10 Eylül 2015 Perşembe

4.Psikoseksüel Gelişim Kuramı

4.Psikoseksüel Gelişim Kuramı
Psikoseksüel gelişim dönemleri:Pregenital ve genital dönem
Erişkinlere özgü cinsel etkinliğin yıllarca öncesine uzanan bu cinsel filizlenme devresi Freud’a göre birbirini takip eden  kaba iki bölüme ayrılır.Yaklaşık üç yaşlarında başlayıp gelişen “genital organizasyon dönemi” ve genital bölgenin cinselliğin dizginlerini almadan hemen öncesinde ki “pregenital  (genital öncesi)organizasyon dönemi.”
A.Pregenital dönem..
Freud çocukluk çağı cinselliğinin neden dikkatlerden kaçtığını açıkladıktan sonra çocuk cinselliğinin ifadeleri üzerinde durur. İnfantil dönemde cinsel dürtü haz duyusunun duyumsanabileceği beden bölgeleri olarak öne çıkan  erotojenik bölgelerin(deri ve muköz membran) uyarılması ile doyurulur.
a.Oral evre:(başa dön)
İlk sene içinde dudaklar  ve ağız mukozasının erotojenik bölgeler olarak öne çıktığı “oral” dönem görülür Anne memesi bebeğin cinsel dürtüsünün yöneldiği ilk nesnedir. Annenin bulunmadığı anlarda ise  parmak emme faaliyeti memenin yerine geçer.Bu dönemde anne memesi kadar,  ebeveynin dokunuşları, öpüşleri,sarılışları gibi sevgi gösterileri de bebeğe cinsel uyarım ve doyumlar sağlar. Bir dereceye kadar doğal ve gerekli olan bu sevgi gösterilerinin aşırılığı, Freud’a göre bebeğin libidosunun aşırı ve erken gelişimine yol açıp ta sıkı sıkıya ebeveyne bağlanması suretiyle erişkin yaşamdaki bir nevrozun temelini oluşturabilir.Maalesef, bu sevecenlik gösterilerinin üzerlerine titredikleri bebekleri açısından böylesine tehlikelere gebe olduğu ebeveynlerin aklına çoğu zaman gelmez.
Memeden kesilme zamanı geldiğinde bebek artık meme imgesini zihninde barındıracak duruma gelmeye başlamıştır.Takip eden dönemde cinsel obje yoktur ve cinsel edim otoerotik karakter göstermeye başlar.. Cinsel objenin söz konusu olduğu durumlarda cinsel dürtü, skopofili (bakmaktan duyulan haz), teşhircilik ve sadizm şeklinde doyum kanalları bulur.
b.Anal evre:(başa dön)
Anüs çevresindeki sfinkterin (anüsü büzen kaslar) istemli olarak kontrol edilebilmesiyle birlikte ikinci yaşa adım atılmasıyla beraber “anal” pregenital dönem ortaya çıkar.Haz duyusunun merkezi, bu dönemde anüs etrafına kaymıştır ve çocuk dışkısını tutmayla, bırakma  edimlerinin arasındaki ikilemi (ambivalans) yaşamaktadır.Çocuğun bu dönemde dışkı kontrolü üzerindeki hakimiyeti anneyle çatışmasına ve onun istediği tarzda hareket edip etmemesine (dışkısını tuvalete gidene kadar tutması ya da erkenden bırakması) imkan verir.Beden üzerinde tesis edilen bu tür bir “kontrol duygusu” ve itaatsizliğin bir ifadesi olarak, dışkıyı ansızın boşaltabilme şeklindeki sadistik dürtülerin boşaltımı bu döneme damgasını vuran başlıca psikolojik gelişmedir.Etkinlik ve edilgenlik impulsları arasında gerçekleşen mücadele, anal gelişimsel dönemin sonuna kadar, başat dürtüsel çatışma biçimi olacaktır.
Freud  anal bölgenin erotojenik uyarılara duyarlılığı dolayısıyla çocukların kakalarını hemen yapmayıp bir süre tuttukları gözlemine de değinir. Hazzı yitirmemek ve kakayı “bekletmek” daha sonraki yıllarda sürdürülecek “tutucu-biriktirici” bir tutumun öncüsü olabilir.Freud nevrotiklerde sık görülen kabızlığın ,kakayı bekletme tutumuyla ilişkisine de dikkat çeker.
Üstünlük güdüsü ve sadizm…
Freud,daha sonra  Adler’in önem bakımından ilk sıraya  taşıyacağı üstünlük elde etme güdüsünden de söz eder bu çalışmasında.Freud’a göre, genital bölgenin hakimiyetinden önce ortaya çıkan bu güdü acıma yeteneği tarafından sınırlanır.Hayvanlara ve oyun arkadaşlarına yönelen “üstünlük güdüsünün” bir tezahürü olan acımasızlık güdüsü,çocuğun doğasının ve içinde varolduğu kültüre ait değerlerin bir fonksiyonu olan merhamet duygusuyla nötralize  edilmelidir. Edilemediğinde ise erotojenik içgüdü ile arasında kurulan bağ erişkin seksüel yaşama anal-sadistik impulslar ile taşınacaktır.
c.Fallik-ödipal evre:(başa dön)
Freud,entelektüel ve incelikli kimi ruhsal faaliyetlerin yanısıra vicdan ve özeleştiri gibi yüksek ruhsal faaliyetlerin de çoğu zaman bilinçöncesi ve dışında yürütüldüğünü iddia eder. “Narsisizm üzerine” makalesinde Freud’un ilk  kez bahsettiği “ego ülküsü” veya diğer adıyla “süperego” ,ego’nun bir bölümü olarak düşünülmüştür.Ancak süperego bilinçle ego’nun olduğundan daha az ilişkilidir,yani süperego daha çok bilinçdışı bir işlevselliğe sahiptir.
.Süperego’nun kurulumu ödipal dönemin sonunda oluşur.Erkek çocuk ilk nesne seçimini anneye,kız çocuk babaya yapar.Yapılan seçimin önünde engel olarak görünen  erkek çocuk için baba,kız çocuk için  anne üzerine düşmanca duygular geliştirilir.Çocuk bu duygularla başa çıkamaz ve sonunda odipus karmaşasının bir çözümü bağlanması gerekir.Odipus karmaşası, erkek çocuğun anneye yatırdığı ruhsal enerji yükünü azaltarak baba ile özdeşleşmesiyle,kız çocuğun ise babaya yönelttiği nesne yükünü azaltarak anne ile özdeşleşmesiyle son bulur.Bu özdeşleşmeler ilk süperego oluşumunun çekirdeğini oluşturur. Ödipal dönemde cinsel ilgiler ne denli yoğunsa bu ilgileri bastırmak için baba korkusunun ve diğer kültürel etmenlerin (eğitim,din) daha güçlü olarak egoya yerleşmesi gerekmekte ve süperego olarak adlandırılan bu bastırıcı oluşum o denli güçlü olmaktadır.Bu şekilde oluşan gereğinden güçlü , hatta egoya sadistik bir şekilde davranan bir vicdan “bilinçdışı suçluluk duygularının” olağan kaynağıdır
Genital organizasyon dönemi ve pregenital takıntılar-başa dön
Normal şartlarda başlıca erotojenik bölge olma özelliği üç yaşından sonra genital bölgeye geçerse de bazı şartlarda her iki organizasyon şekli de (oral ve anal) ömür boyunca sinirsel yapı içinde belli ölçülerde varlığını sürdürebilir ve ileride ortaya çıkacak pek çok psikolojik sorunun kaynağını oluşturabilir.Oral dönemde takıntı gösteren birisi ilerleyen yıllarda içki ve sigaraya aşırı düşkünlük gösterebilecektir.Aksine, bireyin oral hazlara yönelimi baskı altına alınmışsa yeme bozukluğu,histerik kusma , ”globus histericus” denilen, boğaza oturan bir yumruk   hissiyatıyla  karakterize sinirsel bir rahatsızlığın  ortaya çıktığı  görülebilir.
Cinselleştirilen uyaranlar…
Freud bazı bedensel duyumların cinsel uyarı üretebilme kapasitesinde olduğunu ileri sürdü.İç kulakta yer alan vestibüler sistem denge fonksiyonu ile ilgili bir organdır.Vestibüler sistemin uyarılması  bir cinsel uyarı duygusu yaratabilir. Çocukların küçük yaşlarda havaya atılıp tutulurken yaşadıkları zevki ele veren kıkırdamalar bunun açık bir örneğidir.Boğuşma,güreşme gibi kassal etkinlikler, haz duygusu yaratabilmesi bakımından cinselleştirilebilir etkinliklerdir ve sadizmin kökeninde de yer tutabilirler. Korku,endişe,acı gibi duyumlar cinselleştirilebilir türde duyumlardır.

5.Freud’un psikopatoloji kuramı:
Freud, “metapsikoloji” adı altında ortaya koyduğu sağlıklı insan psikolojisini izah etme iddiasındaki psikolojik kuramını kuşkusuz hastalarıyla yaptığı çalışmalara dayandırmıştır. Freud’un eleştirilen bir yönü de budur. Psikopatolojik materyalden seçilerek sağlıklı insan psikolojisine mal edilen unsurların geçerliliği sorgulanmıştır.
a.İç çatışma (inner conflict) ve uzlaşı arayışı(compromise formation) (başa dön)
Freud’un psikopatoloji ile ilgili kuramsal açıklamaları, ileri sürdüğü “ruhsal (içsel) çatışma” kavramı çerçevesinde anlaşılabilir.Freud’un dehasını ortaya koyan kavram budur. İnsan psişesinde(ruhsal varlığında), benlikten (ego) bağımsız bir çatışma vuku bulabilir.Bu çatışmanın tarafları, Freud’un metapsikolojik külliyatında önerilen “ruhsal yapılanmanın” iki temel unsurudur:İçgüdüleri/dürtüleri temsil eden “id” denilen yapılanma ve insanın ahlaki benliğini temsil eden “Süperego”dur bu unsurlar.Dürtülerin sınır tanımayan zorlamasına ahlaki üstben karşı çıkar ve “sinyal anksiyetesi” tetiklenir. Sosyal bakımdan dürtü doyumunun uygunsuz olduğu noktada çatışmanın kaderini belirleme görevi “ego”ya bırakılacaktır. Ego hem id’i tatmin edecek hem de süperego’ya uygun düşecek bir çözüm arar.İlk akla gelen çözüm “represyon” yani dürtünün geldiği yere bilinçdışına güç kullanılarak gönderilmesi, bastırılmasıdır.Bastırma sonrası ,bastırılan dürtüsel enerjiyi bilinçdışında tutabilmek için bir “karşı enerji” kullanılmasının gerekliliğinden bahseder Freud.Bastırma iyi yapıldığında dürtü gözden kaybolur gider.Ama bastırma bazen istendiği ölçüde başarıyla gerçekleştirilemez.Ve “her nevroz” der Freud “aslında başarısız bir bastırmaya işaret etmektedir.” Zira yeterince kuvvetli bastırılamayan materyal,bir süre sonra bastırıldığı yerden bilince doyum bulmak üzere geri dönmek isteyecektir.. “Bastırılanın geri dönüşü” anksiyete mekanizmasını harekete geçirecek ve çalan tehlike çanları altında ego denetiminde bulunan savunma mekanizmaları repertuarına başvurarak “id ve süperego’yu uzlaştıracak bir çözüm yolu ortaya koymaya çalışacaktır.
Semptom(belirti) oluşumu da işte bu çözüm yollarından birisidir. Felç, geçici körlük, afazi(konuşma kabiliyetinin yitirilmesi),unutkanlık,iktidarsızlık,erken boşalma, vertigo atakları(şiddetli baş dönmesi), bulantı ve kusma,mide krampları, iştahsızlık ve zayıflama vb. gibi çeşitli psikolojik menşeli “semptomlar”(belirtiler) işte böylesi bir çatışmayı uzlaştırmaya yönelik “kefaretler” olarak karşımızda belirir. Burada geçerli savunma mekanizması Freud’un uzmanlaştığı ünlü “histeri rahatsızlığının” sorumlusu  “konversiyon/dönüşüm” mekanizmasıdır. Freud, ”konversiyon” sonucu ego için iki tür kazancın ortaya çıktığını ifade eder. İlk kazanç;
“primer kazanç” (primary gain) denilen dürtüsel enerjinin semptomun nesnesi olan organı  kaplayan enerjiye dönüşmesidir.Sözgelimi “felçli ayak” daha önce hastanın hatırında bile değilken şimdi artık büyük ölçüde ruhsal enerjinin yatırıldığı “önemli bir bacak” olmuştur.Bu önem iyileşme arzusuna,talebine,fantezisine,rüyalarına yansıyacaktır. Diğer kazanç ise “ikincil kazanç” (secondary gain) denilen,hastanın hastalığı nedeniyle artık azade olduğu sorumluluklarından kaynaklanmaktadır.Bir şeyleri yapmadığı için suçlanan hastanın artık o tür işleri yapmamak için geçerli  bir nedeni vardır.
Freud nevroz ve psikozları ,çatışmanın çözümü için  hangi savunma mekanizmalarının kullanıldığına bakarak çözümlemeye girişir.Örneğin paranoya için,”denial/inkar” ve “projeksiyon/yansıtma”,fobi için “replacement/yer değiştirme”,obsesif kompülsif bozukluk için “isolation/yalıtma” ve “doing/undoing-yapma/bozma” mekanizmalarının kullanıldığını ve o yüzden, “o yada şu değil” işte tam “bu hastalığın” belirtilerinin görüldüğünü söyler.

b.Psikonevrozlarda semptom oluşumu (başa dön)
Psikonevrozların üç ayrı örneğinde bastırmanın ve buna eşlik eden savunma düzeneklerini görebiliriz.Bir fobik nevroz vakasına bakalım önce.Freud’un “Küçük Hans” vakasında(1909) ,annesine duyduğu sevgi ve kıskançlık nedeniyle babası tarafından cezalandırılacağından korkan küçük çocuğun atlardan duyduğu korku çözümlenir. Babadan ve babasının sevgisinden vazgeçemeyeceği için çocuğun bulduğu yol,babasına duyduğu öfke ve korku duygularını bastırarak ,duyguların nicel bölümünü karışık bir ilişkiler yolunu izleyerek babanın yerini tutan  atlara aktarmasıydı(displacement).Böylece sadece atlardan kaçınması yetiyordu.
İkinci olarak konversiyon nevrozlarına bakalım. Düşünsel içerikle birlikte duygusal içerik de bastırılmış ve tümüyle bilinçten uzaklaştırılmıştır.Ancak duygusal enerji düşünce ile bağlantılı,onu simgeleyecek biçimde bir organın sinirsel enerjiyle yüklenmesine harcanmıştır. Böylece bilinçte Charcot’un kullandığı bir terim olan “la belle indifference” denilen bir kayıtsızlık hali hakimken bedensel olarak bir felç,duyu bozukluğu vb. gibi ciddi  nörolojik bir semptom ortaya çıkmıştır.
Üçüncü olarak takıntı nevrozlarına bakabiliriz.Burada sevilen kişiye karşı aynı zamanda nefret duyguları da vardır.Yani ambivalan (çift değerli) bir duygu durumu söz konusudur.Semptom oluşumundan önce  nevrotik kişide muhtemelen stres yaratan bir travma sonucu anal-sadistik döneme bir gerileme olur ve nefret duyguları ön plana çıkar.Bu durum vicdan tarafından kabul edilemez ve kötü duygular bastırılır.Görünürde “tepki oluşumunun” getirdiği bir aşırı vicdanlılık hali hakimdir.Semptom oluşumu ancak bir noktadan sonra ortaya çıkar.Bu nokta bastırılan materyalin giderek güçlenmesi ve geri dönmeye kalkmasıdır.Ego bu durumda bastırılan düşüncenin yerine geçen çoğunlukla küçük ve ilgisiz görünen bir düşünce bulur.Ardından bu düşünce ile ilgili eylemlerin yasaklanması, kaçınılmasına yönelik davranışlar devreye girer.Ancak yerine konan düşünce ve ilgili eylem günlük hayatta kolayca kaçınılamayacak bir şeyse kişinin hayatını felç eden sonsuz bir “yapma-iptal etme” davranışı ortaya çıkar.
c.Şizofrenide semptom oluşumu (başa dön)
Freud’un gözünde psikoz(şizofreni) ; zayıf bir ego tarafından yönetilemeyen savunma mekanizmalarının nihayetinde iflas ettiği ve bilinçdışı materyalin olanca çeşitliliğiyle ortaya döküldüğü bir ruhsal rahatsızlıktır.Bu yüzden hastanın psişesi sanrılar ve halüsinasyonlarla doludur.Bilinçli zihnin egemen düşünce biçimi “mantıklı ve nedensel düşünce süreci (sekonder düşünce süreci) inzivaya çekilmiş, hastanın zihnine tümüyle bilinçdışına özgü -mantık,tutarlılık ve ölçüden yoksun- “birincil süreç” düşünce tarzı hakim olmuştur.
---------------------------------------------------------------------------------------
6.Aktarım,karşı aktarım ve aktarım nevrozu  olgusu (başa dön)
Freud ve Breuer’in birlikte yazdıkları “Histeri üzerine çalışmalar” isimli kitapta “aktarım” kavramından bahsedildiğini görüyoruz.Anlaşılmaktaydı ki, histeri hastaları hastalıklarının sebebini oluşturan cinsel içerikli karmaşayı,psikoterapilerini yürüten hekimlerine de yansıtıyorlardı.   Breuer, Anna O. vakasında, Freud ise pek çok kadın histeri vakasında bu durumu fark etmişti.Hastaların hekime yönelttiği cinsel yönelimli duygular, rahatsızlıklarıyla ilişkili evvelce deneyimlerinde kendisini göstermiş erotik duygulanımların bir benzeriydi.Hekime ise farkında olunmadan yani bilinçsizce yansıtılıyordu.
Freud’un büyük başarısı hasta ile terapistin etkileşim sürecinde ortaya çıkan ve hastanın geçmişinden kaynaklanan önemli çatışmaların terapi ortamında canlanması anlamına gelen aktarım olgusunu ortaya koymasıdır.Hastanın tedavi sürecinde terapistle kurduğu ilişki biçimi ve duygulanımı özgün olmayıp,geçmişindeki önemli figürlerle olan ilişkilerinin ve duygulanımlarının  izlerini taşır.Hasta terapist ile kurduğu ilişki üzerinden babası, annesi,kardeşleri ve önemli öteki figürlerle ilişkilerinin benzerini yaşamaya başlar.Olumlu aktarım gerçekleşirse hasta terapistten önemli figürlerden beklediği sevgiyi ve ilgiyi arayacaktır.Böyle bir hasta uyumlu,destek arayan ve terapisti duygusal olarak olumlu etkileyen türde bir hastadır.Olumsuz aktarım gerçekleşirse hasta terapistini eleştirir,yargılar ve terapist üzerinde olumsuz ,rahatsız edici bir etki bırakır.Terapist ise hasta ile olan ilişkilerinde tıpkı hasta gibi önemli figürlerle geçmişte yaşadığı   ilişkilere benzer şekilde davranmaya ve duygulanım göstermeye meyillidir.Hastanın etkileşim sürecinde ortaya koyduğu duygu-düşünce ve davranışsal üsluba  terapistin verdiği benzer karşılık “karşı-aktarım” ismiyle anılır.Fark şudur ki terapist eğer kuramsal bilgi ve deneyim anlamında yeterince alanına hakim ise ve eğitimi esnasında psikanalizden  geçmek suretiyle kendi çatışmaları hakkında içgörü sahibi olabilmişse,koyduğu “karşı aktarım” tepkisinin farkına varacak ve duygu,düşünce ve davranışlarını içgörüsü ölçüsünde şekillendirebilecektir.Hasta ise bu içgörüden terapinin başlangıcında yoksun olduğu için aktarım olgusunu yaşayacak ve terapiste yaşatacaktır. Freud, bir kaç senelik terapi sürecinin sonunda ,eğer aktarım uygun biçimde gerçekleşebilmişse, hastanın tüm geçmiş ilişkilerinin benzerlerinin terapötik ortamda sırayla sahne aldığı “aktarım nevrozu” olgusunun ortaya çıkmasını bekler.Aktarım nevrozu bir kez ortaya çıktıktan sonra terapötik çalışmayla yorumlanacak ve yavaş yavaş çözümlenerek hasta  çatışmaları hakkında içgörüye kavuşacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder