Psikoseksüel
gelişim dönemleri:Pregenital ve genital dönem
Erişkinlere
özgü cinsel etkinliğin yıllarca öncesine uzanan bu cinsel filizlenme devresi
Freud’a göre birbirini takip eden kaba iki bölüme ayrılır.Yaklaşık üç
yaşlarında başlayıp gelişen “genital
organizasyon dönemi” ve genital bölgenin cinselliğin dizginlerini
almadan hemen öncesinde ki “pregenital
(genital öncesi)organizasyon dönemi.”
A.Pregenital
dönem..
Freud
çocukluk çağı cinselliğinin neden dikkatlerden kaçtığını açıkladıktan sonra
çocuk cinselliğinin ifadeleri üzerinde durur. İnfantil dönemde cinsel dürtü haz
duyusunun duyumsanabileceği beden bölgeleri olarak öne çıkan erotojenik
bölgelerin(deri ve muköz membran) uyarılması ile doyurulur.
a.Oral evre:(başa
dön)
İlk sene içinde dudaklar ve ağız mukozasının erotojenik bölgeler olarak öne çıktığı “oral” dönem görülür Anne memesi bebeğin cinsel dürtüsünün yöneldiği ilk nesnedir. Annenin bulunmadığı anlarda ise parmak emme faaliyeti memenin yerine geçer.Bu dönemde anne memesi kadar, ebeveynin dokunuşları, öpüşleri,sarılışları gibi sevgi gösterileri de bebeğe cinsel uyarım ve doyumlar sağlar. Bir dereceye kadar doğal ve gerekli olan bu sevgi gösterilerinin aşırılığı, Freud’a göre bebeğin libidosunun aşırı ve erken gelişimine yol açıp ta sıkı sıkıya ebeveyne bağlanması suretiyle erişkin yaşamdaki bir nevrozun temelini oluşturabilir.Maalesef, bu sevecenlik gösterilerinin üzerlerine titredikleri bebekleri açısından böylesine tehlikelere gebe olduğu ebeveynlerin aklına çoğu zaman gelmez.
Memeden kesilme zamanı geldiğinde bebek artık meme imgesini zihninde barındıracak duruma gelmeye başlamıştır.Takip eden dönemde cinsel obje yoktur ve cinsel edim otoerotik karakter göstermeye başlar.. Cinsel objenin söz konusu olduğu durumlarda cinsel dürtü, skopofili (bakmaktan duyulan haz), teşhircilik ve sadizm şeklinde doyum kanalları bulur.
b.Anal evre:(başa dön)
Anüs çevresindeki sfinkterin (anüsü büzen kaslar) istemli olarak kontrol edilebilmesiyle birlikte ikinci yaşa adım atılmasıyla beraber “anal” pregenital dönem ortaya çıkar.Haz duyusunun merkezi, bu dönemde anüs etrafına kaymıştır ve çocuk dışkısını tutmayla, bırakma edimlerinin arasındaki ikilemi (ambivalans) yaşamaktadır.Çocuğun bu dönemde dışkı kontrolü üzerindeki hakimiyeti anneyle çatışmasına ve onun istediği tarzda hareket edip etmemesine (dışkısını tuvalete gidene kadar tutması ya da erkenden bırakması) imkan verir.Beden üzerinde tesis edilen bu tür bir “kontrol duygusu” ve itaatsizliğin bir ifadesi olarak, dışkıyı ansızın boşaltabilme şeklindeki sadistik dürtülerin boşaltımı bu döneme damgasını vuran başlıca psikolojik gelişmedir.Etkinlik ve edilgenlik impulsları arasında gerçekleşen mücadele, anal gelişimsel dönemin sonuna kadar, başat dürtüsel çatışma biçimi olacaktır.
Freud anal bölgenin erotojenik uyarılara duyarlılığı dolayısıyla çocukların kakalarını hemen yapmayıp bir süre tuttukları gözlemine de değinir. Hazzı yitirmemek ve kakayı “bekletmek” daha sonraki yıllarda sürdürülecek “tutucu-biriktirici” bir tutumun öncüsü olabilir.Freud nevrotiklerde sık görülen kabızlığın ,kakayı bekletme tutumuyla ilişkisine de dikkat çeker.
İlk sene içinde dudaklar ve ağız mukozasının erotojenik bölgeler olarak öne çıktığı “oral” dönem görülür Anne memesi bebeğin cinsel dürtüsünün yöneldiği ilk nesnedir. Annenin bulunmadığı anlarda ise parmak emme faaliyeti memenin yerine geçer.Bu dönemde anne memesi kadar, ebeveynin dokunuşları, öpüşleri,sarılışları gibi sevgi gösterileri de bebeğe cinsel uyarım ve doyumlar sağlar. Bir dereceye kadar doğal ve gerekli olan bu sevgi gösterilerinin aşırılığı, Freud’a göre bebeğin libidosunun aşırı ve erken gelişimine yol açıp ta sıkı sıkıya ebeveyne bağlanması suretiyle erişkin yaşamdaki bir nevrozun temelini oluşturabilir.Maalesef, bu sevecenlik gösterilerinin üzerlerine titredikleri bebekleri açısından böylesine tehlikelere gebe olduğu ebeveynlerin aklına çoğu zaman gelmez.
Memeden kesilme zamanı geldiğinde bebek artık meme imgesini zihninde barındıracak duruma gelmeye başlamıştır.Takip eden dönemde cinsel obje yoktur ve cinsel edim otoerotik karakter göstermeye başlar.. Cinsel objenin söz konusu olduğu durumlarda cinsel dürtü, skopofili (bakmaktan duyulan haz), teşhircilik ve sadizm şeklinde doyum kanalları bulur.
b.Anal evre:(başa dön)
Anüs çevresindeki sfinkterin (anüsü büzen kaslar) istemli olarak kontrol edilebilmesiyle birlikte ikinci yaşa adım atılmasıyla beraber “anal” pregenital dönem ortaya çıkar.Haz duyusunun merkezi, bu dönemde anüs etrafına kaymıştır ve çocuk dışkısını tutmayla, bırakma edimlerinin arasındaki ikilemi (ambivalans) yaşamaktadır.Çocuğun bu dönemde dışkı kontrolü üzerindeki hakimiyeti anneyle çatışmasına ve onun istediği tarzda hareket edip etmemesine (dışkısını tuvalete gidene kadar tutması ya da erkenden bırakması) imkan verir.Beden üzerinde tesis edilen bu tür bir “kontrol duygusu” ve itaatsizliğin bir ifadesi olarak, dışkıyı ansızın boşaltabilme şeklindeki sadistik dürtülerin boşaltımı bu döneme damgasını vuran başlıca psikolojik gelişmedir.Etkinlik ve edilgenlik impulsları arasında gerçekleşen mücadele, anal gelişimsel dönemin sonuna kadar, başat dürtüsel çatışma biçimi olacaktır.
Freud anal bölgenin erotojenik uyarılara duyarlılığı dolayısıyla çocukların kakalarını hemen yapmayıp bir süre tuttukları gözlemine de değinir. Hazzı yitirmemek ve kakayı “bekletmek” daha sonraki yıllarda sürdürülecek “tutucu-biriktirici” bir tutumun öncüsü olabilir.Freud nevrotiklerde sık görülen kabızlığın ,kakayı bekletme tutumuyla ilişkisine de dikkat çeker.
Üstünlük
güdüsü ve sadizm…
Freud,daha
sonra Adler’in önem bakımından ilk sıraya taşıyacağı üstünlük elde
etme güdüsünden de söz eder bu çalışmasında.Freud’a göre, genital bölgenin
hakimiyetinden önce ortaya çıkan bu güdü acıma yeteneği tarafından
sınırlanır.Hayvanlara ve oyun arkadaşlarına yönelen “üstünlük güdüsünün” bir
tezahürü olan acımasızlık güdüsü,çocuğun doğasının ve içinde varolduğu kültüre
ait değerlerin bir fonksiyonu olan merhamet duygusuyla nötralize
edilmelidir. Edilemediğinde ise erotojenik içgüdü ile arasında kurulan bağ
erişkin seksüel yaşama anal-sadistik impulslar ile taşınacaktır.
