Kendilik
Bozuklukları ve Tedavileri: Ana Hatlar
Heinz Kohut ve Ernest S. Wolf
Çeviren: Gonca Budan
Bu taramanın amacı psikanalitik kendilik psikolojisinin kavram ve teorileri
ile onlarla bağıntılı (tanısal ve terapötik) klinik formülasyonun özetini
sunmak. Her ne kadar kapsamlı olmak ve konunun karmaşıklığı hakkında bir fikir
vermek istediysek de, sunumumuzu olabildiğince kısa tutmaya çalıştık. Bu amaç
mazerete ihtiyaç duymaz fakat tedbirli bir yorum gerektirebilir. Tanımlarımızı
özlü, formülasyonlarımızı kısa tutmamız gerektiği gerçeğine dayanarak,
nitelendirici ifadeler takdim etme lüksüyle kendimizi şımartamadık. Taslak
özetlemenin iskeletinde olması gerektiğini düşündüğümüz de bu. Yalnız şu da
vurgulanmalı ki, cümleleri değiştirme ve kısıtlamanın kıtlığı bizim kendi
adımıza, bitmiş ve kesin bir düşünce sistemi sunduğumuza kanaat getirdiğimiz
anlamına gelmez. Aksine, bu tarama zaten yolun çok başında olan psikanalizin
evriminde bir adımın şu anki hali hakkında bir gelişim raporu olarak
görülmelidir.Neden o zaman bu kadar erken bir noktada böyle bir özet ? Bu sorunun cevabı basit. Yeni gelişim hareketi sürecindeki bilimsel bilginin durumundaki oturmamışlık, klinik bulguları ve oluşan teorik yapıları taraf tutmadan stoklamak, basit ve açık olarak dile getirmeyi önerilir kılıyor. Fakat bu stoklama kanaatimizin güçlenmesine yol açmamalı. Daha ziyade sapı samandan ayırmaya - araştırmalarımızın başarılı olduğu ve başarısız olduğu alanları tanımayı mümkün kılma - eşlik etmeli. Ama şimdi meselenin özüne inelim ve yeni kendilik psikolojisinin nasıl meydana geldiğine bakalım.
- KENDİLİK
PSİKOLOJİSİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
Geçtiğimiz yıllarda, bazı sıkça
karşılaşılan hastaların psikanalitik olarak incelenmesi, başlangıçta bizi
psikonevroz ve nevrotik karakter bozukluğu ile ilgili duran, tanımlanabilir bir
sendromun tanınmasına götürdü. Başlangıçtan beri açıktı ki, bu hastalar bazı
özel incinebilirlikle tanımlanıyorlardı: Kendilerine saygıları alışılmadık
şekilde oynak ve özellikle de, başarısızlıklara, hayal kırıklıklarına ve küçük
şeylere karşı aşırı derecede hassastılar. Yine de, hastaların bu
rahatsızlığının doğasını aydınlatan şey, belirtilerin ince elenip sık dokunması
değil, tedavi süreci idi. Bu hastaların psişik çatışmalarının analizi,
ıstırabın beklenen iyileşmesi ya da arzu edilmeyen davranışın umut edilen
durmasıyla sonuçlanmadı; bununla birlikte, bu hastaların psikanalitik ortamda
bazı narsissistik gereksinimlerini tekrar ortaya çıkardıklarının keşfi, mesela
'narsissistik aktarım' kurmaları, etkin psikanalitik tedaviyi mümkün kıldı. Bu
hastaların çektiği psikopatolojik sendrom, narsissistik kişilik bozukluğu olarak
belirtiliyordu. Bu sendrom için patolojinin belirleyici koşulu olan
narsissistik aktarımlar iki alt bölüme ayrılıyordu: (1) yetersiz ve yanlış
yanıtlanan çocuktaki ihtiyaç olan kabul edici-onaylayıcı kaynaktan
"aynalama"nın tedavi ortamında yeniden canlandırılması olan ayna
aktarımı, ve (2) 'idealize' edilmiş güç ve sakinlik kaynağı ile birleşmeye
ihtiyacın benzer şekilde canlandırılması olan idealize etme aktarımı.
Belirti kümesi, çekirdek psikopatoloji ve narsissistik kişilik bozukluklarının
tedavisi arttıkça, özellikle narsissistik aktarımların incelenmesiyle, bu
hastaların çektikleri rahatsızlığının özünün klasik dürtü-savunma psikolojisi
çerçevesi ile uygun biçimde açıklanamayacağı açığa çıktı. Bozukluğun merkezinde
zayıflamış ya da kusurlu kendiliğin yattığı gerçeği göz önünde bulundurulursa,
hastaların libidinal ya da saldırgan itkilerine odaklanan açıklamalar ne
psikopatolojiyi ne de tedavi sürecini aydınlatabilir. Klasik libido teorisini
ve genişleterek ve klasik saldırganlık kuramını revize ederek biraz ilerleme
kaydedildi. Özellikle, kendiliğin zayıflığı libidinalizasyon azlığı ile
kavramsallaştırılıyordu - yani Freudcu metapsikoloji anlamında konuşulursa,
yatırımsal bir eksiklik-; narsissistik kişilik bozukluğunda karşılaşılan yoğun
saldırganlık kendiliğin çeşitli zararlarla incinebilirliğine yanıt olarak
tanınıyordu. Bu bozuklukların anlaşılmasında kararlı adımlar ancak
kendiliknesnesi kavramının girişiyle ve kendiliğin derin-psikolojik terimlerle
anlaşılmasının artmasıyla atıldı. Kendiliknesneleri, bizim parçamız
olarak gördüğümüz nesnelerdir; bundan dolayı, onlar üstünde beklenen kontrol,
erişkinin ötekilerin üzerindekinden çok, kendi bedeni ve ruhu üzerinde sahip
olmayı umduğu kontrole yakındır. İki çeşit kendiliknesnesi vardır: Çocuğun
doğuştan gelen kuvvet, büyüklük ve mükemmeliyetçilik duyusuna yanıt verenler ve
onaylayanlar; ve çocuğun sakinlik, yanılmazlık ve tümgüçlülük imgesini arama
yolunda bulup birleşebilecekleri. Birinci tip aynalayan nesne, ikinci tip
idealize edilmiş ebeveyn imagosu olarak adlandırılır. Kendiliğin, yani
kişiliğin özünün, çocukluğumuzun ilk çağlarında kendiliknesnesi olarak
gördüğümüz insanlarla etkileşim sırasında edindiğimiz öğeleri vardır. Çocuk ve
kendiliknesneleri arasındaki yerinde ve yeterli etkileşim sonucunda oluşan
sağlam bir kendilik, üç ana öğeden oluşur: (1) güç ve başarı için temel
çabalamanın çıktığı bir kutup; (2) temel idealize edilmiş amaçları barındıran
bir başka kutup; ve (3) kendini hırslar ve arzular arasında kuran
gerginlik-yayının hareketlendirdiği temel yetenek ve becerilerin yeraldığı
aradaki alan.
Çocuk ve kendiliknesneleri
arasındaki kusurlu bir etkileşim hasar görmüş kendilikle sonuçlanır. Ortaya ya
yaygın hasarlı kendilik ya da öğelerinden biri ya da birkaçında ciddi anlamda
hasarlı bir kendilik çıkar. Eğer kendiliği hasar görmüş bir hasta psikanalitik
tedaviye girerse, hayatının ilk yıllarında oluşmaya başlayan kendiliği ile
kendiliknesneleri arasındaki belirli bir kusurlu etkileşiminin yanıtsız
bıraktığı belirli gereksinimlerini tekrar canlandırır - kendiliknesnesi
aktarımı oluşur.
Çocukluktaki kendilik ve
kendiliknesneleri arasındaki etkileşimin niteliğine bağlı olarak, kendilik ya
sağlam ve sağlıklı bir yapı olarak ya da ciddi olarak hasar görmüş bir yapı
olarak ortaya çıkar. Yetişkin kendilik böylece değişen tutarlılık
derecelerinde, kaynaşmadan parçalanmışlığa kadar; değişen canlılık
derecelerinde, kuvvetten halsizliğe kadar; değişen işlevsel uyum derecelerinde,
düzenden kaosa kadar giden durumlarda varolur. Tutarlılığı, kuvveti ya da uyumu
yakalamaktaki anlamlı bir başarısızlığın ya da bunları deneyimle kurduktan
sonraki anlamlı bir nitelik kaybının bir kendilik bozukluğu durumu
oluşturduğu söylenebilir. Psikanalitik ortam hasarlı kendiliğin kaynaşmışlık,
kuvvet ve iç uyumu başarmak için çabalamaya başladığı şartları yaratır.
Bir kere kendilik kalıtımsal ve
çevresel etkenlerin etkileşiminde billurlaştı mı, kendi özel eylem planını
gerçekleştirmeyi amaçlar - bu kendi hırs, amaç, yetenek ve beceri öğelerinin
belirli içsel şablonları ve bu öğeler arasında tırmanan gerginlik tarafından
belirlenen bir programdır. Bu hırs, beceri ve amaçlar, bunlar arasındaki
gerginlik; bunların yarattığı eylem planı ve bu programın gerçekleşmesine doğru
çabalama eylemleri zamanda ve mekanda süreğen olarak görülürler - onlar,
bağımsız bir inisiyatif merkezi, bağımsız bir izlenimler kabı olan
kendiliktirler.
- İKİNCİL VE
BİRİNCİL KENDİLİK RAHATSIZLIKLARI
İkincil kişilik
rahatsızlıklarının yaşantısal ve davranışsal tezahürleri, yapısal olarak
hasar görmemiş kendiliğin hayatın değişikliklerine tepkileridir. Güçlü bir
kendilik bizim zafer ya da yenilgi, başarı ya da başarısızlık karşısındaki en
geniş kendine saygı sallanmalarını bile hoş görmemize izin verir. Ve çeşitli
duygular - zafer, sevinç, ümitsizlik, öfke - kendiliğin durumundaki bu
değişikliklere eşlik eder. Eğer kendiliğimiz sıkıca kurulmuşsa, ne bir
başarısızlığı izlemesi mümkün bir hüzünden korkarız, ne de başarıyı izlemesi
mümkün genişleme düşlemlerden - bunlar biraz daha zayıf şekilde kurulmuş
kendiliği tehlikeye atabilecek tepkilerdir.
İkincil bozukluklar arasında
kendiliğin fiziksel hastalığa ya da yapısal nevrozun acizliklerine tepkileri de
vardır. Buna örnek olarak, tedavi edilemez kas felci ya da kronik kaygı kişinin
kendini yüceltici merkezi amaçlarını izlemesine ket vurduğunda yaşanan üzgünlük
ya da kızgınlığı gösterebiliriz. Ve hatta nispeten az hasar görmüş kendilik
tabakalarının kendi birincil bozukluklarına bazı tepkileri de - örneğin,
hasarlı kendiliğin incinebilirliğinin sosyal yalıtıma yol açtığı gerçeğinin
kederi gibi- ikincil kendilik rahatsızlıkları arasında sayılabilir.
Birincil kendilik bozuklukları,
rahatsızlığın kapsamına, şiddetine, doğasına ve dağılımına bağlı olarak birkaç
alt gruba ayrılabilir. Eğer kendilikte hasar ciddi kalıcı ya da iletkense, ve
eğer savunucu yapılar kusuru kapamıyorsa, yaşantısal ve davranışsal tezahürler
geleneksel olarak psikoz olarak adlandırılanlardır. Ya kalıtımsal bir
biyolojik eğilimden ötürü; ya erken çocuklukta toplamı ve bütünlüğü minimal
düzeyde etkin aynalama ile bile yanıtlanmamış olmaktan ötürü; ya da biyolojik
ve çevresel faktörlerin arasındaki etkileşim ya da
birleşmelerinden ötürü, çekirdek kendilik bütünleşmemiş (şizofreni) kalmıştır.
Bir dereceye kadar bütünleşmişlik elde etmiş olabilir ama kalıtımsal organik
faktörler ile varlığına ve kendini ortaya koymasına sevinçli yanıtların ciddi
anlamdaki noksanlığı yüzünden kendine saygısı ve canlılığı kütlesel olarak
tükenmiş olacaktır ('boş' depresyon). İdealize yetişkinin
sakinliğine katılmanın tekrarlayan deneyimlerinin (örneğin, idealize edilmiş
kendiliknesnesi ile birleşme) tümünün oluştuğu can alıcı dönemde neredeyse
tamamen yoksun kalmış olabilir ve sonuç olarak, yine kesinlikle kalıtımsal
biyolojik faktörlerin etkisiyle, gerçekçi olmayan yükseltilmiş bir kendini
kabul (mania), ya da kendini ret ve kendini kınamanın ('suçluluk' depresyonu)
yayılmasına doğru dizginlenmemiş bir eğilim organizasyonunda ciddi, zayıf,
merkezi bir leke olarak kalır.
Birincil kendilik bozukluklarının
ikinci bir alt grubu sınırda durumlardır. Burada kırılma,
zayıflama ya da çekirdek kendiliğin işlevsel kaosu da kalıcı veya
iletkenleşmiştir, fakat, psikozlardan farklı olarak, merkezi noksanlığın
yaşantısal ve davranışsal tezahürleri karmaşık savunmalar tarafından
kaplanmıştır. Terapistin bu savunma gereçlerine dokunması genelde pek
önerilmese de, merkezi incinebilirlik ve kronik karakterolojik savunmaların
yeniden yapılandırılmasıyla hastanın onları kullanımını esnetmek bazen
mümkündür. Örneğin, hasta olayların sırasını, çocukken özerk bir kendilik
oluşturma ihtiyacının ebeveyn kendiliknesnesinin müdahaleleriyle nasıl
engellendiğini anlamaktan fayda görür. Tam bu noktada, başka bir deyişle,
çocuğun oluşmaya başlayan kendiliği bağımsızlığının kabul edici aynalanmasını
gereksinirken, kendiliknesnesi, kendi tamamlanmamışlığı ve parçalanma
korkularıyla arkaik bir birleşme sürdürmekte ısrar etmiştir .
Her ne kadar sergiledikleri belirtiler
- mesela sapkın, suçlu veya bağımlı davranış- onları vahim fiziksel ve sosyal
tehlikelerle karşı karşıya getirse de, anlamlı derecede daha esnek bir
kendilik bir sonraki alt grupta, narsissistik davranış bozukluklarında
bulunur,. Ama temelini oluşturan bozukluk, kırılma, zayıflama veya
kendiliğin ciddi çarpılması, bu vakalarda geçicidir; genetik kökenlere ve
semptomatik davranışlara farkındalığın artmasını desteklemekle, onu bırakabilir
ve kendilerine saygı için daha olgun gerçekçi desteği yerine koyabilirler.
Narsissistik davranış
bozukluklarıyla yakından bağlantılı olan, kırılmanın, zayıflamanın veya
kendiliğin ciddi çarpılmasının geçici olduğu ama belirtilerin - hiponkondri,
depresyon, küçük şeylere aşırı duyarlılık, haz eksikliği- bireyin sadece
eylemleri ve etkileşimleri ile değil de psikolojik durumuyla da ilgili olduğu narsissistik
kişilik bozukluklarıdır.
Kendilik bozukluklarından muzdarip
hastalardan, sadece narsissistik davranış ve kişilik bozukluğu olanlar,
analizdeki derinlemesine çalışma sürecinin içinde varolan kırılgan
kendiliklerinin tekrar canlanan narsissistik gereksinimlerinin hüsranını,
uzamış parçalanma veya kendiliğin tükenmesi olmadan tolere edebilme
kapasitesine sahiptirler. Başka bir deyişle, bütün birincil kendilik bozukluklarından
sadece narsissistik davranış ve kişilik bozuklukları analiz edilebilir.
- KENDİLİK
PATOLOJİSİNİN ETYOLOJİSİ
Kendilik bozukluklarının, az çok,
kendiliğin normal gelişimindeki düşüklerin sonucu olduğu gerçeğini göz önünde
bulundurursak, öncelikle kendiliğin normal gelişiminin taslağını sunacağız.
Bebeğin ya da küçük çocuğun tam hangi yaşta kendiliği edindiğini saptamak güç.
Başlangıç için, katıca konuşursak, yeni doğanın henüz kendiliksiz olduğunu farz
etmek daha doğru gözüküyor. Yeni doğmuş çocuk, dışında sağ kalamayacağı özel
bir fiziksel çevre - oksijenin, gıdanın ve belli bir ısı aralığının varlığı-
için fizyolojik olarak uyuma önceden hazırlanmış olarak dünyaya geliyor. Buna
benzer olarak , psikolojik olarak sağ kalmak da belirli bir psikolojik çevreyi
gerektiriyor; bu da- yanıtlayıcı- empatik kendiliknesnelerinin bulunmasıdır.
Belirli bir kendiliknesnesi çevresi matriksinde, dönüştürerek içselleştirme
diye adlandırılan belirli bir psikolojik yapı oluşumu sürecinde çocuğun çekirdek
kendiliği belirlenir. Bu yapı inşa sürecinin detaylarına girmeden, onun
için özetle diyebiliriz ki (1) bu süreç, bir önceki dönemde çocuğun aynalanma
ve idealize etme gereksinimleri yeterli düzeyde yanıtlanmadan meydana çıkmaz;
(2) aynalama ve idealize edilmiş kendiliknesnelerinin yanıtlarındaki küçük,
travmatik olmayan başarısızlıkların sonucunda yer alır; ve (3) bu
başarısızlıklar kademeli olarak kendiliknesnelerinin ve onların işlevlerinin
kendilik ve kendiliğin işlevleri ile yer değiştirmesine yol açar. Ve şu da
eklenmelidir ki, kendiliknesneleriyle büyük özdeşleşmeler ve onların işlevleri
geçici ve geçişli olarak ortaya çıkabilirken, eninde sonunda sıhhatli sonuç,
yani özerk kendilik, kendiliknesnesinin bir kopyası değildir. Yabancı proteinin
kendi proteinini oluşturmak için içe alımı benzetmesi - hatta sindirilmiş
materyalin yarılıp tekrar düzenlenmesi detayına göre - burada çok işe yarar.
Kendiliğin yaratılma süreçlerini
aklımızda tutarsak, çekirdek kendiliğin, yetişkinin kendiliğiyle
karşılaştırıldığında ne kadar ilkel kalsa da, özellikle başta annenin olmak
üzere evebeynin zihninde, doğacak çocukla ilgili belirli umut, düş ve
beklentilerinin oluşmasıyla sanal olarak başlamış bir gelişimsel sürecin son
noktası olup, başlangıçtan itibaren zaten karmaşık bir yapı olduğunu anlarız.
Bebek doğduğunda, çocuğun güncel yapısal, işlevsel biyolojik donanımıyla
karşılaşmak, elbette, ebeveynin bebeğin gelecek kişiliği hakkındaki imgelemini
etkileyecektir. Ama ebeveynsel beklentiler, doğumdan başlayarak, bebeğin
gelişen kendiliğini kayda değer düzeyde etkiler. Böylelikle, kendilik, yeni
doğmuşun doğuştan gelen donanımı ve kendiliknesnelerinin bazı potansiyelleri
cesaretlendirip bazılarını cesaretsiz bırakma, hatta cesaretini kırma şeklinde
seçici yanıtlamaları arasındaki etkileşimin sonucu olarak çıkar. Bu seçici
süreçten, muhtemelen hayatın ikinci yılında, daha önce belirtildiği gibi iki
uçlu yapıda olduğu kavramsallaştırılan çekirdek kendilik ortaya çıkar; arkaik
çekirdek hırslar bir kutbu, arkaik çekirdek idealler diğer kutbu oluşturur. Bu
iki kutup arasındaki gerginlik yayı çocuğun çekirdek beceri ve yeteneklerini
arttırır - gelişmemiş beceri ve yetenekler yavaş yavaş yetişkinlerin kendi
olgun kendiliklerinin üretim ve yaratımında kullandıklarına dönüşür.
Bu üç ana öğenin kuvveti, belirli
içeriklerin seçimleri, ilişkilerinin doğası - örneğin, bunlardan hangisinin en
sonunda baskın olacağı - ve olgunluğa ve yaratıcı eylemler aracılığıyla
potansiyel doyuma doğru ilerleme, kendiliknesnelerinin çocuk yetiştirme
felsefeleri ile şekillenen yanıtlarından çok kendi çekirdek kendiliklerini
ifade eden yanıtlarından etkilenecektir. Başka bir deyişle, ebeveynin ne yaptığından
çok, ne olduğuçocuğun karakterini etkileyecektir. Eğer ebeveyn kendi
parlayan ihtiyaçlarıyla ve bu ihtiyaçların gerçekçi olarak doyurulmasını
başardıkça huzurluysa, eğer, başka bir deyişle, ebeveynin kendine güveni
emniyetliyse, o zaman çocuklarının tomurcuklanan kendiliklerinin gururla
sergilenmesi kabullenici şekilde yanıtlanacaktır. Çocuğun ihtişamı yaşamın
gerçekliği tarafından ne kadar ciddi yenilgilere uğratılsa da, ebeveynin
gururlu gülümsemesi, kendine güvenin ve sağlıklı insanın yaşamı boyunca devam
edecek olan değeri hakkındaki içsel güvenliğin çekirdeği olarak saklanan esas
tümgüçlülüğün birazını canlı tutacaktır. Ve aynısı ideallerimiz için de
geçerlidir. Erken hayatımızdaki idealize edilmiş kendiliknesnelerinin
zayıflıklarını ve sınırlılıklarını keşfettikçe hayal kırıklığı yaşasak da,
bebekliğimizde bizi taşırken göstedikleri güven, bizim kaygılı kendiliklerimizi
onlardaki sükunetle kaynaştırmamıza izin verirken yarattıkları güvenlik - sakin
sesleri veya bizim, onların kucağında rahat bedenlerine sakin yakınlığımız -
bizim tarafımızdan, yol gösteren ideallerimiz ve iç hedeflerimizin rehberliği
doğrultusunda yaşadığımız sakinliğin çekirdeği olarak tutulacaktır.
Ancak çocukluktaki
kendiliknesnelerinin kişiliklerin kendiliğin gelişimine yaptıkları hayati
etkiyi değerlendirmenin ışığında, kendilik bozukluklarının genetik kökenlerine
inebiliriz. Psikanalitik vaka hikayeleri, bazı dramatik hadiselerin, bazı büyük
çapta travmatik olayların - çocuğun "ilk sahne"ye şahit olmasından
çocuklukta bir ebeveyn kaybına kadar- üstünde durmayı yeğlemiştir. Ama biz bu
tarz travmatik olayların gerçekten çocuğun kendiliğinin geliştiği yıllarda
maruz kaldığı sıhhi olmayan atmosfere, patolojiye neden olan etkenlere
işaret eden ipuçlarından daha fazla bir şey olmadıkları düşüncesine
eğilimliyiz. Başka bir deyişle, başlangıçtaki incinebilir kendilik, oluşum
sürecinde, eğer sağlıklı olarak destekleyici bir ortam içinde bulunduğunda
ciddi travmalar ile baş edebileceğine göre, kendi başlarına alındıklarında bu
olaylar, kendiliknesnelerinin derin köklü tutumları tarafından yaratılan kronik
ortamın bıraktığından daha az ciddi rahatsızlık bırakırlar. Gelişen kendilik
için sağlıklı matriksin özü, çocuğun değişen gereksinimlerine hassas, olgun,
birleştirici ebeveyn kendiliktir. Böyle bir ebeveynlik, bir dakika önce,
paylaşılan neşe ışıldamasıyla çocuğun ihtişam gösterisini aynalayabilirken,
belki bir sonraki dakika, çocuğun kendi gösterisiyle aşırı uyarılması ve
kaygılanmasını çocuğun sınırlarını göze alıp gerçekçi bir tutum takınarak
durdurabilir. Çocuğun aynalanma ve idealize bir kendiliknesnesi ile kaynaşma
gereksinimlerinin optimal doyumlarla elele böyle optimal hayalkırıklıklarına
uğratılması kendilik gelişimini kolaylaştırıcı uygun matris yaratır.
Bununla birlikte, bazı
anne-babalar, çocuğun gereksinimlerine duyarlı olmak yerine, kendi güvenliksiz
kurulmuş kendiliklerinin gereksinimlerine yanıt vereceklerdir. Burada
patolojiye neden olan kendiliknesnesi başarısızlıklarının iki karakteristik
özelliği vardır. Narsissistik kişilik bozukluğu olan hastaların analizinde
geçmişte kendiliğin normal gelişimini engelleyen çocukluk deneyimlerinin
aktarımsal tekrarları sırasında ortaya çıkan olaylardır. Burada eklemeliyiz ki,
aşağıdaki kısa hikayelerde yansıtılan bölümler ancak
kendiliknesnesinin kronik tutumunun bir parçasını oluşturuyorlarsa
patolojiye neden olan çocukluk çevresinin bildiricisidirler. Başka şekilde
söylersek, ebeveynin kaçınılmaz, ara sıra olan başarısızlıklarının
sonucu olarak meydana geldilerse, kendiliknesnesi aktarımının hayati önemde
bağlantılarında ortaya çıkmayacaklardır.
Birinci örnek: Küçük bir
kız annesine büyük bir başarısını anlatmak için hevesli bir şekilde okuldan eve
geliyor. Ama annesi, gururla dinlemek yerine, konuşmayı çocuktan kendine
saptırıyor ve küçük kızınınkileri gölgeleyen kendi başarıları hakkında
konuşmaya başlıyor.
İkinci örnek: Küçük bir
erkek çocuk, babasını idealize etmeye hevesli, babasının ona hayatında
giriştiği ve kazandığı savaşları anlatmasını istiyor. Ancak baba, çocuğun
ihtiyacına uyumlu sevinçle hareket etmek yerine, bu ricayla sıkılıyor. Kendini
yorgun ve bıkkın hissedip, evi bırakıp, tavernada içerek ve arkadaşlarıyla
karşılıklı destekleyici konuşmalarla zayıflamış kendiliği için geçici bir
canlılık kaynağı buluyor.
- PSİKOPATOLOJİ
VE SEMPTOMATOLOJİ
İleride kendilik patolojisinin
önceki bölümde tarif edilen gelişimsel başarısızlıkların sonucu olarak ortaya
çıkan bazı sendromlarını sunacağız. Hepsinde olmasa da, çoğu örneklerde
kendilik rahatsızlıklarının ileriki sınıflamada birbirinden ayırdığımız bir
sürü şeklinin belirli hastalarda açıkça teşhis edilemeyeceği kesin. Değişik
tiplerin karakteristik deneyimlerinin karışımları sıklıkla bulunacak ve hatta
daha da sık olarak, aynı hasta kendiliğin patolojik hallerinden birini ya da
bir başkasını sıkı yakınlıkta değişen zamanlarda yaşayacaktır. Aşağıdaki
tarifler yine de klinik anlamda yardımcı olacaktırlar çünkü sık oluşan deneyim
kümelerine işaret etmektedirler.
Az uyarılmış kendilik. Bu
kronik veya tekrarlanan kendilik halidir; çocukluktaki kendiliknesneleri
tarafından uzamış uyarıcı yanıtlayıcılık noksanlığı sonucunda ortaya çıkan
eğilimdir. Böyle kişilikler canlılıktan yoksundurlar. Kendilerini can
sıkıcı ve duygusal donuk olarak görürler ve başkaları tarafından da aynı
şekilde görülürler. Oluşmaya başlayan kendilikleri yetersiz derecede
yanıtlanmış kişiler, onları ele geçiren acılı ölüm duygusunu savuşturmak adına,
sahte bir heyecan yaratmak için eldeki mevcut bütün uyaranları
kullanacaklardır. Çocuklar, gelişimsel dönemlerine uygun kaynakları kullanırlar
- yeni yürümeye başlayan çocukların kafa sallamaları, daha geç çocuklukta
zorlantılı mastürbasyon, ergenlikte gözü pek eylemler gibi. Yetişkinlerin
kendini uyarma için hizmetlerinde daha da geniş bir silah ambarları vardır -
özellikle seksüel çerçevede, çokeşli eylemlere bağımlılık ve çeşitli
sapkınlıklar ve, seksüel olmayan çerçevede, kumar, uyuşturucu ve alkol
teşvikiyle uyarılma ve aşırı sosyal olmayla tanımlanan bir yaşam stili. Eğer
analist bu eylemlerle sunulan savunucu cephenin altına nüfuz edebilirse,
değişmez bir şekilde boş depresyonu bulacaktır. Prototipik olan,
'aynalanmamış', yalnız çocukların zorlantılı mastürbasyonudur. Sonsuz kez
tekrarlanan mastürbasyona sebep olan sağlıklı dürtü baskısı değil, bütün kendiliğin
sergilenmesinin sağladığı keyfin mevcut olmaması durumunda, bedenin parçalarının
(erojen bölgeler) zevkli duyumlarını onun yerine koyma girişimidir.
Parçalanmış kendilik. Bu
kronik veya tekrarlanan kendilik halidir; oluşmaya başlayan kendiliğin
bütününe çocukluktaki kendiliknesneleri tarafından yanıtlanma eksikliği
sonucunda ortaya çıkan eğilimdir. Ara sıra meydana gelen ikincil derecede ve
kısa süreli parçalanma durumları her an her yerdedir. Kendimize güvenimiz uzun
dönemler boyunca tükendiğinde ve tazelenen bir devam ettirme kendini
sunmadığında bu hepimizde olur. Kendimize saygımızı sarsan başarısızlıklar
serisi ile karşılaştığımız bir günden sonra hepimiz içimizde altıya ve yediye
bölünmüş olarak eve yürüyebiliriz. Böyle zamanlarda yürüyüşümüz ve duruşumuz
zarif olmayabilir, hareketlerimiz hantal olma eğilimi gösterir, ve hatta
zihinsel işlevlerimiz düzensizlik işaretleri gösterir. Narsissistik kişilik
bozukluğu olan hastalar bu küçük hayal kırıklıklarına sadece böyle parçalanma
belirtileriyle tepki göstermeye yatkın olmayacaklardır, belirtileri de daha
ciddi olmaya eğilimli olacaktır. Eğer normalde zevkli giyinen bir hasta ofisimize
dağınık giyimle gelirse, eğer kravatı bayağı kötü bağlanmışsa
ve çoraplarının rengi ayakkabılarınınkiyle tutmuyorsa, belleğimize dönüp,
"geçen seans empatik miydik, narsissistik bir gereksinimi atladık mı
?" diye sormaya başlarsak genellikle yanlış yapmış olmayız. Hatta
narsissistik kişilik bozukluğu olan ciddi düzeyde rahatsız hastaların
psikanalitik tedavisinde daha ciddi parçalanmışlık derecelerine rastlanacaktır.
Burada bir hasta analistten gelen ya da günlük hayatındaki küçük tersliklere,
kendiliğinin zamanda süreklilik ve mekanda bütünlük duyusunun derin kaybıyla
yanıt verebilir - bu derin kaygı üreten bir psişik durumdur. Özellikle, çeşitli
beden parçalarının artık güçlü, sağlıklı bir beden-kendiliğin bütününün
farkındalığıyla tutulmamaya başladığı hissi, hastanın sağlığı hakkında
hipokondriyel endişe duyup vücudunun parçalarıyla ilgili derin düşünceye dalıp
değerlendirmesine neden olur. Yine de, narsissistik kişilik bozukluklarında,
bazı psikozlarda rastlanan kronik hipokondriyel uğraşlardan farklı olarak, en
ciddi ve yarı-sanrılı benzer kaygılar bazı belirli, tanımlanabilir narsissistik
yaralanmanın doğrudan sonucudurlar, ve oldukça hızlı bir şekilde, anlayışlı bir
kendiliknesnesi ile empati köprüsü kurulur kurulmaz kaybolurlar. Ayna aktarımı
kurmuş hastaların analizi boyunca ortaya çıkan olaylar serisi bu noktayı
ispatlayacaktır. Ayna aktarımı dengede olduğunda, hasta, analistin empatik
dikkatini sezip, bütün ve kendini kabul edici hisseder. Hatalı bir yorumdan
sonra - mesela aslında hasta bütün kendiliğini onay için sunarken
analistin kendini hastanın psişik hayatının bir detayına yönlendirdiği
bir seanstan sonra (tedavide biraz ilerlemeden sonra, örneğin ya da dışsal bir
başarıdan sonra)- hastanın aktarımla ayakta tutulan bütünlük hissi kaybolur.
Analist karışan olaylar serisini düzgünce yorumlayarak kendiliknesnesine
empatik bağını tamir edince tekrar kurulmuş olur.
Aşırı uyarılmış kendilik.
Kendiliğin aşırı uyarıldığı tekrarlanan durumlara doğru eğilimdir, kendiliknesnelerinin
empatik olmayan aşırı veya döneme uygun olmayan yanıtların sonucu olarak ortaya
çıkar: Bu ya çocuğun oluşmaya başlayan kendiliğinin teşhirci-büyüklenmeci
olan kutbunun eylemleri ile, ya da yol gösterici idealleri barındıran
kutbu ile, ya da her ikisi ile etkileşimlerle gerçekleşir.
Eğer kişinin kendiliğinin
teşhirci-büyüklenmeci kutbu çocuklukta empatik olmayan aşırı uyarılmaya maruz
kaldıysa, o zaman zevkin sağlıklı ışıldayışı onun tarafından dışsal bir
başarıdan elde edilemez. Tam tersi, bu insanlar acılı gerginlik ve kaygı üreten
gerçekçi olmayan arkaik büyüklenmeci düşlemleri tarafından boğulmuşlarsa,
dikkatin odağı olabilecekleri durumlardan kaçınmak isterler. Bu kişilerden
bazılarında doğrudan ya da dolaylı olarak beden-kendiliğin sergilenmesi
gerekmediğinde yaratıcılık bozulmamış kalır. Bunun yanında, çoğunluğunda
yaratıcı-üretici potansiyel azalacaktır çünkü değişmeyen büyüklenmeci
düşlemlere bağlı kalmış yoğun hırsları onları korkutacaktır. Bu gerçeğe
dayanarak, bundan başka, düşlemlenen performans veya düşlemlenen kendilik
ürünlerine kendiliknesnelerinin yanıtlarının erken ve gerçekçi olmayan
odaklanmaları ve bununla birlikte, çocuğun oluşmaya başlayan çekirdek
kendiliğinin performansın ve ürünlerin şekillendiricisi olarak sergilenmesine
düzgünce yanıt vermedeki başarısızlıkları durumunda, kendilik, hayat boyunca
kendi eylemlerinden kopuk ve onlara nazaran zayıf olarak yaşanacaktır. Böyle
insanlar kendilerini yaratıcı eylemlere vermekten çekinmeye eğilimli
olacaklardır çünkü kendilikleri sifonla kendi performansı ya da şekillendirdiği
ürünün içine çekilerek yıkılma tehlikesindedir.
Eğer idealleri barındıran kutup
baskın olarak aşırı uyarılmışsa - örnek olarak, empatik olmadan yoğun ve
beğenilme ihtiyacında olan uzatılmış ebeveyn kendiliknesnesi gösterisi - o
zaman dışsal idealle süregiden, şiddetli birleşme gereksinimi kendiliğin
dengesini tehdit eder. İdealize edilmiş kendiliknesnesiyle temas, tehlikeli
olarak görülüp kaçınılması gerektiğine göre, sağlam kendilikli kişilerin
izledikleri idealize amaç doğrultusunda beğendikleri rehber ve örnek büyük
kişilerle ilgili yaşadıkları duyguyu yaşamak için sağlıklı
kapasite kaybolmuş olacaktır.
Ayrıca, başka bir tip olarak, çok
uyarılmış kendiliğe yakın olan aşırı yüklenilmiş kendilik vardır. Ama
aşırı uyarılmış kendilik, toplamda kendiliğe yeterli
ilgi gösterilmeden, hırsları ve idealleri bir yalıtılmışlıkta empatik olmadan
yanıtlanmışken, aşırı yüklenilmiş kendilik tümgüçlü bir kendiliknesnesinin
sakinliği ile birleşme fırsatı sağlanmamış bir kendiliktir. Aşırı yüklenilmiş
kendilik, bir başka deyişle, duygu paylaşımı olmamasının travmasından muzdarip
bir kendiliktir. Kendiliknesnesi tarafından bu belirli empatik başarısızlığın
sonucu normal bireyi duygularının, özellikle kaygının yayılmasından koruyan
kendini yatıştırma kapasitesinin yokluğudur. Böyle yatıştıran
kendiliknesnelerinden yoksun bir dünya düşman, tehlikeli bir dünyadır. Tabi ki,
o zaman, yatıştırıcı kendiliknesnelerinin yoksunluğunda, erken yaşamında 'aşırı
yüklenilmişlik' durumuna maruz kalan kendilik, bazı şartlar altında dünyayı
düşmanca görecektir. Yetişkinlikteki "aşırı yüklenilmişlik"
durumlarında - mesela terapist empatik olmadığında, özellikle hastasına
duygusal durumu hakkında doğru yorumu vermeyi başaramadığında, veya bir seferde
içine çok fazla içgörü akıtmakla, yeni bir anlayışın emiliminin hastayı aşırı
bir görevle karşı karşıya bıraktığı gerçeğine kayıtsız kalarak - hasta zehirli
bir atmosferde yaşadığını ya da tehlikeli eşekarısı sürüsü tarafından
çevrildiğini hayal edebilir; ve uyanık farkındalığında, başka türlü zar zor
seçilebilen uyaranları sanki duyarlılıkları üzerine saldırılarmış gibi
yanıtlama eğiliminde olabilir. Mesela, terapistin ofisindeki gürültüden, hoş
olmayan kokudan şikayet edebilir. Zaman zaman, narsissistik kişilik bozukluğu
olan hastaların bu tepkileri, özellikle sinirlilik ve şüphecilik
içerdiklerinde, psikozlarda, tabi ki özellikle paranoyada karşılaştıklarımıza
alarm verecek düzeyde yakın olduğumuzu düşündürebilir. Sistematik olsa da,
olmasa da, paranoyağın kronik şüpheciliği ve karşı-düşmanlığından farklı
olarak, aşırı yüklenilmiş kendiliğin bu tezahürleri parçalanmış kendilikteki
hipokondriyel uğraşlara benzer şekilde, belirli bir narsissistik yaralanmanın
sonucu, kendiliknesnesinin empatik olmayan, aşırı yükleyici yanıtları sonucu
belirir. Kendiliknesnesiyle empatik bir bağ tekrar kurulduğunda mesela terapide
doğru yorum yapıldığında hızlıca yok olur.
- DAVRANIŞSAL
KALIPLAR VE YARALANMIŞ KENDİLİK
Ama tipolojilerin kuruluşunun doğrulandığına inansak da, bizi böyle herhangi bir çabada özündeki kusurlar hakkında açık olmaya itiyor. Mesela 'ayna-aç kişilik' kavramının aynı Abraham'ın 'anal karakter'inin dürtü-psikoloji çerçevesinde yönlendirici olduğu gibi, kısaca kabataslak, kendilik psikolojisi çerçevesinde yönlendirici araç olarak yardımcı olacağı gerçeği hakkında şüphemiz yoktur. Ama hemen söylemeliyiz ki, bazı ayna-aç insanların kişilik yapıları, bizim dinamik yorumumuza göre, ayna-aç davranışları ile bağıntılı olandan farklıdır. Farklıdır çünkü bunlar çocuklukta oluşan belirli travmalar sonucu oluşmamıştır, ki bizim genetik tekrar yapılandırmalarımıza göre sorumlu etkenlerdir. Bay X'in davranışı (Kohut, 1977, s. 199-219) ayna-aç kişilik olarak tanımlanabilir. Dikkat ve övgü için ısrarcı talepleri, küstah üstünlük duygusu ile belirli bir kişilik yapısının, ayna-aç insanın tanımının temeline dayanarak karşılaşmayı beklediğimiz- çocukluktaki yetersiz aynalanmaya bağlı basit eksiklikle tanımlanan- kişilik yapısının tezahürleri değildir. Onun ayna-aç davranışı daha karmaşık bir şekilde örgütlenmiş patolojik kişilik içine yerleştirilmiştir. Onun davranışı kişiliğinin çekirdek kendiliğinden 'dikey yarık'la ayrılmış bir kesiminin tezahürüdür - çocukluktaki aynalama dikkatinin noksanlığından değil de, annesinin yanıtlardaki belirli yanlışlarından kaynaklanır. Daha doğru ifade etmek gerekirse, annesinin çocuğa onayı aşırı olmuş, aynalamasının odağı çocuğun gereksinimleriyle - yani, bağımsız ve kuvvetli bir kendilik geliştirmek -uyumlu gitmemişken, annenin kendi gereksinimiyle - yani zayıf kendiliğini sağlamlaştırmak için çocuğu kendine bağımlı kılmak, hatta çocuğu kendi kişilik örgütlenmesi içinde tutmak- uyumlu olmuştur.
Yine de kısa 'ayna-aç kişilik' açıklamamızın daha doğru olduğu vakalar çoktur. Mesela Bayan F. (Kohut, 1971, s. 283-93) -erdemli bir şekilde özel bir ilgi ve rahatlatıcı övgü beklerken- aynalama için döneme uyumlu gereksinimleri, kendine-dönük annesi tarafından karşılanmadığı için, 'ayna-aç' haline gelmişti. Ama bu vakalarda bile, hastaların istemleri, geçmişte düzgünce yanıtlanmadığı için sürmüş, çocukluğun normal, kendini öne çıkarıcı ihtiyaçlarının güncel ifadesi değildir. Bu ihtiyaçların yoğunluğu yüzünden ve eşsiz şekilde bu hastaların anlayışlı bir empati yankısı bulamayacaklarına inançları yüzünden, ihtiyaçlar, derin utanç uyandırırlar; bu utanç, çökkün ve umutsuz geri çekilişle kendini gösteren, bastırılmalarına yol açar -bu geri çekilme, özellikle narsissistik kişilik bozukluğunda, yapılan yanlış düzeltilsin diye, öfkeli ifade edilen ama etkin olarak izlenmeyen isteklerle yer değiştirebilir.
Yukarıdaki satırlarda genelde psikanalitik karakterolojiler lehine ve aleyhine savların bazılarına,özellikle bozulmuş kendilikle ilgili alandaki davranışsal sendromların sınıflandırılmasındaki bazı artılara ve eksilere değinmiş olarak, şimdi akıntılara daha da tedbirli yaklaşacağız ve sıkça rastlanılan narsissistik kişilik tiplerinin bir taslağını çizeceğiz.
Ayna-aç kişilikler fakirleşmiş kendiliklerini beslemek için onaylayıcı ve beğenici yanıtları olan kendiliknesnelerine açtırlar. Çekingen bir şekilde olsa da, içten gelen değersizlik ve kendine saygı yoksunluğu hissini önlemeye çalışarak kendilerini teşhir etmeye ve başkalarının dikkatini çekmeye kışkırtılmışlardır. Bazıları güvenilir aynalayan ötekilerle uzun sürecek ilişki kurabilirler. Ama çoğunluğu, uzunca bir süre, samimi olarak kabul edici yanıtlardan bile beslenemeyeceklerdir. Yani, kendilerini gösterme ihtiyaçlarına ve bazen ciddi sahne korkularına rağmen, ilgilerini ve onurlarını kazanmaya çalışacakları yeni kendiliknesneleri bulmaya çalışmaya mecbur hissederler.
İdeal-aç kişilikler sürekli prestijleri, güçleri, güzellikleri, akılları veya ahlaki duruşları için beğenecekleri ötekilerin arayışındadırlar. Hedefledikleri kendiliknesneleri ile bağlantı kurdukları sürece kendilerini değerli olarak yaşarlar. Yine, bazı örneklerde, bu ilişkiler, ilişkideki iki kişiye de doğallıkla dayanarak uzun sürer. Çoğu durumda ise, iç boşluk bu araçlarla sürekli doldurulamaz. İdeal-aç insan yapısal kusurun sürdüğünü hisseder ve bu farkındalığın sonucu olarak Tanrı'sında gerçekçi kusurlar aramaya - ki kaçınılmaz olarak bulur- başlar. İdeal-aç kişinin bir sonraki bağlanacağı büyük figürün onu hayal kırıklığına uğratmayacağını umut ederek, yeni idealize edilebilen kendiliknesnesi arayışları sürer.
Öteki-ben kişilikler, kendiliğin görünüşünü, fikirlerini ve değerlerini onaylayarak, kendiliğin varolduğunu, gerçekliğini onaylayan kendiliknesneleriyle ilişki ihtiyacındadırlar. Bazı zamanlarda öteki-ben aç kişiler de partnerlerden her birinin öbürünün hislerini kendisi tarafından yaşanıyormuş gibi hissettiği süreli arkadaşlıklar yaşayabilirler. 'Eğer sen kederlenirsen, o ağlar; eğer sen uyanırsan, o uyuyamaz; böylece kalbindeki her yastan seninle beraber bir parça taşır' (Shakespeare, The Passionate Pilgrim). Ama yine, çoğu örnekte, iç boşluk ikizlik ilişkisiyle sürekli olarak doldurulamaz. Öteki-ben aç kişi ötekinin kendisi olmadığı keşfeder ve bu keşfin sonucu olarak, ötekine yabancılaşmış hisseder. Bunun için bu ilişkilerin çoğunun özelliği kısa ömürlü olmalarıdır. Ayna-aç ve ideal-aç kişiler gibi, öteki-ben aç kişiler de yorulmadan birbiri ardına değişiklik yapma eğilimindedirler.
Narsissistik alanda bu tanımlanan üç kişilik tipine günlük hayatta sıkça rastlanılır ve genelde, psikopatolojinin formları olarak değil de, değerleri ve kusurlarıyla normal insan kişiliğinin çeşitleri olarak görülürler. Deneyimden uzak terimlerle ifade edilirse, bu bireylerin tipik duruşu ve davranışları gereksinimin yoğunluğundan değil, fakat kendiliklerindeki sınırları belli olan zayıflığı kapatma çabasında ilerledikleri belirli yöndür. Bu bireylerin karakteristik duruşunu oluşturan kendilik kusurunun boyutu değil, yeridir. Aşağıdaki satırlardaki iki tip ise, bunun aksine, kendilik kusurunun yerinden çok boyutuyla karakterize edilir. Genelde, patolojik narsisizmin spektrumunda yer almaları gerekir.
Birleşme-aç kişilikler yapı ihtiyaçlarını canlandırarak, kendiliknesnelerini kontrol etme gereksinimleri ile bizi etkilerler. Burada, daha önce tarif edilen tiplerin tersine, resme hakim olan birleşme ihtiyacıdır. Belirli bir birleşme tipi, yine de - aynalayan ya da idealize edilmiş kendiliknesnesi veya öteki-benle de olsa- bireyin davranışını belirlemede daha az önemlidir. Bu bireylerin kendilikleri ciddi olarak kusurlu veya zayıflamış olduğu için, kendilik yapısı yerine kendiliknesnesine ihtiyaç duyarlar. Görünen kişilik özellikleri ve davranışları, kendisi ve ötekilerin arasındaki sınırların geçirgenliğinin kendi düşüncelerini, arzularını ve niyetlerini kendiliknesnesininkilerden ayırabilme yetisini bozması gerçeği tarafından belirlenmektedir. Ötekini kendileri gibi yaşadıkları için, ötekinin bağımsızlığına tahammül edemezler: Ötekinden ayrılışlara çok hassastırlar ve hatta sorgusuz sualsiz öyle olacağını umarak, kendiliknesnesinin sürekli varlığını isterler.
Temastan kaçınan kişilikler birleşme-aç kişilerin tersidir. Görünen nedenlerle dikkati en az çekseler de, narsissistik karakter tiplerinin en sık rastlanılanıdırlar. Bu bireyler başkalarına ilgisiz oldukları için değil, tersine onlara ihtiyaçları çok yoğun düzeyde olduğu için sosyal temastan kaçınırlar ve yalnız kalırlar. Gereksinimlerinin yoğunluğu sadece reddedilmeye karşı acılı olarak farkında oldukları büyük bir duyarlılığa değil ama aynı zamanda, derin ve bilinçsiz düzeylerde, çekirdek kendiliğin kalıntılarının arzulanmış olan, bütünü saran birleşme tarafından yutulup yıkılacağı korkusuna da sebep olur.
6. NARSİSİSTİK DAVRANIŞ VE KİŞİLİK BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ
Derinlik-psikolojisinin esas terapötik amacı, ne kadar iyi niyetle uygulanırsa uygulansın, belirtilerin ikna veya eğitimle bastırılması değil, merkezi rahatsızlığın kapsamlı düzelmesi ya da tedavi edilmesidir. Narsissistik davranış ve kişilik bozukluklarındaki merkezi patoloji kusurlu veya zayıflamış kendilik durumu olduğuna göre, terapinin amacı bu yapının onarılmasıdır. Dıştan bir soruşturmaya göre, bir taraftan narsissistik davranış bozukluğunu, diğer taraftan narsissistik kişilik bozukluğunu karakterize eden belirti kümeleri ve kişilik özelliklerinin tamamen farklı olduğu doğrudur: Birinci grubun kendini öne çıkarıcı söylemleri çok güçlü görünür, ikincininkiler o kadar güçlü görünmez. Ama derinlik-psikolojisi araştırması iki bozukluğun da psikopatolojik temelinin özünde aynı olduğunu ortaya koyar, bu da kendilik hastalığıdır.
Bir terapist kendilik patolojisi olan hastalardan narsissistik davranış bozukluğu olanları, açıkça narsissistik söylemde bulunanları, ve davranışları fazlaca kendini gösterici şekilde olanları, isteklerini azaltmaya ve yetişkin hayatın dayattığı sınırlara çekilmeye ikna etmek için bastırabilir. .Ama bunu yapmak sanki yapısal bir nevrozdan çeken bir hastayı fobisinden, histerik felcinden, zorlantılı ayinlerinden vazgeçmeye ikna etmek gibi olur. Bu hastaların aşırı ifade edilmiş narsissistik talepleri ve açıkça ifade edilen aşırı kendini göstermeleri karakterolojik anlamda içe işlemiş semptomlardır- yaşamın erken döneminde uysallaştırılmamış arkaik bir narsisizmin tezahürleri olup, şimdi gecikmiş olarak uysallaştırılmaları gereken olgular değildirler. Aksine, bu hastaların rahatsızlıklarının özü, onların çocukluk narsizmlerine ulaşımın engellenmiş olmasıdır. Temasta olmayı, kabul etmeyi, ifade etmeyi öğrenmeleri gereken çocukluktaki doyurulmamış narsissistik gereksinimler, utanç ve incinebilirlik duvarıyla korunmuş olarak, haykıran iddiacılıklarının altında derine gömülmüş olarak yatarlar. Eğer, terapötik olgunluk veya gerçek-ahlak temeline dayanarak terapist hastanın görünen narsissizmini sansürlemeye odaklanırsa, bastırılmış narsissistik gereksinimleri daha derin bastırmalara iter - ya da psişede yanıtlanmamış özerk kendiliği taşıyan bölümü özerklikten yoksun gürültülü iddialı bölümden ayırarak kişilikteki yarığın derinliğini arttırır - ve narsissistik aktarımın kendini ifade ederecek düzeyde olgunlaşmasını bloke eder. Hastanın açık narsissistik talepleri ister sessiz ve süregelen baskıyla, ya da ister incitici narsissistik öfke nöbetleriyle, veya bu iki uç arasında yatan duygusal araçlarla ifade edilmiş olsun, bu değerlendirmeler geçerlidir. Hepimiz bize tekrar tekrar asılarak, kendilerinin başarılı performanslarıyla ilgili lehte yorumlarımızı tekrarlattırarak bizi sıkan insanlar tanırız. Ve hepimiz yaşamı boyunca bir bencil talepkar öfke nöbetinden diğerine geçen, talepleri için seçtiklerinin hak ve duygularını unutmuş gibi görünen başkalarını da tanımışızdır. Eğer analist bu talepleri gerçeklik ve duygusal olgunlukla teşvik ederse, veya daha da kötüsü, onları ayıp olarak yorumlayıp uysallaştırılması gereken doyurulamaz oral dürtü veya etkisizleştirilmesi gereken yıkıcılık ve saldırganlık gibi yanıt verirse, o zaman, daha önce söylediğimiz gibi, narsissistik aktarımın gelişimi bloke edilmiş olur. Ama eğer içindeki aynalanmamış çocuğun umutsuz gereksinimi yatıştırılmamış kaldığı için ortalama dışsal yanıtların elde edilebilirliğine rağmen övgü talep eden hastaya iltifat için "olta atmaya" devam etmesi gerektiğini gösterebilirse, ve öfkelenen hastaya, öfkesinin altında yatan çaresizlik ve umutsuzluğu gösterebilirse, ve de öfkesinin, taleplerini etkin olarak ortaya koyamıyor olması durumunun doğrudan sonucu olduğunu gösterebilirse, o zaman hasta kendi kendisine daha empatik olur ve eski gereksinimler yavaşça daha açık görünmeye başlarlar. Ve sonunda bastırmalar terk edildiğinde - veya inkarla ayrık tutulan yarıkla köprü kurulduğunda- ve çocukluğun narsissistik talepleri ilk utangaç belirmelerine başladığında tehlike, şimdi uçlara kaymaları değil, ama ilk terslikte veya empatik olmayan yanıtta gizlenecek olmalarıdır. Deneyim bize öğretir, Terapistin asıl çabasının eski gereksinimleri harekete geçirmek görevine yoğunlaşmak olduğunu deneyim bize öğretir. Eğer bunu başarırsa, o zaman bu gereksinimler yavaş yavaş - ve kendiliğinden - normal kendini gösterme ve ideallere normal adanmaya dönüşür.
Daha önce sözü edilen sonuçlar kendilik patolojisi olan bireyler, narsissistik kişilik bozukluğu olanlar, açıkça utangaç olanlar, ama bilinçli ve bilinçöncesi düşlemleri - 'Walter Mitty'nin Gizli Hayatı'- büyüklenmeci olanlar için de geçerlidir. Eğer terapist hastanın çekingenliği, utangaçlığı ve sosyal yalıtımının arkaik yanılsamalarının sürmesine bağlı olduğuna inanıyorsa, özellikle uysallaştırılmamış çocukluk ihtişamının sürmesi büyüklenmeci düşlemler halindeyse, o zaman eğitimsel ve ahlaki baskının uygulanmasıyla hastayı bu düşlemleri terk etmeye ikna girişiminde haklı çıktığını hissedecektir. Ama hastanın ne düşlemleri, ne de sosyal yalıtımı hastalığının sebebi değildir. Aksine, onlar, hastanın zayıf şekilde kurulmuş kendiliğini, beraberce, tersliklere ve alaya tehlikeli biçimde maruz kalmasının diye koruyan bir psikolojik birim oluştururlar. Eğer terapist analitik olmaktan ziyade eğitimselse, eğer yaklaşımını, hastayı düşlemlediği ihtişamı bırakmaya ikna etmeye çabalamakla kısıtlarsa, hastanın kusurlu kendiliği ile terapistin hastanın narsissistik gereksinimlerinin umutlanan empati yanıtlayıcısı olması arasındaki mesafe artacak ve birdenbire ortaya çıkan hassasiyet ve şüphe duvarındaki ilk kayda değer kırıkta, narsissistik aktarımın kurulması duraklayacaktır. Eğer, yine de, terapist sansürsüz olarak büyüklenmeci düşlemlerin ve sosyal yalıtımın koruyucu işlevini açıklayabilirse ve hastanın çözülme kaygısı ve zayıf kurulmuş kendiliğiyle ilgili utancıyla hassas ayarda olduğunu ispatlayabilirse, o zaman birdenbire ortaya çıkan eski narsissistik gereksinimlerin aktarımının harekete geçmesine müdahale etmiş olmayacaktır. Çözülme korkuları ve utanca rağmen, hasta, başta tedbirli olarak, sonraları artarak daha açık, tümgüçlü bir çevre için kendiliknesnesinin çocukluk ihtişamını sevinçle kabulünü tekrar yaşayacaktır - bunlar erken çocuklukta karşılanmamış sağlıklı gereksinimlerdir. Ve tekrar, narsissistik davranış bozukluğunda olduğu gibi, tekrar canlanmış gereksinimler yavaş yavaş - ve kendiliğinden- normal kendini gösterme ve ideallere normal adanmaya dönüşür.
Sözü edilen terapötik ilkeler ve onlarla bağıntılı terapötik stratejiler analiz edilebilir kendilik bozukluklarının merkezi psikopatolojisinin anlaşılmasına bağlıdır ve terapinin amacı merkezi psikopatolojinin düzeltilmesi ve tedavi edilmesidir. Analiz edilebilir bozuklukların iki ana tipinin psikopatolojisi de eş olduğuna göre, farklı semptomolojiye rağmen - narsissistik davranış bozukluklarında gürültülü talepler ve sosyal alanda yoğun eylem; narsissistik kişilik bozukluğunda utanç ve sosyal yalıtılma - tedavi süreci de özünde aynıdır. Ve tabii ki, aynı şey tedavi sonunda elde edilen bütünsel sonucun tabiatı için de geçerlidir: Tedavi, hem hastanın kendine güvenle tutulan hırslarını taşıyan kutup, hem hastanın idealize edilmiş amaçlarını taşıyan kutupta daha önceden zayıf olan kendiliğin sağlamlaşmasıdır. Sadece şimdi eklemek gerekir ki, ister narsissistik davranış bozukluğundan, ister narsissistik kişilik bozukluğundan muzdarip olsun hastanın tekrar canlanmış kendine güveni ve amaçları için hevesi, çekirdek hırsları ve idealleri arasında kurulmuş enerjik alanda yeralan eylem-dengeli programın peşinden gitmeyi ve doyurucu ve yaratıcı-üretici hayata ulaşmasını hasta için sonunda mümkün kılar.
Kendilik psikolojisinin terapötik ortama uygulanmasından türeyen önceki bazı klinik derslerle ilgili sözlerle, kendilik psikolojisiyle ilgili taramanın sonu geldi. Eğer şimdi özünde önceki araştırmaların sonuçlarını özetleyen bir deneme özeti girişiminde olsak bir işe yaramayacağı için, sonuç ifademizi sunumumuzun kısalığını bir kere daha vurgulamakla kısıtlayacak olmamız, bitmiş bir düşünce sisteminin taslağını sunduğumuza kanaat getirdiğimiz anlamına gelmez. Biz sadece psikanalizdeki yeni gelişimin şu anki durumunu kısaca tarif etmeyi denedik - bu hiçbir şekilde sonuna gelmiş değil, aksine çıkış momentumunu halen devam ettiryor görünen bir gelişimdir. Böylelikle, geçen sayfalar psikanalitik kendilik psikolojisinin şimdiki durumunun araştırması olarak kabul edilmelidir - bu henüz tam olarak keşfedilmemiş psikolojik bir alanın bundan sonraki araştırmasının planlanmasında bize eşlik edecek bir taramadır.
Kaynaklar:
ABRAHAM, K. (1921). Contributions to the theory of anal character. In Selected Papers. London: Hogarth
Press, 1927.
ABRAHAM, K. (1924). The influence of oral erotism on character formation. In Selected Papers. London:
Hogarth Press, 1927.
ABRAHAM, K. (1925). Character-formation on the genital level of the libido. In Selected Papers. London:
Hogarth Press, 1927.
FREUD, S. (1908). Character and anal erotism. S.E. 9.
FREUD, S. (1910). A special type of choice of object made by men. S.E.11
FREUD, S. (1916). Some character-types met with in psychoanalytic work. S.E. 14.
FREUD, S. (1931). Libidinal Types. S.E. 21.
JANIK, A. & TOULMIN, S. (1973). Wittgenstein's Vienna. New York: Simon & Schuster.
KOHUT, H. (1971). The Analysis of the Self. New York: Int. Universities Press.
KOHUT, H. (1972). Thoughts on narcissism and narcissistic rage. Psychoanalytic Study Child 27.
KOHUT, H. (1977). The Restoration of the Self. New York: Int. Universities Press.
SCHAFER, R. (1973). Concepts of self and identity and the experience of separation-individuation in
adolescence. Psychoanalytic Q. 42, 42-59.
WOLF, E. S. (1976). Ambience and abstinence. Ann. Psychoanal. 4.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder