10 Eylül 2015 Perşembe

Kendilik Bozuklukları ve Tedavileri: Ana Hatlar

Kendilik Bozuklukları ve Tedavileri: Ana Hatlar
Heinz Kohut ve Ernest S. Wolf
Çeviren: Gonca Budan
Bu taramanın amacı psikanalitik kendilik psikolojisinin kavram ve teorileri ile onlarla bağıntılı (tanısal ve terapötik) klinik formülasyonun özetini sunmak. Her ne kadar kapsamlı olmak ve konunun karmaşıklığı hakkında bir fikir vermek istediysek de, sunumumuzu olabildiğince kısa tutmaya çalıştık. Bu amaç mazerete ihtiyaç duymaz fakat tedbirli bir yorum gerektirebilir. Tanımlarımızı özlü, formülasyonlarımızı kısa tutmamız gerektiği gerçeğine dayanarak, nitelendirici ifadeler takdim etme lüksüyle kendimizi şımartamadık. Taslak özetlemenin iskeletinde olması gerektiğini düşündüğümüz de bu. Yalnız şu da vurgulanmalı ki, cümleleri değiştirme ve kısıtlamanın kıtlığı bizim kendi adımıza, bitmiş ve kesin bir düşünce sistemi sunduğumuza kanaat getirdiğimiz anlamına gelmez. Aksine, bu tarama zaten yolun çok başında olan psikanalizin evriminde bir adımın şu anki hali hakkında bir gelişim raporu olarak görülmelidir.
Neden o zaman bu kadar erken bir noktada böyle bir özet ? Bu sorunun cevabı basit. Yeni gelişim hareketi sürecindeki bilimsel bilginin durumundaki oturmamışlık, klinik bulguları ve oluşan teorik yapıları taraf tutmadan stoklamak, basit ve açık olarak dile getirmeyi önerilir kılıyor. Fakat bu stoklama kanaatimizin güçlenmesine yol açmamalı. Daha ziyade sapı samandan ayırmaya - araştırmalarımızın başarılı olduğu ve başarısız olduğu alanları tanımayı mümkün kılma - eşlik etmeli. Ama şimdi meselenin özüne inelim ve yeni kendilik psikolojisinin nasıl meydana geldiğine bakalım.

  1. KENDİLİK PSİKOLOJİSİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
Geçtiğimiz yıllarda, bazı sıkça karşılaşılan hastaların psikanalitik olarak incelenmesi, başlangıçta bizi psikonevroz ve nevrotik karakter bozukluğu ile ilgili duran, tanımlanabilir bir sendromun tanınmasına götürdü. Başlangıçtan beri açıktı ki, bu hastalar bazı özel incinebilirlikle tanımlanıyorlardı: Kendilerine saygıları alışılmadık şekilde oynak ve özellikle de, başarısızlıklara, hayal kırıklıklarına ve küçük şeylere karşı aşırı derecede hassastılar. Yine de, hastaların bu rahatsızlığının doğasını aydınlatan şey, belirtilerin ince elenip sık dokunması değil, tedavi süreci idi. Bu hastaların psişik çatışmalarının analizi, ıstırabın beklenen iyileşmesi ya da arzu edilmeyen davranışın umut edilen durmasıyla sonuçlanmadı; bununla birlikte, bu hastaların psikanalitik ortamda bazı narsissistik gereksinimlerini tekrar ortaya çıkardıklarının keşfi, mesela 'narsissistik aktarım' kurmaları, etkin psikanalitik tedaviyi mümkün kıldı. Bu hastaların çektiği psikopatolojik sendrom, narsissistik kişilik bozukluğu olarak belirtiliyordu. Bu sendrom için patolojinin belirleyici koşulu olan narsissistik aktarımlar iki alt bölüme ayrılıyordu: (1) yetersiz ve yanlış yanıtlanan çocuktaki ihtiyaç olan kabul edici-onaylayıcı kaynaktan "aynalama"nın tedavi ortamında yeniden canlandırılması olan ayna aktarımı, ve (2) 'idealize' edilmiş güç ve sakinlik kaynağı ile birleşmeye ihtiyacın benzer şekilde canlandırılması olan idealize etme aktarımı. Belirti kümesi, çekirdek psikopatoloji ve narsissistik kişilik bozukluklarının tedavisi arttıkça, özellikle narsissistik aktarımların incelenmesiyle, bu hastaların çektikleri rahatsızlığının özünün klasik dürtü-savunma psikolojisi çerçevesi ile uygun biçimde açıklanamayacağı açığa çıktı. Bozukluğun merkezinde zayıflamış ya da kusurlu kendiliğin yattığı gerçeği göz önünde bulundurulursa, hastaların libidinal ya da saldırgan itkilerine odaklanan açıklamalar ne psikopatolojiyi ne de tedavi sürecini aydınlatabilir. Klasik libido teorisini ve genişleterek ve klasik saldırganlık kuramını revize ederek biraz ilerleme kaydedildi. Özellikle, kendiliğin zayıflığı libidinalizasyon azlığı ile kavramsallaştırılıyordu - yani Freudcu metapsikoloji anlamında konuşulursa, yatırımsal bir eksiklik-; narsissistik kişilik bozukluğunda karşılaşılan yoğun saldırganlık kendiliğin çeşitli zararlarla incinebilirliğine yanıt olarak tanınıyordu. Bu bozuklukların anlaşılmasında kararlı adımlar ancak kendiliknesnesi kavramının girişiyle ve kendiliğin derin-psikolojik terimlerle anlaşılmasının artmasıyla atıldı. Kendiliknesneleri, bizim parçamız olarak gördüğümüz nesnelerdir; bundan dolayı, onlar üstünde beklenen kontrol, erişkinin ötekilerin üzerindekinden çok, kendi bedeni ve ruhu üzerinde sahip olmayı umduğu kontrole yakındır. İki çeşit kendiliknesnesi vardır: Çocuğun doğuştan gelen kuvvet, büyüklük ve mükemmeliyetçilik duyusuna yanıt verenler ve onaylayanlar; ve çocuğun sakinlik, yanılmazlık ve tümgüçlülük imgesini arama yolunda bulup birleşebilecekleri. Birinci tip aynalayan nesne, ikinci tip idealize edilmiş ebeveyn imagosu olarak adlandırılır. Kendiliğin, yani kişiliğin özünün, çocukluğumuzun ilk çağlarında kendiliknesnesi olarak gördüğümüz insanlarla etkileşim sırasında edindiğimiz öğeleri vardır. Çocuk ve kendiliknesneleri arasındaki yerinde ve yeterli etkileşim sonucunda oluşan sağlam bir kendilik, üç ana öğeden oluşur: (1) güç ve başarı için temel çabalamanın çıktığı bir kutup; (2) temel idealize edilmiş amaçları barındıran bir başka kutup; ve (3) kendini hırslar ve arzular arasında kuran gerginlik-yayının hareketlendirdiği temel yetenek ve becerilerin yeraldığı aradaki alan.
Çocuk ve kendiliknesneleri arasındaki kusurlu bir etkileşim hasar görmüş kendilikle sonuçlanır. Ortaya ya yaygın hasarlı kendilik ya da öğelerinden biri ya da birkaçında ciddi anlamda hasarlı bir kendilik çıkar. Eğer kendiliği hasar görmüş bir hasta psikanalitik tedaviye girerse, hayatının ilk yıllarında oluşmaya başlayan kendiliği ile kendiliknesneleri arasındaki belirli bir kusurlu etkileşiminin yanıtsız bıraktığı belirli gereksinimlerini tekrar canlandırır - kendiliknesnesi aktarımı oluşur.
Çocukluktaki kendilik ve kendiliknesneleri arasındaki etkileşimin niteliğine bağlı olarak, kendilik ya sağlam ve sağlıklı bir yapı olarak ya da ciddi olarak hasar görmüş bir yapı olarak ortaya çıkar. Yetişkin kendilik böylece değişen tutarlılık derecelerinde, kaynaşmadan parçalanmışlığa kadar; değişen canlılık derecelerinde, kuvvetten halsizliğe kadar; değişen işlevsel uyum derecelerinde, düzenden kaosa kadar giden durumlarda varolur. Tutarlılığı, kuvveti ya da uyumu yakalamaktaki anlamlı bir başarısızlığın ya da bunları deneyimle kurduktan sonraki anlamlı bir nitelik kaybının bir kendilik bozukluğu durumu oluşturduğu söylenebilir. Psikanalitik ortam hasarlı kendiliğin kaynaşmışlık, kuvvet ve iç uyumu başarmak için çabalamaya başladığı şartları yaratır.
Bir kere kendilik kalıtımsal ve çevresel etkenlerin etkileşiminde billurlaştı mı, kendi özel eylem planını gerçekleştirmeyi amaçlar - bu kendi hırs, amaç, yetenek ve beceri öğelerinin belirli içsel şablonları ve bu öğeler arasında tırmanan gerginlik tarafından belirlenen bir programdır. Bu hırs, beceri ve amaçlar, bunlar arasındaki gerginlik; bunların yarattığı eylem planı ve bu programın gerçekleşmesine doğru çabalama eylemleri zamanda ve mekanda süreğen olarak görülürler - onlar, bağımsız bir inisiyatif merkezi, bağımsız bir izlenimler kabı olan kendiliktirler.
  1. İKİNCİL VE BİRİNCİL KENDİLİK RAHATSIZLIKLARI
İkincil kişilik rahatsızlıklarının yaşantısal ve davranışsal tezahürleri, yapısal olarak hasar görmemiş kendiliğin hayatın değişikliklerine tepkileridir. Güçlü bir kendilik bizim zafer ya da yenilgi, başarı ya da başarısızlık karşısındaki en geniş kendine saygı sallanmalarını bile hoş görmemize izin verir. Ve çeşitli duygular - zafer, sevinç, ümitsizlik, öfke - kendiliğin durumundaki bu değişikliklere eşlik eder. Eğer kendiliğimiz sıkıca kurulmuşsa, ne bir başarısızlığı izlemesi mümkün bir hüzünden korkarız, ne de başarıyı izlemesi mümkün genişleme düşlemlerden - bunlar biraz daha zayıf şekilde kurulmuş kendiliği tehlikeye atabilecek tepkilerdir.
İkincil bozukluklar arasında kendiliğin fiziksel hastalığa ya da yapısal nevrozun acizliklerine tepkileri de vardır. Buna örnek olarak, tedavi edilemez kas felci ya da kronik kaygı kişinin kendini yüceltici merkezi amaçlarını izlemesine ket vurduğunda yaşanan üzgünlük ya da kızgınlığı gösterebiliriz. Ve hatta nispeten az hasar görmüş kendilik tabakalarının kendi birincil bozukluklarına bazı tepkileri de - örneğin, hasarlı kendiliğin incinebilirliğinin sosyal yalıtıma yol açtığı gerçeğinin kederi gibi- ikincil kendilik rahatsızlıkları arasında sayılabilir.
Birincil kendilik bozuklukları, rahatsızlığın kapsamına, şiddetine, doğasına ve dağılımına bağlı olarak birkaç alt gruba ayrılabilir. Eğer kendilikte hasar ciddi kalıcı ya da iletkense, ve eğer savunucu yapılar kusuru kapamıyorsa, yaşantısal ve davranışsal tezahürler geleneksel olarak psikoz olarak adlandırılanlardır. Ya kalıtımsal bir biyolojik eğilimden ötürü; ya erken çocuklukta toplamı ve bütünlüğü minimal düzeyde etkin aynalama ile bile yanıtlanmamış olmaktan ötürü; ya da biyolojik ve çevresel faktörlerin arasındaki etkileşim ya da birleşmelerinden ötürü, çekirdek kendilik bütünleşmemiş (şizofreni) kalmıştır. Bir dereceye kadar bütünleşmişlik elde etmiş olabilir ama kalıtımsal organik faktörler ile varlığına ve kendini ortaya koymasına sevinçli yanıtların ciddi anlamdaki noksanlığı yüzünden kendine saygısı ve canlılığı kütlesel olarak tükenmiş olacaktır ('boş' depresyon). İdealize yetişkinin sakinliğine katılmanın tekrarlayan deneyimlerinin (örneğin, idealize edilmiş kendiliknesnesi ile birleşme) tümünün oluştuğu can alıcı dönemde neredeyse tamamen yoksun kalmış olabilir ve sonuç olarak, yine kesinlikle kalıtımsal biyolojik faktörlerin etkisiyle, gerçekçi olmayan yükseltilmiş bir kendini kabul (mania), ya da kendini ret ve kendini kınamanın ('suçluluk' depresyonu) yayılmasına doğru dizginlenmemiş bir eğilim organizasyonunda ciddi, zayıf, merkezi bir leke olarak kalır.
Birincil kendilik bozukluklarının ikinci bir alt grubu sınırda durumlardır. Burada kırılma, zayıflama ya da çekirdek kendiliğin işlevsel kaosu da kalıcı veya iletkenleşmiştir, fakat, psikozlardan farklı olarak, merkezi noksanlığın yaşantısal ve davranışsal tezahürleri karmaşık savunmalar tarafından kaplanmıştır. Terapistin bu savunma gereçlerine dokunması genelde pek önerilmese de, merkezi incinebilirlik ve kronik karakterolojik savunmaların yeniden yapılandırılmasıyla hastanın onları kullanımını esnetmek bazen mümkündür. Örneğin, hasta olayların sırasını, çocukken özerk bir kendilik oluşturma ihtiyacının ebeveyn kendiliknesnesinin müdahaleleriyle nasıl engellendiğini anlamaktan fayda görür. Tam bu noktada, başka bir deyişle, çocuğun oluşmaya başlayan kendiliği bağımsızlığının kabul edici aynalanmasını gereksinirken, kendiliknesnesi, kendi tamamlanmamışlığı ve parçalanma korkularıyla arkaik bir birleşme sürdürmekte ısrar etmiştir .
Her ne kadar sergiledikleri belirtiler - mesela sapkın, suçlu veya bağımlı davranış- onları vahim fiziksel ve sosyal tehlikelerle karşı karşıya getirse de, anlamlı derecede daha esnek bir kendilik bir sonraki alt grupta, narsissistik davranış bozukluklarında bulunur,. Ama temelini oluşturan bozukluk, kırılma, zayıflama veya kendiliğin ciddi çarpılması, bu vakalarda geçicidir; genetik kökenlere ve semptomatik davranışlara farkındalığın artmasını desteklemekle, onu bırakabilir ve kendilerine saygı için daha olgun gerçekçi desteği yerine koyabilirler.
Narsissistik davranış bozukluklarıyla yakından bağlantılı olan, kırılmanın, zayıflamanın veya kendiliğin ciddi çarpılmasının geçici olduğu ama belirtilerin - hiponkondri, depresyon, küçük şeylere aşırı duyarlılık, haz eksikliği- bireyin sadece eylemleri ve etkileşimleri ile değil de psikolojik durumuyla da ilgili olduğu narsissistik kişilik bozukluklarıdır.
Kendilik bozukluklarından muzdarip hastalardan, sadece narsissistik davranış ve kişilik bozukluğu olanlar, analizdeki derinlemesine çalışma sürecinin içinde varolan kırılgan kendiliklerinin tekrar canlanan narsissistik gereksinimlerinin hüsranını, uzamış parçalanma veya kendiliğin tükenmesi olmadan tolere edebilme kapasitesine sahiptirler. Başka bir deyişle, bütün birincil kendilik bozukluklarından sadece narsissistik davranış ve kişilik bozuklukları analiz edilebilir.
  1. KENDİLİK PATOLOJİSİNİN ETYOLOJİSİ
Kendilik bozukluklarının, az çok, kendiliğin normal gelişimindeki düşüklerin sonucu olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak, öncelikle kendiliğin normal gelişiminin taslağını sunacağız. Bebeğin ya da küçük çocuğun tam hangi yaşta kendiliği edindiğini saptamak güç. Başlangıç için, katıca konuşursak, yeni doğanın henüz kendiliksiz olduğunu farz etmek daha doğru gözüküyor. Yeni doğmuş çocuk, dışında sağ kalamayacağı özel bir fiziksel çevre - oksijenin, gıdanın ve belli bir ısı aralığının varlığı- için fizyolojik olarak uyuma önceden hazırlanmış olarak dünyaya geliyor. Buna benzer olarak , psikolojik olarak sağ kalmak da belirli bir psikolojik çevreyi gerektiriyor; bu da- yanıtlayıcı- empatik kendiliknesnelerinin bulunmasıdır. Belirli bir kendiliknesnesi çevresi matriksinde, dönüştürerek içselleştirme diye adlandırılan belirli bir psikolojik yapı oluşumu sürecinde çocuğun çekirdek kendiliği belirlenir. Bu yapı inşa sürecinin detaylarına girmeden, onun için özetle diyebiliriz ki (1) bu süreç, bir önceki dönemde çocuğun aynalanma ve idealize etme gereksinimleri yeterli düzeyde yanıtlanmadan meydana çıkmaz; (2) aynalama ve idealize edilmiş kendiliknesnelerinin yanıtlarındaki küçük, travmatik olmayan başarısızlıkların sonucunda yer alır; ve (3) bu başarısızlıklar kademeli olarak kendiliknesnelerinin ve onların işlevlerinin kendilik ve kendiliğin işlevleri ile yer değiştirmesine yol açar. Ve şu da eklenmelidir ki, kendiliknesneleriyle büyük özdeşleşmeler ve onların işlevleri geçici ve geçişli olarak ortaya çıkabilirken, eninde sonunda sıhhatli sonuç, yani özerk kendilik, kendiliknesnesinin bir kopyası değildir. Yabancı proteinin kendi proteinini oluşturmak için içe alımı benzetmesi - hatta sindirilmiş materyalin yarılıp tekrar düzenlenmesi detayına göre - burada çok işe yarar.
Kendiliğin yaratılma süreçlerini aklımızda tutarsak, çekirdek kendiliğin, yetişkinin kendiliğiyle karşılaştırıldığında ne kadar ilkel kalsa da, özellikle başta annenin olmak üzere evebeynin zihninde, doğacak çocukla ilgili belirli umut, düş ve beklentilerinin oluşmasıyla sanal olarak başlamış bir gelişimsel sürecin son noktası olup, başlangıçtan itibaren zaten karmaşık bir yapı olduğunu anlarız. Bebek doğduğunda, çocuğun güncel yapısal, işlevsel biyolojik donanımıyla karşılaşmak, elbette, ebeveynin bebeğin gelecek kişiliği hakkındaki imgelemini etkileyecektir. Ama ebeveynsel beklentiler, doğumdan başlayarak, bebeğin gelişen kendiliğini kayda değer düzeyde etkiler. Böylelikle, kendilik, yeni doğmuşun doğuştan gelen donanımı ve kendiliknesnelerinin bazı potansiyelleri cesaretlendirip bazılarını cesaretsiz bırakma, hatta cesaretini kırma şeklinde seçici yanıtlamaları arasındaki etkileşimin sonucu olarak çıkar. Bu seçici süreçten, muhtemelen hayatın ikinci yılında, daha önce belirtildiği gibi iki uçlu yapıda olduğu kavramsallaştırılan çekirdek kendilik ortaya çıkar; arkaik çekirdek hırslar bir kutbu, arkaik çekirdek idealler diğer kutbu oluşturur. Bu iki kutup arasındaki gerginlik yayı çocuğun çekirdek beceri ve yeteneklerini arttırır - gelişmemiş beceri ve yetenekler yavaş yavaş yetişkinlerin kendi olgun kendiliklerinin üretim ve yaratımında kullandıklarına dönüşür.
Bu üç ana öğenin kuvveti, belirli içeriklerin seçimleri, ilişkilerinin doğası - örneğin, bunlardan hangisinin en sonunda baskın olacağı - ve olgunluğa ve yaratıcı eylemler aracılığıyla potansiyel doyuma doğru ilerleme, kendiliknesnelerinin çocuk yetiştirme felsefeleri ile şekillenen yanıtlarından çok kendi çekirdek kendiliklerini ifade eden yanıtlarından etkilenecektir. Başka bir deyişle, ebeveynin ne yaptığından çok, ne olduğuçocuğun karakterini etkileyecektir. Eğer ebeveyn kendi parlayan ihtiyaçlarıyla ve bu ihtiyaçların gerçekçi olarak doyurulmasını başardıkça huzurluysa, eğer, başka bir deyişle, ebeveynin kendine güveni emniyetliyse, o zaman çocuklarının tomurcuklanan kendiliklerinin gururla sergilenmesi kabullenici şekilde yanıtlanacaktır. Çocuğun ihtişamı yaşamın gerçekliği tarafından ne kadar ciddi yenilgilere uğratılsa da, ebeveynin gururlu gülümsemesi, kendine güvenin ve sağlıklı insanın yaşamı boyunca devam edecek olan değeri hakkındaki içsel güvenliğin çekirdeği olarak saklanan esas tümgüçlülüğün birazını canlı tutacaktır. Ve aynısı ideallerimiz için de geçerlidir. Erken hayatımızdaki idealize edilmiş kendiliknesnelerinin zayıflıklarını ve sınırlılıklarını keşfettikçe hayal kırıklığı yaşasak da, bebekliğimizde bizi taşırken göstedikleri güven, bizim kaygılı kendiliklerimizi onlardaki sükunetle kaynaştırmamıza izin verirken yarattıkları güvenlik - sakin sesleri veya bizim, onların kucağında rahat bedenlerine sakin yakınlığımız - bizim tarafımızdan, yol gösteren ideallerimiz ve iç hedeflerimizin rehberliği doğrultusunda yaşadığımız sakinliğin çekirdeği olarak tutulacaktır.
Ancak çocukluktaki kendiliknesnelerinin kişiliklerin kendiliğin gelişimine yaptıkları hayati etkiyi değerlendirmenin ışığında, kendilik bozukluklarının genetik kökenlerine inebiliriz. Psikanalitik vaka hikayeleri, bazı dramatik hadiselerin, bazı büyük çapta travmatik olayların - çocuğun "ilk sahne"ye şahit olmasından çocuklukta bir ebeveyn kaybına kadar- üstünde durmayı yeğlemiştir. Ama biz bu tarz travmatik olayların gerçekten çocuğun kendiliğinin geliştiği yıllarda maruz kaldığı sıhhi olmayan atmosfere, patolojiye neden olan etkenlere işaret eden ipuçlarından daha fazla bir şey olmadıkları düşüncesine eğilimliyiz. Başka bir deyişle, başlangıçtaki incinebilir kendilik, oluşum sürecinde, eğer sağlıklı olarak destekleyici bir ortam içinde bulunduğunda ciddi travmalar ile baş edebileceğine göre, kendi başlarına alındıklarında bu olaylar, kendiliknesnelerinin derin köklü tutumları tarafından yaratılan kronik ortamın bıraktığından daha az ciddi rahatsızlık bırakırlar. Gelişen kendilik için sağlıklı matriksin özü, çocuğun değişen gereksinimlerine hassas, olgun, birleştirici ebeveyn kendiliktir. Böyle bir ebeveynlik, bir dakika önce, paylaşılan neşe ışıldamasıyla çocuğun ihtişam gösterisini aynalayabilirken, belki bir sonraki dakika, çocuğun kendi gösterisiyle aşırı uyarılması ve kaygılanmasını çocuğun sınırlarını göze alıp gerçekçi bir tutum takınarak durdurabilir. Çocuğun aynalanma ve idealize bir kendiliknesnesi ile kaynaşma gereksinimlerinin optimal doyumlarla elele böyle optimal hayalkırıklıklarına uğratılması kendilik gelişimini kolaylaştırıcı uygun matris yaratır.
Bununla birlikte, bazı anne-babalar, çocuğun gereksinimlerine duyarlı olmak yerine, kendi güvenliksiz kurulmuş kendiliklerinin gereksinimlerine yanıt vereceklerdir. Burada patolojiye neden olan kendiliknesnesi başarısızlıklarının iki karakteristik özelliği vardır. Narsissistik kişilik bozukluğu olan hastaların analizinde geçmişte kendiliğin normal gelişimini engelleyen çocukluk deneyimlerinin aktarımsal tekrarları sırasında ortaya çıkan olaylardır. Burada eklemeliyiz ki, aşağıdaki kısa hikayelerde yansıtılan bölümler ancak kendiliknesnesinin kronik tutumunun bir parçasını oluşturuyorlarsa patolojiye neden olan çocukluk çevresinin bildiricisidirler. Başka şekilde söylersek, ebeveynin kaçınılmaz, ara sıra olan başarısızlıklarının sonucu olarak meydana geldilerse, kendiliknesnesi aktarımının hayati önemde bağlantılarında ortaya çıkmayacaklardır.
Birinci örnek: Küçük bir kız annesine büyük bir başarısını anlatmak için hevesli bir şekilde okuldan eve geliyor. Ama annesi, gururla dinlemek yerine, konuşmayı çocuktan kendine saptırıyor ve küçük kızınınkileri gölgeleyen kendi başarıları hakkında konuşmaya başlıyor.
İkinci örnek: Küçük bir erkek çocuk, babasını idealize etmeye hevesli, babasının ona hayatında giriştiği ve kazandığı savaşları anlatmasını istiyor. Ancak baba, çocuğun ihtiyacına uyumlu sevinçle hareket etmek yerine, bu ricayla sıkılıyor. Kendini yorgun ve bıkkın hissedip, evi bırakıp, tavernada içerek ve arkadaşlarıyla karşılıklı destekleyici konuşmalarla zayıflamış kendiliği için geçici bir canlılık kaynağı buluyor.
  1. PSİKOPATOLOJİ VE SEMPTOMATOLOJİ
İleride kendilik patolojisinin önceki bölümde tarif edilen gelişimsel başarısızlıkların sonucu olarak ortaya çıkan bazı sendromlarını sunacağız. Hepsinde olmasa da, çoğu örneklerde kendilik rahatsızlıklarının ileriki sınıflamada birbirinden ayırdığımız bir sürü şeklinin belirli hastalarda açıkça teşhis edilemeyeceği kesin. Değişik tiplerin karakteristik deneyimlerinin karışımları sıklıkla bulunacak ve hatta daha da sık olarak, aynı hasta kendiliğin patolojik hallerinden birini ya da bir başkasını sıkı yakınlıkta değişen zamanlarda yaşayacaktır. Aşağıdaki tarifler yine de klinik anlamda yardımcı olacaktırlar çünkü sık oluşan deneyim kümelerine işaret etmektedirler.
Az uyarılmış kendilik. Bu kronik veya tekrarlanan kendilik halidir; çocukluktaki kendiliknesneleri tarafından uzamış uyarıcı yanıtlayıcılık noksanlığı sonucunda ortaya çıkan eğilimdir. Böyle kişilikler canlılıktan yoksundurlar. Kendilerini can sıkıcı ve duygusal donuk olarak görürler ve başkaları tarafından da aynı şekilde görülürler. Oluşmaya başlayan kendilikleri yetersiz derecede yanıtlanmış kişiler, onları ele geçiren acılı ölüm duygusunu savuşturmak adına, sahte bir heyecan yaratmak için eldeki mevcut bütün uyaranları kullanacaklardır. Çocuklar, gelişimsel dönemlerine uygun kaynakları kullanırlar - yeni yürümeye başlayan çocukların kafa sallamaları, daha geç çocuklukta zorlantılı mastürbasyon, ergenlikte gözü pek eylemler gibi. Yetişkinlerin kendini uyarma için hizmetlerinde daha da geniş bir silah ambarları vardır - özellikle seksüel çerçevede, çokeşli eylemlere bağımlılık ve çeşitli sapkınlıklar ve, seksüel olmayan çerçevede, kumar, uyuşturucu ve alkol teşvikiyle uyarılma ve aşırı sosyal olmayla tanımlanan bir yaşam stili. Eğer analist bu eylemlerle sunulan savunucu cephenin altına nüfuz edebilirse, değişmez bir şekilde boş depresyonu bulacaktır. Prototipik olan, 'aynalanmamış', yalnız çocukların zorlantılı mastürbasyonudur. Sonsuz kez tekrarlanan mastürbasyona sebep olan sağlıklı dürtü baskısı değil, bütün kendiliğin sergilenmesinin sağladığı keyfin mevcut olmaması durumunda, bedenin parçalarının (erojen bölgeler) zevkli duyumlarını onun yerine koyma girişimidir.
Parçalanmış kendilik. Bu kronik veya tekrarlanan kendilik halidir; oluşmaya başlayan kendiliğin bütününe çocukluktaki kendiliknesneleri tarafından yanıtlanma eksikliği sonucunda ortaya çıkan eğilimdir. Ara sıra meydana gelen ikincil derecede ve kısa süreli parçalanma durumları her an her yerdedir. Kendimize güvenimiz uzun dönemler boyunca tükendiğinde ve tazelenen bir devam ettirme kendini sunmadığında bu hepimizde olur. Kendimize saygımızı sarsan başarısızlıklar serisi ile karşılaştığımız bir günden sonra hepimiz içimizde altıya ve yediye bölünmüş olarak eve yürüyebiliriz. Böyle zamanlarda yürüyüşümüz ve duruşumuz zarif olmayabilir, hareketlerimiz hantal olma eğilimi gösterir, ve hatta zihinsel işlevlerimiz düzensizlik işaretleri gösterir. Narsissistik kişilik bozukluğu olan hastalar bu küçük hayal kırıklıklarına sadece böyle parçalanma belirtileriyle tepki göstermeye yatkın olmayacaklardır, belirtileri de daha ciddi olmaya eğilimli olacaktır. Eğer normalde zevkli giyinen bir hasta ofisimize dağınık giyimle gelirse, eğer kravatı bayağı kötü bağlanmışsa ve çoraplarının rengi ayakkabılarınınkiyle tutmuyorsa, belleğimize dönüp, "geçen seans empatik miydik, narsissistik bir gereksinimi atladık mı ?" diye sormaya başlarsak genellikle yanlış yapmış olmayız. Hatta narsissistik kişilik bozukluğu olan ciddi düzeyde rahatsız hastaların psikanalitik tedavisinde daha ciddi parçalanmışlık derecelerine rastlanacaktır. Burada bir hasta analistten gelen ya da günlük hayatındaki küçük tersliklere, kendiliğinin zamanda süreklilik ve mekanda bütünlük duyusunun derin kaybıyla yanıt verebilir - bu derin kaygı üreten bir psişik durumdur. Özellikle, çeşitli beden parçalarının artık güçlü, sağlıklı bir beden-kendiliğin bütününün farkındalığıyla tutulmamaya başladığı hissi, hastanın sağlığı hakkında hipokondriyel endişe duyup vücudunun parçalarıyla ilgili derin düşünceye dalıp değerlendirmesine neden olur. Yine de, narsissistik kişilik bozukluklarında, bazı psikozlarda rastlanan kronik hipokondriyel uğraşlardan farklı olarak, en ciddi ve yarı-sanrılı benzer kaygılar bazı belirli, tanımlanabilir narsissistik yaralanmanın doğrudan sonucudurlar, ve oldukça hızlı bir şekilde, anlayışlı bir kendiliknesnesi ile empati köprüsü kurulur kurulmaz kaybolurlar. Ayna aktarımı kurmuş hastaların analizi boyunca ortaya çıkan olaylar serisi bu noktayı ispatlayacaktır. Ayna aktarımı dengede olduğunda, hasta, analistin empatik dikkatini sezip, bütün ve kendini kabul edici hisseder. Hatalı bir yorumdan sonra - mesela aslında hasta bütün kendiliğini onay için sunarken analistin kendini hastanın psişik hayatının bir detayına yönlendirdiği bir seanstan sonra (tedavide biraz ilerlemeden sonra, örneğin ya da dışsal bir başarıdan sonra)- hastanın aktarımla ayakta tutulan bütünlük hissi kaybolur. Analist karışan olaylar serisini düzgünce yorumlayarak kendiliknesnesine empatik bağını tamir edince tekrar kurulmuş olur.
Aşırı uyarılmış kendilik. Kendiliğin aşırı uyarıldığı tekrarlanan durumlara doğru eğilimdir, kendiliknesnelerinin empatik olmayan aşırı veya döneme uygun olmayan yanıtların sonucu olarak ortaya çıkar: Bu ya çocuğun oluşmaya başlayan kendiliğinin teşhirci-büyüklenmeci olan kutbunun eylemleri ile, ya da yol gösterici idealleri barındıran kutbu ile, ya da her ikisi ile etkileşimlerle gerçekleşir.
Eğer kişinin kendiliğinin teşhirci-büyüklenmeci kutbu çocuklukta empatik olmayan aşırı uyarılmaya maruz kaldıysa, o zaman zevkin sağlıklı ışıldayışı onun tarafından dışsal bir başarıdan elde edilemez. Tam tersi, bu insanlar acılı gerginlik ve kaygı üreten gerçekçi olmayan arkaik büyüklenmeci düşlemleri tarafından boğulmuşlarsa, dikkatin odağı olabilecekleri durumlardan kaçınmak isterler. Bu kişilerden bazılarında doğrudan ya da dolaylı olarak beden-kendiliğin sergilenmesi gerekmediğinde yaratıcılık bozulmamış kalır. Bunun yanında, çoğunluğunda yaratıcı-üretici potansiyel azalacaktır çünkü değişmeyen büyüklenmeci düşlemlere bağlı kalmış yoğun hırsları onları korkutacaktır. Bu gerçeğe dayanarak, bundan başka, düşlemlenen performans veya düşlemlenen kendilik ürünlerine kendiliknesnelerinin yanıtlarının erken ve gerçekçi olmayan odaklanmaları ve bununla birlikte, çocuğun oluşmaya başlayan çekirdek kendiliğinin performansın ve ürünlerin şekillendiricisi olarak sergilenmesine düzgünce yanıt vermedeki başarısızlıkları durumunda, kendilik, hayat boyunca kendi eylemlerinden kopuk ve onlara nazaran zayıf olarak yaşanacaktır. Böyle insanlar kendilerini yaratıcı eylemlere vermekten çekinmeye eğilimli olacaklardır çünkü kendilikleri sifonla kendi performansı ya da şekillendirdiği ürünün içine çekilerek yıkılma tehlikesindedir.
Eğer idealleri barındıran kutup baskın olarak aşırı uyarılmışsa - örnek olarak, empatik olmadan yoğun ve beğenilme ihtiyacında olan uzatılmış ebeveyn kendiliknesnesi gösterisi - o zaman dışsal idealle süregiden, şiddetli birleşme gereksinimi kendiliğin dengesini tehdit eder. İdealize edilmiş kendiliknesnesiyle temas, tehlikeli olarak görülüp kaçınılması gerektiğine göre, sağlam kendilikli kişilerin izledikleri idealize amaç doğrultusunda beğendikleri rehber ve örnek büyük kişilerle ilgili yaşadıkları duyguyu yaşamak için sağlıklı kapasite kaybolmuş olacaktır.
Ayrıca, başka bir tip olarak, çok uyarılmış kendiliğe yakın olan aşırı yüklenilmiş kendilik vardır. Ama aşırı uyarılmış kendilik, toplamda kendiliğe yeterli ilgi gösterilmeden, hırsları ve idealleri bir yalıtılmışlıkta empatik olmadan yanıtlanmışken, aşırı yüklenilmiş kendilik tümgüçlü bir kendiliknesnesinin sakinliği ile birleşme fırsatı sağlanmamış bir kendiliktir. Aşırı yüklenilmiş kendilik, bir başka deyişle, duygu paylaşımı olmamasının travmasından muzdarip bir kendiliktir. Kendiliknesnesi tarafından bu belirli empatik başarısızlığın sonucu normal bireyi duygularının, özellikle kaygının yayılmasından koruyan kendini yatıştırma kapasitesinin yokluğudur. Böyle yatıştıran kendiliknesnelerinden yoksun bir dünya düşman, tehlikeli bir dünyadır. Tabi ki, o zaman, yatıştırıcı kendiliknesnelerinin yoksunluğunda, erken yaşamında 'aşırı yüklenilmişlik' durumuna maruz kalan kendilik, bazı şartlar altında dünyayı düşmanca görecektir. Yetişkinlikteki "aşırı yüklenilmişlik" durumlarında - mesela terapist empatik olmadığında, özellikle hastasına duygusal durumu hakkında doğru yorumu vermeyi başaramadığında, veya bir seferde içine çok fazla içgörü akıtmakla, yeni bir anlayışın emiliminin hastayı aşırı bir görevle karşı karşıya bıraktığı gerçeğine kayıtsız kalarak - hasta zehirli bir atmosferde yaşadığını ya da tehlikeli eşekarısı sürüsü tarafından çevrildiğini hayal edebilir; ve uyanık farkındalığında, başka türlü zar zor seçilebilen uyaranları sanki duyarlılıkları üzerine saldırılarmış gibi yanıtlama eğiliminde olabilir. Mesela, terapistin ofisindeki gürültüden, hoş olmayan kokudan şikayet edebilir. Zaman zaman, narsissistik kişilik bozukluğu olan hastaların bu tepkileri, özellikle sinirlilik ve şüphecilik içerdiklerinde, psikozlarda, tabi ki özellikle paranoyada karşılaştıklarımıza alarm verecek düzeyde yakın olduğumuzu düşündürebilir. Sistematik olsa da, olmasa da, paranoyağın kronik şüpheciliği ve karşı-düşmanlığından farklı olarak, aşırı yüklenilmiş kendiliğin bu tezahürleri parçalanmış kendilikteki hipokondriyel uğraşlara benzer şekilde, belirli bir narsissistik yaralanmanın sonucu, kendiliknesnesinin empatik olmayan, aşırı yükleyici yanıtları sonucu belirir. Kendiliknesnesiyle empatik bir bağ tekrar kurulduğunda mesela terapide doğru yorum yapıldığında hızlıca yok olur.
  1. DAVRANIŞSAL KALIPLAR VE YARALANMIŞ KENDİLİK
Psikanalist, sık oluşan belirli yüzeysel tezahür kategorileri ile bunların altında yatan dinamik yörüngeleşmeleri veya belirli genetik deneyim odaklarını bağıntılasa da, davranışın tipolojisini sunmayı epey bir isteksizlikle üzerine alır. Geçmişteki en iyi çabalar- Freud'un (1908, 1910, 1916, 1931); Abraham'ın (1921, 1924, 1925) - görülen belirli davranış kalıplarının evrensel psikolojik şartlarla, ki bunlar gereksinim olarak böyle bir tipolojinin parçasını oluştururlar, basitleştirilmiş bağıntısının uzun vadede bilimsel ilerlemeyi engelleyeceği kuralına istisna değildirler. Neden o zaman, karakterolojiler icat etme çabalarımızı sürdürüyoruz? Yanıt şu ki, böyle sınıflandırmalar, her ne kadar sonunda bizim düşüncelerimizi kısıtlayacaklarının ve yolumuzda duracaklarının farkında olmak zorunda olsak da, kendimizi henüz evimizde hissetmediğimiz psikolojik alanda bir süreliğine değerli rehberlerimiz olabilir. Mesela, Abraham tarafından 1921'de güzelce sergilenen düşünce kalıplarına sıkı sıkıya bağlı olan bir analistin, bazı hastalarını anlama yetisinde engellenmeler olacaktır. Bay W'nin pantolon cebinin içindekilerin 'takıntılı' tarifi (Kohut, 1977, s.164-9) sorgusuz sualsiz 'anal karakter'inin göstergesi olarak görülseydi, davranışının tehlikedeki kendiliğini korumaya yönelik hayati önemi anlaşılmayacaktı ve önemli genetik veri açığa çıkmayacaktı. Ama bu, eğer Abraham bize tipolojisini vermeseydi analiz için daha iyi olurdu anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır. Bu tipolojinin birkaç analist nesiline büyük yardımı oldu ve, biz uygulanabilirliğinin sınırlarının farkında oldukça, bugün bile sınırlı hizmette olmaya devam ediyor.
Ama tipolojilerin kuruluşunun doğrulandığına inansak da, bizi böyle herhangi bir çabada özündeki kusurlar hakkında açık olmaya itiyor. Mesela 'ayna-aç kişilik' kavramının aynı Abraham'ın 'anal karakter'inin dürtü-psikoloji çerçevesinde yönlendirici olduğu gibi, kısaca kabataslak, kendilik psikolojisi çerçevesinde yönlendirici araç olarak yardımcı olacağı gerçeği hakkında şüphemiz yoktur. Ama hemen söylemeliyiz ki, bazı ayna-aç insanların kişilik yapıları, bizim dinamik yorumumuza göre, ayna-aç davranışları ile bağıntılı olandan farklıdır. Farklıdır çünkü bunlar çocuklukta oluşan belirli travmalar sonucu oluşmamıştır, ki bizim genetik tekrar yapılandırmalarımıza göre sorumlu etkenlerdir. Bay X'in davranışı (Kohut, 1977, s. 199-219) ayna-aç kişilik olarak tanımlanabilir. Dikkat ve övgü için ısrarcı talepleri, küstah üstünlük duygusu ile belirli bir kişilik yapısının, ayna-aç insanın tanımının temeline dayanarak karşılaşmayı beklediğimiz- çocukluktaki yetersiz aynalanmaya bağlı basit eksiklikle tanımlanan- kişilik yapısının tezahürleri değildir. Onun ayna-aç davranışı daha karmaşık bir şekilde örgütlenmiş patolojik kişilik içine yerleştirilmiştir. Onun davranışı kişiliğinin çekirdek kendiliğinden 'dikey yarık'la ayrılmış bir kesiminin tezahürüdür - çocukluktaki aynalama dikkatinin noksanlığından değil de, annesinin yanıtlardaki belirli yanlışlarından kaynaklanır. Daha doğru ifade etmek gerekirse, annesinin çocuğa onayı aşırı olmuş, aynalamasının odağı çocuğun gereksinimleriyle - yani, bağımsız ve kuvvetli bir kendilik geliştirmek -uyumlu gitmemişken, annenin kendi gereksinimiyle - yani zayıf kendiliğini sağlamlaştırmak için çocuğu kendine bağımlı kılmak, hatta çocuğu kendi kişilik örgütlenmesi içinde tutmak- uyumlu olmuştur.
Yine de kısa 'ayna-aç kişilik' açıklamamızın daha doğru olduğu vakalar çoktur. Mesela Bayan F. (Kohut, 1971, s. 283-93) -erdemli bir şekilde özel bir ilgi ve rahatlatıcı övgü beklerken- aynalama için döneme uyumlu gereksinimleri, kendine-dönük annesi tarafından karşılanmadığı için, 'ayna-aç' haline gelmişti. Ama bu vakalarda bile, hastaların istemleri, geçmişte düzgünce yanıtlanmadığı için sürmüş, çocukluğun normal, kendini öne çıkarıcı ihtiyaçlarının güncel ifadesi değildir. Bu ihtiyaçların yoğunluğu yüzünden ve eşsiz şekilde bu hastaların anlayışlı bir empati yankısı bulamayacaklarına inançları yüzünden, ihtiyaçlar, derin utanç uyandırırlar; bu utanç, çökkün ve umutsuz geri çekilişle kendini gösteren, bastırılmalarına yol açar -bu geri çekilme, özellikle narsissistik kişilik bozukluğunda, yapılan yanlış düzeltilsin diye, öfkeli ifade edilen ama etkin olarak izlenmeyen isteklerle yer değiştirebilir.
Yukarıdaki satırlarda genelde psikanalitik karakterolojiler lehine ve aleyhine savların bazılarına,özellikle bozulmuş kendilikle ilgili alandaki davranışsal sendromların sınıflandırılmasındaki bazı artılara ve eksilere değinmiş olarak, şimdi akıntılara daha da tedbirli yaklaşacağız ve sıkça rastlanılan narsissistik kişilik tiplerinin bir taslağını çizeceğiz.
Ayna-aç kişilikler fakirleşmiş kendiliklerini beslemek için onaylayıcı ve beğenici yanıtları olan kendiliknesnelerine açtırlar. Çekingen bir şekilde olsa da, içten gelen değersizlik ve kendine saygı yoksunluğu hissini önlemeye çalışarak kendilerini teşhir etmeye ve başkalarının dikkatini çekmeye kışkırtılmışlardır. Bazıları güvenilir aynalayan ötekilerle uzun sürecek ilişki kurabilirler. Ama çoğunluğu, uzunca bir süre, samimi olarak kabul edici yanıtlardan bile beslenemeyeceklerdir. Yani, kendilerini gösterme ihtiyaçlarına ve bazen ciddi sahne korkularına rağmen, ilgilerini ve onurlarını kazanmaya çalışacakları yeni kendiliknesneleri bulmaya çalışmaya mecbur hissederler.
İdeal-aç kişilikler sürekli prestijleri, güçleri, güzellikleri, akılları veya ahlaki duruşları için beğenecekleri ötekilerin arayışındadırlar. Hedefledikleri kendiliknesneleri ile bağlantı kurdukları sürece kendilerini değerli olarak yaşarlar. Yine, bazı örneklerde, bu ilişkiler, ilişkideki iki kişiye de doğallıkla dayanarak uzun sürer. Çoğu durumda ise, iç boşluk bu araçlarla sürekli doldurulamaz. İdeal-aç insan yapısal kusurun sürdüğünü hisseder ve bu farkındalığın sonucu olarak Tanrı'sında gerçekçi kusurlar aramaya - ki kaçınılmaz olarak bulur- başlar. İdeal-aç kişinin bir sonraki bağlanacağı büyük figürün onu hayal kırıklığına uğratmayacağını umut ederek, yeni idealize edilebilen kendiliknesnesi arayışları sürer.
Öteki-ben kişilikler, kendiliğin görünüşünü, fikirlerini ve değerlerini onaylayarak, kendiliğin varolduğunu, gerçekliğini onaylayan kendiliknesneleriyle ilişki ihtiyacındadırlar. Bazı zamanlarda öteki-ben aç kişiler de partnerlerden her birinin öbürünün hislerini kendisi tarafından yaşanıyormuş gibi hissettiği süreli arkadaşlıklar yaşayabilirler. 'Eğer sen kederlenirsen, o ağlar; eğer sen uyanırsan, o uyuyamaz; böylece kalbindeki her yastan seninle beraber bir parça taşır' (Shakespeare, The Passionate Pilgrim). Ama yine, çoğu örnekte, iç boşluk ikizlik ilişkisiyle sürekli olarak doldurulamaz. Öteki-ben aç kişi ötekinin kendisi olmadığı keşfeder ve bu keşfin sonucu olarak, ötekine yabancılaşmış hisseder. Bunun için bu ilişkilerin çoğunun özelliği kısa ömürlü olmalarıdır. Ayna-aç ve ideal-aç kişiler gibi, öteki-ben aç kişiler de yorulmadan birbiri ardına değişiklik yapma eğilimindedirler.
Narsissistik alanda bu tanımlanan üç kişilik tipine günlük hayatta sıkça rastlanılır ve genelde, psikopatolojinin formları olarak değil de, değerleri ve kusurlarıyla normal insan kişiliğinin çeşitleri olarak görülürler. Deneyimden uzak terimlerle ifade edilirse, bu bireylerin tipik duruşu ve davranışları gereksinimin yoğunluğundan değil, fakat kendiliklerindeki sınırları belli olan zayıflığı kapatma çabasında ilerledikleri belirli yöndür. Bu bireylerin karakteristik duruşunu oluşturan kendilik kusurunun boyutu değil, yeridir. Aşağıdaki satırlardaki iki tip ise, bunun aksine, kendilik kusurunun yerinden çok boyutuyla karakterize edilir. Genelde, patolojik narsisizmin spektrumunda yer almaları gerekir.
Birleşme-aç kişilikler yapı ihtiyaçlarını canlandırarak, kendiliknesnelerini kontrol etme gereksinimleri ile bizi etkilerler. Burada, daha önce tarif edilen tiplerin tersine, resme hakim olan birleşme ihtiyacıdır. Belirli bir birleşme tipi, yine de - aynalayan ya da idealize edilmiş kendiliknesnesi veya öteki-benle de olsa- bireyin davranışını belirlemede daha az önemlidir. Bu bireylerin kendilikleri ciddi olarak kusurlu veya zayıflamış olduğu için, kendilik yapısı yerine kendiliknesnesine ihtiyaç duyarlar. Görünen kişilik özellikleri ve davranışları, kendisi ve ötekilerin arasındaki sınırların geçirgenliğinin kendi düşüncelerini, arzularını ve niyetlerini kendiliknesnesininkilerden ayırabilme yetisini bozması gerçeği tarafından belirlenmektedir. Ötekini kendileri gibi yaşadıkları için, ötekinin bağımsızlığına tahammül edemezler: Ötekinden ayrılışlara çok hassastırlar ve hatta sorgusuz sualsiz öyle olacağını umarak, kendiliknesnesinin sürekli varlığını isterler.
Temastan kaçınan kişilikler birleşme-aç kişilerin tersidir. Görünen nedenlerle dikkati en az çekseler de, narsissistik karakter tiplerinin en sık rastlanılanıdırlar. Bu bireyler başkalarına ilgisiz oldukları için değil, tersine onlara ihtiyaçları çok yoğun düzeyde olduğu için sosyal temastan kaçınırlar ve yalnız kalırlar. Gereksinimlerinin yoğunluğu sadece reddedilmeye karşı acılı olarak farkında oldukları büyük bir duyarlılığa değil ama aynı zamanda, derin ve bilinçsiz düzeylerde, çekirdek kendiliğin kalıntılarının arzulanmış olan, bütünü saran birleşme tarafından yutulup yıkılacağı korkusuna da sebep olur.
6. NARSİSİSTİK DAVRANIŞ VE KİŞİLİK BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ
Derinlik-psikolojisinin esas terapötik amacı, ne kadar iyi niyetle uygulanırsa uygulansın, belirtilerin ikna veya eğitimle bastırılması değil, merkezi rahatsızlığın kapsamlı düzelmesi ya da tedavi edilmesidir. Narsissistik davranış ve kişilik bozukluklarındaki merkezi patoloji kusurlu veya zayıflamış kendilik durumu olduğuna göre, terapinin amacı bu yapının onarılmasıdır. Dıştan bir soruşturmaya göre, bir taraftan narsissistik davranış bozukluğunu, diğer taraftan narsissistik kişilik bozukluğunu karakterize eden belirti kümeleri ve kişilik özelliklerinin tamamen farklı olduğu doğrudur: Birinci grubun kendini öne çıkarıcı söylemleri çok güçlü görünür, ikincininkiler o kadar güçlü görünmez. Ama derinlik-psikolojisi araştırması iki bozukluğun da psikopatolojik temelinin özünde aynı olduğunu ortaya koyar, bu da kendilik hastalığıdır.
Bir terapist kendilik patolojisi olan hastalardan narsissistik davranış bozukluğu olanları, açıkça narsissistik söylemde bulunanları, ve davranışları fazlaca kendini gösterici şekilde olanları, isteklerini azaltmaya ve yetişkin hayatın dayattığı sınırlara çekilmeye ikna etmek için bastırabilir. .Ama bunu yapmak sanki yapısal bir nevrozdan çeken bir hastayı fobisinden, histerik felcinden, zorlantılı ayinlerinden vazgeçmeye ikna etmek gibi olur. Bu hastaların aşırı ifade edilmiş narsissistik talepleri ve açıkça ifade edilen aşırı kendini göstermeleri karakterolojik anlamda içe işlemiş semptomlardır- yaşamın erken döneminde uysallaştırılmamış arkaik bir narsisizmin tezahürleri olup, şimdi gecikmiş olarak uysallaştırılmaları gereken olgular değildirler. Aksine, bu hastaların rahatsızlıklarının özü, onların çocukluk narsizmlerine ulaşımın engellenmiş olmasıdır. Temasta olmayı, kabul etmeyi, ifade etmeyi öğrenmeleri gereken çocukluktaki doyurulmamış narsissistik gereksinimler, utanç ve incinebilirlik duvarıyla korunmuş olarak, haykıran iddiacılıklarının altında derine gömülmüş olarak yatarlar. Eğer, terapötik olgunluk veya gerçek-ahlak temeline dayanarak terapist hastanın görünen narsissizmini sansürlemeye odaklanırsa, bastırılmış narsissistik gereksinimleri daha derin bastırmalara iter - ya da psişede yanıtlanmamış özerk kendiliği taşıyan bölümü özerklikten yoksun gürültülü iddialı bölümden ayırarak kişilikteki yarığın derinliğini arttırır - ve narsissistik aktarımın kendini ifade ederecek düzeyde olgunlaşmasını bloke eder. Hastanın açık narsissistik talepleri ister sessiz ve süregelen baskıyla, ya da ister incitici narsissistik öfke nöbetleriyle, veya bu iki uç arasında yatan duygusal araçlarla ifade edilmiş olsun, bu değerlendirmeler geçerlidir. Hepimiz bize tekrar tekrar asılarak, kendilerinin başarılı performanslarıyla ilgili lehte yorumlarımızı tekrarlattırarak bizi sıkan insanlar tanırız. Ve hepimiz yaşamı boyunca bir bencil talepkar öfke nöbetinden diğerine geçen, talepleri için seçtiklerinin hak ve duygularını unutmuş gibi görünen başkalarını da tanımışızdır. Eğer analist bu talepleri gerçeklik ve duygusal olgunlukla teşvik ederse, veya daha da kötüsü, onları ayıp olarak yorumlayıp uysallaştırılması gereken doyurulamaz oral dürtü veya etkisizleştirilmesi gereken yıkıcılık ve saldırganlık gibi yanıt verirse, o zaman, daha önce söylediğimiz gibi, narsissistik aktarımın gelişimi bloke edilmiş olur. Ama eğer içindeki aynalanmamış çocuğun umutsuz gereksinimi yatıştırılmamış kaldığı için ortalama dışsal yanıtların elde edilebilirliğine rağmen övgü talep eden hastaya iltifat için "olta atmaya" devam etmesi gerektiğini gösterebilirse, ve öfkelenen hastaya, öfkesinin altında yatan çaresizlik ve umutsuzluğu gösterebilirse, ve de öfkesinin, taleplerini etkin olarak ortaya koyamıyor olması durumunun doğrudan sonucu olduğunu gösterebilirse, o zaman hasta kendi kendisine daha empatik olur ve eski gereksinimler yavaşça daha açık görünmeye başlarlar. Ve sonunda bastırmalar terk edildiğinde - veya inkarla ayrık tutulan yarıkla köprü kurulduğunda- ve çocukluğun narsissistik talepleri ilk utangaç belirmelerine başladığında tehlike, şimdi uçlara kaymaları değil, ama ilk terslikte veya empatik olmayan yanıtta gizlenecek olmalarıdır. Deneyim bize öğretir, Terapistin asıl çabasının eski gereksinimleri harekete geçirmek görevine yoğunlaşmak olduğunu deneyim bize öğretir. Eğer bunu başarırsa, o zaman bu gereksinimler yavaş yavaş - ve kendiliğinden - normal kendini gösterme ve ideallere normal adanmaya dönüşür.
Daha önce sözü edilen sonuçlar kendilik patolojisi olan bireyler, narsissistik kişilik bozukluğu olanlar, açıkça utangaç olanlar, ama bilinçli ve bilinçöncesi düşlemleri - 'Walter Mitty'nin Gizli Hayatı'- büyüklenmeci olanlar için de geçerlidir. Eğer terapist hastanın çekingenliği, utangaçlığı ve sosyal yalıtımının arkaik yanılsamalarının sürmesine bağlı olduğuna inanıyorsa, özellikle uysallaştırılmamış çocukluk ihtişamının sürmesi büyüklenmeci düşlemler halindeyse, o zaman eğitimsel ve ahlaki baskının uygulanmasıyla hastayı bu düşlemleri terk etmeye ikna girişiminde haklı çıktığını hissedecektir. Ama hastanın ne düşlemleri, ne de sosyal yalıtımı hastalığının sebebi değildir. Aksine, onlar, hastanın zayıf şekilde kurulmuş kendiliğini, beraberce, tersliklere ve alaya tehlikeli biçimde maruz kalmasının diye koruyan bir psikolojik birim oluştururlar. Eğer terapist analitik olmaktan ziyade eğitimselse, eğer yaklaşımını, hastayı düşlemlediği ihtişamı bırakmaya ikna etmeye çabalamakla kısıtlarsa, hastanın kusurlu kendiliği ile terapistin hastanın narsissistik gereksinimlerinin umutlanan empati yanıtlayıcısı olması arasındaki mesafe artacak ve birdenbire ortaya çıkan hassasiyet ve şüphe duvarındaki ilk kayda değer kırıkta, narsissistik aktarımın kurulması duraklayacaktır. Eğer, yine de, terapist sansürsüz olarak büyüklenmeci düşlemlerin ve sosyal yalıtımın koruyucu işlevini açıklayabilirse ve hastanın çözülme kaygısı ve zayıf kurulmuş kendiliğiyle ilgili utancıyla hassas ayarda olduğunu ispatlayabilirse, o zaman birdenbire ortaya çıkan eski narsissistik gereksinimlerin aktarımının harekete geçmesine müdahale etmiş olmayacaktır. Çözülme korkuları ve utanca rağmen, hasta, başta tedbirli olarak, sonraları artarak daha açık, tümgüçlü bir çevre için kendiliknesnesinin çocukluk ihtişamını sevinçle kabulünü tekrar yaşayacaktır - bunlar erken çocuklukta karşılanmamış sağlıklı gereksinimlerdir. Ve tekrar, narsissistik davranış bozukluğunda olduğu gibi, tekrar canlanmış gereksinimler yavaş yavaş - ve kendiliğinden- normal kendini gösterme ve ideallere normal adanmaya dönüşür.
Sözü edilen terapötik ilkeler ve onlarla bağıntılı terapötik stratejiler analiz edilebilir kendilik bozukluklarının merkezi psikopatolojisinin anlaşılmasına bağlıdır ve terapinin amacı merkezi psikopatolojinin düzeltilmesi ve tedavi edilmesidir. Analiz edilebilir bozuklukların iki ana tipinin psikopatolojisi de eş olduğuna göre, farklı semptomolojiye rağmen - narsissistik davranış bozukluklarında gürültülü talepler ve sosyal alanda yoğun eylem; narsissistik kişilik bozukluğunda utanç ve sosyal yalıtılma - tedavi süreci de özünde aynıdır. Ve tabii ki, aynı şey tedavi sonunda elde edilen bütünsel sonucun tabiatı için de geçerlidir: Tedavi, hem hastanın kendine güvenle tutulan hırslarını taşıyan kutup, hem hastanın idealize edilmiş amaçlarını taşıyan kutupta daha önceden zayıf olan kendiliğin sağlamlaşmasıdır. Sadece şimdi eklemek gerekir ki, ister narsissistik davranış bozukluğundan, ister narsissistik kişilik bozukluğundan muzdarip olsun hastanın tekrar canlanmış kendine güveni ve amaçları için hevesi, çekirdek hırsları ve idealleri arasında kurulmuş enerjik alanda yeralan eylem-dengeli programın peşinden gitmeyi ve doyurucu ve yaratıcı-üretici hayata ulaşmasını hasta için sonunda mümkün kılar.
Kendilik psikolojisinin terapötik ortama uygulanmasından türeyen önceki bazı klinik derslerle ilgili sözlerle, kendilik psikolojisiyle ilgili taramanın sonu geldi. Eğer şimdi özünde önceki araştırmaların sonuçlarını özetleyen bir deneme özeti girişiminde olsak bir işe yaramayacağı için, sonuç ifademizi sunumumuzun kısalığını bir kere daha vurgulamakla kısıtlayacak olmamız, bitmiş bir düşünce sisteminin taslağını sunduğumuza kanaat getirdiğimiz anlamına gelmez. Biz sadece psikanalizdeki yeni gelişimin şu anki durumunu kısaca tarif etmeyi denedik - bu hiçbir şekilde sonuna gelmiş değil, aksine çıkış momentumunu halen devam ettiryor görünen bir gelişimdir. Böylelikle, geçen sayfalar psikanalitik kendilik psikolojisinin şimdiki durumunun araştırması olarak kabul edilmelidir - bu henüz tam olarak keşfedilmemiş psikolojik bir alanın bundan sonraki araştırmasının planlanmasında bize eşlik edecek bir taramadır.
Kaynaklar:
ABRAHAM, K. (1921). Contributions to the theory of anal character. In Selected Papers. London: Hogarth
Press, 1927.
ABRAHAM, K. (1924). The influence of oral erotism on character formation. In Selected Papers. London:
Hogarth Press, 1927.
ABRAHAM, K. (1925). Character-formation on the genital level of the libido. In Selected Papers. London:
Hogarth Press, 1927.
FREUD, S. (1908). Character and anal erotism. S.E. 9.
FREUD, S. (1910). A special type of choice of object made by men. S.E.11
FREUD, S. (1916). Some character-types met with in psychoanalytic work. S.E. 14.
FREUD, S. (1931). Libidinal Types. S.E. 21.
JANIK, A. & TOULMIN, S. (1973). Wittgenstein's Vienna. New York: Simon & Schuster.
KOHUT, H. (1971). The Analysis of the Self. New York: Int. Universities Press.
KOHUT, H. (1972). Thoughts on narcissism and narcissistic rage. Psychoanalytic Study Child 27.
KOHUT, H. (1977). The Restoration of the Self. New York: Int. Universities Press.
SCHAFER, R. (1973). Concepts of self and identity and the experience of separation-individuation in
adolescence. Psychoanalytic Q. 42, 42-59.
WOLF, E. S. (1976). Ambience and abstinence. Ann. Psychoanal. 4.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder