeder ama Yunan
tanrılarını kabul eder. Herakleitos düzeni logos ile açıklamış, oluş da ateş
aracılığıyla gerçekleşmiştir. Parmenidesin mantığı, Herakleitosun logosu
Pythagorasçıların ruh anlayışı felsefe temelli evren tasavvurunda yer almıştır.
- Gaia’nın
içindeki saklı potansiyelleri kendi başına dışa vermesi ile Milet okulu
düşünürlerinin ilk ilke anlayışı da benzerdir. Doğa filozoflarının da dört
elementin (her biri yada birlikte) varlığı gerçekleştirmesi de gaia’nın doğurma
yeteneklerinin elementlere geçmiş olduğunu gösterir.
- Her türlü
değişim arkasında değiişmeden kalan ilke ve ilkenin mantık temelli
açıklamasının yanında efsane temelli anlayışta gaia’nın neden varlıkları doğurduğu
açıklanmamıştır. İlkenin mantık temelli açıklaması ile felsefe-efsane köklü
şekillde ayrılmıştır.
- Homeros ve
Heseidos’ta tanrıların yetkisi sınırlıdır ve ebedi değillerdir, moira (kader) onları sınırlandırır.
Evreni mutlak olarak kontrol eden bir güç efsanede olmamıştır ayrıca Platona
kadar felsefecilerde de yoktur. Herakleitos’un logos’u ve Anaksagoras’ın nous
öğretisi evrensel düzeni belirleyici unusurlardır (evrensel otorite). Nous ve
Logos felsefi evren tasavvurunda önemli bir rol oynamıştır. Platon döneminde
akıl Zeus’un yerine geçmiş Zeus da moira’nın (kader) yerine geçmiştir.
Yunan
felsefesi efsanenin etkisinden kurtulamamıştır. Dönüşümün en önemli göstergesi
ileri sürülen düşüncelerdeki mantıksal yapıdır. Efsane temelli evren
tasavvurunun devam etmesinin en önemli sebebi Yunan dininin içerisinde yer
almasıdır. Felsefe dinin yerine geçememiş ve entelektüel bir uğraş olarak
kalmıştır.
İlke
(arkhe) sorunu felsefenin temelini oluşturur, evrenin oluşmasını açıklaması
bakımından önemlidir. İlke, belli, bir konuyuı bütünlüklü bir şekilde
açıklarken, konunun içindeki farklı unusurları da birlikte taşır.
4. Hafta: Trajediler
Trajediler,
MÖ 5-4YY’larda halkın bilinçlenmesini ve sofist düşüncesinin gelişmesini
sağlayan, insanın yaşama alanı ve değer sistemini sorgulayan tiyatro
oyunlarıdır.
Trajedi
yazarları, kader, siyaset ve ahlak konularında toplumun değer sistemlerini
sorgulayan eserler yazmışlardır. Temel değerler konusunda halkın bilinçlenmesi
ve felsefi düşüncenin gelişmesine (estetik sorunlarının tartışılması) katkı
sağlamışlardır.
Trajedi Tanımı:
Trajediler,
insanın evren tasavvurundaki yerini, yeni ortaya çıkan değerleri ve efsane
temelli değerleri sorgulamıştır. Yunan klasik döneminde (MÖ 5YY) kader ve
siyaset sorunlarını işleyerek efsane temelli evren tasavvurundan felsefe
temelli evren tasavvuruna geçişte rol almışlardır (kader ve siyaset konuları insanın
evrendeki yerini sorgular).
Şehir
devletleriyle oluşan, yasal siyasi düşünce ile efsane ve kahramanlık geleneği
arasındaki açık zıtlık trajediler için önemli bir husustur.
Atinanın
gelişmesi ve çöküş döneminde gerçekleşen trajdilerin ortaya çıkışı, bilincin
parçalanması, çelişkinin farkına varılması, sosyal-siyasi hayat, entelektüel ve
iktisadi gelişmelere bağlıdır.
Şiir tarih
boyunca halkın sorunlarını anlatmanın en iyi yolu olmuştur. Yunan dünyasında
şiir de gelişmiştir (Orpheus’un kutsal törenleri ve öldürme, Muasios’un
hastalıkların tedavisi, Hesiodos’un tarım ve mevsimler öğretileri). Şairler
konularını efsaneleri referans alarak idealleştirmişlerdir (tanrılar, doğa üstü
varlıklar, kahramanlar). Toplumsal sorunlara değinmişler, hatta düşmanlarını
tanıtarak (Pers) onları savaşa özendirmişlerdir.
Aristoteles’e
göre trajedi, dini kuttörenlerin (dithyrambos)
evrimleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Trajedilerde seyirci daima, evreni yöneten
kahramanlarla ilişki içine alınmıştır.
Toplumdaki
değişikliğe bağlı olarak trajedilerde de aynı sorular (niçin inanç hayatına acı
sokulmuştur) sorgulanmıştır. Oyunlarda insan kaderi işlenmiş, seyirci kaderine
küsmeye yönlendirilmekle birlikte zaman zaman saldırganlaştırılmıştır.
Trajedi
geleneğini Atina’da geliştiren Pesistratos’dur. Soylularca kabul edilmeyen
Dionysos’u Atinalılara kabul ettirmiş, Homeros şiirlerini okutmuş, trajedi yarışmaları düzenlemiş, Dionysos’a
tapınan halkın bayramını (trajedinin de kaynağı olan dithyrambos) tüm Atina’ya
yaymıştır.
Trajediler
evren ve insan konuları yanında, ahlak ve din sorunlarını da işleyerek
felsefe-din-sanat birliğine katkı yapmışlardır.
Aiskhylos
tarafından yazılan ilk trajediler siyasi ağırlıktaydı, eğitim, din, siyaset ve
ahlak da önemli yer tutar. İnsanın inancının devlet ve toplumla olan ilişkileri
açısından değerlendirilmiştir.
Atinanın
hem yükseliş hem de çöküş dönemi (MÖ 5YY) üç büyük
trajedi yazarına sahne olur: Aiskhylos,
Sophokles, Euripides.
Aiskhylos:
Dini inançları ve eski efsaneleri yeni ihtiyaçlara göre yorumlar. Zeus
iyiliksever bir tanrıdır. İnsanlar gurur ve küstahlıktan dolayı acı çeker ama acı
çekerek doğru yolu bulur (kutsal adalet).
Sophokles:
Aiskhylos’un haksever tanrılarına, dindarlık, yiğitlik, itidal ve adalet
kavramlarına bağlı kalmıştır.
Euripides:
Tanrı, iyilik, dindarlık, kader konularını tartışmıştır.
Trajedi,
hem Atina’da hem de Atina İmparatorluğunun yaydığı dialektik temelinde etkin
bir unsur olmuştur.
Jaeger’e
göre, Atianlılar politikacılardan daha çok şairleri önemli bulmuştur. Şairler
ulusal ruhun temsilcileridir (Platon şairleri bu yüzden sevmez ve eleştirir).
Kader Sorunu:
Trajedi
öncesi Yunan kültüründe, suç daymonu tanrının isteğiyle bir kişiye gelirdi
(nesnel suç düşüncesi). Bu dönem şairleri de tanrıdan gelen, suça götüren “ate”
inancına sadık kalmıştır. Bu güce (ate) saldırmadan suçluya kaderinde aktif rol
vermişlerdir (tanrılar karşısında kendini savunma). Onların kahramanları
doğuştan suçludur.
Hem trajedi
öncesi hem de trajedilerde şansın ve kaderin rolü çok fazladır. Tyche (şans) ve
moira (kader) problemleri ile trajedide efsanevi temellere oturtulmuş
dithyambos’lar gelişmiştir. Dünya kader ve yasanın kırallığıdır.
Yunan
düşüncesinde “düzen” açıklanmamıştır. Trajedi yazarları kader temasını
genellikle tanrılarla işlerdi (tanrının isteği kaderdir, insan emri uygulayan
köle gibidir). Trajedilerde yer alan aile içi cinayetler tanrıların yada
kahinlerin isteğidir.
Tanrıların
gündelik hayata çok fazla müdahale etmesi kişilk bölünmesi (şizofren)
boyutlarında zihin bulanıklığına yol açar. Kötü olaylar tanrıya atfedilerek
sorumluluktan kaçılmıştır. Tanrıların iyi yada kötü tüm olaylara müdahalesi
insanı kendi eylemlerinde sorumluluktan kurtarmıştır.
Kahramanlar
çift anlamlı değerlerin hakim olduğu yerde katı seçim yapmak zorunda
bırakılarak kendine acı getiren bir duruma sokulur. Gerçekte yaşanan siyasi,
ekonomik, askeri ve dini karışıklıklar şairlerin eserlerine bu şekilde yansır
(trajedilerde olaylar hep olumsuz unsurlardan oluşur).
Kadere
inanış aynı zamanda, kurbanın toplum gözünde değersiz kılınmasını da engeller.
Kader genellikle olayın olup bittiği noktada devreye girer: Başta işlense
etkili bir oyun ortaya çıkmaz. Ahlaki olarak suç tanrılara yüklenir. Kişi
kaderinde varsa kötü eylemde bulunur, kaderin önüne geçilemez. Kader yasası
gereği karşı karşıya gelen tanrı insan ilişkisinden trajedi çıkar.
İnsanın
bağımsız ve yeterli olmamasına rağmen, düşünce ve refleksiyonun objesi haline
gelmesi sorumluluğun trajik anlamını açıklar. İnsan zayıftır, yetersizdir,
karar veremez. Töreye uygun yaşamak ve kader çelişkisi korkuyu arttırır ve
kadere teslim olmayı gerektirir. Kaderin kendisi korku kaynağıdır.
Yetersiz olan ve yasalarla yönetilen insan çıkış yolu bulamaz ve işkence çeker.
Kurtuluş yolu bulunamaz ve kader yasasına teslim olunur. İnsanın köşeye
sıkışmasıyla trajik bilinç oluşmuştur (trajik dünya, trajik insan, trajik
düşünce).
Bu trajik
düşünceden Sofistlerin savunduğu “bu dünyayı günün koşullarına göre yaşamak”
fikri kurtarmaya çalışmıştır. Protagoras’ın “İnsan herşeyin ölçüsüdür” sözü
belirsiz kader cenderesinden kurtulmanın yolu olmuştur. İnsanın başına gelenler
tanrıların yüzünden değil kendi başarı yada başarısızlıklarındandır. Bu da gücü
elinde bulunduranın doğru, adil olduğunu, adalet güçlünün işine gelendir kavramını
doğurmuştur. Tanrıların adalet yasası yerine kaos (düzensizlik) gelmiştir. Bu
isyanı yatıştırıp tekrar tanrı veya tanrıları yerlerine geri getirmek için üç
büyük filozof çok uğraşmıştır. Trajedilerin ortaya çıkardığı entellektüel ve
moral dejenerasyon Atina’nın çöküşünde önemli bir rol oynamıştır.
Trajedilerde
kader temasının işlenmesine rağmen gündelik hayatın normal sürmesinin altında
tutku yatar (salt tutku). Tutkunun zararı işlenmiş olsa da tutku
özendirilmiştir. Tutkuların onur, mevki, zenginlik, rütbe gibi unsurlara
yönelmesiyle toplumda iç sürtüşmeler cinayetlere hatta savaşlara sebep
olmuştur. Tutkuların belirlediği oyunlarda ölüm başrolü oynamıştır (cinayet,
intihar, idam). Aile içi cinayetler hem huzursuzluğu sergiler hem de olağanmış
gibi gösterilir.
Şairler
oyunlarında bireyin tutkularını sergilerken aynı zamanda onların ve toplumun
psikolojisini de vermişlerdir. Bireyin korku-tutku-erdemleri, toplumun değer
yargıları-inançları ve tanrıları ile ölçülerek yorumlanmıştır. Bireyin bazan
haklı çıkartılmasıyla toplumun inançlarındaki değişim sağlanmıştır.
Euripides
ruhun yeni anlamını (ruta birbiriyle çatışan zıt yönler) keşfettiği için ilk
psikolog olarak adlandırılır. İnsan doğasındaki zorunlu ve mantıklı daimonik
(suç) tutkuların ve sabit fikirlerin görülmesine rehberlik etmiştir. Onun
psikolojisi, öznel dünyanın keşfi ve doğaya karşı rasyonel yaklaşımın bir araya
gelmesi ile ortaya çıkmıştır (Jaeger): Kendinden şüphe etmek ve değerlerden
şüphe etmek.
Trajedi
kahramanlarında görülen kötü olayların iyi sonuç vermesi fikri toplum
değerlerini alt üst etmiştir. Doğru davranışların ceza görmesi, yanlış
davranışların ödüllendirilmesi fikrinin lider tarafından tavsiye edilmesi hem
yıkıcı sonuçlar doğurmuş hem de şairler için olumsuz görüş oluşmasına sebep
olmuştur (Platon, Devlet). Platon bu şiirlerin ve ağlatan, sarhoş eden, tembel
ve gevşek yapan müziklerin yasaklanmasından yana olmuştur. Platon toplumun da
bunlardan zehirleneceğini düşünmüştür.
Platona
göre şairlerin en kötü yanları, kahramanlara acı çektirmeleri, ağlatmaları,
seyirciyi etkilemeleri ve onları heyecanlandırmalarıdır. Gerçek hayatta
erkekler acı karşısında metin olmalıdır, ağlamak kadınlara mahsustur. Sağlıklı
bir iş için insanın akıl yönü öne çıkartılmalıdır, oysa trajedilerde duygusal
yön öne çıkartılır.
Platona
göre trajedinin insan üzerine etkisi büyüktür. Benzemek istenilen bir durumun
sevinçle alkışlanması ahlaki açıdan önemlidir. İnsanın başına gelen kötü bir
olayda ağlayıp inlemesi, acıdan bağırmasi gibi insani ihtiyaçlarını trajediler
gidermiştir.
5. Hafta: Sofistler
Sofistler,
geleneksel değer sistemlerinin insanlar tarafından yaratılmış olduklarını
savunarak ve bilgi konusunda getirdikleri yeni
sorunlarla evren tasavvurunu değiştirerek felsefenin kurumlaşması ve
problem alanlarının belirlenmesine yardımcı olmuşlardır.
Sofistlerin
düşünce dünyasına getirdikleri görecelik takip eden filozoflarca ortadan
kaldırılmaya uğraşılsa da başarılı olamamıştır (Sokrates, Platon, Aristoteles).
Aslında bu üç büyük filozofun ortaya çıkması da sofistlerin yarattığı sorunlar
sayesinde olmuştur. Antik çağda herşeye tanrıların hakim olduğu düşünülen bir
dönemde sofistler “insan her şeyin ölçüsüdür” diyerek felsefenin kuruluşuna çok
büyük katkı vermişlerdir.
Sofistlerin Genel Özellikleri:
Sofistler
trajedi yazarları ile birlikte tanrısal kökten geldiği düşünülen değerlerin
aslında insanlar tarafından yaratıldığını öne sürerek eski evren tasavvurunu
kökten değiştirmişlerdir. İçinde bulundukları toplumun siyasi, dini ve ekonomik
bunalımları bu düşüncelere katkı sunumuştur.
sophia:
bilge, hünerli iş, ince iş, hüner, bilgi
Platona
göre hakiki bilgi (episteme) ile sofistlerin savunduğu sophia farklıdır.
Aristoteles için sophia en yüksek entelektüel erdemdir. Pratik bilgi ise
“phronesis”tir. Stoa okulu için ideal erdem “sophos”tur (bilge). Pythagoras
bilgelik (sophia) terimine olumsuz anlamlar yükler.
Sophia
sözcüğünden türeyen sofistes bilen ve bilgelik öğreten kişi demektir.
Sofistler
MÖ 5YY ilk yarısından itibaren siyaset, erdem, zanaat, bilgelik gibi alanlarda
her şeyi öğretebileceğini iddia etmişlerdir. Sofistlere kadar olan dönemde
“sofist” kelimesi aşağılayıcı bir manada kullanılmıyordu aksine 7 bilge için bu
terim kullanılmıştır. Protagoras kendisine sofist denilmesinden korkmadığını söyleyerek
bu kelimeye olumsuz anlam verildiğini belirtmiştir.
Doğaya
ilişkin bilgilerin gelişmesi, tanrılara karşı olan şüphelerin artması ve
siyasal yapının (demokrasi) getirdiği görevler sofistlerin ortaya çıkmasında
etkili olmuştur. Sofistler toplumun güç ve maddiyat açısından imrenilen kesimi
olan şair ve rahiplere özenmişler, bilgi ve hakim olma arasındaki ilişkiden
yararlanmak istemişlerdir. Herşeyi bildiklerini iddia ederek topluma hakim
olmak istemişlerdir. Güçlerini genişletme alanı olarak da siyaseti
görmüşlerdir.
Platon’un
Sofistes diyaloğuna göre sofistlerin tanımlanması güçtür ancak yalancılık
özellikleri vurgulanmıştır (sofistler amaç için yalancılığı para karşılığı
öğretir).
Hippokrates’e
göre sofist bilgi öğretmenidir, ancak ne tür bilgi öğrettiği konusu
açıklanamamıştır.
Platon
sofistlerin tüccar olduğunu vurgulayarak aşağılamıştır (sattığı malı tanımayan
tüccar yalan söyleyerek mal satar). Bedenin besinini yalanla satan tüccarlar,
ruhun besinini yalanla satan sofistler. Sofistler gerçekliği bilmezler, sadece
taklit ederler, ikna edici söz sanatı ile cahilleri kandırırlar ancak
bilginleri kandıramazlar.
Sofistlerin
en önemli yanlarından birisi de şüpheyi felsefe yöntemi olarak
yerleştirmeleridir. Şüpheciliğin temelleri Demokritos tarafından atılmıştır:
Fiziksel görecelik değerler alanına taşınmıştır, acı-tatlı-soğuk gerçekte
doğada yoksa adalet-doğru-yanlış da gerçek olmayan bir öznel varoluşa sahiptir.
Bu yaklaşım sofistlerce toplumsal değerlerin tanrısal olamayacağı şeklinde
ifade edilmiştir. Şüphecilik mutlak bilginin olamayacağını bilginin de göreceli
olduğu görüşünü desteklemiştir.
Georgias’ın
“varlık yoktur, olsa da bilinemez, bilinse de anlatılamaz” yaklaşımı hem
sofistleri hem de Platon’u (idealar kuramı) etkilemiştir.
Sofistlerin Siyaset Anlayışı:
Topluma ve
insanlara hükmetmek o dönemlerde imrenilen ve istenilen bir durumdu. Demokrasi,
aristokrasi ve sınıf çatışmalarının olduğu bu dönemde herhangi bir şekilde
suçlu olmamak için en iyi yöntem siyasi güç olarak görülüyordu. Seçim sistemi
hakim olduğundan halkı ikna etmek ve kendini seçtirmek gücü ele geçirmenin bir
yoluydu, ikna yöntemini öğretenler de sofistlerdi. Bu durumda felsefe,
sofistlik ve bilgelik siyasetin temeline oturtuldu. Her yerde iyi devlet adamı
yetiştirdiğini iddia eden sofistler bu dönemde popüler olmuşlardır.
Siyaset ve
felsefeyi sofistlik içinde eriten sofistler, ahlak benzeri konuları da bu
açıdan yorumlayarak şaşkınlık yaratmışlardır. Sofistlerin yaptığı bir olumlu
katkı da herkesin siyaset yapma hakkı olduğunu bildirmeleridir (Protagoras,
Prometheus efsanesi). Demokratik sistem de sofist zihniyete uygun bir temel
olmuştur.
Arsitokratik
yasaların insanlar tarafından yapıldığı tanrısal olmadıkları görüşü Protagoras
tarafından öne sürülmüştür. İnsanlar varlıklarını sürdürebilmek için bir arada
yaşama ve hareket etme ilkelerini bularak ona yasa demiştir.
Protagoras’a
göre tanrısal olmasa da yasalar zorunludur ve toplumsal sözleşmeyle ortaya
çıkmıştır bu yüzden uyulması gerekir. Ancak bazı sofistler yasaların güçlülerin
hakkını savunması gerektiğini söylemeleri olumsuz karşılanmıştır.
Protagoras
tanrılar hakkındaki bilginin güvenilmez olduğunu söylemiş ve bu durumda
tanrılara inanmak anlamsızlaşmıştır. Yasaların tanrısal olmadığının karşısına
getirilen “toplumsal sözleşme” kavramı MÖ 5YY’dan beri bütün devlet
felsefelerinde yer almıştır.
Yöneticilerin
yetkilerinin genişliği yasaların topluma
bağlanmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Yönetme isteği despot olma isteğine
dolayısıyla da bilge olma isteği despot olma isteği ile eş tutulmuştur
(Theages).
Tek yetkili
despot bir yönetici fikri halk tarafından iyi karşılanmamıştır. Yöneticinin
yetki kullanım şekli adalet ve siyasetin konusudur. Yunana göre yönetme gücü
istediğini yapmak ve yaptırmaktır. Gücün kötü kullanılmaması için ahlak temelli
adalet olmalıdır. Ancak sofistlerde ortaya çıkan “adalet güçlünün işine
gelendir” fikri doğada adaletin olmayışı, tanrıların adaletsiz davranmaları ve
adaletsizliğe göz yummalarıdır (Platon, Devlet).
Sofistler
adalet ve doğruluk tartışmalarında hep güçlüden yana olmuşlardır. Kallikes’e (Platon-Georgias)
göre, doğada güçlüler hakimse kültür dünyasında da güçlüler hakim olmalıdır (en
güçlü, en iyi ve en kudretli aynıdır; güçlü olan iyidir ve iyi olan güçtür).
Sofistlere
göre doğruluk görecelidir, görüşler birbirlerine göre daha doğru olamaz ama
daha iyi olabilir. Doğruluk-yanlışlık yerine sofistler pragmatik sınamayı
getirmiştir (deney ve yararlılık).
Platon
diyaloğundaki Kallikes’e göre en bilge en kudretli sıfatları gücü elinde
bulunduran siyasetçidedir. Tiranların yönettiği ülkede haksızlıktan
korunabilmek için yöneticilere benzemektir (onların hoşlandıklarından hoşlanmak
vb). Siyasetin sofistlerce çıkar temeline dayandırılması Platon tarafından
eleştirilmiştir. Devlet memurlarına para ödenmesi ve halkın her istediğinin
verilmesi iyi bir devlet yönetimi değildir. Platon, Sofistlerle bu tip devlet
adamları arasında paralellik kurmuştur.
Platon,
sofistlerin zengin olmak, ve çevre kazanmak için çabaladıklarını, güç elde
etmek ve bu güce dayanarak suç işlemenin cezasından kurtulmak istediklerini
düşünerek onların haksızlık içinde yaşadıklarını ve ceza almadıklarını iddia
etmiştir (Georgias).
Sofistler
siyaset biliminin kurucusu olarak kendi zihniyetleri doğrultusunda sorunları
ele almışlardır. Bu hatalı yaklaşımları Platon ve Aristoteles (siyaset, ahlak,
toplum ve insan) tam tersi bir zihniyetle açıklanmaya çalışılmıştır, ancak bu
sistematik çalışmanın malzemesi de sofistlerce sağlanmıştır.
6. Hafta: Bilgelik ve Felsefe
Bilgelik
felsefeleşmemiş kültürlerde toplumsal düşüncenin teorik yapısını temsil eder.
Felsefe
bilgelik ortamında Yunan dünyasından çıkmıştır. Bilgelik: Çok şey bilmek,
ahlaki değerlere sahip olmak ve hakikati bilmektir. Bilgelik ve bilgelikten
çıkan felsefe anlayışında iki yol izlenmiştir:
- Ahlaksal
temelli yaşayışta bilgece öğütler vermek (kutsal kaynaktan gelir, hakikattir)
- Bilgiler
insanlar tarafından üretilmiştir (şüphe ve eleştiri). Eldeki bilgiler eksik,
hatalı veya yanlıştır. Hakiki bilgi arayışı devam etmelidir. Bilgeliğin felsefe
olma karakteri bu yolda gelişmiştir.
Felsefe
öncesi düşünüşte bilgelik: ahlak ve dini temelli yapı içerisinde teorik
sorunlara açıklık getirmek (yedi bilge). Yedi bilgenin düşüncelerini alt üst
eden sofistler de kendilerine bilge demiştir. Platona göre sofistler bilge
değildir, bilgelik ancak tanrılar için kullanılabilir.
Yedi
bilgelere göre bilgelik ahlak, sağ duyu, gelenek içerisinde topluma yararlı
olmaktır. Bilgenin kendini toplum hizmetine vermesi bilgeliğin ilk şartıdır.
Siyasette bilgelerin bu etkisi sofistlere ilham olmuştur (bilgelik siyaset
yapma anlamına gelmiştir).
Platon her
konuda her şeyi bildiğini ve bunları öğrettiğini iddia eden sofistleri
eleştirmiştir. Hakikati bilmediklerini söyler ve “bilge” yerine “bilgelik
sever” sıfatını verir. Platona göre devlet yöneticileri bilge olmalıdır
(korucular).
Her iki
kesim tarafından da bilge olmak için bilgili olmak gerektiği kabul edilmiştir.
Ancak sofistler hakikati bilgi olarak kabul etmediklerinden göreceli bilgiyi;
Platon ise hakikat bilgisini esas almıştır. Sofistler genç yaşta bilge olunabileceğini
söylerler. Protagoras iyi yurttaş olmak ve siyaset sanatını öğreterek
sofistlerin en çok siyasetle uğraştığını göstermiştir. Sofistlerin bilgeliği
bir tür yöntemdir (ikna etme, siyaset).
Sofistler
belli uzmanlık alanlarında bilgili olmalarına rağmen bu alanların ilkelerindeki
belirsizlikten de yararlanarak bilgelik sınırlarını da çizememişlerdir. Kendi
alanları olan felsefe ve siyasetin de sıırları bilgelik gibi belirsizdir.
Sofistlik
eğitimi paralı olduğundan zengin ve aristokratlara sunulan bir hizmetti.
Toplumsal ortam tartışmalarda öne çıkan kişiye bilgelik payesi veriyordu.
Bilgelik eğitimi alan gençler gereksiz yere yüceltiliyordu, Sokrates bilgeliği
“bilmediğini bilmek” olarak açıklar. Tam anlamıyla bilge olunamadığından
gençler için daha çok övgü manasına bilge sıfatı kullanılıyordu.
Sofistler
geleneksel bilge tanımına uymazlar. Gerçek bilgeler, danışılan, görüşü alınan,
örnek olan, ahlak alanında sorumlu oan ve geleneklerin sürdürülmesini sağlayan
kişilerdir. Bu sorumluluk onlara verilmemiştir, bilgelikleri nedeniyle
üstlenmişlerdir.
Sofistler
geleneksel bilgeliğin tam tersini savunarak (bireye değer verilmesi, dinsel
geleneklerin yerine doğal durumların gelmesi) evren tasavvuru bunalımını
artırmışlardır.
Bilimlerin
faydaya yönelik olması, hayatın zorluklarını yenmek için sanatla uğraşılmasını
bilgelik ile bağdaştıran Aristoteles ile sofistler aynı görüştedir. Sofistlerin
yeni bakış açısıyla sorunları ele almaları bilgelik tanımına uyar. Hayatın
zevkli yanlarıyla uğraşmaları da Aristoteles bilgeliği ile örtüşür. Ancak fayda
konusunda sofistler kendi menfaatlerini öne çıkardıkları için Platon ve
Aristoteles’in topluma fayda sağlama fikri ile ters düşerler.
Aristoteles
açısından özgür insan kendi amacı için var olan insandır. Felsefe de kendisi
için var olan bir bilimdir. Sofistler kendileri için çalıştıklarından
özgürdürler ama felsefeyi başka amaçlar için kullandıklarından ilke dışına
çıkarlar.
Hem
bilgelikte hem de felsefede kendi için bilgi elde etme amacı uygun değildir,
entelektüel ve toplum sorunlarının çözümünde fayda sağlamalıdır. Bu açıdan
sofistler bilgeliğin teorik tanımına yaklaşırlar.
Sofistlerin
her türlü bilgiye sahip olduklarını ve bunu öğretebildiklerini iddia etmeleri,
siyasette menfaati öne çıkarmaları, yaptıkları her şey için maddi karşılık
beklemeleri, bilgeliği yönetici olmak için istemeleri toplumsal kargaşayı
arttırmıştır.
Sofistler
bilgelik ve felsefeyi aynı şey olarak görmüştür, halbuki karşılıklı eleştiriler
sonucu felsefe bilgelikten tamamen ayrılmıştır. Bununla birlikte sofistler
felsefeye yeni konular ve farklı bakış açıları kazandırmıştır.
Platon
eserlerinde Sokrates’e göre felsefe sanatların en yükseği olarak tanıtılır.
Sokarets’e göre bilge ve iyi olan sıfatını taşıyan tanrılarla ölümden sonra
ilişki kurabilmek için iyi insan ölmeyi isteyebilir.
Platona
göre ölüm ruhun bedenden ayrılmasıdır. Filozof da mümkün olduğu kadar maddi
isteklerden ruhunu arındırmalıdır. Ruha yönelip ruhun ihtiyaçlarını öne
çıkarmak ölüme yaklaşmaktır. Ruha yönelmek filozofluğun şartlarındandır.
Platon,
ruhun bedensel duyular tarafından aldatıldığını düşünür. Ruh bedenle ilişkisini
kestiği oranda gerçeği kavrar, filozofun ruhu bedene hiç değer vermez ve ondan
kaçar. Ölüm amaca götüren yoldur, ten ile akıl beraber olunca hakikate
ulaşılamaz. Ancak bedenden kurtulunursa gerçek bilgeliğe kavuşulabilir (ölümden
sonra bilgeliğe kavuşulur). Bu yüzden gerçek filozoflar ölmeye çalışırlar ve
ölümden korkmazlar.
Platon’un
Phaidon dialoğunda bedenin yanıltıcı unsurlardan kurtulup ruhun hakikati
keşfetmesi ancak ölümden sonra bilge tanrılar ve diğer iyi insanlarla
buluşulduğunda gerçekleşir.
Aristoteles
ise felsefeyi sadece akıl işi ve dünyevi bir sorun olarak görmüştür.
7. Hafta: Platon’da Yöntem Sorunu
Felsefeyi
diğer bilimlerden ayıran temel özelliği onun yöntemidir. Felsefe öncesi
düşünüşte yöntemler, bilgelikten ayrılma, ilkeden hareketle evrenin kurulması,
trajedi yazarlarının değerleri sorgulaması ve sofistlerin bilgiyi görecelik
temeline oturtması olarak sayılabilir.
Platon iki
farklı yöntemle felsefe sorunlarına çözüm aramıştır. Birincisi, hakikatin ve
bilginin ruhta içkin olduğu ve bu bilgiye ulaşmak için
hatırlama yöntemi, ikincisi ise aklın ürünü olan (şüphe ve eleştiri ile
birlikte) diyalektiğin kullanılmasıdır. Karşı
fikirler diyalektik ile çürütülebilir. Platon dialoglarında bunu çokça
kullanmıştır.
Platon tüm
bilimlerde ve zanaatlarda da yöntem olmasını savunur. Onun yöntemi
tartışmalarda ortaya çıkar, genellikle rakiplerin görüşlerini çürüterek kendi görüşlerini
haklı çıkartır (eleştiri). Eleştiride rakip
düşüncenin tutarsızlığı tespit edilir.
Platon
sofistlerin yarattığı düşünce karmaşasını yıkıp sağlam bir değer ve bilgi
sistemi kurmak için üç yol izlemiştir (Hatırlama, diyalektik ve bölme).
Felsefe
konularının da merezinde olan insan hakkında konuşmak, insanların düşünceleri
olduğu gibi kabul etmesi, insan hakkında çok şey bilinmesi ve insan hakkında
ilkelerin olmayışı sebebiyle oldukça güçtür. İnsanların veya şeylerin
doğruluk-yanlışlığı hakkında toplumların anlaşamayacağını öne süren Platon,
Alkibiades diyaloğunda bu sorunu ortaya atmış ve Kritias’da çözümlemiştir.
Sofistlerin
bilgiyi verme yöntemini eleştiren Platon, onların bilgiyi alanın keyfine göre
verdiklerini savunur, sofistlere göre öğrencinin hoşuna giden iyi, hoşuna
gitmeyen kötüdür; Platona göre bu hakikati göstermede yöntem eksikliğidir.
Yöntemde
tek sorun insan değildir, bilginin doğruluğu, düşüncenin hataları da yöntem
sorunudur.
Platon
tanrısal kökten gelen bilgiyi temel aldığından, hakikatin ruh ile
öğrenileceğini bunun da hatırlama (anamnesis)
ile olabileceğini savunur. Ruhtaki hakikatler ise sanrılardan diyalektik ile
kurtulur.
Hatırlama (Anamnesis):
Platon
düşüncelerini kavramsal genel geçer ilkelere dayandırmak ister. Kavramsal
ilkeler onu idealar dünyasına ulaştırmıştır. İdealar insanlar dünyasındaki
teorik sorunların çözümünde temel olmuştur. Hakikat temelli bilgiler idea
dünyasındadır, ölen ruh bu dünyayı görür ve yeniden doğduğunda bunları hatırlar. İdealar dünyasıyla ilişki
ruh üzerinden kurulur. Bu fikir eski Yunan’daki Musa’lar kavramından
gelmiştir. Tekrar doğan ruh öbür dünyada gördüğü hakikatleri bu dünyada
hatırlar (Antik Yunan’da tanrıça Mnemosyne hafızayı temsil eder, olmuş olanı,
olmakta olanı ve olacak olanı bilir, Muse etkisine giren kişi Mnemosyne’nin
bilgisine sahip olur. Musa’lar her yerde bulunu ve her şeyi bilir, hakikati
bilir).
Yunan
dünyasında “hakikat geçmiştedir” anlayışı hakimdir (sofistler hariç), hayatı
sürdürmek için hafıza canlı tutulmalıdır, Platon da bunu destekler.
Eliade’ye
göre, akılda tutma ve unutmama evren tasavvurunda önemli yer tutar, yeniden
doğum (ruh göçü) bu anlamda ruhun geçmişiyle işin içine sokulmasıdır. Lethe’nin
suları dünyadaki yaşananı unutturmak değil, gökyüzü aleminin anısını dünyaya
geri dönen ruhtan siler (unutma ölümü değil ahayata dönmeyi simgeler).
Musa’lardan esinleneler ve geçmiş hayatlarını hatırlayabilenler dışında hiç
kimse Lethe’nin yapacaklarından kurtulamaz. Platon da bu düşüncelerden
etkilenerek anamnesis’i kullanmıştır.
Ananesis
ruhtaki bilgilerin hatırlanmasıdır. Ruhun bu bilgileri hatırlaması güvenilir
bilginin kaynağıdır. Hatırlama, şeylere bakarak ruhtaki asıllarına ulaşma
çabasıdır.
Hatırlamada
en önemli bilgi öbeği idealardır. Hakikat, ahlak, devletin özellikleri gibi
bilgilerin kaynağı ruhun öte dünyada gördükleridir. Ruh ölümden sonra
görüklerini Lethe’nin suyundan içtiği için unutmuştur, ama bu dünyadaki
kopyalar sayesinde hatırlayabilir.
Efsanelerde
yer alan köken sorunlarının hatırlanması, toplumsal hafızada içkin olan hakikat
bilgisine ulaşma yöntemidir. Platon da hem ruh hem de toplumsal hafızadan
hakikate ulaşmayı bir yöntem olarak görmüştür. Bilgelikte en uygun açıklama
tarzı hatırlamaktır. Platon bilgeliğin en önemli filozofudur.
Diyalektik:
Konunun
tanımlanabilmesi için ilk önce dağınık kavramlar bir düşünce etrafında
toplanmalıdır. Daha sonra fikrin analizi ve ayrılması uygun yerlerinden bölümlenerek
incelenmesi gelir. Konuşmak ve düşünmek için tanımlama ve bölümlemenin
yapılmasına diyalektik denir
(düşüncelerin yapısında ve denetlenmesinde kullanılması).
Diyalektik=Topla
(kavramları)àBöl
ve incele (fikir analizi)
Platona
göre diyalektik, şeylerin aslını bilme anlamında bilim teorisidir, hakikati
araştırma yöntemidir. Geometri gibi bilimler gerçek varlığın sadece bir kısmını
(bilim hakikatin sadece ilgili olduğu yönünü irdeler) görebilir. Bilimler
varlığı tüden kuşatamadıkları için varsayımlar geliştirir. Diyalektik
varsayımları atarak ilkenin kendisine yükselir. Felsefenin en temel kaygısı
olan özlere ulaşmak ancak diyalektik ile gerçekleşir.
En üst
biçime ulaşma çabası diyalektik ile olur (iyiye ulaşma). Mağara örneğinde
olduğu gibi gerçeğe ulaşma diyalektik yürüyüştür. Diyalektikte duyulara baş
vurulmaz, sadece akıl kullanılarak her şeyin özüne varılır, iyinin özüne
varmak için durmaksızın görülen dünyanın sınırlarına ulaşılır. Evrensel
hakikate ancak diyalektikle ulaşılır.
Diyalektiğin
uygulama alanları bilimler, savaş ve kanunların gerektirdiği tüm işlerdir
(ahlak ve tarih sorunları dahil), bunun için en iyi gelişmiş zihinsel güçleri
yüksek öğrencilere diyalektik öğretilir. Diyalektik toplumsal değerlerin
tartışılarak yıpratılmaması için gençlere değil olgunlara aşamalı bir şekilde
öğretilmelidir.
Bütün
türlerin bir cinsin altına konulması veya tek tek türlerin tanımlanması için
kullanılan sınıflamada da diyalektik kullanılır. Felsefenin ana görevi
analitiktir (bölümleme yöntemin kullanır). Diyalektik uzmanı türleri ve
cinsleri nasıl böleceğini bildiği için felsefi tartışmayı da denetleyerek yol
gösterir. Gerçekliği oluşturan biçimleri uygun şekilde sıralayabilir.
Platon
dialoglarında katartik yöntemini ve
iddiaların eleştirilerek yeni düşünceler ortaya konması yöntemini kullanmıştır.
Sokratik
anlayışta form, yukarı doğru bir seride bir amaca varmada araçtır. Toplama-bölmede bunun tersine olarak aşağı
doğru sürecin sonuna varmaktır. Toplama bölme yöntemi Sofist diyaloğunda
kullanılmıştır. Toplama-bölmede bir olanın çok sayıda tanımı yapılacağından
Parmenides’in varlık tanımı eleştirilmiştir.
Conford’a
göre diyalektik ile mantık arasında fark vardır. Diyalektikte semboller ve
önermeler yoktur. Platonun faktörleri vardır:
- Formlar
ve türlerin değişmez yapısı( ya birleşirler ya ayrılırlar)
- Bu
objeler zihinsel varoluşlardır.
-
Düşüncelerin, yargıların ve fiillerin sesle dile getirilmesi ifadeleri
oluşturur.
İfadeler
önerme değildir. Diyalektik, mantık değildir. Formların gerçek dünyası
üzerinde toplama-bölme tekniği ile eylemde bulunulur. Diayelktik varlık
yapısını inceleyen ontolojidir (formlar gerçektir). Diyalektik önerme
formlarıyla değil varlıklar üzerinde çalışır. “Diyalektiğin amacı”, bir sınıfa
dahil olan her bir şey hakkında bölünemeyen türlerin veya bir formu cins
farklılıkları ile tanımlamaktır.
Platon
idealarını anlamak için hem ideanın bilinmesi hem de idealar arasındaki
ilişkinin bilinmesi gerekir. Bu doğrultuda diyalektik iki yönde ele
alınmalıdır:
Yükseliş:
Genel ideaların incelenmesine götürür (Bireysel olaylardaki geneli keşfetmek).
İniş:
Bölümleme yöntemiyle idealar arası ilişkinin anlaşılmasını sağlar (Türlerin
analizi).
Yukarıda
varlık, birlik ve iyi formları yer alır. En altta yer alan biçimler
bölünemezler. Üstte yer alan karmaşık biçimlerin özellikleri, tümel biçim
olması (alt parçaları olan özel biçimlerin bütünü) ve en yüksek biçimin içerik
açısından zengin olması. Diyalektiğin özellikleri felsefe sorunları ile
örtüşür.
Platon
sofistlerin ortaya çıkardığı karmaşayı önlemek için önce onların yöntem
açısından yanlış olduğunu daha sonra da kendi düşüncelerinin güçlü olduğunu
ispatlamak istemiştir. Bu kaygılarla kendi yöntemini geliştirmiştir.
Hatırlama
yöntemi, düşüncenin kökene bağlı olarak açıklaması için kullanılmıştır,
diyalektik yöntem ise sofistlerin görüşlerinin çürütülerek kendi görüşlerinin
ortaya koması için kullanılmıştır.
Platon
sofistlerin ileri sürdükleri görüşlerle başa çıkabilmek için (onların
argümanlarıyla) yöntem geliştirmiş ve yine sofistler tarafından üretilen
malzemeyi kullanarak sistemini oluşturmuştur. Hem sofistler hem de Platon’un
çalışmaları felsefenin omurgasını oluşturmuştur.
8. Hafta: Platon’da Yöntem SorunuEvren
Anlayışı
Platon
evrenin yapısınıo varlık sorunu çerçevesinde (varlık türleri ve yapısı)
incelemiş ve evrenin nasıl yönetildiğini açıklamaya çalışmıştır. Evren
modelinde idealar öğretisini referans almıştır. İdealar öğretisi varlık, ahlak
ve bilgi alanlarında tutarlı açıklama için model olmuştur. Platon’un evren
kuruluşu Timaios diyaloğunda açıklanmış olup çok tanrılı ve efsane temelli
Yunan evren tasavvurunda önemli bir düşünce olarak ortaya çıkmıştır. En önemli
unsur yapıcı (yaratıcı değil) tanrı Demirguos’tur.
Platon’un kaygısı:
Beş ayak
üzerine kurulmuş olan felsefede Platon dördüncü ayaktır (Doğa filozofları,
Trajediler, Sofistler, Platon ve Aristoteles).
Sofistlerin yarattığı karmaşayı ortadan kaldırmak için toplumun temel
değerlerinin kavramsal yapılarını açıklamaya çalışmıştır. Platonun felsefeye en
önemli katkısı, bilgeliği felsefeleştirmek olmuştur.
MÖ 5.YY
ikinci yarısında Atina’nın geleneksel evren tasavvuru, siyasal sorunlar ve
felsefe akımlarının geleneksel değerleri etkisizleştirmelerinden dolayı kökten
değişmiştir. Platon bu sorunlardan ikincisini düzeltmek için çabalamıştır.
Platon,
Sokrates’İn ölümden önce söylediği, devletin var olmasını sürdürebilmesi için
bireyler tarafından yargı kararlarının mutlaka uygulanması gerektiğine dair
sözlerinden etkilenmiştir. Bu konuda Sokrates iki soru sormuştur:
- Bireysel
eylemler dışındaki tümel gerçekliğin bilinmesi
- İnsanın
kendini sorgulayarak ruhuna dikkat etmesi.
Platonun
görüşlerinin oluşmasında referans aldıkları:
- Doğadaki
herşey değişir (Herakleitos)
- Varlık
birdir (Parmenides)
- Ruh
öğretisi (Pythagorasçılar)
- Ahlak ve
idealara giden yol (Sokrates)
Platona
göre ahlak ölçüleri kadar bilimsel bilginin varlığı önemlidir, ona göre
bilginin nesneleri vardır ve algılar dünyasında tanımlanamayan, zaman ve mekan
dışındaki idealardır.
Platon
sofistlerin yıktıkları evren tasavvurunu yeniden kurmaya çalışmıştır. Bu
uğraşısında aynı zamanda toplumsal sorunları da analiz etmiştir, bu sorunları
tartışma şekli sayesinde felsefe gelişmiştir. Platon felsefeyi bilgelik
çerçevesinde yapmıştır. (ahlaki ve dini değerler merkezde, sorunları yöntem
açısından sorgulamak).
Bilgelik
temelli felsefede, bilgi tanrısal kaynakla ilişkilendirilir. Hakikat
anlamındaki bilgi temel alınarak insanların hayatı düzenlenmelidir. Bilgeliğin
kabul ettiği evren tasavvuru dini değerlerle biçimlendirilmiştir.
Platonun
felsefenin kuruluşuna yaptığı katkı, evren, bilgi, devlet, yöntem ve felsefe
anlayışları açısından incelenebilir.
Platon’da Evren Anlayışı:
Platon
Atina’da yaşanan çöküşü engellemek ve düşünce bunalımını ortadan kaldırmak için
sağlam bir temel aramış ve bunu varlığın yapısını yeniden tanımlamakta
bulmuştur. Bu varlık yapısı, değişmeyen, mükemmel ve ebedidir. Platona göre
bozulmanın en önemli sebebi, tanrıların kıskançlıkları, birbirleriyle
çekişmeleri ve savaşlarıdır. İnsan gibi davranan tanrı insan için model olamaz.
Evrenin mükemmelikle tanımlanması ve mükemmel bir model olarak alınması
kültürel dünyayı da mükemmelleştirir. Bu açıdan idealar dünyası mükemmel model
olarak oratya çıkmıştır.
İdeala Öğretisi:
İdealar
tanrının dünya üzerindeki etkisine benzer bir etkiye sahiptir, varolan herşeyin
tanrılarla bağlantılı olması gibi her şey ya doğrudan yada dolaylı olarak
idealar ile bağlantılıdır. İdeaların salt iyi ve mükemmel olmaları onları
zamansız (değişmez ve bozulmaz) yapar. İnsanla
idealar arasındaki ilişki ruh ile kurulur. Platon idealar ile kültürel
dünya arasındaki ilişkiyi ruh kavramı açısından Phaidros kitabında
açıklamıştır.
Platona’a
göre idealar dünyası, renksiz, şekilsiz, dokunulmak istendiğinde
varlığı-yokluğu belirsiz, ruhu idare eden aklın görebileceği hakikat ve asıl
bilginin yurdu. Bu mükemmel model olarak ortaya çıkmıştır (rensiz, şekilsiz,
akılla kavranabilen).
Tanrılar ve
iyi ruhlar gök kubbenin üstüne çıkarak idealar dünyasınıseyreder, ancak kötü
ruhlar bunu yapamaz. Kötü ruhların yapılarındaki olumlu özellikler yukarı
çıkmak isterken olumsuz özellikler aşağı inmeye çalışır bu çekişmeden dolayı
ruhların büyük bölümü yukarı çıkıp idealar dünyasını göremezken bazıları da
sadece başlarını çıkarıp aşağı düşerler ama gene de hakikat dünyasına göz atmış
olurlar. Hakikat dünyasını görenler hakikat ile beslenirken diğerleri sanılarla
beslenir. Tanrılar hakikatler dünyasından beslendikleri için olumlu özelliklere
sahiptir. Hakikatler dünyasını görmeyi Adrasteia
yasası belirler. Bu yasaya göre, iyi oldukları için hakikatler dünyasını
gören ruhlar iyi olma özelliklerini korurlarsa konumlarını da korurlar, aksi
takdirde ağırlaşarak kanatlarını kaybederler ve aşağı düşerler.
Ruhlar
hakikatleri görme ölçüsüne göre dercelendirilirler:
- Musa ve
aşkın dostu olan filozoflar
- Savaşçı,
komutan, kral,
- Devlet
adamı idareci yada iş adamı,
- İdmancı,
hekim,
- Kahin
(mistik bilgi)
- Şair,
taklitçi,
-
Zanaatkar, çiftçiler
-
Sofistler, demogoglar
- Tiranlar
Bu
kişilerin ruhları davranışlarına bağlı olarak iyileşir veya daha da kötüleşir.
Hkikatler dünyasını hiç görmeyen ruhlar inan olamaz. İnsan olabilmek için
duyumların çokluğunu idea birliğine indirgemek gerekir, bunu da ancak
tanrıların peinden giderek hakikatler dünyasını görenler becerebilir. Bu
şekilde insan olarak dünyaya gelenler gördüklerini hatırlayabilir. Hatırlama
gücü en yüksek olan filozoftur (tanrıyı en iyi takip eden).
Ruhların
hakikatle olan ilişkisinin insanların bu dünyadaki konumlarını belirlemesi
ruhun evrenle olan ilişkisine bağlıdır.
Platon’un
mağara benzetmesi idealar dünyası ile bu dünya arasındaki zıtlığı gösterir.
Mağara örneğinde olduğu gibi, gerçeği gören biri artık bir daha eski haline
dönerek gördüklerini ciddiye almayacaktır. Bu örnekte insanların yaşadığı dünya
karanlık mağaraya, mağarayı aydınlatan ateş güneşe, mağara çıkışına giden yokuş
da ruhun idealar dünyasına yükselişini temsil eder. Mağaradan çıkışın tek yolu
akıl yolu ile “iyi”nin kavranmasıdır. Dünyadaki iyi ve güzel herşey iyi
ideasından kaynaklanır. Sadece filozoflar hakikati kavrayabilirler, hakikati
kavrayan insani işlerden uzaklaşır.
Mağarada
yaşayanlar, hakikati görenlerin davranışlarını yadırgar (görmelerindeki
bulanıklıktan dolayı). Bulanıklık iki sebebe bağlıdır: Karanlıktan aydınlığa
(övünülesi durum) veya aydınlıktan karanlığa (acınası durum) geçiş. Acınası
durumdn eğitimle kurtulunabilir. Mağara kültürel dünyayı simgeler, insanlar
bunu gerçek olarak kabul ederler ve dışarı çıkmak istemezler.
Platon,
idealar öğretisindeki hakikatin insanlar tarafından kavranması sorununu Pythagorasçı
ve Orfeusçu ruh öğretisiyle (ruh göçü) aşmıştır (ruhların yeniden doğması ve
hatırlaması). Ruh ezeli ve ebedi dünyaya aittir, ruh efendi beden ise köledir.
Bu görüş Homeros, Hesiodos ve Milet okulu düşünürlerinde yoktur. Ruun göksel
kökenle açıklanması idealar dünyası ile kültürel dünya arasındaki bağlantının
temelidir.
Dünyadaki
sorunların kaynağı değişme ve bozulmadır, idealarda değişme ve bozulma yoktur
bu yüzden mükemmel ve kendilerine yeter durumdadırlar. Evrenin kuruluşu,
toplumun yapısı, devlet adamı tipi bu açıdan geliştirilmiştir.
Evrenin Kuruluşu:
Platonun
evren tasavvurunun aksiyomu: Bütün şeyler karışık bir haldeyken akıl gelip
onları düzenli hale sokmuştur.
Platon
Timaios kitabında varlıkla düşünce yada doğa ile ruh arasındaki ilişkiyi
incelemiştir. Evrenin yapılışı ve yapısındaki temel kaygı insan tipi ve devlet
şeklinin açıklanmasıdır. Bu diyalogda evrenin yapısı, insanın yapısı ve
kültürel dünya arasındaki ilişki tartışılır.
Tartışma
doğmadığı halde hep var olan (akıl tarafından sezilir) ve geliştiği halde var
olmayanın (doğum-ölümü içerir, algılar tarafından değerlendirilir) ne olduğu
sorusuyla başlar.
Değişmez
olarak tanımlanan evren modeli sayesinde dünyada değişmeden kaynaklanan
sorunların önüne geçmektir. Tanrı da model olarak değişmezi alır.
Evrenin
başlangıcının olup olmadığı sorusu Platonda epistomolojik ve ontolojik açıdan
incelenir. Platon epistomolojisi ontoloji üzerine oturtulmuştur.
Ontoloji:
Varlığın yapısı ve evrenin oluşumu, değer dizilerinin dayandığı ilkeler, insanın
evrendeki yeri
Epistomoloji:
Ahlak anlayışı, siyaset anlayışı.
Tanrı
evreni bir modele göre yapmıştır, model iyi-saf-değişmeyendir ve model
alındığına göre yaratılmamıştır, evren ne kadar mükemmel de olsa bir kopyadır.
Yapıcı iyi olduğundan hırs sahibi değildir, her şeyi kendine (iyi)
benzetmiştir. bu tavır evrenin temel ilkesidir. Tanrı kuralsız, düzensiz
şeyleri iyi olmaları için düzene sokmuştur.
Evrende
canlılık esastır. Varlıkta ruh yoksa akıl da yoktur. Akıl ruha ruh da bedene
konmuştur. Ruh bedendön önce yaratılmış ve bedenden üstün kılınmıştır (Ruh
emreden efendi, beden itaat eden köledir). Bölünmez ve aynı kalan töz ile
cisimlerdeki bölünebilen töz birleştirilerek üçüncü töz olarak ruh
oluşturulmuştur.
Ateş, hava,
su ve topraktan oluşturulan evren tektir, kendi kendine yeter (yetkin düzen),
en yetkin olan dairesel arekete sahiptir.
Evrenin
ölümsüz olana benzemesi için gökle birlikte zaman da yaratılmıştır. Sürekli
matematiksel ilkeere benzer hareketleri yapan gök birlik içinde kalarak ebedileşir.
Gökteki düzenlilik zamandır. Zamanın
ebedi ilkeleri üç boyutta tanımlanmıştır (geçmiş, şimdi, gelecek). Zamanın
boyutu içinde yer alanlar değişir, değişmeyen bir şeyden söz edildiğinde orada
zaman yoktur, o şey zaman dışındadır. Ebedi varlık için geçmiş ve gelecek
kavramları kullanılamaz. Tanrı, evren, ruh, gök ve zaman zamanın dışındadır.
Bir olan zamansızdır. Zamanın boyutları (geçmiş, şimdi, gelecek) sayılara göre
hareket eder, sayılarla ölçülüp değerlendirirlir (tekrar eden parçalar:
gün-ay-yıl).
Evrendeki
canlılar zamana bağlı bir hayat sürerler, zaman içerisinde hareket ederler.
Evrenin temel unsurları hem zamanı oluşturur hem de zaman içinde varlıklarını
sürdürürler (gök cisimleri). Yeryüzü cisimleri zaman içinde değişip yok olurken
gök cisimleri değişmez.
Gök
oluşturulurken zaman da düşünülerek yaratıldı (gün-gece-ay-yıl), geçmiş ve
gelecek de zamanın parçasıdır. Dünya gece ve gündüzün bekçisi, tanrıların
ilki ve en eskisidir.
Takvim,
doğan, ölen ve değişen varlıkları anlamak için kullanılan unsurlardan biridir.
Değişen varlıklar için zamanın üç boyutu geçerlidir (geçmiş-şimdi-gelecek).
Geçmiş-şimdi-gelecek
matematik ilkelere göre hareket eder ve ebediliği yansıtırlar.
Gök ebedi
olan örnek alarak yaratılmıştır, zaman ölümsüz olana benzer. Bu düşünce ile ay
ve güneş oluşturulmuştur. Zaman sayısının ayırt edilmesi ve korunması için de
diğer beş gök cismi yaratılmıştır (zaman içinde gök cisimleri zorunludur).
Evrenin
mükemmeliği dört soyla tamamlanır:
-
Tanrıların göksel soyu: Ateşten yaratılmıştır, küreseldir, zeka sahibidir,
kozmosun her yerine yerleştirilmiştir, iki hareketleri vardır. Göksel soy
yaratılmış tanrılardır, yartılışları bilinemez. Diğer üç soy bu göksel soy
tarafından yaratılmıştır (diğer soyların ölümsüz olmaması için).
- Havalarda
dolaşan kanatlı soy:
- Suda
yaşayanlar:
- Toprakta
yürüyenler:
Yaratılmış
tanrılar canlılar üzerinde hakimiyet sahibidirler (diğer soyları yaratmak,
yiyecek vermek, üremelerini sağlamak, öldükten sonra yanlarına almak).
Yartılmış tanrılar bozulma yasasına sahiptir, bunların yarattıkları ise daha
kolay bozulurlar (yaratıcı tanrılar işlerini düzgün yapmamışlardır).
İnsan ruhu,
değişmez saf töz kullanılmadığından değişmez değildir, ebedi ruhlara nazaran
eksiktir. Ruhlar yaratıldıktan sönra gök cisimlerinden evrenin özünü
görmüşlerdir. Dünyaya gelen ruh kendisine bağışlanan zamanı iyi kullanırsa gök
cismine geri döenr ve orada bahtlı bir ömür sürer, kötü davranan ruh ikinci kez
kadın olarak doğar, kötü yaşamaya devam ettikçe hayvan biçimine girer. Tanrılar
sorumluluk almamak için bu yasaları ruhlara öğretmiştir (insan kendi
bahtsızlığının sorumlusudur).
İnsan ruhu
yaratılışta eksiktir, ama bu eksikliği giderebilmesi için ona evrenin sırları
gösterilmiştir. Sorumluluk yüklendiği için insan olma özelliğine kavuşmuştur.
Platon’da
evren yaratılışında ideal özelliklere sahip üç temel unsur vardır: Yapıcı
tanrı, model ve malzeme. Tanrı, kullandığı model ve malzeme mükemmel olduğundan
mükemmel bir evren ortaya çıkmıştır. Canlıların yaratılmasını tanrı yapmadığı
ve saf cevher kullanmadığı için evrenin mükemmelliği canlılara yansımamıştır.
“Yaratılmış
her şey bozulmaya mahkumdur” (Devlet) ilkesi, bozulmanın daha evrenin oluşması
aşamasında programlandığını gösterir. Bozulmadan kurtulmanın yolu inanma ve
öğrenme yeteneğidir (bilgeliğe yönelme).
9. Hafta: Platon’un Devlet Anlayışı
Platon’da
devlet anlayışı, devletin kökeni, yapısı, amacı ve devlet felsefesi kapsamında
oluşmuş ve bunlara bağlı olarak da ideal bir devlet modeli ortaya konmuştur.
Platon
devletin nasıl bir yapıda olması ve yönetilmesi konusundan önce toplum
sorunlarını ortaya koymuştur. Devletin kökenleri konusunda ise devletin iyi
olma şartlarını ve devlette ortaya çıkan kötülükleri açıklamıştır. Platon’un
ilk ideal devlet modelini geliştirdiği düşünülür. İdeal devlet Platon’da
hakikati bilmesi nedeniyle ahlaklı olacağı ve haksızlık yapmayacağı düşünülen
filozof ile özdeşleştirilerek açıklanmıştır.
Platona
göre mutluluğu sağlayan ahlak, devlet aşamasına ulaşmış sosyal ve siyasal
teşkilatlarda ortaya çıkar. Her devlet bu mutluluk için gerekli şartlara sahip
değildir. Platonun ilk diyaloglarındaki mutluluğun ne olduğu sorusu, ileriki
dönemlerinde mutluluğun elde edileceği şartların ne olduğu sorusuna dönmüştür.
Mutluluk
şartlarının başında gelen düzen ve uyum iki kaynakta aranmışır:
- İnsan
ruhunun bölümleri (bireysel mutluluğun kaynağı)
- Devlet
düzeni (toplumun mutluluk kaynağı)
Platon
“Devlet” kitabında kullandığı devlet modelini doğruluk ve adalet sorunundan
yola çıkarak oluşturmuştur. Bilgi ahlak ilişkisini bilen filozofların yönettiği
devlet ideal olarak kabul edilen tanrı yönetimine de uygundur. Tanrıların
yönettiği devlette insanlar geçmişte altın
çağı yaşamıştır. Tanrıların yönetimi bırakmasıyla çöküş başlamıştır.
Çöküşten kurtulmanın yolu Tanrıya en çok yaklaşan filozoflarca devletin
yönetilmesidir.
“Devlet”
kitabı doğruluk üzerine yapılan tartışmalarla ortaya çıkmıştır. Kitabın başında
yapılan “Doğruluk güçlünün işine gelendir” tanımlaması Platon’u yeni bir devlet
modeli arayışına yönlendirmiştir. Toplumsal düzenin yapısı devlet yapısıyla
yakından ilgilidir.
Doğruluk
bireyde olduğu kadar toplumda da olmalıdır. Bireysel özellik gösteren doğruluk
devleti de çok yakından ilgilendirir. Toplumsal düzen için doğruluk herkesin
kabul edeceği bir ilkeye dayanmalıdır. Ahlaki doğruluk insanın mutluluğu
için esas yoldur. Siyasi alanda doğruluk
“adalet”e dönüşmüştür. Toplumun tüm
üyeleri mutluluktan pay aldığında devlette adalet sağlanmıştır.
Devletin
yapılandırılması ve idaresi sorunu devletin amacının belirlenmesiyle çözülmeye
başlar. Devlet toplumla birlikte mutlu olmayı sağlamak için kurulmuştur. Bu
amaçla devlet yapısında koruyucuların
yetişmesi, görevleri ve hakları katı bir biçimde belirlenmiştir.
Devletin Kökeni:
İlk köken
tanrılardır. İlk ve en güzel, doğru kanunlar Apollon tarafından konmuştur
(tapınaklar, kurbanlar,tanrılara yapılan törenler, ölülerin gömülmesi, vb).
Devlet kuruluşunda tanrıların sözlerinin dinlenmesi devletin din temelinde
geliştiğini gösterir. (Atinalılar için devlet-din özdeşleşmiştir). Tanrılara
devletin resmi törenleri ile tapınılırdı. Athena ile Atina özdeştir. Bu durumda
dindarlık ve yurtseverlik aynı şey olmaktadır. Musaya verilen on emir gibi
Atinanın geleneksel yasaları Zeus’un sözcüsü Apollon tarafından verilmiştir. Devletin
temel yasaları tanrılardan geldiğine göre devlet dinibir temele sahiptir.
İkinci bir
açıklama modeline göre Platonda devletin
kaynağı insan ihtiyaçlarıdır. Toplum, insanların kendi başlarına
ihtiyaçlarını karşılayamayarak bir araya gelmelerinden oluşur. Öncelikle temel
ihtiyaçlar giderilmelidir. Toplumun kendi ürettikleri yetmeyince diğer
toplumlara saldırılmış ve savaşlar dolayısıyla da askeri kurumlar oluşmuştur.
Teşkilatlanmış bir toplumda, en üstte bir idareciye de ihtiyaç duyulmuştur.
Yönetim işini en iyi bilenler ve doğruluktan yana olanlar, yönetici olmalıdır.
Sorunların çözülerek amaca varılmasındaki en önemli aşamalardan birisi de iş
bölümüdür (toplumsal sınıf). Kast sistemine benzer iş bölümünün katı bir tutum
olarak adaletsizliği ortaya çıkardığı iddia edilmiştir (Popper).
Devletin
kökeni hakkında bir açıklama da “Yasalar” kitabında yapılmıştır. Altın çağdan
örnek alınarak ruhumuzda saklı duran unsurları değerlendirerek ve aklın
yardımıyla yasalar yapılmalıdır. Bu yasalara göre ev ve devlet yönetilirse
mutlu olunur. İnsanlar tanrılara ve doğal düzene bakarak yasalar yapmıştır
ancak bu yasalarla yönetilen devletlerde felaketten kurtulunamamıştır, çünkü insanların yaptığı yasalar kötüdür.
İyi yasalarla kötülükten korunulur. Siyasi
düzen insanın dünyadaki evidir, bu evin ilkeleri iyi tespit edilmelidir.
Yasaların niteliğine göre siyasi düzen zaman içerisinde ya dayanır yada
yıkılır.
Siyasi
düzenin erdeme mi kötüye mi gittiğinin tespit edilmesi için öncelikle nasıl
başladığı bilinmelidir. Devletin kökeninin, yapısının, büyüme çökme
şartlarının, yönetim tarzlarınnın bilinmesi gerekir.
“Yasalar”ın
üçüncü kitabında, devletlerin geçirdiği değişiklikler ve nedenleri
açıklanmıştır (tarih sorunu). Demiurgos’un kurduğu evrene benzer sosyal bir
evren kurarak değişikliklerin nedenini anlamaya çalışmıştır (Çoban efsanesi).
Bu efsanede sel dağlardaki çobanlar hariç her yeri yok etmiştir. Çobanlardan
başka her şeyin yok olması sosyal “tabula
rasa” olarak tasvir edilir (tabula rasa: insan beyninin
başlangıçta "boş bir levha" olduğunu öneren felsefi görüş).
Sosyal tabula rasa kurulacak yeni teşkilatların güvencesidir (çobanlar saf ve
temiz karakterlidir, şehrin düzenbazlığından uzaktırlar). Çobanların önlerinde
kötü örnek teşkil edecek şeylerin olması da gene yaşama ortamı için tabula
rasa’dır.
Platon
için, kentler, siyasi düzen, sanat, zanaat, kötülükler ve erdem tufandan sonra
sağ kalan çobanlar tarafından genel ihtiyaçlara göre geliştirilmiştir. Bu
aşamada zanaatlar mantıksal bir şekilde sıralanmıştır.
Çobanların
sosyal hayatına ilişkin tespitleri, toplumsalbozulma hakkında Platonun
görüşlerini açıklar: Zenginlik, yoksulluk yoktur, küstahlık, haksız rekabet ve
kıskançlık görülmez.
Çobanlar
savaş nedir bilmez, haksızlıklardan, davalardan ve mahkemelerden habersizdirler.
Medeniyetçe geri ama ahlakça yüksektirler
(saf, mert, ölçülü, adil). Nüfus az olduğu için savaşlar da yoktur.
Devlet
bütünlüğünü korumak zorundadır. Devlet vatandaşının memnuniyetsizliğini ve
sorunlarını gidermelidir. Bütünlük içindeki devlette en önemli hususlarbilgelik, yiğitlik, ölçülülük ve doğruluk
gibi ahlaki değerlerdir. Bunlar topluma kazandırıldığında mutluluk gerçekleşir.
Devletin
sorumluluklarınnı yerine getirebilmesi için filozoflar tarafından yönetilmesi
gerekir (bütünlüğükavrama, adaletle sorun çözme, dürüstlük, geleceği görme
sadece filozoflarda vardır). Filozoflar günlük bencilce çıkar peşinde
koşmazlar, akılve erdem zengini olduklarından uzun vadeli planlar
geliştirirler.
Devlet
yöneticileri koruyucular içinden seçileceğinden bu guruptaki çocukların eğitimi
Devlet’e bırakılmıştır. Bu kişiler 40 yaşlarına kadar koruyucu kalacaklardır.
Beden eğitimi önem arzeder. Koruyucular hem filozof hem de savaşçı
olacaklarından eğitimleri hayat boyu devam eder. Onlar ruh gözünü açan bilimleri
öğrenirler. Aritmetik (düzen, uyum, gerçek varlık); geometri (savaş yeteneği,
değişmeyenin bilgisi hakikat, bilim sevgisi), diaylektik (akılla özü kavramak)
öğrenilmesi gereken bilimlerdir. Koruyucu 40-50 yaş arası serbest bırakılır ve
felsefeyle uğraşır. Daha sonra filozof olarak devlet yönetimi hakkını elde
eder.
Devletin
temel niteliği iyi eğitimdir (kötülüğün
kaynağı bilgisizliktir). 50yaşına kadar hakikati, özü örenen filozof taklit
kopya ve çıkardan uzak durur, devletina amcı olan mutluluk şartlarına göre
devleti yönetir. Engelleri ve insanların eğilimlerini bildiği için zorlanmaz.
Eğitim sistemi ve diğer kurumlar tasvir edildiği gibi olmadığından bu amaca
ulaşmak kolay değildir. Filozofun sahip olduğu değerler (doğruluk, ölçülülük,
bilgelik, aile ve devlete bağlılık) toplum ve devlet tarafından yeterince sahip
olunmadığından ortalama yaradılışlardan daha da tehlikeli hale gelebilir.
Halk
filozof olamaz ve filozofları da beğenmez, halkın hoşuna gitmek isteyenler de
filozofları beğenmez. Filozof yaradılışlılar da kendilerinden faydalanmak
isteyenlere uyarak bozulabilir.
Devlet
Yönetimi bilgi ve ahlak üzerine kurulmuştur. Bu
fikirlerin başlıca sebebi sofistlerdir. Sofistler bir hayvan terbiyecisi gibi
hayvanın hoşuna gidenin iyi gitmeyenin kötü olacağını düşünerek ders verir.
Nedenleri üzerinde durmadan, iyi-güzel-doğal ayrımı yapmadan halka konuşurlar.
Her hoşa giden iyi, hoşa gitmeyen kötü değildir, doğru olan iyidir. Sofistlerin tutumu sallantılı yönetim getirir,
Platon ise hakikat üzerine oturtulmuş bir devlet modeli arzular.
Platon
Devlet kitabındaki modelde, toplumu yüceltir bireyi yok sayar, özel mülkiyet ve
aile kaldırılır, çocuklar devlete verilir, hak ve ödevler sınıf temeline
dayandırılır (tüm toplumu mutlu etmek için kaçınılmaz). Ya Polis yıkılacak ya
da mantıksal sonuçların katılığı kabul edilecektir. Hakikat temelli bilgiden
hareketle devlet yıkılmaktan kurtulacaktır.
Platon
ideal devleti kurmak isterken hiçbir zaman devlet
ideasından bahsetmez (hem devlet hem de dini inanış felsefe aracılığıyla
sağlam temellere oturtulmak istenir).
Devlet
yönetim şeklinin sağlam temellere oturtulması gereği Devlet Adamı’ndaki evren
yönetimi, Epinomis’deki Atlantis Devleti ve Yassalar’daki Isparta yönetiminde
anlatılır: Tanrılar yönetimi bırakınca kaos çıkar. Düzen mutlu yaşamak için
şarttır. Devletin eski geleneklerle ve krallıkla yönetilmesi iyi ilkelerdir.
Platon’un
devlet ve toplum sorunlarına getirdiği açıklama siyaset felsefesinin ana
hatlarını oluşturur. Devletin amacı insanları mutlu kılmaktır. Mutluluk
şartları da ahlak temellidir. Devletin amacını gerçekleştirebilmesi için,
devlet evrenin bir parçası olarak yapılandırılmalıdır. Bilgi ve ahlak
anlayışlarının amacı insanın toplumsal düzen içinde nasıl mutlu olacağını
açıklar.
10. Hafta: Aristoteles’de Yöntem
Anlayışı
Aristoteles
sofistlerin verdiği zararı ortadan kaldırmak için şüphe yöntemini kullanmış ve
yöntemle uğraşmıştır. Yöntem açısından Platon dahil tüm düşünürlerin sorunlu
olduğunu düşünmüştür. Felsefeye katkılarının başında yöntem gelir. Bilgi
türlerini ve bilim konularını yöntem üzerinden açıklamıştır. Yöntem
(organon-mantık) bilim değil araçtır. Kıyas ve kanıtlamayla kesin bilgiler elde
edilebilir. Diyalektik ise sanı türünden bilgilerin temellendirilmesinde
kullanılabilir.
Aristotelse
bilimsel yöntemi, ilkeler doğrultusunda gözleme ve kanıta dayalı verilerin açık bir şekilde sınıflandırılmasıdır. Araştırlacak konu ile yöntem
arasındaki ilişki doğrultusunda temellendirme ve temellendirilecek bilimin
araştırılması olarak değerlendirmiştir.
Yöntem (metodos)=yol
Nesenye
ulaşak yöntemi belirleyen nesnenin kendisidir (çalışma alanı). Nesne
farklılıkları bilgi farkını ve yöntem farkını doğurur.
Sorun
çözmek için sorun her yönüyle incelenmelidir, sonraki aşamalardaki kolaylıklar
önceki sorunların çözülmüş olmasını gerektirir. Nesnedeki sorun düşüncenin
geliştirilmesini engeller. Sorunları bilmeden çözüm aramak bulunan çözümün de
bilinememsi demektir. Karşıt bütün kanıtları bilen zorunlu olarak doğru yargıda
bulunur.
Yöntem
gereği alışkanlıklar da bir kenara bırkılmalıdır. Alışkanlıklar nesnenin ne
olduğuna göre değil karşıt söylenene göre araştırma yapılmasına sebep olur.
Bütün ayırıcı özellilere bakılmalıdır. Felsefeyle uğraşan kişi hakikati anlamak
için alışkanlıklarından kurtulmalıdır. Duyumlanan cisimlerin ilk ilkeleri
ebedidir, yok olan nesnenin ilkesi de yok olur, ilkeler taşıyıcılarla eş cins
olmalıdır. Görünenlerden hareket etmek yöntem açısından önemlidir.
Hakikat
arayışında ileri sürülen tüm görüşler değerlendirilmelidir. Filozofların ortaya
çıkma nedeni başka filozoflardır.
Yöntem
bilgisi bilimsel bilgiden önce gelir. Yöntem düşünce araştırmalarında merkezde
yer alır, analitikler bilinmeden metafizikte herhangi bir bilimsel inceleme
yapılamaz.
Felsefede yöntem, şüphe, eleştiri, karşılaştırma,
tutarlılık, sınıflama, tanımlama gibi unsurların yapılanmasıyla oluşur. Bu
yapılanma organon
ile hazırlık çalışması olarak sistematikleştirilmiştir. Organon’da yöntem,
önermeler, öncüller, kıyas çerçevesinde kanıtlamalarla oluşur.
Mantık:
Tartışmaları
düzene koymak ve düşünce yapısını göstermek için organon çalışmasını yapmıştır.
Araştırma disiplini olarak mantığın kurucusu Aristoteles’tir. O dönemde logic
terimi bilinmediğinden akıl yürütmenin, kıyas şekillerinin araştırılması
anlamında analitik
terimini kullanmıştır (Cicero döneminde “logica” diyalektik anlamında
kullanılmıştır). Mantık anlamında ilk kez “logikhei” ifadesi Alexandros
tarafından kullanılmıştır. Mantık kelimelerin değil kelimelerin işaretettiği
düşüncelerin incelemsidir (Şeylerin doğasını meydana getiren değil kavrayan
düşünceler).
Geniş
anlamıyla mantık, aklın kendisi hakkında bilgisi, Logos’un bilimi, her şeyde
bulunan aklın bilimi olarak kullanılır.
Dar anlamda
mantık, düşünen, kavram kuran, tanımlayan, yargılar saptayan, sillogizm ile
bilgiden bilgiye ulaşan düşüncenin eylem alanıdır (Analitikler).
Aristoteles
mantıkla ilk felsefe arasında bir ilişki kurmamış, felsefeye başlamadan önce
öğrenilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Mantık
ilkelerinin kendileri bir ilk koşula dayanmaz.
Organon
(araç) mantığın yapısını oluşturan çalışmaların genel adıdır: Kategoriler,
Önermeler, Birinci Analitikler, İkinci Analitikler, Topikalar, Sofistik
Delillerin Çürütülmesi.
Mantık
kitapları üç bölüme ayrılır:
- Birinci
Analitikler (Kıyas temellendirilir, formel
mantık veya tutarlılık mantığı)
- İkinci
Analitikler (bilimsel olmak isteyen akıl yürütme özellikleri, tutarlılık ve
doğruluk)
- Topikler ve Sofistik Delillerin Çürütülmesi
(Kıyas bakımından doğru ancak bilimsel düşünce şartlarını yerine getirmeyen
akıl yürütme).
Organonda
amaç güvenilir bilginin mantıksal yapısını ortaya koymaktır. Bu açıdan yöntem
unsurları:
-
Kategoriler,
-
Önermeler,
- Kıyas,
-
Diyalektik.
Analitikler
organon’un omurgasını oluşturur (doğa filozoflarının eksikliği). Filozof
kıyasın ilkelerini öncelikli görev olarak incelemelidir.
Kıyas:
Verilerden
sadece veriler dolayısıyla gerekli olarak bir şey çıkmasıdır. Güvenilir
bilginin elde edilmesi için kullanılır. Bilimsel kıyasta olması gereken
özellikler:
- Öncüller
doğru olmalı, aksi takdirde bilmek mümkün olamaz
- Öncüller
kanıtlanamayan öncülden önce olmalı (bilinen öncüle dayanmalı)
- Bilgiye
neden olmalılar; Önce olmalılar; Olgu olarak bilinmeliler.
Bilginin
güvenirliği kıyasla kanıtlanır.Bilimsel bilgi
üç türlü kanıtlanır:
- Zorunlu
kanıtlama. Apodiktik özlerin bilgisi hakkındadır.
-
Olasılıkla kanıtlama (diyalektik). Zorunlu doğrular olmayan genellikler ve
görünüşler hakkındadır.
-
Raslantıları kanıtlama (eristik).Tesadüfen ortaya çıkan genel kuralı koyma
teşebbüsündeki yanlış olan şeyler hakkındadır. Raslantıların bilimi olamaz.
Zorunlu
kanıtlama tamamen bilim olan sanı olmayan kıyas’tır.
Kanıtlama:
Kanıtlama
bilgi veren kıyastır (İkinci Analitikler). Doğru, ilk, doğrudan, sonuçtan daha
iyi bilnen, önce gelen ve sonucun nedeni olan öncüllere dayanır. Öncül doğru
olmalıdır,doğru olmayanın bilisi de olmaz. Bir şey nedenleri bilindiğinde
bilinir. Önce gelenle iyi bilinen iki anlam taşır: Doğası gereği önce gelen ile
bize göre önce gelen aynı değildir. Duyuma yakın nesne bize göre daha önce
gelmiş ve daha iyi bilinir. En genel olanlar duyumdan en uzak olanlardır.
Tikeller duyuma en yakın olanlardır birbirlerine karşıttır (duyuma yakın olanla
uzak olan).
Sav:
Kıyasın başlangıcında tanımlanamayan, öğrenilmesi için bilinmesi zorunlu
olmayan.
Aksiyom:
Bir şeyin öğrenilmesi için zorunlu olan, belit.
Varsayım:
Bir şeyin var olması veya var olmamasından birini alan.
Tanım: Sav,
varsayımdan bağımsız olan.
İlk
öncüller önceden bilinmeli ve sonuçtan daha iyi bilinmelidir.
Her bilgi
kanıtlanamaz. İlk ilkeler kendi kendilerini bildiklerinden kanıtlanamaz. Bilim
ilk ilkelere daynaarak yapılır. İlk ilkeler her türlü başlangıç noktası ve
çalışma alanı için geçerlidir. Kanıtlama zorunlu öncüllerden oluşan
kıyastır.
Kanıtlama
(tümellere dayanır) veya tümevarımla bilimsel bilgi elde edilir. Tikellere
başvurmadan tümellere varılmaz, algısız, sadece tümevarımla tümellere
ulaşılmaz.
Kanıtlamanın
amacı genel bilgilere ulaşmaktır. En iyi kanıtlama genel şeylere ulaştıran
kanıtlamadır. İlk ilkeler ve öncüller bilgi değeri açısından en üstün olandır
(kendi kendileriyle bilinebilirler).
Kanıtlamalı
kıyası oluşturan öncüller açık olmalıdır (zorunlu ilkelerden çıkmalı, zorunlu
olarak var olmalıdır). Kıyas zorunlu öncüllerden oluşmalıdır. Doğru öncüllerden
kanıtlamasız çıkarım yapılabilir, zorunlu öncüllerden kanıtlamaksızın çıkarım
yapılamaz. Cinsten cinse geçilere kanıtlama yapılamaz (geometri verilerinden
aritmetik kanıtlanamaz).
Kanıtlamalı
bilim üç şeyle ilişkilidir:
- Varlığın
savladığı nesne
- Ortak
belirtiler (ilk öncüller)
- İmleyen
etkilenimler
Kanıtlamanın
üç öğesi vardır:
- Kanıtlama
konusu
-
Kanıtlananlar
-
Kanıtlamayı oluşturanlar.
Kanıtlama
her bilimde görev yapmayabilir: Öncüller tümel ise, sonuç da tümel ve ebedi
olacaktır. Değişen nesnelerle (mutlak olmayan) bilimsel kanıtlama uygulanamaz.
Değişken nesneye ait öncül yok olduğunda sonuç da yok olur. Böyle durumlarda
genel sonuç değil, geçici olarak doğru kabul edilen sonuç ortaya çıkar.
Konunun
kendine has ilkeleri kanıtlanamaz niteliktedir, şayet kanıtlanabilseydi bu
ilkeler her şeyin ilkesi olurdu (en üstün bilgi). Geometrik kanıtlamanın
mekanik ve optiğüe, aritmetik teoremlerin armonik önermelere uygulanması
dışında hiçbir kanıtlama başka cinslere uygulanamaz.
Diyalektik:
Aristoteles’de
diaylektik, pratik bilimlerin değişken bilgilerini temellendirmede kullanılır.
Topikler kitabında açıklanmıştır. Topikler kitabının amacı, sanı öncüllerinden
hareketle bir kanıt ileri sürmek ve bununla çelişen bir kanıt ileri sürmeyi
engelleyen bir yöntem bulmaktır.
Kıyas,
doğru ve ilk öncülden veya kendinden edinilen bilginin de kaynağı olan
öncüllerden hareket ettiğinde bir ispattır. Olası
öncüllerden netice çıkaran ise diyalektiktir.
İlk
ilkelere dayanarak kıyas yapılmaz, ilk ilkeler geri kalan herşeyin ilk
unsurudur. Diyalektik, akla uygun kanaatler ve öncüllerden hareketle akıl
yürütme sanatıdır, güçlük ve çelişkiden kurtulmak için kullanılır. Kıyas hem analitiğin hem de diyalektiğin aracıdır.
Diyalektikte
kullanılan öncüller sadece akla uygun muhtemel olanlardır, retorik akıl
yürütmenin kaynağı ve ilkesidir.
Diaylektik
ve sofistliğin konuları varlıkların ilinekleridir. İlineklerin kendi başına
kanıtlanabilirliği olmadığından zorunlu sonuçlara varılamaz.
İlinek: Bir şeye zorunluluk sonucu bağlı
olmayan, onun özünde bulunmayan, rastlantı ile olan nitelik, araz.
Diyalektik
kıyas, bilimsel kıyasdan öncülleri doğru olmadığı veya tartışmalı olması
bakımından ayrılır. Diyalektik sorunları anlamaya veya keşfetmeye yarar. Diyalektik
ilkelerin kurulması veya formüle edilmesinde yardımcı olur.
Diyalektiğin
üç görevi:
- Zihinsel
jimnastik,
- Kendi
işimiz için geliştirilen düşünceleri başkalarının karşısında savunmak
- Bilim
açısından (tartışmada doğru-yanlış olanları göstermek; bilimsel olarak
kanıtlanamayan ilk ilkelerin sanı olarak kanıtlanması).
Topiklerde
bilimsel yöntem kaygısı yoktur. Diyalektik özellikle siyasi tartışmalarda
başvurulan yöntemdir.
Diyalektikte
üç ana terim vardır:
- Öncül
- Sorun
- Tez
Diyalektikte
öncül sorudur aynı zamanda cevaptır da (tavsiye niteliğinde). Sorunlar birnin
karşı çıkması için hazırlanmış olabilir. Sorunlar tez değildir, sorunlar sık
sık saçma sonuçlara ulaşsa da analiz, karşılaştırma ve eleştirileri güvenilir
sonuçlar da ortaya koyabilir.
Aristotelse,
sorunun formülasyonu, önermenin savunulması ve çürütülmesinde diyalektiği
uygulamıştır. Doğruya yaklaşmak için karşıt fikirlerdeki doğrular
kullanılmalıdır. Bu da diyalektik ile tespit edilebilir. Salt olgusal sorunlar
diyalektikle belirlenebilir.
Diyalektik
şüpheci (aporetic: daha önce ileri sürülen düşüncedeki bozuklukları deneme yöntemiyle giderme) bir
yöntemdir. Şüpheci deneme yöntemi,
tezdeki zorluk ve hataları bularak onları çözmeye çalışır.
Platon
diyalektiği, bir filozofun görüşlerini tanımlamak, düşüncelerinin anlamını
bulmak için kullanmıştır. Aristoteles ise, önceki bütün görüşleri göz önünde
tutarak bunları oluşturacağı yeni bir görüş için temellendirmek maksadıyla
kullanmıştır. Aristoteles özellikle önceki dönem erdemlerinin ve sakınılması
gereken hataları tespit etmek için diyalektiği kullanmıştır.
11. Hafta: Aristoteles’in Evren
Anlayışı
Aristoteles
felsefenin kuruluşunu tamamlayarak onu bütünlüklğü bir yapı içerisinde ortaya
koymuştur.
Felsefede
varlık sorunu genellikle evren açıklama modelini ortaya koyar. Aristoteles’in
evren anlayışı da onun diğer felsefe sorunlarının sistematik anlatılmasını
kolaylaştırır.
Evrenin
bütünlüklü bir yapıda anlatılması, tanrı, varlık, oluş, insan ve bilgi
sorunlarınnın açıklaması demektir. Bunlar aynı zamanda Aristoteles’in İlk
Felsefe (Metafizik) çalışmasının da temel konularıdır. Aristoteles varlık
sorunuyla yeryüzünde var olanların oluşlarını açıklamaya çalışmıştır.
Aristoteles,
var olanların birbirleriyle ve varlıkla olan
ilişkilerini ve onlar hakkındaki bilgilerin özelliklerini töz ve dört neden
(kuvve/fiil,
oluş, madde/form, hareket) çerçevesinde incelemiştir.
Aristoteles’in
metafiziği (ilk felsefe) varlığı varlık olmak bakımından inceler. Varlık
sorununun ana hatları:
- Varlığı
oluşturan öğeler ve tabakaların özellikleri
-
Birbirleri ile olan ilişkileri
-
Özellikler ve ilişkileri
- İlkeler
ve kategoriler.
- Evrenin
oluşumunda bilinçli güç
Aristoteles’de
varlık (şeyler) dört bağlamda incelenir:
- İlineksel
olanlar (adil adam, müzisyen vb.)
- Öz
bakımından varlık (kategori türleri ile aynı sayıdadır)
- “-dır”
ekiyle ortaya çıkan doğrulama/yanlışlamada gerçekleşen varlık
- Bil kuvve
veya bilfiil olarak varlık ve varolan
Varlık ve
var olan ---> bilkuvve ve bilfiil
NOT: ilinek: Bir şeye zorunluluk sonucu bağlı olmayan, onun özünde
bulunmayan, rastlantı ile olan nitelik, araz (TDK sözlük)
İlineksel
varlık bilimin konusu değildir, sözel varlığa sahiptir. İlinek var olmayana
benzer.
Varolan
varlıkların oluş ve yokoluş ile varlık olmaları veya varlık olmadan çıkmalarına
benzer bir durum ilineksel varolanlar için söz konusu değildir. Bilimler olana
veya çoğu zaman olana yönelir. İlineklerde bu söz konusu değildir. Doğru ve
yanlış birlikte çelişik yargıları paylaşır.
İlineksel
varlıkXDoğru anlamda varlık
Varlık,
kendine özgü nitelikleri olan katmanlara
sahiptir.
Evren
gökyüzü ve yeryüzü olmak üzere (hareket halindeki) iki temel katmana sahiptir.
Aristoteles evreni sürekli hareket halinde bir bütünlüktür. Hareketin kaynağı
ilk hareket ettiricidir. Varlık ve katmanlar hareket esas alınarak açıklandığı
için ilk hareket ettirici önem kazanır.
İlk Hareket ettirici (Tanrı):
Varlıkta
temel belirlenimler:
- Hareket
- Oluş
- Töz
-
Kuvve-Fiil
-
Madde-Form
- Nedenler
Hareket
kaynağı sorunu, hareketi başlatan bir unsurun
zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Kendisi hareket etmeyen ancak hareketi başlatan unsur aynı zamanda varlık
düşüncesinin de temelidir.
Hareket
eden her şey başka bir şey tarafından devindirilmişse, onu da hareket ettiren
bir şey zorunludur, böylece ilk hareket ettiricinin zorunluluğu ortaya çıkar.
İlk hareket ettirici başkası tarafından devindirilmiyorsa onun kendisi
tarafından devindiriliyor olması zorunludur. Kendi kendini devindiren ilk
hareket ettirici için Aristotelse bir tarafı devinirken diğer tarafının
devindirildiğini öne sürmüştür. Devinimin sürekliliği, ilk hareket ettirenin
ebedi ve devinimsiz olduğunu zorunlu kılar.
İlk hareket
ettirici hareket ettirme gücünü kullanmak zorunda değildir. Töz bilfiil hareket
ettirmedikçe hareket olmayacaktır. Tözün kendisi fiil olan bir ilke var
olmalıdır. Tözün bilfiil olması veya kendini
gerçekleştirmesi hareketin kaynağıdır (neden
unsuru).
Kesintisiz olan dairesel harekette, daima hareket eden
bir şey vardır. İlk gök ezeli ve ebedidir (zorunlu). Hareket eden ve hareket
ettiren aracı unsurlardır, hareket etmeksizin hareket ettiren ezeli-ebedi, töz,
salt fiil vardır. Arzu ve düşünce konusu şeyler bu şekilde hareket ettirilir.
Arzunun konusu akıllı isteğin ilk konusu olan gerçek iyidir.
Bir şey
arzu ettiğimiz için iyi görünmez, iyi göründüğü için arzu edilir. Hareket
noktası düşüncedir, düşünce düşünülenle harekete geçer.
Arzu
ve düşüncenin yarattığı hareket türü, ilk hareket ettiricinin nasıl çalıştığına
dair ip uçları verir.
Hareketli
bir şey olduğundan başka bir şey olmaya da elverişlidir. Kendisi hareket
etmeyen hareket ettirici bilfiil varolan varlık olduğundan hiçbir şekilde başka
türlü olamaz. İlk yer değiştirme dairesel hareket olup ilk hareket ettirici
tarafından meydana getirlir. İlk hareket ettirici
zorunlu varlıktır, iyi olandır ilkedir. Gök ve doğa iyi olan bir ilkeye
bağlıdır.
Tanrısal
düşünce en iyi olanı konu alır. Akıl akılsalı kavrarken kendi kendini düşünür.
Akıl ve akılsal bir ve aynı şeydir. Tanrı bizim ara sıra sahip olduğumuz haz
verici duruma her zaman sahiptir. Aklın fiili hayattır, tanrı bu fiilin
kendisidir. Hayat tanrıdır. O zaman tanrı ezeli-ebedi mükemmel bir canlı olarak
adlandırılır. Ezeli-ebedi, hareketsiz ve duyusal şeylerden ayrı bir varlığın
var olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Hiçbir büyüklüğe sahip olmayan bu tözün,
parçaları yoktur ve bölünemez, ancak sonsuz bir büyüklüğe sahip değildir.
Tanrının bu özellikleri evrenin özelliklerini açıklanması için temel olacaktır.
Hareket
ettiren hareket edenden önce gelir bu durumda bir tözden önce gelen de bir
tözdür. İlke, ilk töz ve tanrı aynı anlama gelir.
Tanrısal
akıl düşünmüyorsa değeri yoktur, düşünüyorsa ve başka bir ilkeye bağımlıysa en
yüksek töz olamaz. Neyi düşündüğü de ayrı bir sorundur. Aristoteles’e göre,
Tanrısal düşünce düşündüğü şeyin kendisidir, onun düşüncesi düşüncenin
kendisidir. Tanrısal düşüncenin konusuyine kendisidir ve nesnesiyle aynıdır. Tanrısal düşünce ezeli ve ebedi olarak kendi kendisini
düşünür.
Tanrı saf
ve aşkın en yüksek varlıktır, varlığın iki kutbu olan madde ve saf düşünce
arasında gelişen formlar dizisinin sonucudur.
Evren
gerçeklikler hıyerarşisinden oluşur. Daha üstün olan form, aşağıdaki formun
varlık nedeni ve akılsal ilkesidir. Mutlak saf form, kendinden başka koşula
sahip olmadığından en yüksek en mükemmel anlamda gerçekliktir. Kendisinden
aşağıdaki bütün varlıklara varlık ve akılsallık verir, tanrısal varlıktan pay
alır.
Tanrı en
yüksek akılsal ve formel nedendir. Bütün varlıklar tanrısal hayatı taklit
etmeye çalışırlar.
Tanrı fail
neden olarak temas etmeksizin Sabit Yıldızlar Küresini hareket
ettirmiştir. Ay altı küresine kadar
hareketin derecesi ve değeri alçalarak gelir. Burada dairesel hareket yerini
zaman bakımından dört öğenin döngüsel değişimine bırakır ayrıca döngüsel olarak
oluş-yok oluş, büyüme-küçülme ve değişme olarak da canlı varlıkların ve insanın
hareketlerine bırakır.
Ay altı
varlıklar, ilk ilkede uzak oldukları için yüksek kürelerin özelliği olan
ezel-ebediliğe sahipdeğildir. Tanrısal hayat evrenin
her noktasında kendini hissttirir. Sistemin ereği ve sonudur.
Aristoteles’in
tanrı düşüncesi:
-
Ezeli-ebedi
- Hareketin
kaynağı
- Öz
nitelik olarak düşünceye sahip
- Mükemmel
Tanrısal
akıl insan aklının da kaynağıdır, hakikati araştıran felsefenin kuruluşunu
sağlamıştır.
Evren:
Aristoteles
evren hakkındaki düşüncelerini Protreptikos kitabında açıklar (ona ait olup
olmadığı tartışmalıdır).
Evreni
oluşturanlar:
- Gökyüzü
- Yer yüzü
- Bunların
içinde yer alan varlıklar
Evren aynı
zamanda uzayın tanrı tarafından konan düzenidir.
Yeryüzünün
ortası hareketsiz ve sabittir, varlıkların yurdu ve yaşam bağışlayandır.
tanrılar gökyüzünde oturur. Gökyüzü tanrısal cisimler olan yıldızlarla doludur
ve sürekli hareket eder (dairesel).
Cisim
sonsuz olamaz, bu bağlamda evrenin bütünüde sınırsız olamaz. Dairesel devinen
cisim sonsuz olamaz. Dairesel hareket eden gökyüzü de sonsuz olamaz (sonsuzun
dairesel devinimi, (ortası olmadığından) münkün değildir. Evren sınırlıdır,
evrenin bütününün cismi sonsuz değildir.
Doğaya göre
devinim tektir, çok sayıda evren yoktur. Tek ve sınırlı orta, aynı öğelerden
oluşan evren, aynı hareket diğer evrenlerin de bizim evrenle aynı olmasını
gerektirir. Birden çok evren olması olanaksızdır,
gökyüzü de tektir çünkü maddenin tümü onda toplanmıştır (evrenle gökyüzü
örtüşüyor).
Varlığın ve
yokoluşun dönüşümlüsürmesi ebediliğin göstergesidir.
Evren
bütünsel olarak oluşmamıştır ve yok olmayacaktır, tektir ve ebedidir.
ağır
nesneler ortada, hafif nesneler kenarda durur, evren bu düzeni yansıtır.
Evrenin düzeni ebedidir.
Evren
zamanca sınırsız, bütünlüklü tek bir yapıdır. İki temel alanı gökyüzü ve
yeryüzüdür.
Gökyüzü ve Yeryüzü:
Aristotelse
varlık anlayışının en önemli bölümlerinden biri gökyüzüdür.
Evreni
oluşturan gökyüzü ve yeryüzü varlığın iki katmanına karşılık gelir.
Doğal ve
duyulur cismin bütünü olan gökyüzü:
- Bütünün
en dış çemberindeki doğal cisimdir. En uçta, tanrısal her şeyin kurulduğu yer.
- İçinde
ay, güneş ve bazı gök cisimleri bulunur.
- En uçtaki
çemberle sarılan cisim, bütün her şey.
Gökyüzünün
dışında hiçbir cisim yoktur, olamaz. Gökyüzü birdir, tamdır, mükemmeldir.
Zaman
devinimin sayısı ve ölçüsüdür, doğal cisim olmadan devinim olmaz. Gökyüzü
dışında ne yer, ne boşluk ne de zaman vardır.
Yeryüzü hiç
devinmez ve ona yakın olanların da devinimi azdır. Devinimlerin amacı iyiye
ulaşmaktır.
Yeryüzü
evrenin ortasında yer alır ve olması zorunludur. Yeryüzü parçaları ortaya doğru
düz bir çizgide devinirler. Merkezde olma özelliği yeryüzünün hareketsiz
olmasını gerektirir.
Cisimler
yeryüzünün merkezine doğru hareket ettiğine göre yer
yüzü küreseldir.
Yeryüzüne içkin olan varlık alanları:
-
Cansız tabaka.
-
Canlı tabaka (animal)
a. Bitkisel alan (beslenme ve büyüme
özelliklerine sahip)
b. Hayvanlar alanı (serbest hareket,
etkin hareket, algı özelliklerine sahip)
c. Tinsel (insan) alan (düşünme,
isteme özelliklerine sahip)
-
Tanrısal alan (mutlak)
Evrenin
yapısı kutupludur ve bu kutupluluk tanrısal tin ile tanrısal olmayan madde
arasında gösterilir. Alttaki her tabaka üsttekinin maddesidir. Üstteki bir
alttakinin üstüne inşa edilir. Bütün her şey tanrının
gerçekliğe biçim vericiliği altında gerçekleşir. Bu tabloda insan tanrısal
olana en yakındadır.
12. Hafta: Aristoteles’in Bilgi ve
Bilim Anlayışı
Aristotelesin
bilimlerin görev alanlarını belirlemesi bilgi anlayışı ve bilimlerin yapısı
konusunda bu gün de geçerlidir (bilginin kesinlik değerinin ölçüsü, konusu ve
hangi varlık alanı ile ilgilendiği). Bilimleri bilgi türlerine göre
sınıflamıştır. Zihnin bilgiyi oluşturma aşamaları, bilgilerin kesinlik değeri,
en yüksek bilgi gibi sorunlar üzerine çalışmıştır.
Bilgi:
Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler (duyulardan alınan zevk),insan olmanın şartlarından
birisi de bilmektir.
Her öğrenci hazır bulunan
bilgiden yola çıkar.
Bilgi:
- Töz,
kuvve-fiilde ortaya çıkan veriler.
- Yöntem (organon,
kıyas-kanıtlama, diyalektik, retorik) bağlamında ortaya çıkan
veriler.
- Bilim
anlayışında ortaya çıkan veriler.
- Bilme
süreci ve aklın ilkeleri
Aristotelesin
varlık, bilim ve yöntem anlayışı bilgi anlayışına göre açıklanmıştır.
Aristotelse’de
bilme süreci:
- Tanım
- İlke
- Üç ilke
- Nedenler
Bilme Süreci:
Duyum bazı hayvanlarda hafızayı meydana getirir. Hatırlama
yeteneğine sahip hafızası olan hayvanlar zeki
ve öğrenmeye daha yeteneklidir. Hafıza yanında işitme yeteneği olan hayvanlar öğrenme
yeteneğine de sahip olur.
Bilmenin
temel unurları:
-
Duyum
-
Hafıza
-
Öğrenme
İnsan
dışındaki hayvanlar deneysel bilgileri yoktur, tasavvur ve hatıralara
sahiptirler. İnsanlar sanatlara ve akıl yürütme yeteneğine sahiptir.
Aynı şeye
ilişkin hatıra: deney.
Deney
sanatı deneysizlik raslantıyı meydana getirir(deneyle kazanılan kavramlar ile
yargı oluşturulur ve sanat ortaya çıkar).
Duyumdan
bilime geçiş:
- Duyum
devamı olan hafıza
- Deney (tecrübe)
- Kavram (epistemenin ilkesi)
Tasavvur ve
hatıralar da öğrenmenin unsurudur.
Bilme
süreci: DuyumàHafızaàHatıraàDeneyàAkıl yürütmeàSanat
Deney çok
önemlidir. Deney bireysel olanın sanat ise tümel
olanın bilgisidir. Deney tikelle alakalı olduğundan bilmenin temelinde
yer alır.
Duyum
yoluyla kesin ve doğru bilgi elde edilemez (duyumlar neden bildirmez). Bilim tümele dayanır ve tümel deneyle elde
edilemez. Tümele sadece akıol yürütme ile ulaşılır.
Akıl ruhun
düşünme ve yargılamasıdır. Akıl düşünebilir,
aklın düşünmesi akıl yürütmenin sonucudur.
İnsanda
ruh:
-
İrrasyonel
a. Türler ve nedenlerini kavrar
b. Değişkenleri kavrar
- Rasyonel
a. Erdemler (Bilimsel bilgi), teorik zihnin
konusu
b. Sanılar
(değişken, pratik bilgiler) pratik zihnin
konusu
Bilimsel
bilgi, tümel, zorunlu ve kanıtlanabilir olandır. Ruh ve akıl (bilme süreci)
mümkün bilme şekliyle haikate ulaşır.
Hakikate
beş yolla ulaşılır:
- Sanat (techne)
- Bilimsel
bilgi (episteme)
- Pratik
bilgi (bilgelik)
- Pratik
bilgelik (phronesis)
- Felsefi
bilgelik (sophia)
- Sezgisel
akıl (nous)
Sanı ve
yargılar yanıltma payına sahip olduğundan hakikate ulaşmada kullanılmaz.
İnsanda
tanrısal nitelik taşıyan ve diğer canlılardan ayıran tarafı logos’dur (akıl).
Teorik
akıl: bedenden farklı, bağımsız, imkansız, ebedi, ölümsüz, kesinikle salt ve
mükemmel, gerçek.
Pratik
akıl: Bedenle doğar ve ölür, beden davranışlarından bir bölümdür.
Bilim:
Bilim
varlık öğretisi ve bilgi öğretisi çerçevesinde değerlendirilmiştir.
a.
Konu:
Bilimlerin
konusu tözlerdir (töz-aksiyom ilişkisi).
Aksiyomlar
her şeyin ilkeleridir, evrenseldir (tözlerin doğruluk-yanlışlığının
incelenmesi, ilk felsefenin konusu olan tözler vb).
Varlıkların
bütün niteliklerini tanımlayan tek bir kanıtlayıcı bilim olsa, tözlerin hepsini
tek bir bilim inceleyemez.
Çıkarsamaya
dayanan ve akıl yürütmeden pay alan her bilim kesin neden ve ilkeleri konu
alır. Bu durumda bir çok bilim vardır (elde ettikleri sonuçlarla kendi
belirleyici özelliklerini tanımlarlar).
İlk felsefe
dışındaki tüm bilimler kendi alanlarına yoğunlaşır, mutlak anlamda varlıkla
uğraşmazlar (varlıkolmak bakımından varlıkla ilgilenirler). Tümevarım metoduyla
tözün veya özün kanıtlaması için uğraşmazlar, tözü başka biçimde sergilerler.
Bu yüzden bilimler ilk ilkelerin biliminden ayrılırlar.
İlineğin
bilimi olmaz, bilim olana yönelir(ilinek ve raslantının bilimi olmaz).
Rastlantıda bilimsel kıyasın özellikleri yoktur.
İlinek: Bir şeye zorunluluk sonucu bağlı
olmayan, onun özünde bulunmayan, rastlantı ile olan nitelik, araz.
Bilimlerin
(özellikle teorik) amacı ilk ilkeleri bulup çıkarmak ve anlamaktır. Bazı
ilkeler ortak ola da bilimlerin kendilerine ait özel ilkeler vardır.
Bilimin
amacı kesin bilgiye varmaktır.
Bilim
anlayışında hareket noktaları:
-
Aksiyomlar yada bilinmesi zorunlu önermeler.
a. Her şey hakkında geçerli
önermeler (özdeşlik, üçüncü hal imkansızlığı gibi)
b. Birçok bilimde geçerli olan,
sınırlı bir kapsamı olan önermeler
- Tezler
a. Bir şeyin var olduğunu veya
olmadığını söyleyen öncüller
b. Bir şeyin ne olduğunu söyleyen
tanımlamalar
Bilimin
konuları:
- Varlığın
kabul ettiği cins
- Aksiyom
(kanıtlama için varlığın kabul ettiği)
- Ana
nitelikler (Cinsin kendisinde sahip olduğu aksiyomlar aracılığıyla kanıtladığı)
(Hakkında
bir şey kanıtlanan şey, kendisine dayanılarak kanıtlanan şey ve kanıtlanamayan
şey).
Bilimin Sınıflaması:
Bilimleri
bilme yetisi olan ruh sınıflandırır. Ruh irrasyonel ve rasyonel olarak iki
bölümden oluşur. Bu yüzden ruh farklı nesnelere farklı tepki verir.
Ruh (akıl,
bilme süreci), mümkün bilme şekilleri ve evet-hayırlama ile hakikate ulaşır.
Hakikate beş yolla ulaşılır (techne, episteme, phronesis, sophia, nous).
Aklın
çalışma ilkelerine göre ortaya çıkan bilgi bağlamında bilimler üç ana sınıfa
ayrılır:
-
Teorik bilimler (Matematik, Fizik, Metafizik)
-
Pratik Bilimler (Siiyaset, Ahlak, Ekonoi, Retorik)
-
Poetik Bilimler (Şiir, Müzik, Mimari)
Bu
sınıflamada yer alan bilimler gerçekliğe ilişkin olduğundan mantık yer
almamıştır.
Bilgi
değerine göre yapılan bu sınıflama dışında soyut olma özelliklerine göre de
bilimler sınıflandırılırlar:
- Matematik
- Fizik
- Teoloji
İlk bilimin
konusu maddeden bağımsız ve hareket eden varlıklardır.
Bir bilimin
diğer bilimlere göre üstün olma kıstasları (bilimler arasındaki farklar):
- Hem olgu
hem de niçini bilen sadece olguyu bilenden üstündür.
- Somut
olana göre dayanağı bağımsız olan üstündür (aritmetik matematikten üstün).
- Daha az
önkabul gerektiren diğerinden üstündür.
Her bilim
konu edindiği nesne alanına ilişkin ilkelere dayanmak zorunda olduğundan
konuların farklılığı bilimlerin de farklı olmasını gerektirmiştir. Bu yüzden
bilim sıralaması nesne özelliklerine göre yapılır.
Teorik Bilimler:
Teorik
bilimler zorunlu ihtiyaçtan değil, merak sonucu ortaya çıkmıştır. Değerce en üstte
ilk felsefe, sonra matematik ve en altta Fizik yer alır.
Teorik
bilimlerde bilgi özelliği olan bilimsel bilginin nesnesi zorunlu olmalıdır
(öncesiz, sonrasız):
Fizik: Doğa
Matematik:
Sayılar
İlk
felsefe: Cevherler
Fizik: Fizik hareket ve sükunetin ilkesini
kendinde taşıyan cevherle ilgilenir, pratik veya meydana getirici (prodüktif)
değildir. Hareketi kabul eden varlıklarla maddeden ayrı bulunmayan formel
cevherlerle ilgilenen teorik bilimdir. Fizik bağımsız varlığa sahip ancak
hareketsiz olmayan varlıkları inceler.
Matematik: Uğraştığı varlıkların hareketsiz ve
maddeden bağımsız oldukları açık değildir. Diğer bilimlerden farkı, kesinlik
fikrinin dayandığı temeldedir. Matematiksel kesinlik maddesi olmayan
varlıklarda geçerlidir. Matematiğin yöntemi doğa bilimlerinin yönteminden
farklıdır.
İlk Felsefe: Maddeden bağımsız ve hareketsiz
varlıklarla ilgilenir. Bu bilimde yer alan ilk nedenler zrounlu olarak
ezeli-ebedidir. Bunlar tanrısal şeylerde bulunan ve dyularla algılanan şeylerin
de ilk nedenidir. En yüce bilim konu olarak en yüce cinse sahiptir. İlk
nedenlerin bilgisidir. Diğer bilimler ilk nedeni bulamaz ikinci nedenler
etrafında çalışırlar, ilk felsefe ise var olanın belirleyici koşullarını
inceler. Diğer bilimlerin aksine varlığı genel olarak varlık olmak bakımından
inceler. Zorunlu varlığın ilk nedenlerini kavramaya çalışır. Poetik bilim
değildir çünkü poetik bilimler hayatın zorunlu ihtiyaçları doğrultusunda
çıkmıştır. En önemli özelliği gayelilik ve bilgeliktir.
Teorik
bilimlerde bilgi zorunlu, genelgeçer ve değişmez olmalıdır ancak metafizik
dışında diğerleri (matematik, fizik) böyle bir bilgiye ulaşamaz (matematiğin
bazı alanlarının maddeye bağlı olması ve fizik nesnelerin değişken ve hareketli
olması). Metafizikte ilkeler teorik bilginin özünü oluşturur. İlkelere ulaşan bilim bütün varlık alanlarını kuşatmış olur.
Pratik Bilimler:
Pratik
bilimlerin esas kaygısı insanın gündelik problemlerine çözüm getirmesidir (zorunlu ihtiyaçlar). Konularındaki
sürekli değişikliğe bağlı olarak bilgi özellikleri de farklıdır ancak yine de
ilkelere ulaşmak isterler.
Pratik
bilgelik (pratik bilimleri temellendiren zihnin özelliği) pratik bilimlerin
teorisidir. Pratik bilgelikiyi-kötü şeylere göre eylemde bulunmayı da
gerektirir. İnan alanında da bilgiye ulaşılabilir.
Pratik
bilimlerin nesneleri insanlar tarafından değiştirilebilir bu doğrultuda pratik
bilimlerin amacı nesneleri anlamak değil onları değiştirmektir.
Moral
eylemler alanında ihtiyat (sağduyu, prudence) yada siyasi yetenek: Pratik bilgelik. Toplumun ve bireyin
sorunları bilgelikle çözülebilir.
Pratik
bilimlerde amaç bilgi
değil eylemdir.
Siyasi ve ahlaki eylemler iyi yada kötü olarak nitelendirilir, bu yargılara
varabilmek için de yargılama ilkeleri tespit
edilmelidir.
Pratik
biimlerde elde edilen bilgiler uygulama alanına taşınmalıdır. Pratik alanda
bilgi eylem üzerine etkilidir. Bilgi eylemden önce
gelir, eylem bilgiden çıkar.
İnsan
eylemlerinin amacı mutlu olmaksa, ruhun özellikleri yanında mutluluk şartları
da belirlenmelidir.
Güvenilir bilgiye
ulaşan bilge, yapılacak eylemleri tavsiye etme hakkına sahiptir.
Ahlak
tabanı ruhtaki unsurlara oturtulmuştur (eylemi ve hakikati kontrol eden):
- Duyumlama
- Akıl
- İstek.
Eylemin
Kaynağı etkin neden yani tercihtir (amaca yönelik
akıl yürütme sonucu oluşan istek). Her türlü eylemin kaynağı insandır. Ahlaki davranışın temeli olan istek, amaç, tercih zihinde
temellendirilmiştir. Eylem alanının ilkeleri
zihinde kurulmuştur.
Pratik
bilgelikte mükemmellik yoktur ancak sanatta vardır.
Siyasi
bilgelik tikellerin dayandığı tümellerle ilgilidir. Pratik bilgelik tikel
özellik gösterir. Pratik bilgelik bireyseldir.
Siyasi
bilgelik:
- Ev
yönetimi
- Yaşama
- Siyaset
- Adalet
Pratik
bilimlerin en üstünde siyaset bulunur. Bu yüzden devlet
işleri ile uğraşanlar için bilgelik şarttır.
Ahlak ve
siyaset yakın alaka içerisindedir. Ahlaklı bireyler ahlaklı toplum oluşturur,
iyi siyasi sitem toplumu doğru yönlendireceğinden bireylerin de ahlaklı
davranmasını sağlar.
Poetik Bilimler:
Poetik
bilim (poiein, episteme, poietika) meydana getirme bilimidir.
Poetik biim
özü itibariyle “techne”, “dynamis”tir (sanat, güç).
Seçmeye
dayanan insani eylemleri göz önünde tutan pratik bilimlerden farklıdır.
13. Hafta: Aristoteles’in Ahlak Anlayışı
Felsefede
ahlak, insanın nasıl yaşaması gerektiğini sorgular, felsefe ahlaki eylemleri
felsefi bir tutumla temellendirir (insanın amacı, amacına ulaşma yöntemi,
yaşama biçimi, yaşamı yönlendiren ilkeler, ilkelerin genel geçerliliği). Ahlak, insanın toplum içinde toplumla beraber yaşama
kurallarını açıklama çabasıdır. Aristoteles ahlak anlayışı, Felsefe
Öncesi Düşünüş ahlak anlayışının detaylandırılmış, güçlendirilmiş ve
sınıflandırılmış halidir.
Aristoteles
ahlak eylemlerini iki ana öbekte toplamıştır:
- Moral erdemler (gündelik yaşayışta öğrenilen
davranışlar)
- Zihinsel erdemler (eğitim, öğretimle ortaya çıkar)
Ahlakın ilk
ilkeleri çok derindedir, araştırmacı öncelikle genel ahlak sorunlarını kabul
etmiş olarak yetiştirilmeli daha sonra da bu inançları denetleyebilecek,
eksiklerini giderebilecek ve daha iyi anlaşılır hakikatleri ortaya koyacak
araştırma yapmalıdır.
Aristoteles’de
ahlak kesin bilimdir ve gaye tabanına oturtulmuştur. İyi, amaçlanan her şeyde bulunur
kesin ayrılık sonuçlarda yer alır. Eylemlerde ortaya çıkan bütün amaçların
ortak gayesi mutluluktur (eudaimonia). Ahlakın
başlıca konusu mutluluğun özelliklerini belirlemek ve ona nasıl ulaşılacağını
göstermektir.
İnsanlar
hayatı yaşam koşullarına göre dörde ayrılır:
- Köle
hayatı
- Siyasi
hayat
- Düşünsel
hayat
- Zengin
hayat
Mutluluk
neden olarak insanın doğal idarecisi ve kılavuzudur. Mutluluk insandaki en
tanrısal öğedir, düşünce boyutunda gerçekleşir.
Hayvani haz
ile mutluluk farklı şeylerdir. Onur, haz, adalet hem kendileri için hem de
mutluluk için seçilebilir. Sadece mutluluk kendisi için seçilir.
Ulaşılması
istenen son iyinin özelliği kendine yeterliliğidir. Mutluluk insanın varmaya
çalıştığı en önemli gayedir.
Mutluluk
tanrı vergisi ise insanlara verilmiş en iyi tanrı vergisidir. Mutluluk öğrenme
ve erdem sonucu da elde edilebilir. Mutluluk erdemin ödülüdür, tanrısaldır.
Mutluluk amaçtır (mutlulukta tanrısaldır bir yanıyla da erdemle öğrenilebilen
bir sonuçtur).
Mutluluk+Erdem=Refah
Mutluluk:
- Soylu bir
aileden gelme
- Çok
sayıda arkadaş
- İyi
arkadaş
- Çok
sayıda çocuk
- Mutlu bir
yaşlılık
- Ün
- Onur
- Şans
- Erdem
- Sağlık
- Güzellik
- Boy-bos
- Atletik
güç
İnsanın
mutluluk hedefi ile yaşaması ve davranışlarını düzenlemesi ahlaki bir oluştur.
Erdemler:
- Moral
erdemler (alışkanlıklar sonucu, doğal değildir)
- Zihinsel
erdemler (doğuştan+zaman ve deneyimle sonradan öğrenme)
Düşünsel
erdemler: Teorik bilgelik (sophia), sürekli hakikatler
Moral
erdemler: Pratik bilgelik (phronesis) Değişebilir hakikatler (cesaret,
ölçülülük vb.)
Moral
erdemleri davranışları, düşünce erdemleri ise ahlakın ve zihnin yaklaşımını
konu edinir. Ahlak ilkeleri düşünce erdemleri ve
teorik bilgelikle ortaya konur, pratik bilgelikle ilkelere bağlı olarak
açıklanır.
İnsan
eylemleri:
- Toplumun
moral kurallarına uygun günlük uğraşılar (moral erdemler)
- Büyük
gayenin peşinden gitmek (zihinsel erdemler)
Moral
erdemlerin amacı aşırılıklara kaçmadan orta yolu bularal iyi yaşamaktır.
Moral
erdemlerin dayanakları ruhta bulunan üç temel öğedir:
- Hisler: Arzu,
kızgınlık, korku, güven, kıskançlık, sevinç, arkadaşlık, düşmanlık, özlem,
rekabet, acıma vb. bunlar acı ve hazla birlikte bulunurlar.
-
Yetenek: Erdemde bulunan
şeyleri hisstme gücü (kızmak, acı duymak, acıma hissi vb.)
-
Karakter Yapısı: Hisler
vasıtasıyla erdem öğelerinin iyi-kötü olduğunu belirlemek
Ruhta
bulunan “karakter yapısı” öğesi erdemleri belirler.
Kusur ve
bilinçli seçimler erdem konusudur. İnsan doğal olarak yeteneklere sahiptir
ancak doğal olarak iyi yada kötü olamaz.
Davranışlarda
orta nokta bulunmasında amaç, değişkenliklere ölçü getirmektir. Davranışlarda
orta nokta her kes için değişken olabilir.
Orta nokta:
Aşırılıklardan kaçınarak kişinin kendisine yeterli ve iyi olan davranışın
ölçüsüdür. Orta noktanın seçimi pratik bilgelikle olur. Orta noktayı erdem
seçer. Moral erdemler davranışın orta yoludur. Orta yol göreceli ve geçicidir.
Üç çeşit
tutum vardır:
- Tamlık
- Eksiklik
- Erdem
(orta yol)
İyi eylemde
bulunacak kişinin özellikleri:
- Yapacağı
şeyi bilmeli
- Yapacağı
şeyi seçmeli
- Eylemini sıkı ve değişmez karakterde yapmalı
Kişi
eylemlerinden sorumludur. Eylemler istekli (yapma-yapmama gücü) veya isteksiz
(zorunluluk) yapılır.
Özgürlük
ahlak ilkesidir.
Zihinsel
erdemler moral erdemlerden üstündür ve bilimsel çabadır (en iyiye ulaşmak).
Ruhun
bölümleri:
- Kural ve
Rasyonel ilke
-
İrrsayonel ilke
a. Şeylerin değişmez nedenlerini
düşünen kısım (bilimsel)
b. Değişken nedenleri düşünen kısım
(tasavvur)
Ruhun eylem
ve hakikatleri kontrol eden nitelikleri:
- Duyum
- Akıl
- İstek
Eylemsel ve
zihinsel iyi hal, doğru istekle hakikatin uyuşmasıdır.
Doğru
amaçlı eylem iyidir.
Akıl
insanın ilgi alanı üzerine çalışıyırsa felsefi
bilgelik ortaya çıkar.
Kutsal
olanların en üstünü tanrının eylemleridir. insan tanrısallığa en yakın olan
mutluluğa ulaşma isteğindedir. Tanrısal eylemlere benzer eylemler mutluluğa
yaklaştırır.
Aristoteles
siyaset ile ahlakı aynı alanda düşünerek araştırmıştır. Siyaset ahlaki temele
oturtulmuştur. İnsanın amacı mutluluktur bu amaç için kullanılan bilim
siyasettir. Siyaset ahlaki bir topluluğun insanı ile işgilenmektir.
Siyaset
temel iyinin bilimidir. Eğitim, ekonomi, retorik, strateji ve değerler siyaset
tarafından yönlendirilir.
Nikomakhos’a
Ahlak isimli eserinde Aristoteles, ahlakı psikoloji ile de ilişkilendirmiştir.
Ahlak aynı
zamanda değişkenlerin formlandırılması olarak da görülür (ilkelerle açıklayıp
genel özellikler kazandırma).
İnsanın
varolma nedeni ve amacı olan mutluluğun ne olduğunu ahlak belirler ve siyaset de gerçekleştirir.
14. Hafta: Felsefi Bilinç:
Felsefe
başlangıç aşamasında (kuruluş-oluşum) evren tasavvuruna ilişkin konularla
ilgilenmiştir. Evrenin ve insanın oluşumu, yaşam-ölüm sonrası gibi konular
bütünün parçaları olarak felsefenin konularını oluşturmuştur. Felsefe öncesi
düşünüş ile felsefi düşünüş arasında ortaklıklar vardır.
Felsefenin
yapısının incelenmesi aynı zamanda felsefecinin özelliklerini de yansıtır. En
ağırlıklı husus yöntemdir. Yöntemin
başarısı sorunun teorik olarak temellendirilmesinde ortaya çıkar. Teorik
temellendirme en genel ilkelerden hareketle bir konunun açıklanmasıdır.
Açıklamanın en temel özelliği ise tutarlı olmasıdır. Felsefede incelenecek alan
açık-seçik ortaya konur, kavramsal çatının açık-seçik
ortaya konması felsefi bilincin başarısıdır.
Felsefe
Yunan evren tasavvurunun dönüşümünden ortaya çıkmıştır. Felsefenin yapısının
anlaşılabilmesi için temel kavramlarının yapısını ve bilgeliğin genel
özellikleri bilmek gerekir..
Bilgelik:
Toplumların
düşünce yapılarını evren tasavvurlarındaki değerler yada bu tasavvuru kuran
değerler tarafından belirlenir. Beslenme, barınma, güvenlik, sağlık, eğitim,
siyaset, din, ahlâk gibi alanların her biri, kendi değerlerine sahiptirler.
Evren
tasavvuru ve değerler konusunda yetkili kişi bilgedir. Bilge, çeşitli alanlara
ilişkin tecrübeler ile çıkartılan sonuçları birbirleriyle ilişkilendirme
becerisini gösteren, değerleri bütünlüklü bir yapı içinde görebilen, eylem ve
düşünceleri toplumun değerlerine göre yargılayabilen önderdir.
Bilgelik
temelli düşüncede, geçmişte içkin olan değerle şimdiki eylem yargılanarak
sonuçlandırılır. Temel çerçeve ahlak ile çizilir. Ahlakça doğru olan
din-töre-gelenekçe de doğrulanır. Ahlakça doğru olan din-töre-gelenekçe de
doğru kabul edilir.
Bilgelikte
yargıya ayrıca konuya ilişkin hikayeler anlatılarak da varılır. Hikaye sonunda
çoğunlukla ahlaki çerçevede bir yargıya varılır. Hikayeler değerlerle toplumun
geçmişi arasında bağ kurarak tarih düşüncesini canlı tutar.
Bilgeliğin
teorik zemin:
-Ahlak
(bireyler arası ilişkileri düzenler, temel değeri doğruluk)
- Din
(merkezi değer: tanrı)
- Siyaset (toplum
sorunlarını çözme yolu, töre)
Doğruluk: Zarar verme iyilik
yap.
Tanrının
evreni yönetmesiyle hükümdarın toplumu yönetmesi arasında paralellik kurulur.
Hükümdarın
siyasette uyduğu ilkeler töreyi oluşturur (hükümdarın meşruiyeti). Gelenekler
yönetimin eylemlerini kontrol etmek için kullanılır.
Felsefe:
Felsefe
öncesi düşünüşle felsefe arasındaki en önemli fark bilgidir (verilmez, keşfedilir).
İnanarak belli ilkelere göre yaşamak dindir.
Felsefenin
oluşumunda bilgilerin kesin olmadığı ve kesin bilgilerin keşfedilebileceği
düşünülmüştür.
Felsefi
düşüncenin oluşumunda etkili olan unsurlar:
-
Şüphe
-
Karşılaştırma
-
Eleştiri
-
Kavramlaştırma
-
Sınıflama
-
Tutarlılık
-
İlke
-
Kendini bilmek
-
Felsefi bilinç
Şüphe:
Her alandaki
değişimin farkına varılması evren tasavvurlarındaki bilgilerin de doğruluğu
hakkında şüpheyi tetiklemiştir.
Nesne
değişiyorsa nesne hakkındaki bilgi de değişir.
Siyaset
konusunda da şüphe ortamı hakimdir. Kültürel yaşamdaki değişkenler (yanlışlık,
kıskançlık, çatışma) gibi baskın insani unsurlar düşünce üretmiştir. Zihnin bu
düşünce üretme denemeleri şüphenin temelini oluşturur. Şüphe
gündelik hayattaki tartışmaların sistemleşmiş halidir.
Güvensizlik
şüphe ile birlikte gelişir. Çelişki yanlışın göstergelerinden biridir. Şüphe
verilen çelişkili ve yetersiz verilerden kaynaklanır.
Varlığın
kökenine ilişkin araştırma daha önceki açıklamaların yetersizliğini ortaya
koyar.
Felsefede
şüpheyi kurumlaştıranlar sofistlerdir.
Sokrates ve Platon ise metodik şüphenin yapılanmasına katkı sunmuşlardır. Şüphe sorgulamayı doğurur.
Karşılaştırma:
Felsefi
yöntemin ilkeleri arasında her türlü bilginin eksik yada yanlış olduğunun
kabülü de yer alır. Aynı şekilde hakikate ulaşılabileceği de felsefenin
ilkeleri arasında yer alır. Bu çelişkili durum felsefe yönteminin çerçevesini
oluşturur.
Felsefede
merkezde köken sorunu vardır ve motod bu bağlamda oluşturulmuştur.
Yetersizliklerin tespit edilmesindeki ilk aşama karşılaştırmadır. Görüşlerin karşılaştırılması aralarındaki farkların
tespitiyle sonuçlanır. Farklılıkların tespiti doğru olanın hangisi
olduğu sorusunu beraberinde getirir.
Eleştiri:
Felsefi
düşünceyi diğerlerinden ayıran en önemli husus eleştiridir. Eleştiride açıklama
gücü ve tutarlılık esas alınır. Açıklamalardaki tutarsızlık, açıklama gücünün
zayıf olduğunu gösterir.
Tutarlılık: Öncülle sonuç arasında
doğru ilişki kurmak.
Eleştiri
düşüncenin iç yapısını sorgular ve olumlu-olumsuz unsurları sergiler.
Düşüncelerin sağlam temellendirilmesinde eleştiri önemli bir rol oynar.
Eleştiri
sofistler ile birlikte felsefede sağlam bir yer edinmiş, Aristoteles ve Kant ile düşünce üretiminin en temel
unsuru haline getirilmiştir. Aristoteles Metafizik kitabında kendisinden
öncekilerin “neden” anlayışlarını eleştirmiştir.
Eleştiride
üç aşama vardır:
-
Felsefecinin kendi bilgisini sorgulaması
-
Çalışma alanındaki görüşleri eleştirmesi (alanın iyi bilinmesi)
-
Eleştirilen konuda kendi görüşünü ortaya koyması
Kavramlaştırma:
Bir sorunla
ilgili terimi tanımlayarak ilke haline getirmek ve onu görelilikten
kurtarmaktır. Soistlerin tartıştıkları terimleri (iyi, erdem, bilgi, adalet,
doğru vb.) Sokrates tarafından kavramlaştırılarak ilk örnekler ortaya
konmuştur.
Kavramlaştırılan
terim kapamındaki unsurlar zaman dışı (her zaman ve her yerde aynı, değişmez)
olarak temellendirilir.
Sokrates’e
göre sofistler görüşlerini kavramlaştıramamışlardır. Hakikat ancak kavram
temelinde mümkündür. Kavramlar genel geçerdir.
Sınıflama:
Sınıflamadüşünce
üretimin çerçeveler ve bunlar arasında kurulan ilişkiyi tanımlar.
Tanımlamayla
ortaya çıkan sınıflar konunun neler içerdiğini belirler.
Açıklama
gücünün yüksek olabilmesi için, her sorun tanımlanıp sınıflandırılır ve buna
göre temellendirilir.
Aristoteles,
gözlem ve kanıtlara dayalı verileri açık bir şekilde sınıflandırarak bilim
anlayışını yöntemleştirmiştir.
Tutarlılık:
İlke ile
ilkeden türeyen unsurların açıklamasının doğruluğu tutarlılıktır.
Tutarlılık,
ilkenin temellendirilmesinde, ilkeden gelen sürecin açıklanmasında, süreçte yer
alan sınıflandırmanın ve tanımlamanın yapılmasında ve görüşlerin ifade
edilmesinde aranır.
Tutarlılık
yoksa temellendirme yetersizdir.
İlke (Köken):
Bir
bilginin doğruluğu o konuya ait ilkeye dayandırılmasına bağlıdır (ilke doğruluğun dyandığı zemindir).
İlk ilke
(köken), evrenin bütünlüğünü, düzenini, insanın akıllı varlık oluşunu,
toplumsal düzeni genelleştirerek açıklamak için yöntem açısından temel
oluşturmuştur.
Kökenin
bilgisi ve güvenirliği, bilgi ile yöntem sorunlarını ortaya çıkaran kaynaktır.
İlk ilke
ilgilialanın özünü içerir, şimdiki durum kökenin ilk durumuyla örtüşmelidir.
İlk ilkenin araştırılması varlığın niteliklerinin ve evrenin yapısını ortya
koymaya yönelik bir çabadır.
Varlık
ve bilgi sorunları, insanın kendini anlamaya, evrendeki konumunu görmeye
yöneliktir. İnsan
kendisini akıl varlığı olarak tanımlayarak, evrendeki yerini belirlediği gibi,
varlığı ve kendisini tanıma aracı olarak da aklı kullanmaktadır. İnsan, evren, felsefe ve felsefe yöntemi birbirinden
ayrılmaz bir bütünlük oluşturur.
Kendini Bilmek:
İnsanın
kendisi hakkındaki bilgisidir. “Kendini bilmek” felsefeyi başlatan sözdür.
- Ahlaki
anlamı: Ölçülü olmak
- Kimlik
anlamı: Toplumsal tarih
- İnsan
olmanın manası
- Bilme
sürecini açıklamak için kendine yönelme
Felsefecinin
kendilik bilincine varmasının yolunu gösterir.
Felsefi Bilinç:
Felsefenin
yapısını bilmek ve bu yapıya uygun düşünmek ve davranmaktır.
Felsefeci,
felsefenin kavramsal yapısını içselleştirerek uygulamalıdır. Felsefi bilinç
Platon mağara benzetmesinde mağaradan zincirlerinden kurtularak çıkan kişinin
durumudur. Felsefi bilinç mağaradan çıkarak hakikati görmek demektir.