Freud,entelektüel
ve incelikli kimi ruhsal faaliyetlerin yanısıra vicdan ve özeleştiri gibi
yüksek ruhsal faaliyetlerin de çoğu zaman bilinçöncesi ve dışında yürütüldüğünü
iddia eder. “Narsisizm üzerine” makalesinde Freud’un ilk kez bahsettiği
“ego ülküsü” veya diğer adıyla “süperego” ,ego’nun bir bölümü olarak
düşünülmüştür.Ancak süperego bilinçle ego’nun olduğundan daha az
ilişkilidir,yani süperego daha çok bilinçdışı bir işlevselliğe sahiptir.
.Süperego’nun kurulumu ödipal dönemin sonunda oluşur.Erkek çocuk ilk nesne seçimini anneye,kız çocuk babaya yapar.Yapılan seçimin önünde engel olarak görünen erkek çocuk için baba,kız çocuk için anne üzerine düşmanca duygular geliştirilir.Çocuk bu duygularla başa çıkamaz ve sonunda odipus karmaşasının bir çözümü bağlanması gerekir.Odipus karmaşası, erkek çocuğun anneye yatırdığı ruhsal enerji yükünü azaltarak baba ile özdeşleşmesiyle,kız çocuğun ise babaya yönelttiği nesne yükünü azaltarak anne ile özdeşleşmesiyle son bulur.Bu özdeşleşmeler ilk süperego oluşumunun çekirdeğini oluşturur. Ödipal dönemde cinsel ilgiler ne denli yoğunsa bu ilgileri bastırmak için baba korkusunun ve diğer kültürel etmenlerin (eğitim,din) daha güçlü olarak egoya yerleşmesi gerekmekte ve süperego olarak adlandırılan bu bastırıcı oluşum o denli güçlü olmaktadır.Bu şekilde oluşan gereğinden güçlü , hatta egoya sadistik bir şekilde davranan bir vicdan “bilinçdışı suçluluk duygularının” olağan kaynağıdır
.Süperego’nun kurulumu ödipal dönemin sonunda oluşur.Erkek çocuk ilk nesne seçimini anneye,kız çocuk babaya yapar.Yapılan seçimin önünde engel olarak görünen erkek çocuk için baba,kız çocuk için anne üzerine düşmanca duygular geliştirilir.Çocuk bu duygularla başa çıkamaz ve sonunda odipus karmaşasının bir çözümü bağlanması gerekir.Odipus karmaşası, erkek çocuğun anneye yatırdığı ruhsal enerji yükünü azaltarak baba ile özdeşleşmesiyle,kız çocuğun ise babaya yönelttiği nesne yükünü azaltarak anne ile özdeşleşmesiyle son bulur.Bu özdeşleşmeler ilk süperego oluşumunun çekirdeğini oluşturur. Ödipal dönemde cinsel ilgiler ne denli yoğunsa bu ilgileri bastırmak için baba korkusunun ve diğer kültürel etmenlerin (eğitim,din) daha güçlü olarak egoya yerleşmesi gerekmekte ve süperego olarak adlandırılan bu bastırıcı oluşum o denli güçlü olmaktadır.Bu şekilde oluşan gereğinden güçlü , hatta egoya sadistik bir şekilde davranan bir vicdan “bilinçdışı suçluluk duygularının” olağan kaynağıdır
Normal
şartlarda başlıca erotojenik bölge olma özelliği üç yaşından sonra genital
bölgeye geçerse de bazı şartlarda her iki organizasyon şekli de (oral ve anal)
ömür boyunca sinirsel yapı içinde belli ölçülerde varlığını sürdürebilir ve
ileride ortaya çıkacak pek çok psikolojik sorunun kaynağını oluşturabilir.Oral
dönemde takıntı gösteren birisi ilerleyen yıllarda içki ve sigaraya aşırı
düşkünlük gösterebilecektir.Aksine, bireyin oral hazlara yönelimi baskı altına
alınmışsa yeme bozukluğu,histerik kusma , ”globus histericus” denilen, boğaza
oturan bir yumruk hissiyatıyla karakterize sinirsel bir
rahatsızlığın ortaya çıktığı görülebilir.
Cinselleştirilen
uyaranlar…
Freud
bazı bedensel duyumların cinsel uyarı üretebilme kapasitesinde olduğunu ileri
sürdü.İç kulakta yer alan vestibüler sistem denge fonksiyonu ile ilgili bir
organdır.Vestibüler sistemin uyarılması bir cinsel uyarı duygusu
yaratabilir. Çocukların küçük yaşlarda havaya atılıp tutulurken yaşadıkları
zevki ele veren kıkırdamalar bunun açık bir örneğidir.Boğuşma,güreşme gibi
kassal etkinlikler, haz duygusu yaratabilmesi bakımından cinselleştirilebilir
etkinliklerdir ve sadizmin kökeninde de yer tutabilirler. Korku,endişe,acı gibi
duyumlar cinselleştirilebilir türde duyumlardır.
Freud,
“metapsikoloji” adı altında ortaya koyduğu sağlıklı insan psikolojisini izah
etme iddiasındaki psikolojik kuramını kuşkusuz hastalarıyla yaptığı çalışmalara
dayandırmıştır. Freud’un eleştirilen bir yönü de budur. Psikopatolojik
materyalden seçilerek sağlıklı insan psikolojisine mal edilen unsurların
geçerliliği sorgulanmıştır.
Freud’un
psikopatoloji ile ilgili kuramsal açıklamaları, ileri sürdüğü “ruhsal (içsel)
çatışma” kavramı çerçevesinde anlaşılabilir.Freud’un dehasını ortaya koyan
kavram budur. İnsan psişesinde(ruhsal varlığında), benlikten (ego) bağımsız bir
çatışma vuku bulabilir.Bu çatışmanın tarafları, Freud’un metapsikolojik
külliyatında önerilen “ruhsal yapılanmanın” iki temel
unsurudur:İçgüdüleri/dürtüleri temsil eden “id” denilen yapılanma ve insanın
ahlaki benliğini temsil eden “Süperego”dur bu unsurlar.Dürtülerin sınır
tanımayan zorlamasına ahlaki üstben karşı çıkar ve “sinyal anksiyetesi”
tetiklenir. Sosyal bakımdan dürtü doyumunun uygunsuz olduğu noktada çatışmanın
kaderini belirleme görevi “ego”ya bırakılacaktır. Ego hem id’i tatmin edecek
hem de süperego’ya uygun düşecek bir çözüm arar.İlk akla gelen çözüm
“represyon” yani dürtünün geldiği yere bilinçdışına güç kullanılarak
gönderilmesi, bastırılmasıdır.Bastırma sonrası ,bastırılan dürtüsel enerjiyi
bilinçdışında tutabilmek için bir “karşı enerji” kullanılmasının
gerekliliğinden bahseder Freud.Bastırma iyi yapıldığında dürtü gözden kaybolur
gider.Ama bastırma bazen istendiği ölçüde başarıyla gerçekleştirilemez.Ve “her
nevroz” der Freud “aslında başarısız bir bastırmaya işaret etmektedir.” Zira
yeterince kuvvetli bastırılamayan materyal,bir süre sonra bastırıldığı yerden
bilince doyum bulmak üzere geri dönmek isteyecektir.. “Bastırılanın geri
dönüşü” anksiyete mekanizmasını harekete geçirecek ve çalan tehlike çanları
altında ego denetiminde bulunan savunma mekanizmaları repertuarına başvurarak
“id ve süperego’yu uzlaştıracak bir çözüm yolu ortaya koymaya çalışacaktır.
Semptom(belirti) oluşumu da işte bu çözüm yollarından birisidir. Felç, geçici körlük, afazi(konuşma kabiliyetinin yitirilmesi),unutkanlık,iktidarsızlık,erken boşalma, vertigo atakları(şiddetli baş dönmesi), bulantı ve kusma,mide krampları, iştahsızlık ve zayıflama vb. gibi çeşitli psikolojik menşeli “semptomlar”(belirtiler) işte böylesi bir çatışmayı uzlaştırmaya yönelik “kefaretler” olarak karşımızda belirir. Burada geçerli savunma mekanizması Freud’un uzmanlaştığı ünlü “histeri rahatsızlığının” sorumlusu “konversiyon/dönüşüm” mekanizmasıdır. Freud, ”konversiyon” sonucu ego için iki tür kazancın ortaya çıktığını ifade eder. İlk kazanç; “primer kazanç” (primary gain) denilen dürtüsel enerjinin semptomun nesnesi olan organı kaplayan enerjiye dönüşmesidir.Sözgelimi “felçli ayak” daha önce hastanın hatırında bile değilken şimdi artık büyük ölçüde ruhsal enerjinin yatırıldığı “önemli bir bacak” olmuştur.Bu önem iyileşme arzusuna,talebine,fantezisine,rüyalarına yansıyacaktır. Diğer kazanç ise “ikincil kazanç” (secondary gain) denilen,hastanın hastalığı nedeniyle artık azade olduğu sorumluluklarından kaynaklanmaktadır.Bir şeyleri yapmadığı için suçlanan hastanın artık o tür işleri yapmamak için geçerli bir nedeni vardır.
Semptom(belirti) oluşumu da işte bu çözüm yollarından birisidir. Felç, geçici körlük, afazi(konuşma kabiliyetinin yitirilmesi),unutkanlık,iktidarsızlık,erken boşalma, vertigo atakları(şiddetli baş dönmesi), bulantı ve kusma,mide krampları, iştahsızlık ve zayıflama vb. gibi çeşitli psikolojik menşeli “semptomlar”(belirtiler) işte böylesi bir çatışmayı uzlaştırmaya yönelik “kefaretler” olarak karşımızda belirir. Burada geçerli savunma mekanizması Freud’un uzmanlaştığı ünlü “histeri rahatsızlığının” sorumlusu “konversiyon/dönüşüm” mekanizmasıdır. Freud, ”konversiyon” sonucu ego için iki tür kazancın ortaya çıktığını ifade eder. İlk kazanç; “primer kazanç” (primary gain) denilen dürtüsel enerjinin semptomun nesnesi olan organı kaplayan enerjiye dönüşmesidir.Sözgelimi “felçli ayak” daha önce hastanın hatırında bile değilken şimdi artık büyük ölçüde ruhsal enerjinin yatırıldığı “önemli bir bacak” olmuştur.Bu önem iyileşme arzusuna,talebine,fantezisine,rüyalarına yansıyacaktır. Diğer kazanç ise “ikincil kazanç” (secondary gain) denilen,hastanın hastalığı nedeniyle artık azade olduğu sorumluluklarından kaynaklanmaktadır.Bir şeyleri yapmadığı için suçlanan hastanın artık o tür işleri yapmamak için geçerli bir nedeni vardır.
Freud
nevroz ve psikozları ,çatışmanın çözümü için hangi savunma
mekanizmalarının kullanıldığına bakarak çözümlemeye girişir.Örneğin paranoya
için,”denial/inkar” ve “projeksiyon/yansıtma”,fobi için “replacement/yer
değiştirme”,obsesif kompülsif bozukluk için “isolation/yalıtma” ve
“doing/undoing-yapma/bozma” mekanizmalarının kullanıldığını ve o yüzden, “o
yada şu değil” işte tam “bu hastalığın” belirtilerinin görüldüğünü söyler.
Psikonevrozların
üç ayrı örneğinde bastırmanın ve buna eşlik eden savunma düzeneklerini
görebiliriz.Bir fobik nevroz vakasına bakalım önce.Freud’un “Küçük Hans”
vakasında(1909) ,annesine duyduğu sevgi ve kıskançlık nedeniyle babası
tarafından cezalandırılacağından korkan küçük çocuğun atlardan duyduğu korku
çözümlenir. Babadan ve babasının sevgisinden vazgeçemeyeceği için çocuğun
bulduğu yol,babasına duyduğu öfke ve korku duygularını bastırarak ,duyguların
nicel bölümünü karışık bir ilişkiler yolunu izleyerek babanın yerini
tutan atlara aktarmasıydı(displacement).Böylece sadece atlardan kaçınması
yetiyordu.
İkinci olarak konversiyon nevrozlarına bakalım. Düşünsel içerikle birlikte duygusal içerik de bastırılmış ve tümüyle bilinçten uzaklaştırılmıştır.Ancak duygusal enerji düşünce ile bağlantılı,onu simgeleyecek biçimde bir organın sinirsel enerjiyle yüklenmesine harcanmıştır. Böylece bilinçte Charcot’un kullandığı bir terim olan “la belle indifference” denilen bir kayıtsızlık hali hakimken bedensel olarak bir felç,duyu bozukluğu vb. gibi ciddi nörolojik bir semptom ortaya çıkmıştır.
Üçüncü olarak takıntı nevrozlarına bakabiliriz.Burada sevilen kişiye karşı aynı zamanda nefret duyguları da vardır.Yani ambivalan (çift değerli) bir duygu durumu söz konusudur.Semptom oluşumundan önce nevrotik kişide muhtemelen stres yaratan bir travma sonucu anal-sadistik döneme bir gerileme olur ve nefret duyguları ön plana çıkar.Bu durum vicdan tarafından kabul edilemez ve kötü duygular bastırılır.Görünürde “tepki oluşumunun” getirdiği bir aşırı vicdanlılık hali hakimdir.Semptom oluşumu ancak bir noktadan sonra ortaya çıkar.Bu nokta bastırılan materyalin giderek güçlenmesi ve geri dönmeye kalkmasıdır.Ego bu durumda bastırılan düşüncenin yerine geçen çoğunlukla küçük ve ilgisiz görünen bir düşünce bulur.Ardından bu düşünce ile ilgili eylemlerin yasaklanması, kaçınılmasına yönelik davranışlar devreye girer.Ancak yerine konan düşünce ve ilgili eylem günlük hayatta kolayca kaçınılamayacak bir şeyse kişinin hayatını felç eden sonsuz bir “yapma-iptal etme” davranışı ortaya çıkar.
İkinci olarak konversiyon nevrozlarına bakalım. Düşünsel içerikle birlikte duygusal içerik de bastırılmış ve tümüyle bilinçten uzaklaştırılmıştır.Ancak duygusal enerji düşünce ile bağlantılı,onu simgeleyecek biçimde bir organın sinirsel enerjiyle yüklenmesine harcanmıştır. Böylece bilinçte Charcot’un kullandığı bir terim olan “la belle indifference” denilen bir kayıtsızlık hali hakimken bedensel olarak bir felç,duyu bozukluğu vb. gibi ciddi nörolojik bir semptom ortaya çıkmıştır.
Üçüncü olarak takıntı nevrozlarına bakabiliriz.Burada sevilen kişiye karşı aynı zamanda nefret duyguları da vardır.Yani ambivalan (çift değerli) bir duygu durumu söz konusudur.Semptom oluşumundan önce nevrotik kişide muhtemelen stres yaratan bir travma sonucu anal-sadistik döneme bir gerileme olur ve nefret duyguları ön plana çıkar.Bu durum vicdan tarafından kabul edilemez ve kötü duygular bastırılır.Görünürde “tepki oluşumunun” getirdiği bir aşırı vicdanlılık hali hakimdir.Semptom oluşumu ancak bir noktadan sonra ortaya çıkar.Bu nokta bastırılan materyalin giderek güçlenmesi ve geri dönmeye kalkmasıdır.Ego bu durumda bastırılan düşüncenin yerine geçen çoğunlukla küçük ve ilgisiz görünen bir düşünce bulur.Ardından bu düşünce ile ilgili eylemlerin yasaklanması, kaçınılmasına yönelik davranışlar devreye girer.Ancak yerine konan düşünce ve ilgili eylem günlük hayatta kolayca kaçınılamayacak bir şeyse kişinin hayatını felç eden sonsuz bir “yapma-iptal etme” davranışı ortaya çıkar.
Freud’un
gözünde psikoz(şizofreni) ; zayıf bir ego tarafından yönetilemeyen savunma
mekanizmalarının nihayetinde iflas ettiği ve bilinçdışı materyalin olanca
çeşitliliğiyle ortaya döküldüğü bir ruhsal rahatsızlıktır.Bu yüzden hastanın
psişesi sanrılar ve halüsinasyonlarla doludur.Bilinçli zihnin egemen düşünce
biçimi “mantıklı ve nedensel düşünce süreci (sekonder düşünce süreci) inzivaya
çekilmiş, hastanın zihnine tümüyle bilinçdışına özgü -mantık,tutarlılık ve
ölçüden yoksun- “birincil süreç” düşünce tarzı hakim olmuştur.
---------------------------------------------------------------------------------------
Freud
ve Breuer’in birlikte yazdıkları “Histeri üzerine çalışmalar” isimli kitapta “aktarım” kavramından bahsedildiğini
görüyoruz.Anlaşılmaktaydı ki, histeri hastaları hastalıklarının sebebini
oluşturan cinsel içerikli karmaşayı,psikoterapilerini yürüten hekimlerine de
yansıtıyorlardı. Breuer, Anna O. vakasında, Freud ise pek çok kadın
histeri vakasında bu durumu fark etmişti.Hastaların hekime yönelttiği cinsel
yönelimli duygular, rahatsızlıklarıyla ilişkili evvelce deneyimlerinde
kendisini göstermiş erotik duygulanımların bir benzeriydi.Hekime ise farkında
olunmadan yani bilinçsizce yansıtılıyordu.
Freud’un
büyük başarısı hasta ile terapistin etkileşim sürecinde ortaya çıkan ve hastanın
geçmişinden kaynaklanan önemli çatışmaların terapi ortamında canlanması
anlamına gelen aktarım olgusunu ortaya koymasıdır.Hastanın tedavi sürecinde
terapistle kurduğu ilişki biçimi ve duygulanımı özgün olmayıp,geçmişindeki
önemli figürlerle olan ilişkilerinin ve duygulanımlarının izlerini
taşır.Hasta terapist ile kurduğu ilişki üzerinden babası, annesi,kardeşleri ve
önemli öteki figürlerle ilişkilerinin benzerini yaşamaya başlar.Olumlu aktarım
gerçekleşirse hasta terapistten önemli figürlerden beklediği sevgiyi ve ilgiyi
arayacaktır.Böyle bir hasta uyumlu,destek arayan ve terapisti duygusal olarak
olumlu etkileyen türde bir hastadır.Olumsuz aktarım gerçekleşirse hasta
terapistini eleştirir,yargılar ve terapist üzerinde olumsuz ,rahatsız edici bir
etki bırakır.Terapist ise hasta ile olan ilişkilerinde tıpkı hasta gibi önemli
figürlerle geçmişte yaşadığı ilişkilere benzer şekilde davranmaya
ve duygulanım göstermeye meyillidir.Hastanın etkileşim sürecinde ortaya koyduğu
duygu-düşünce ve davranışsal üsluba terapistin verdiği benzer karşılık “karşı-aktarım” ismiyle anılır.Fark şudur ki
terapist eğer kuramsal bilgi ve deneyim anlamında yeterince alanına hakim ise
ve eğitimi esnasında psikanalizden geçmek suretiyle kendi çatışmaları
hakkında içgörü sahibi olabilmişse,koyduğu “karşı aktarım” tepkisinin farkına
varacak ve duygu,düşünce ve davranışlarını içgörüsü ölçüsünde
şekillendirebilecektir.Hasta ise bu içgörüden terapinin başlangıcında yoksun
olduğu için aktarım olgusunu yaşayacak ve terapiste yaşatacaktır. Freud, bir
kaç senelik terapi sürecinin sonunda ,eğer aktarım uygun biçimde
gerçekleşebilmişse, hastanın tüm geçmiş ilişkilerinin benzerlerinin terapötik
ortamda sırayla sahne aldığı “aktarım nevrozu”
olgusunun ortaya çıkmasını bekler.Aktarım nevrozu bir kez ortaya çıktıktan
sonra terapötik çalışmayla yorumlanacak ve yavaş yavaş çözümlenerek hasta
çatışmaları hakkında içgörüye kavuşacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder