Öfkenizi Duyabiliyor Ve
Yönetebiliyor Musunuz ?
Öfke
hepimizin içinde var olan, mutluluk, üzüntü, heyecan gibi bir duygudur.
Duygularımızın her biri bize aittir, bize özeldir ve yargılanmamalıdır, hor
görülmemelidir. Nasıl ki beş duyu organımızla dış dünyayla iletişim kuruyorsak,
duygularımız aracılığıyla da iç dünyamızla iletişim kurarız. Duyu organlarımızı
görevlerini yaptığı için nasıl eleştirmiyorsak, aynı yaklaşımı bize iç
dünyamızın sinyallerini veren duygularımız için de sergilemeliyiz. Mutluyken kendimizi
nasıl sorgulamıyor ve eleştirmiyorsak, öfkeli olmaktan dolayı da kendimizi
suçlu hissetmemeliyiz. Ne yazık ki birçok kişi, duygularını davranış gibi
algılayarak kendisini yargılar. Çalışmalarımda sık sık işittiğim bir cümle
olmaktadır bu ve bunun benzeri cümleler: “Ben aslında iyi bir insanım,
hassas biriyim, neden böyle öfkelendim, aşırı tepki verdim bilemiyorum”.
Oysa ki, ne kadar “normal” bir durumdur öfkelenmek ve
hepimizin en doğal hakkıdır zaman zaman öfkeli birisi olmak..
Öfkemizi
yaşarken, onu nasıl anladığımız ve yorumladığımız önem taşır. Öfke bazı
şeylerin değişmesi gerektiğini işaret eder çoğu zaman..Bizi mutsuz eden,
engelleyen, kişiliğimizi gölgeleyen bir şeylere karşı isyandır içimizden kopup
gelen..Öfkenizin farkına varıp, onun dilini çözümleyebildiyseniz öfke görevini
yapmıştır, yani sizi değişimin gerektiğine dair uyarmıştır, karşılığında siz de
kendinizi, ilişkilerinizi ya da yaşamınızı tekrar gözden geçirerek gerekli
düzenlemeleri yapmaya başlayabilirsiniz. Bunun sonucunda rahatlarsınız ve
yaşamınız üzerinde kontrol sahibi olduğunuzu hissedersiniz.
Ancak, öfke kontrol edilemediğinde, abartılı yaşandığında, bir kasırga gibi
kontrolden çıkıp yıkıcı bir hal alır.
Öfke
saldırganlık hakkı anlamına gelmemeli!
Öfkelenmeyi
sizi bir şeylerin yanlışlığına ya da değişime yönlendiren alarm
sistemi olarak görmek yerine karşınızdakine zarar verme, onu yok etme hakkı
olarak görmek ilkel dürtülerinizi yeterince eğitememiş olduğunuzu gösterir.
Trafikte, iş yaşamlarında ya da eşleriyle iletişimlerinde kendini kaybedip öfke
patlaması yaşayanların dürtü kontrol mekanizmalarını zayıf olarak nitelemek
mümkündür. Bu kişiler çoğunlukla 2,5-3 yaşlarında takılı kalmıştır, çünkü
öfkelerini sağlıklı biçimde yönetmeyi öğrenememişlerdir. Aileleri ya da öğretmenleri
öfkeleriyle nasıl baş etmeleri gerektiğini ya öğretememişlerdir ya da aileleri
içinde öfkesini şiddetli biçimde sergileyen bir figür olmuştur ve onlar model
alınmıştır.
Öfkesini
başarılı bir şekilde kontrol edebilen kişilerin, öfkelendiğinde kendini
kaybeden (yumruk sallayan, eşyalar fırlatan, vb.) kişilere göre farklı olan
yönleri, genellikle, nerede durmaları gerektiğini bilmeleri, içinde
bulundukları durumu daha fazla tahriğe olanak tanımadan ne zaman terk
etmelerinin bilincine varabilmeleridir. Öfkelerine sahip çıkar ve ifade
ederler, ancak duygularının kontrolden çıkabileceğini hissettiklerinde
sakinleşmek için, ya hemen oradan uzaklaşırlar, ya farklı düşünmeye çalışırlar,
ya telkin edici cümleler tekrarlarlar ya da enerjilerini boşaltmak için bir
odada tek başlarına bağırırlar.
Öfke
yönetebilen bir duygudur
Öfke kontrol sorunu yaşayan kişilerin, bu yönlerine aşırı bağlandıklarını ve artık bir mizaç özelliği halinde kabullendiklerini görebilmek mümkündür. Sıkça “Ben böyleyim, ne yapayım, duyarsız olamıyorum, haksızlığa gelemiyorum” şeklinde cümleleri duyabilirsiniz bu kişilerden. Bu şekildeki bir kabulleniş de tabii ki bu “sinir patlamalarının” devamlılığını sağlar. Ancak, ne zaman ki, bağırıp çağırmanın, kırıp dökmenin, şiddet uygulamanın hiçbir şeyi çözmediğini, tam tersine ilişkilerini bozduğunu, kendilerini haklıyken haksız durumuna düşürdüğünü ve zayıf gösterdiğini görmeye başladıklarında, öfkelerini kontrol etmeyi öğrenmeye de bir adım yaklaşırlar.
Öfke kontrol sorunu yaşayan kişilerin, bu yönlerine aşırı bağlandıklarını ve artık bir mizaç özelliği halinde kabullendiklerini görebilmek mümkündür. Sıkça “Ben böyleyim, ne yapayım, duyarsız olamıyorum, haksızlığa gelemiyorum” şeklinde cümleleri duyabilirsiniz bu kişilerden. Bu şekildeki bir kabulleniş de tabii ki bu “sinir patlamalarının” devamlılığını sağlar. Ancak, ne zaman ki, bağırıp çağırmanın, kırıp dökmenin, şiddet uygulamanın hiçbir şeyi çözmediğini, tam tersine ilişkilerini bozduğunu, kendilerini haklıyken haksız durumuna düşürdüğünü ve zayıf gösterdiğini görmeye başladıklarında, öfkelerini kontrol etmeyi öğrenmeye de bir adım yaklaşırlar.
Önemli
bir başka nokta ise öfkeye neden olan durumların ifade yolu bulup bulmadığıdır.
Özellikle ima yoluyla iletişim kurmanın sıkça görüldüğü (“Ben
demeden o anlasın”, “Ben söylemeden benim istediğimi yapsın” gibi) bizim
toplumumuzda, buna bağlı öfke nöbetleri sıkça görülür. Oysa ki, kendi beklentilerimizi,
ihtiyaçlarımızı, arzularımızı karşımızdakilere ifade etmezsek, beynimizi
okumalarını beklersek, bunların yerine gelmesini beklemek bir “hayal” olur.
Bütün bu ifade kanalı bulamamış beklentiler ve hayal kırıklıkları da birikerek
öfkenin büyüyüp, çığ haline gelmesine neden olabilir.
Eğer
siz de öfkenizi kontrol etmekle ilgili sorunlar yaşadığınızı düşünüyorsanız,
kendi kendinize gözlem yapıp, notlar alabilir ve daha çok hangi durumun,
kimin/kimlerin, hangi ortamın öfkenizi tetiklediğini analiz edebilirsiniz. Bu
analiz yoluyla öfkenizin mesajını ya da mesajlarını keşfedebilir, değişim
sinyallerine kulak verebilirsiniz ve kişisel farkındalığınız artar. Bu aşamadan
sonra, benzeri durumlarda, kendinizi ve duygunuzu arka plana almadan, duygunuzu
isimlendirerek, öfkenizi ve nedenini karşı tarafa iletme şansınız olur.
Örneğin: “Şu anda sana çok kızgınım, çünkü…..” ya da “…….. şeklinde
davranman bana ……. hissetiriyor ve sana kızmama neden oluyor”, vb. cümleler
kurarak öfkenizi sağlıklı bir biçimde ifade edebilirsiniz.
Öfkelenmek
çok doğaldır, doğru şekilde ifade edilirse, bizim için yararlıdır da aynı
zamanda. Aksi takdirde, çevrenizle, sizi önemseyen ve sizin önemsediğiniz
insanlarla aranıza bir duvar örmekten ve iletişim
problemleri yaratmaktan öteye gidemez.
Birbirimizi
“duyabildiğimiz” günler dilerim,
Mutlu Evliliklerin Ardındaki Sır:
Eşinizle Aynı Takımın Oyuncusu Olduğunuzu Unutmayın !
Birçok kişi evliliğe adım atarken, yaşanılan romantik duyguların
da etkisiyle, “Bizim birbirimize olan duygularımız o kadar güçlü ki, biz hiçbir
sorun yaşamayacağız, her zorluğu yenebiliriz, uğraşmamıza gerek bile kalmaz”
diye düşünür. Ancak, zaman ilerledikçe, çevremizde hiçbir şeyi statik, durağan
tutamadığımız gibi, evliliklerde de her şeyi ilk günkü gibi tutabilmek oldukça
güçleşir. Hem kadın, hem de erkek cephesinde değişen ihtiyaçlar, arzular,
istekler neticesinde çatışmalar kaçınılmaz olur. Eğer bu
çatışma(lar) iyi ve etkili bir biçimde çözümlenemezse, bu durum kronik ve
sancılı bir gerilime, öfke patlamalarına neden olabilir ve bir zamanlar ideal
sıfatıyla tanımladığınız eşiniz ve evliliğiniz, yerini türlü olumsuz
tanımlamalara bırakır.
Bir terapist olarak, sorunlarını “Sen haksızsın, ben haklıyım”
tavrıyla ele almak yerine, “aynı takımın oyuncuları” gibi birlikte
ele alan ve eşit derecede emek, çaba sarfeden çiftlerin daha mutlu ve sağlıklı
evliliklere sahip olduklarını görürüm. İki taraf için de tatmin edici, mutlu ve
huzurlu bir evliliğin anahtarının, sorunlara, anlaşmazlıklara ve çatışmalara
sevgiyle ve destekleyici biçimde, bir takım arkadaşı gibi yaklaşmak olduğunu
anlatabilmek ve bunu çiftlerin hayatlarına uygulayabilmelerini sağlamak, birçok
evliliğin seyrinin olumlu anlamda değişmesine neden oluyor.
Takım
çalışması becerilerinden yoksun çiftler, para, cinsel yaşam, duygusal ve sosyal
paylaşımlar, akrabalarla ilişkiler, çocukların yetiştirilmesi, ev işleri gibi
evlilik hayatına ilişkin birçok konular üzerinde, kendilerini çoğunlukla hep
aynı tartışmaları yaparken, sürekli karşı tarafa atak yaparken bulurlar. Bu
yaklaşım ile sorunlarını çözebilmeleri tabii ki mümkün olmaz ve kendilerini bu
kısır döngüden kurtaramadıkları takdirde evliliklerinde açtıkları yara gittikçe
derinleşir.
•
Eşinizle sağlıklı iletişim kurabilmeniz,
• İstediğiniz şeyleri birbirinize açık ve net ifade edebilmeniz,
• Zararlı alışkanlıklarınızın üstesinden gelebilmeniz,
• İşe yaramayan katı tutumlarınızdan kurtulabilmeniz,
• Gerçekçi olmayan aşırı beklentileri törpüleyebilmeniz,
• İlişkinizi canlı ve yeni tutabilmenin yollarını öğrenebilmeniz
• İstediğiniz şeyleri birbirinize açık ve net ifade edebilmeniz,
• Zararlı alışkanlıklarınızın üstesinden gelebilmeniz,
• İşe yaramayan katı tutumlarınızdan kurtulabilmeniz,
• Gerçekçi olmayan aşırı beklentileri törpüleyebilmeniz,
• İlişkinizi canlı ve yeni tutabilmenin yollarını öğrenebilmeniz
sayesinde,
yani ilişki becerileri uygulayarak, mutlu bir evliliğinizin
olmasını sağlayabilirsiniz.
İyi
iletişimi olan ve sorunlarını çözerken “birlikte” hareket eden
her çift sevgi ve saygı dolu, huzurlu bir evliliğe sahip olabilir. Bu tarzı
benimsemiş olan çiftler:
• Ortak mutlulukları hedefler.
• Sorunlardan kaçmak yerine, onlarla yüzleşir.
• Birbirlerinin duygularını, isteklerini ve ihtiyaçlarını önemserler.
• Düşüncelerini ve duygularını rahat bir şekilde paylaşırlar.
• Birbirlerini her konuda destekledikleri ve yüreklendirdikleri gibi, güven ve huzur da sağlar.
• İlişkilerinden keyif alır.
Yaşam boyu sürecek bir ilişkide, her çift birçok sorunla karşı
karşıya gelir. Aile yapılarının, deneyimlerin, eğitim durumlarının, evliliğe
dair sahip olunan değerlerin ve inançların ve daha bir çok özelliğin farklı
olması nedeniyle tartışmalar, çatışmalar yaşanabilir. Bu çok normal bir
durumdur; asıl mesele, bu farklılıkların aynı potada nasıl eritildiğidir. Eğer
her tartışmada bir kazanan, bir de kaybeden
aranıyorsa, yani “takım arkadaşlığı” bakış açısı yoksa,
bir süre sonra bu ufak tartışmalar bir güç savaşına dönüşür ve
her iki tarafın da yıpranması, ilişkiden kopması ile sonuçlanır.
Evliliklerinizde/ilişkilerinizde
hararetli bir tartışmaya girmeye başladığınızı hissettiğinizde, hem kendinize,
hem de eşinize/arkadaşınıza şu cümleyi söylemeyi deneyin: “Şu an belki
birbirimizi anlayamıyoruz, belki olumsuz duygularımız çok yoğun ama ben seni
seviyorum ve bu konuyu “birlikte” halledebileceğimize yürekten
inanıyorum.”
Anne-babalar Ergenlik Dönemindeki
Çocuklarına Nasıl Davranmalı?
Ergenlik
dönemi, bir çok aile için sıkıntılı bir dönem olarak değerlendirilir. Ne de
olsa, çocuklarının onların her söylediklerini yaptıkları, onlara koşulsuz bağlı
kaldıkları o çocukluk dönemi yavaş yavaş sona ermektedir. Artık otoritelerinin
eski gücü kalmadığını görmek anne-babalarda bir parça kaygı yaratabilir.
Bu dönemde ergenler, bir yandan geçirdikleri fiziksel değişimle, kimlik sorgulamalarıyla baş etmeye çalışırken, bir yandan da, hormonal değişiklikler, entelektüel gelişim gibi faktörlere bağlı olarak, kimsenin, özellikle de anne-babalarının onları anlamadığını düşünebilir. Özellikle bizim ülkemizde, SBS gibi erken yaşta başlayan sınavların beraberinde getirdiği sınav stresi de cabasıdır. Ülkemiz, aslında yaşlarını gerektiği gibi yaşayamayan ergenlerle doludur, ki yukarıda dile getirdiğim değişimlerle birlikte bu ağır gelecek sorumluluğunu da yüklenmek ergenlerimizi epeyce yorar.
Ergenlik dönemine erişmiş bir çocuğunuz varsa, onun, uyguladığınız otoriteye artık uymak istemediğini, bağımsızlık ve özgürlük için taleplerde bulunmaya başlamasını görmek sizi belki endişelenebilir. Eskiden beri uyguladığınız disiplin yöntemlerinin artık eskisi gibi etkili olmadığını gördükçe, çaresizlik duygularına kapılmanız doğaldır. Birçok anne-babanın ergenlik dönemindeki çocuklarıyla yaşadığı çatışma yaratan konulara örnek olarak şunlar verilebilir:
-Arkadaşlık seçimleri,
-Aileyle daha az, arkadaşlarla daha çok zaman geçirilmek istenmesi,
-Okul / sınav başarısı,
-Dışarıda daha çok zaman geçirme isteği,
-Karşı cinsle ilişkiler,
-Giyim tarzı, saç stilleri, (kızlar için makyaj tarzı),
-Sigara, içki gibi zararlı alışkanlıklar.
Görüldüğü gibi, ergenlik dönemi bir çok çözümlenmesi gereken konuyu da beraberinde getirir. Ancak, çocuğunuzun artık farklı ve kendine özgü bir birey olduğunu kabullenerek, tutumlarınızda, tavırlarınızda ve iletişim tarzınızda bazı değişiklikler yaparak bu dönemi sakin ve huzurlu bir biçimde yaşayabilirsiniz.
Ergenlik dönemine özel iletişim anahtarları
Bu dönemde ergenler, bir yandan geçirdikleri fiziksel değişimle, kimlik sorgulamalarıyla baş etmeye çalışırken, bir yandan da, hormonal değişiklikler, entelektüel gelişim gibi faktörlere bağlı olarak, kimsenin, özellikle de anne-babalarının onları anlamadığını düşünebilir. Özellikle bizim ülkemizde, SBS gibi erken yaşta başlayan sınavların beraberinde getirdiği sınav stresi de cabasıdır. Ülkemiz, aslında yaşlarını gerektiği gibi yaşayamayan ergenlerle doludur, ki yukarıda dile getirdiğim değişimlerle birlikte bu ağır gelecek sorumluluğunu da yüklenmek ergenlerimizi epeyce yorar.
Ergenlik dönemine erişmiş bir çocuğunuz varsa, onun, uyguladığınız otoriteye artık uymak istemediğini, bağımsızlık ve özgürlük için taleplerde bulunmaya başlamasını görmek sizi belki endişelenebilir. Eskiden beri uyguladığınız disiplin yöntemlerinin artık eskisi gibi etkili olmadığını gördükçe, çaresizlik duygularına kapılmanız doğaldır. Birçok anne-babanın ergenlik dönemindeki çocuklarıyla yaşadığı çatışma yaratan konulara örnek olarak şunlar verilebilir:
-Arkadaşlık seçimleri,
-Aileyle daha az, arkadaşlarla daha çok zaman geçirilmek istenmesi,
-Okul / sınav başarısı,
-Dışarıda daha çok zaman geçirme isteği,
-Karşı cinsle ilişkiler,
-Giyim tarzı, saç stilleri, (kızlar için makyaj tarzı),
-Sigara, içki gibi zararlı alışkanlıklar.
Görüldüğü gibi, ergenlik dönemi bir çok çözümlenmesi gereken konuyu da beraberinde getirir. Ancak, çocuğunuzun artık farklı ve kendine özgü bir birey olduğunu kabullenerek, tutumlarınızda, tavırlarınızda ve iletişim tarzınızda bazı değişiklikler yaparak bu dönemi sakin ve huzurlu bir biçimde yaşayabilirsiniz.
Ergenlik dönemine özel iletişim anahtarları
·
Çocuğunuzla geçirdiğiniz zamanın uzun olmasına değil, nitelikli
olmasına özen gösterin.
·
Onla sadece problemler ortaya çıktığında değil, her şey iyiyken
konuşun; onu ve iç dünyasını tanımaya çalışın.
·
Onun duygularına ve düşüncelerine saygı gösterin ve bunları ifade
etmesine izin verin. O belki “sizin” çocuğunuz olabilir, ancak sizden çok
farklı düşüncelere ve duygulara sahip olması de normaldir.
·
Çocuğunuza mümkün olabildiğince çok insiyatif ve özgürlük alanları
tanıyın. Özellikle saç biçimi ya da kıyafet seçimleri gibi daha basit
konularda, bırakın seçimlerini kendisi yapsın.
·
Çocuğunuzun arkadaşlarını tanıyın ve birlikteyken neler
yaptıklarını öğrenin. Bu konuda ihmalkar olmamaya çalışın, ve unutmayın ki,
çocuğunuzla ilişkiniz sağlam temellere sahipse, zaten açık ve samimi bir
iletişim diliniz bulunuyorsa, bu bilgilere sahip olmanız da kolay olacaktır.
·
Çocuğunuzun arkadaşlarını evinize getirmesine izin verin ve onları
daha iyi tanımaya çalışı
·
İyi bir dinleyici olun ve çocuğunuz size bir şeyler anlattığında,
ona her defasında nasihat vermeyin. Çocuklar da, yetişkinler gibi, bazen sadece
güvendikleri birisinin onları dinlemesini bekler.
·
SBS ve ÖSS sınavlarının oluşturduğu stres ve kaygıyla nasıl baş
ettiğine dikkat edin, bu konuda psikolojik destek almayı ihmal etmeyin.
·
Sorunları demokratik bir ortamda çözümlemeye çalışın. Çocuğunuz da
fikirlerini, düşüncelerini ve duygularını açıkça ifade edebilsin. Siz de
ebeveyn olarak duygularınızı, beklentilerinizi ve kabul sınırlarınızı ifade
edin ve uzlaşma zemini bulmayı hedefleyin.
·
Temel bazı güvenlik önlemleri aldıktan sonra (örneğin güvenli
internet erişimi ve TV kanalları seçimleri), onun mahremiyetine saygı gösterin,
örneğin odasına aniden girmeyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder