Psikanalitik Psikoterapi
Tanımlar
ve güçlükler
Psikanaliz ve psikanalitik kuramdan esinlenen psikanalitik
psikoterapi uygulamaları çoğu zaman birbirine karıştırılmakta ve bir terim
diğerinin yerine kullanılabilmektedir. Ruhsal hastalıkların ruhsal yollardan
tedavisi anlamında psikoterapi terimi psikiyatri literatürüne 1872’de
girmiştir. Freud psikanaliz terimini ilk kez 1896’da literatüre sokmuş ve
1918’e kadar psikanaliz ve psikoterapi terimlerini eşanlamlı olarak
kullanmıştır.Psikanalitik süreci hızlandırmak amacıyla psikanalistin daha etkin
bir rol üstlenmesini savunan Otto Rank ve Sandor Ferenczi ile ortaya çıkan
görüş ayrılıklarının Freud’un psikoterapi terimini terk etmesinde etkili olduğu
düşünülmektedir (10). Freud’un ölümünden sonra da geleneksel kür dışındaki tüm
psikoterapi uygulamaları psikanaliz öncesi dönemin telkin yöntemiyle eş tutulup
mahkum edilmiştir. Ancak İkinci dünya savaşından sonra Avrupa ülkelerinde
gerçekleştirilen sosyal güvenlik uygulamalarının sonucu olarak psikiyatrik
tedavilerin sosyal güvenlik kurumlarınca üstlenilmesine paralel olarak,
kurumlarda tedavi gören hastalarla çalışan uzmanların bir bölümü kişisel
analizlerini tamamladıktan sonra psikanaliz eğitimine girmemiş ve kurumlarda
uygulanabilecek bir psikoterapi biçimi olarak psikanalitik psikoterapiyi
geliştirmişlerdir. Böylece, Freud’un, sayılarının yetersizliği nedeniyle psikanalistlerin
ulaşamadığı kitlelere yönelik bir “halk psikoterapisi” oluşturmak üzere
“analizin saf altınına hatırı sayılır bir miktarda bakır karıştırma” hayali
gerçekleşmiştir (6). Söz konusu uygulamalarla sınırları belirsizleşen
psikanaliz/psikanalitik psikoterapi ilişkisi, psikoterapinin üç farklı düzlemde
tanımlanmasıyla açıklık kazanabilir (13):
A) Geniş anlamda, ruhsal araçları ve özellikle de terapist ile
hasta arasındaki ilişkiyi kullanarak ruhsal ve bedensel hastalıkları tedavi
eden her yöntem: hipnoz, telkin, ruhsal terbiye, ikna v.b.; bu anlamda
psikanaliz bir psikoterapi biçimidir.
B) Daha dar bir anlamda psikanaliz birçok nedenle öteki
psikoterapi biçimlerinden ayrılır ve bu nedenlerin başlıcaları şunlardır:
bilinçdışı çatışmanın yorumlanmasının temel işlevi, aktarımın çözümüne yönelik
aktarım analizi.
C) “Psikanalitik psikoterapi”teriminden, dar anlamda bir
psikanalitik kür koşullarını karşılamaksızın, psikanalizin kuramsal ve kılgısal
ilkelerine dayanan bir psikoterapi biçimi anlaşılır.
Dar anlamda psikanalitik kür koşulları, psikanalitik çalışmayı
mümkün kılan ve psikanalizi diğer tüm psikoterapi türlerinden farklı kılan
“terapötik çerçeve” yi oluşturur(4,5,1). Terapötik çerçeve kısaca şu başlıklar
altında özetlenebilir:
•
Zaman: Psikanalitik kür “seans” adı verilen, süresi sabit zaman
dilimleri içinde uygulanır. Bu süre farklı psikanalitik geleneklere göre 45
veya 50 dakikadır. Seanslar yine sabit bir sıklıkla tekrarlanır. Freud’un
uygulamalarında haftada 6 seans olarak gerçekleşen bu sıklık günümüzdeki farklı
psikanaliz geleneklerinde 5 veya 4, kimi zaman da 3 seans olarak
uygulanmaktadır.
• Divan: Analizan divana uzanır, analistin yüzünü görmez ve yalnızca konuşur. Geliş ve gidişlerdeki el sıkışma dışında analistle analizan arasında bedensel temas yoktur.
• Tarafsızlık: Analist her anlamda tarafsız bir tutum sergiler. Öncelikle analizanın aktarımı karşısında tarafsızdır; doyuma hiçbir şekilde izin vermez. Analizanın ahlaki, toplumsal ve dini değerleri karşısında tarafsızdır; yargılamaz, onaylamaz, öğüt vermez. Analizanın söylemi karşısında tarafsızdır, görüş bildirmez. Analizanın yakınlarıyla görüşmez.
• Ücret: Analizan her seans için önceden belirlenmiş bir ücret öder.
• Divan: Analizan divana uzanır, analistin yüzünü görmez ve yalnızca konuşur. Geliş ve gidişlerdeki el sıkışma dışında analistle analizan arasında bedensel temas yoktur.
• Tarafsızlık: Analist her anlamda tarafsız bir tutum sergiler. Öncelikle analizanın aktarımı karşısında tarafsızdır; doyuma hiçbir şekilde izin vermez. Analizanın ahlaki, toplumsal ve dini değerleri karşısında tarafsızdır; yargılamaz, onaylamaz, öğüt vermez. Analizanın söylemi karşısında tarafsızdır, görüş bildirmez. Analizanın yakınlarıyla görüşmez.
• Ücret: Analizan her seans için önceden belirlenmiş bir ücret öder.
Psikanaliz ile psikanalitik psikoterapi arasındaki sınırın
terapötik çerçeve ile net bir biçimde çizilmesinden sonra bu sınırın, hastanın
çocuk olduğu durumlarda da korunup korunamayacağı tartışmaya açıktır.
Terapötik çerçevenin ilk koşulu olan zaman etkenini çocuk
hastaya uygulamak söz konusu olduğunda temel bir farklılık ön plana çıkmakta ve
analist ile analizan arasına üçüncü bir mercii olarak ebeveyn girmektedir.Çocuk
analizanın zaman koşulunu yerine getirmesi ebeveynine tabiidir. Aslında burada
zaman koşulundan da daha önemli bir etken olarak talep ön plana çıkmaktadır.
Yetişkinin psikanaliste baş vurusunu kendi talebi yönlendirir. Başka bir
deyişle yetişkin, arzusunun temelinde çok farklı dinamikler yatıyor olsa da,
değişim talebiyle analistin kapısını çalar. Oysa çocukta böyle bir durum söz
konusu değildir. Her ne kadar çocuk, semptom olarak değerlendirilen
tutumlarıyla ebeveyni yardım almaya yönlendiriyorsa da, talebin görünürdeki
kaynağı ebeveyndir ve analist, en azından başlangıçta, kendisinden (rahat
bırakılmak dışında) açıkca hiçbir şey istemeyen bir çocukla karşı karşıyadır.
Anna Freud’u, çocuğu yetişkinde olduğu şekliyle analizden geçirmenin imkansız
olduğu düşüncesine yönelten etkenlerden en önemlisi çocuktaki bu motivasyon
eksikliğidir (7).
Terapötik çerçevenin ikinci koşulu olan divan ve ona bağlı
ilişki biçiminin çocuklara uygulanması mümkün değildir. Ergenler dışındaki yaş
gruplarının divana yatırılmasının uygun olup olmaması bir yana, özellikle okul
öncesi dönem çocuklarının hareketliliğini sınırlamak son derece zordur. Kaldı
ki divanın ayrılmaz parçası olan serbest çağrışım ve bunun sözlü ifadesi
gerçekleşmediği sürece çocuğun divana yatmasının başka bir yere yatmasından
farkı yoktur. Öte yandan, bilinç/bilinçdışı sınırlarının geçirgenliği nedeniyle
küçük çocukların söylemi serbest çağrışımı andırırsa da, soyut düşünme
yetisinin gelişmemiş olması yanında sözlü ifadenin kısıtlı olması nedeniyle
söylemin yetişkin malzemesi gibi yorumlanması pek mümkün görünmemektedir. Buna
karşılık, çocuk psikanalizinin çok erken dönemlerinden itibaren, çocuğunun
oyununun yetişkinin serbest çağrışımının yerini tutabileceği öne sürülmüştür.
H. Hug-Helmuth’un ilk kez ortaya attığı bu düşünce Melanie Klein tarafından
benimsenip geliştirilmiştir. Ancak her ne kadar belirli bir sembolizm taşısa da
oyun davranışsal bir ifade biçimidir ve divan düzeneğinin gerektirdiği hareket
kısıtlaması koşuluna uygun değildir. Öte yandan özellikle küçük çocuklarla
çalışırken bedensel teması engellemek de her zaman mümkün olmayabilir.
Terapötik çerçevenin üçüncü koşulu olan tarafsızlık, çocuk
psikanalizinde gerçekleştirilmesi en zor koşullardandır. Melanie Klein da dahil
olmak üzere, çocukla çalışan ilk psikanalistlerinin hemen hemen tümünün
başlangıçta psikanalizi eğitim ile birlikte düşünmelerinde bu zorluğun payı
vardır. Daha sonraki yıllarda, eğitsel tutumların analizde yeri olmadığı
düşüncesini ağır basmasıyla birlikte tarafsızlık ilkesine biraz daha
yaklaşılmıştır. Ancak çocuk psikanalizindeki tarafsızlık ilkesi, nesnel
gerçekliğin analitik süreçteki payı ( gerçek ebeveynin varlığı, çocuğun
analitik durumdaki yeri) nedeniyle yetişkin analizindekinden daha esnek olmak
durumundadır.Örneğin yetişkin analizinde geçerli olan, hastanın yakınlarıyla
görüşmeme ilkesinin çocuk psikanalizine harfiyen uygulanması tedavi sürecinin
sürekliliğini tehlikeye sokabilir.
Dördüncü koşul olan ücretin uygulanabilirliği de zaman koşulunda
olduğu gibi ebevyn ile ilintilidir. Yetişkin psikanalizinde, analistle analizan
arasındaki karmaşık aktarım-karşı aktarım düzeneğinin işleyişinde önemli bir
işleve sahip olan ücret koşulu çocuk psikanalizinde bu işlevini büyük ölçüde
yitirir. Bu farkı göz önüne Françoise Dolto, çocuğun kendi bulup getireceği,
maddi değeri olmayan bir nesne ( kendi yaptığı resim, kullanılmış metro bileti,
v.b.) ile ödeme yapmasına dayanan “sembolik ödeme” uygulamasını önermiştir (2).
Yetişkinde, psikanaliz ile psikanalitik psikoterapi arasındaki
sınırın çizilmesine yardımcı olan terapötik çerçeveyi yetişkinde olduğu haliyle
çocuğa uygulamak mümkün görünmemektedir. Çocukta yetişkin psikanalizine uygun
bir analiz uygulanabileceğine inanmayan Anna Freud ve izleyicileri gözlem ve
eğitime ağılık vererek psikanalitik psikoterapi kavramına yaklaşırken, Melanie
Klein ve izleyicileri bunun tersini öne sürerek çocuk psikanalizinin
özgünlüğünü savunmuşlardır. Bu durumda iki tedavi uygulaması arasındaki
ayırımın nasıl yapılacağı sorusunun yanı sıra, çerçevenin bu denli belirsiz
oluşunun yaratacağı sakınca ve tehlikelere (eğitici tutumlar, karşılıklı baştan
çıkarma, ebeveyni reddetme ya da tersine işbirliğine girme tutumları v.b.)
nasıl karşı konulacağı sorusu da gündeme gelmektedir.
Winnicott psikanaliz/psikoterapi ayırımına girmeyerek uygulamayı
yapan kişinin mesleki eğitimini ön plana çıkarır; belirleyici olan terapistin
psikanalitik formasyona sahip olup olmadığıdır (16). Geissman da psikanalitik
çocuk psikoterapisi ile çocuk psikanalizi arasında “asemptotik” olarak
nitelediği bir ilişki öngörür; tanım itibarı ile böyle bir duruma ulaşılmasının
imkansız olmasına rağmen “ideal bir psikanaliz”e doğru ilerlenir. Freud’un,
psikanalizin saf altını ile psikoterapinin bakırı benzetmesini hatırlatarak,
terapinin derinliği, seansların sayısı gibi parametrelerin yanında, bir
tedavide hangi “miktarda” psikanaliz bulunduğunu terapistin niteliklerinin
belirlediğini belirtir (12).
Çocuk psikanalizi/psikanalitik çocuk psikoterapisi sorunsalında
aradaki fark yerine uygulamayı yapan terapistin kimliğinin ön plana çıkarılması
sınırları belirsiz bir ikiliğe düşülmesini önlediği gibi, çerçevenin
belirsizliğinin yaratacağı sakınca ve tehlikelere karşı da bir güvence
oluşturur. Şöyle ki, yetişkin psikanalizini uygulayan kişinin psikanalitik
formasyondan geçmiş olması veri kabul edildiğinden terapötik çerçeve daha çok
dışsal koşulları konu alır. Oysa çocuk psikanalizinde dışsal çerçevenin
sağlanmasındaki güçlük içsel çerçeveyi ön plana çıkarmaktadır. İçsel çerçeve
hasta konumundaki çocuktan beklenemeyecek, ancak terapist konumundaki
yetişkinin sağlayabileceği bir ortamdır. Başka bir deyişle çocukla yapılacak
çalışmanın ( okulun, ebeveynin ya da diğer çevresel unsurların taleplerini
karşılamak yerine) tedavi edici olmasını sağlayacak olan ortamı sağlamak
terapist konumundaki kişiye düşer. Bu işlev gerek çocuk, gerekse ebeveyn ile
oluşacak son derece karmaşık aktarım/karşı aktarım işleyişlerini çekip çevirecek
donanım ve deneyimi gerektirir. Psikanalitik formasyon ya da en azından kişisel
analiz ve düzenli süpervizyon bu tür bir donanım ve deneyime sahip olmayı
sağlayan en temel unsurlardır.
İlk
görüşme: talep, semptomun anlamı ve psikopatolojik değerlendirme
Her psikoterapi yöntemi gibi, belirli bir tekniği haiz olmasına
karşılık, psikanalitik çocuk psikoterapisi bir teknik değildir; başka bir
deyişle her bir olguya aynı şekilde uygulanacak teknik bir öğreti söz konusu
değildir. Bu nedenle de psikanalitik psikoterapinin ilk evresi olgunun, gerek
biricik, gerekse çocuk olmasından kaynaklanan özgünlüğü içinde
değerlendirilmesinden geçer.
Genel tıp alanında hasta ile hekimin karşılaşması hastanın
talebi üzerine gerçekleşir. Talep, hastalık adı verilen sürecin bozduğu
dengelerin mümkünse tekrar eski haline getirilmesi, iyilik halinin sağlanması,
başka bir deyişle sağlığa kavuşma talebidir. Ancak sağlık kavramının ne denli
öznel tanımlar yüklenebileceği, iyiyleşme talebinin taşıyısı olan “şikayet”in
olası hedeflerinin çeşitliliğiyle ortaya çıkmaktadır. Hasta, ağrı, sızı veya şu
ya da bu organının işleyisinden şikayetçi olabildiği gibi, bedeninin morfolojik
özelliklerinden hatta biyolojik cinsiyetinden dahi şikayetçi olabilmektedir.
Dolayısıyla hastanın şikayeti her zaman tıbbi bir patolojiye delalet etmediği
gibi, hastanın şikayeti ile talebi arasında da bire bir, doğrusal bir ilişki
bulunmamaktadır.
Hasta hekim karşılaşmasının hastanın talebi üzerine
gerçekleştiği alanlarda dahi bu denli karmaşık ve öznel olan talep-şikayet
ilişkisi, söz konusu karşılaşmanın hasta konumundaki kişinin değil de üçüncü
kişi veya kişilerin talebi üzerinde gerçekleşmesi durumunda daha da anlaşılmaz
bir boyut kazanabilir.Bu durumda hekimin genel tıp eğitiminde edindiğinden
farklı bir dinleme ve değerlendirme alışkanlığına sahip olması gerekebilir.
Çocuk hastalıkları ve ruh hastalıkları, şikayetin hasta tarafından değil de
başkaları tarafından dile getirilebildiği istisnai uzmanlık alanlarıdır.
Çocuklarında bir şeylerin yolunda gitmediğine inanan anne baba çocuğun
şikayetçi olmasını beklemeden bir çocuk hastalıkları uzmanına baş vurabilir.
Benzer şekilde, eş, aile bireyleri ya da adli merciler ruhsal bir hastalığı
olmasından şüphelendikleri bir yetişkini, kendi talep etmese de hatta karşı koysa
da bir ruh hastalıkları uzmanının karşısına çıkarabilirler. Çocuk ruh
hastalıkları ise, anne baba vesayetindeki çocukları konu alması açısından çocuk
hastalıklarıyla ve ruhsal yapının hastalıklarını konu alması açısından ruh
hastalıklarıyla benzerlik gösterir. Bu durum da, çocuğun tıbbın diğer
dallarında olduğu gibi kendi talebini dile getiren tek başına bir hasta gibi
değil, ebeveyni tarafından anlatılan ve onlarla ilişki içinde olan biri olarak
değerlendirilmesi ve gerekiyorsa tedavi edilmesi gerekliliğini doğurur. Genelde
tıbbın hastalığı organlar düzeyindeki bir bozukluk, hasta bireyi de
organlarının toplamı olarak ele alan anatomo-patolojik modeli böyle bir
değerlendirmeye imkan vermez. Yukarıda da sözü edilen farklı dinleme ve
değerlendirme deneyimi, hasta bireyi organlarının toplamından öte, ötekiyle
ilişki içinde, arzu eden bir özne olarak ele alan ve ruhsal mekanizmaların
kendine özgü işleyişine odaklanan psikopatolojik model ile mümkündür.
Anatomo-patolojik ve psikopatolojik modellere göre görüşme,
değerlendirme ve tedaviye karar verme yolları birbirinden hayli farklıdır.
Çocuk hekimi, anne babanın çocuk ile ilgili şikayetini doğrudan
çocuğa ait bir semptom olarak ele alır, fizik muayene ve laboratuar
incelemelerinin sonuçlarıyla bu semptomu nesnelleştirmeye çalışır ve bir
hastalık tablosuna oturtur. Bu süreç içinde ebeveynin söylemi hekim için çocuğa
ilişkin bir bilgi kaynağından başka birşey değildir. Ebeveynin, semptomun
ortaya çıkışına ilişkin etyolojik hipotezleri, kurdukları neden-sonuç ilişkileri
bilimsel nitelikte olmadıkları için dikkate alınmaz. Ebeveynin çocuğa ilişkin
şikayetinin hiçbir biçimde nesnelleştirilemediği ve muayene ve laboratuar
bulgularıyla desteklenmediği, dolayısıyla da bilinen bir hastalık tablosuna
uymadığı durumlarda, ortada “psikolojik” bir sorun olduğu sonucuna varılması
mümkündür.
Ebeveynin çocuklarıyla ilgili şikayetleri kendilerini çocuk
psikiyatrisi uzmanın karşısına çıkardığında durum biraz daha farklıdır.
Öncelikle, başvuru şikayetleri, çocuk hekimliğindekinden farklı olarak
çoğunlukla, davranış ve akademik başarı gibi nesnelleştirilmesi veya laboratuar
bulgularıyla desteklenmesi güç alanları ilgilendirir. Ancak daha da önemlisi,
ebeveynin çocuktan beklentileri ve çocuğa yönelik yansıtmaları kimi zaman
gerçek çocuğu görmelerini engelleyebilir. Başka bir deyişle ebeveyn ile çocuk
arasındaki ilişki biyolojik ve genetik olmakla kalmayıp, ruhsal alanı da
kapsar; çocuk ebeveynin sadece biyolojik uzantısı değil aynı zamanda ruhsal
yapısının da uzantısıdır. Çocuk anne babanın bilinçdışı senaryolarında
kendisine verilen rolü oynamakla yükümlüdür. Bu senaryolar ebeveynin narsistik
ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olabileceği gibi, bir kaybın inkarına ya da
doğrudan ebeveynin ödipal arzularının doyurulmasına hizmet edebilir. Sonuç
olarak ebeveynin söylemindeki çocuk ile çocuk psikiyatrının görüşmede
gözlemlediği çocuk birbirinden tamamen farklı olabilir.
Ebeveynin ruhsallığı ile çocuğun ruhsallığı arasındaki
sürekliliğin ve geçişliliğin en belirgin olduğu durumlar, çocuğun, ebeveynin
ruhsal patolojisiyle baş etmek üzere semptom ürettiği durumlardır. Özellikle
depresif annelerin çocuklarında gözlenen aşırı hareketlilik, annenin
depresyonuna karşı baş vurulan manik savunmaların sonucu olabilir. Ebeveyn ve
çocuğun bir bütün olarak psikopatolojik değerlendirilmesi, talebin kaynağı ve
niteliğini belirlemek yanında tedavide izlenecek tutum, başka bir deyişle kime
nasıl yardım edileceği konusunda da yol göstericidir. Çocukla psikoterapötik
bir çalışmanın öngörülmesi durumunda, çocuğun gelişim düzeyi, libido ve nesne
yatırımları, öfke ve endişe ile başa çıkmada kullandığı savunmalar gibi,
terapiden beklenen değişimi etkşleyecek olan etkenlerin belirlenmesi gerekir.
Anna Freud’un önerdiği “Metapsikolojik Profil Taslağı” böyle bir değerlendirme
için oldukça ayrıntılı bir çerçeve sunar (8).
Yöntem
ve çerçeve
Yukarıda da belirtildiği gibi, çocuğun özellikle de küçük
yaştaki çocuğun sözel ifade imkanlarının kısıtlı oluşu serbest çağrışım
yönteminin çocukta kullanılmasına imkan vermemektedir. Bu nedenle de terapist
çocuğun gelişim evrelerini ve her gelişim evresine denk düşen sözel ve sözel
olmayan ifade biçimlerini iyi tanımalıdır. Kaldı ki, kendisinin doğrudan bir
talebi olmadığı için en azından başlangıçta çocuk iletişime girmekte isteksiz olabilir.
Çocukta oyunun, yetişkindeki serbest çağrışımın yerini tuttuğu
düşüncesi çocuklarla psikanalitik psikoterapi yapılabilmesini mümkün kılan
temel çıkış noktasıdır. Oynayacağı oyunda malzeme seçimi genellikle çocuğa
bırakılır.Ancak çok karmaşık veya gerçeğin birebir kopyası olan oyuncakların
çocuğu gerçeklik dünyasının kısırlığına hapsedeceği düşünülür . Oyuncak
sayısının fazla olması da çocuğun oyunun yaratıcılığını köstekleyen bir
unsurdur. Psikoterapi yapılacak odada bulunan eşya sayısının sınırlı olmasında
yarar vardır. Genellikle çocuğun kullanabileceği boyutta masa ve sandalye,
oyuncakların yerleştirileceği dolaplar yeterlidir. Özellikle psikotik çocukları
su ve toprak gibi temel unsurlara meraklı olmaları nedeniyle odada lavabo
bulunması tercih edilir. Kimi terapistler küçük bir kum havuzunu tercih
edebilirler. Psikanalitik psikoterapide kullanılabilecek malzemeler basitçe
şöyle sıralanabilir (14):
Beyaz kağıt, kurşun kalem, kuru boya, renkli keçeli kalemler
Cetvel, silgi
Makas, ip, zamk, seloteyp
Oyun hamuru
Birkaç küçük araba, büyük olmamak kaydıyla birkaç bebek ve/veya küçük insan figürinleri
Birkaç evcilik malzemesi, biberon
En bilinenlerinden birkaç vahşi hayvan ve çiftlik hayvanı
Tahta küpler
Dört beş kukla.
Cetvel, silgi
Makas, ip, zamk, seloteyp
Oyun hamuru
Birkaç küçük araba, büyük olmamak kaydıyla birkaç bebek ve/veya küçük insan figürinleri
Birkaç evcilik malzemesi, biberon
En bilinenlerinden birkaç vahşi hayvan ve çiftlik hayvanı
Tahta küpler
Dört beş kukla.
Bunların yanında, artık ülkemizde de kolayca bulunabilen oyun
evi, küçük insan figürinleriyle birlikte sunulduğunda, çocuğun hem aile
ilişkilerini , hem de kendi iç, ruhsal mekanındaki yerleşimini yansıtabilmesi
için değerli bir araç işlevini üstlenmektedir.
Genellikle gözlemlenen, çocuğun başlangıçta bir etkinlik türü
seçip daha sonraki seanslarda da bu tercihini sürdürmesidir. Ancak seans
sırasında çocuğun etkinlik değiştirmesi ya da etkinlik içindeki ani konu
değişiklikleri de görülebilir ve bu anlar yetişkindeki çağrışım durmalarına
denk düşer. Bilinçdışı fantezilerin ya da çatışmaların ortaya çıkışına denk
düşen bu anlar terapistin müdahalesi için en verimli zamanlardır.
Terapistin yegane müdahale aracı yorumdur, ancak yorumların
hedefi ve derinliği konusundaki görüşler çeşitlidir. Çocukta başından itibaren
yetişkindeki benzer bir aktarımın geliştiğini öne süren Melanie Klein’ın
izinden gidenler çocuğun çıkardığı malzemenin bilinçdışı anlamının her fırsatta
yorumlanmasını savunurlar. Anna Freud’un yolundan gidenlerse, malzemenin
aktarımsal anlamları belirginleştikçe bilinçöncesinden bilindışına doğru
tedricen artan derinlikte yorum yapılmasından yanadırlar. Winnicott, terapistin
çocuğun çatışmasını kabul etmesinin, oyununa katılmasının ve yaptığı resimleri
yorumlamasının, çatışmanın bilindışı anlamının ortaya çıkmasını sağlamasa da,
çocuğun çatışmasını benliğinin içine almasına yardımcı olacağı düşüncesiyle,
malzeme üzerinden doğrudan yorum yapmaktan kaçınır (17). Ferro, yorumun,
analist ve hastadan oluşan ikilinin ilşkisinin ortak ürünü olduğunu savunarak,
“kuvvetli” ya da “doymuş” yorumların hastanın katılımını kısıtladığı, buna
karşılık “güçsüz” ya da “doymamış” yorumların hastanın katılımına açık olduğunu
vurgular (3).
Psikanalitik çocuk psikoterapisinin çerçevesinin en hassas
konularının başında gelen seansların sıklığı, çoğunlukla nesnel gerçekliğin
getirdiği kısıtlamalarla çatışma halindedir. Çocuğun anne babaya olan
bağımlılığı, gerek zamansal, gerekse ekonomik açıdan haftalık ideal seans
sayısına ulaşılmasını engellemektedir. Okul çağı çocuklarında, seanslar
nedeniyle oluşan devamsızlık hem okul, hem de ebeveyn düzeyinde sıkıntılara yol
açabilmektedir. Tüm bu güçlükler nedeniyle arzu edilenin haftada üç ya da en
azından iki seans olmasına karşılık, genellikle ebeveyne haftada bir seans
önerilmektedir.
Psikanalitik çocuk psikoterapisinin gerek çerçevesinin
oluşturulmasındaki güçlükler, gerekse uzun süreli oluşu kimi terapistleri
farklı arayışlara ve çözümlere yöneltmiştir.
Terapötik
konsültasyon
Çocuk hastalıkları uzmanlığından psikanalize ve ardından çocuk
psikanalizine yönelmesiyle kendinden önceki çocuk psikanalistlerinden hayli
farklı bir yol izleyen Winnicott, gerek kuramsal gerekse klinik alanındaki
özgün buluşlarıyla dikkati çeker. “Psikanalizin çocuk psikiyatrisine
uygulanmasını” konu aldığını belirttiği Çocuk Psikiyatrisinde Terapötik
Konsültasyon (17) adını taşıyan çalışmasında, her çocuğa analitik bir tedavi
uygulamanın imkansızlığı ve gereksizliğini vurgular. Buna karşılık ilk
görüşmedeki tüm verileri değerlendirerek birçok olgunun talebine cevap
verebildiğini ekler.
Kendi yönteminde, hasta ile kurulan ilişkinin ortodoks
psikanalizdeki göre daha esnek olduğunu belirten Winnicott, yöntemini
uygulayabilmek için psikanalitik formasyon almış olmak gerekliliğini de
eklemekten geri kalmaz. Ancak bunun yanında, kendi kimliğini yitirmeden
hastayla özdeşleşebilme yetisinin gerekliliğini vurgular.Terapist endişeli bir
şekilde hastanın çatışmalarını çözmeye çalışmak yerine onlara katlanabilmeyi,
hastada çözüm bulmalarını beklemeyi bilmelidir. Hazır çözümler öneren her tür
düşünce sisteminden uzak durma gerekliliği vardır.
Winnicott’un terapötik konsültasyonda baş vurduğu teknik, bir
tür ilişkiye girme yöntemi olarak tanımladığı “ Çiziktirme Oyunu”dur (Squiggle
Game). Winnicott oyunu çocuğa şöyle tarif etmektedir: “Gözlerimi kapatıyorum ve
kalemi kağıt üzerinde şöyle gezdiriyorum ve bu bir çiziktirme oluyor.Sen bundan
başka bir şey yapıyorsun, sonra oyun sırası sana geliyor; sen bir çiziktirme
yapıyorsun ve ben de onu dönüştürüyorum”. Çiziktirme oyununda amaç çocuğun
kendini rahatça ifade edebilmesidir.Winnicott terapötik konsültasyonda
bilinçdışının yorumlanmasının esas olmadığına dikkati çeker. Ancak görüşmenin
belirli bir aşamasında yorum kendiliğinden ortaya çıkar. Eğer yorum amacına
ulaşmıyorsa bu uygunsuz zamanda ya da uygunsuz şekilde yapıldığının işaretidir.
Yorum doğru da olsa, çocuk bunu kabul etmiyorsa terapist yorumu hatalı
yaptığını kabul etmelidir.Winnicott’a göre dogmatik bir yorum çocuğu bir seçime
zorlar: ya terapistin söylediğini propaganda olarak kabul edecek, ya da yorumla
birlikte terapisti hatta görüşme düzeneğini reddecektir.
Terapötik konsültasyon, görüşme sırasında çocuğun gelişimini
olumlu etkileyecek ilerlemeler sağladığı gibi, daha uzun süreli ve daha derin
bir psikoterapinin başlangıç noktasını da oluşturabilir.
Psikanalitik
çocuk psikoterapisi eğitimi
Gerek psikanaliz ile psikanalitik psikoterapi arasındaki,
gerekse psikanaliz ile çocuk psikanalizi sınırları belirsiz ve girift ilişkiler,
psikanalitik çocuk psikoterapisi eğitimi alanını da etkilemiştir. Psikanalizin
“öncüsü ve yoksul akrabası” (15) olarak tanımlanan çocuk psikanalizi yakın
zamana kadar ayrı eğitim gerektiren bir disiplin olarak tanınmıyordu. Günümüzde
de birçok psikanaliz derneğine göre çocuk psikanalizi eğitimi yetişkin
psikanalizi eğitimine ek bir eğitimdir. Freud’un kurduğu IPA (International
Psychoanalytic Association) çocuk psikanalisti sıfatını resmen tanıma sürecini
2001’de başlatmıştır.
Psikanaliz kurumlarının çocuk psikanalizi karşısında
sergiledikleri bu reddedici tutum çocuk psikanalizinin iki öncüsünü çok erken
bir dönemden itibaren kendi eğitim kurumlarını oluşturmaya yöneltmiştir.
Böylece Anna Freud, daha sonra Anna Freud Center adını alacak olan Hampstead
Clinic’te çocuk psikoterapisi eğitimi vermeye başlarken Melanie Klein da
Tavistock Clinic’i eğitim kurumu olarak seçmiştir. Ardında da 1949’da, günümüz
İngilteresinde çocuk psikoterapistlerini akredite eden ACP (Association of
Child Psychotherapists) kurulmuştur. Avrupa Birliğine üye diğer ülkelerdeki
psikanalitik çocuk psikoterapisi eğitimleri büyük ölçüde bu iki merkezin
geleneklerini izlemekte, ancak çocuk psikoterapisti tanımı ve tanım ölçütleri
ülkelere göre farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar karşısında Avrupa
Birliği organlarının tüm ülkelere aynı kriterleri dayatma olasılığına karşı
harekete geçen farklı ülkelerin psikoterapistleri, kendi eğitim kriterlerini
belirlemek üzere 1991’de EFPP’yi (European Federation of Psychoanalytic
Psychotherapy) kurmuşlardır. Halen onüç bin cıvarında üyesi olan EFPP, yetişkin
psikanalitik psikoterapisi, çocuk ve ergen psikanalitik psikoterapisi ve grup
psikanalitik psikoterapisi seksiyonlarından oluşmaktadır. EFPP’nin asgari dört
yıl olarak öngörülen psikanalitik çocuk ve ergen psikoterapisi eğitimi için
getirdiği ölçütler şöyle özetlenebilir (9, 11):
- bireysel psikanaliz
- asgari iki yüz saat kuramsal eğitim
- dört olgu süpervizyonu
- iki yıl bebek gözlemi
- asgari iki yüz saat kuramsal eğitim
- dört olgu süpervizyonu
- iki yıl bebek gözlemi
Avrupa ülkelerindeki psikanalitik psikoterapi kurumları EFPP’nin
ölçütlerine uygun eğitim vermeleri halinde federasyona üye olabilmekte ve
eğitimleri federasyon tarafından geçerli kılınmaktadır. EFPP’ye üye ulusal
derneklerin üyeleri, Avrupa Birliği’ne üye tüm ülkelerde geçerli olan
psikoterapist sıfatı kazanmaktadır. Ülkemizde, 2006 yılında kurulan Istanbul
Çocuk ve Ergen Psikanalitik Psikoterapi Derneği, EFPP ile işbirliği içinde
federasyon ölçütleri uyarınca psikanalitik çocuk ve ergen psikoterapisi eğitimi
vermektedir. Öte yandan 2004 yılında kurulan Istanbul Bebek Gözlem grubu
Tavistock Clinic ile ortaklaşa bebek gözlemi eğitimi vermektedir.
KAYNAKLAR
1- Bleger J (1913) Psychoanalysis of the Psychoanalytic Frame,
International Journal of Psycho-Analysis, 48, 511-519
2- Dolto F (1985) Paiement symbolique, in Séminaire de
Psychanalyse d’enfants 2, Editions du Seuil, Paris, s.107-124
3- Ferro A (1992) The Bi-Personal Field, Routledge, London New
York, 2006, s. 158
4- Freud S (1904) Freud’s Psycho-Analiytical Procedure, SE, Vol.
VII, s.247-254
5- Freud S (1913) On the Beginning of the Treatment, SE vol.
XII, 121-144
6- Freud S (1919) Lines of Advance in Psycho-Analytic Therapy,
The Standart Edition of The Complete Psycological Works of Sigmunf Freud
(S.E.), vol.XVII, Hogart Press and The Institute of Psychoanalysis, London,
s.157-168
7- Freud A (1926) The Psychoanalytical Treatment of Children,
trans. Proctor-Gregg N, Schoken Books, New York 1946, s.3-17
8- Freud A (1965) Normality and Pathology in Childhood,
International Universities Press Inc. Madison Connecticut, s.140-147
9- Frisch S (2000) Etat des formations en Europe, in L’enfant,
ses parents et le psychanalyste, Eds. Geissmann C, Houzel D, Editions Bayard,
Paris, s. 1059-1076
10- Frisch S (2002) Psychothérapie, in Dictionnaire
Internationale de la Psychanalyse, sous la direction de De Mijolla, vol.II,
Calman-Lévy, Paris, s.1344-1346
11- Frisch-Desmarez C, Frisch S (2005) Enjeux actuels de la
psychothérapie psychanalytique en Europe, Journal de la psychanalyse de
l’enfant, Les Psychothérapies, 36, s.291-331
12- Geissmann P (2000) Le travail psychothérapeutique avec les
enfants in, L’enfant, les 1- n parents et le psychanalyste, Eds. Geissmann C,
Houzel D, Editions Bayard, Paris, 93-102
13- Laplanche J, Pontalis JB (1967) Psychothérapie, in
Vocabulaire de la Psychanalyse, Presses Universitaires de France, Paris, s. 359
14- Marcelli D (2006) Enfance et Psyhopathologie, Masson, Paris,
s. 624
15- Stork J (2000) Psychanalyse de l’enfant: pionnére et parente
pauvre de la psychanalyse, in L’enfant, ses parents et le psychanalyste, Eds.
Geissmann C, Houzel D, Editions Bayard, Paris,s. 1045-1058
16-Winnicott DW (1958) Child Analysis in the Latency Period, in
The Maturational Process and the Facilitating Environment, International
Universities Press Inc. Madison Connecticut, 1966, s.115
17-Winnicott DW (1971) Therapeutic Consultations in Child
Psychiatry, Maresfield Library, London, 1996, s.1-11
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder