10 Eylül 2015 Perşembe

Duygulanımlar ve Kendiliknesneleri

Duygulanımlar ve Kendiliknesneleri
Daphne D. Socarides, M.A. (Los Angeles)
Robert D. Stolorow, Ph. D. (Los Angeles) * 
Çeviri: Gökmen Tokgöz 
Psikanalitik kendilik psikolojisinin merkezindeki temel yapı olan kendiliknesnesi , fenomenolojik olarak, kişinin kendisinden tam olarak ayrışmamış biçimde deneyimlediği ve kendilik duyumunu sürdürebilmesine, korumasına hizmet eden bir nesne şeklinde tanımlanabilir (Kohut, 1971, 1977). Bu kavramın, önemli kuramsal fikirlerin gelişimlerinin erken aşamalarında başlarına bela olabilecek iki hastalığa karşı korunmasız olduğunu düşünüyoruz. Bir taraftan, bu kavramın yaratıcısı tarafından betimlenen belirli idealizasyon ve aynalanma bağlarıyla sınırlı, fazlasıyla durağan ve dar ele alınması eğilimi vardır. Diğer taraftan kavramın, kuramsal genişleme hevesiyle, bir çocuğun ya da gelişimsel duraksaması olan yetişkinin ihtiyaç duyabileceği, bakım içeren neredeyse bütün eylemleri kapsayacak biçimde aşırı genelleşmesi ve belirsizleşmesi tehlikesi vardır. Bu makalede amacımız, kendiliknesnesi kavramının, hem kuramsal kabuklaşma Skylla'sının, hem de aşırı genelleştirme Kharybdis'inin etrafından dolaşabileceğini düşündüğümüz bir kavramsal genişleme ve arıtmasını önermektir.


** İddiamıza göre kendiliknesnesi işlevleri temelde duygulanım ın bütünleşmesine özgüdür ve kendiliknesnesi ihtiyaçları en başta, yaşam döngüsünün her devresinde duygulanım durumlarına devreye-uygun tepki verebilme ihtiyacıyla ilgilidir. Bu iddiayı geliştirmek üzere ilk önce, kendiliğin yapılanmasında duygulanımın ve duygulanım bütünleşmesinin (integration) çok önemli rolünü kısaca incelemeliyiz.
Kendiliği, kişinin kendini deneyimlemesinin yapısına gönderme yaparak, bir deneyim örgütlenmesi (organization of experience) olarak düşünüyoruz (Atwood ve Stolorow, 1984, bölüm 1). Bu bakış açısından kendilik, kendilik-deneyimine uyum ve süreklilik kazandırarak, bu yolla kendilik-deneyiminin karakteristik biçimini ve dayanıklı örgütlenmesini üstlenmesini sağlayan bir psikolojik yapıdır. Duygulanımın, kendilik-deneyiminin örgütlenmesindeki merkezi rolü, birçok analitik araştırmacı kuşağı tarafından söz konusu edilmiş ve son zamanlarda gerçekleştirilen, erken dönem yenidoğan-bakıcı etkileşim örüntüleri çalışmalarından gelen verilerle de önemli ölçüde doğrulanmıştır (bkz. Lichtenberg, 1983, ve Basch, 1984). Bu nedenle kendiliği bir deneyim yapısı olarak tanımlamak, evrimleşmesi ve sağlamlaşmasında duygulanım bütünleşmesinin merkezi önemini iyice ön plana çıkarır.
Duygulanımlar, eğer bakıcılar tarafından, gerekli olan onaylayıcı, kabul edici, ayrıştırıcı, birleştirici ve kapsayıcı karşılıkları alırlarsa, gelişim boyunca kendilik-deneyiminin örgütleyicileri olarak görülebilirler. Çocuğun duygulanım durumlarına sürekli, ince ayarı yapılmış (attuned) tepkiler verilmemesi, optimal duygulanım bütünleşmesinde çok ufak ama anlamlı raydan çıkmalara yol açabilir ve ulaşılmış kırılgan yapılanmaları tehdit ettikleri için, duygulanımsal tepkileri ayırma (dissociate) ya da yadsıma (disavow) eğilimlerini ortaya çıkarabilir. Bir başka deyişle, çocuk kendilik-dağılması na (self-fragmentation) açık hale gelir, çünkü duygulanım durumları, bakıcı çevresi tarafından gerekli olan duyarlılıkla (responsiveness) karşılanmamış ve böylece kendilik-deneyimi örgütlenmesiyle bütünleşememiştir. Bu durumda, duygulanıma karşı savunmalar, kırılgan bir kendilik-yapısının bütünlüğünü korumak için gerekli hale gelirler.
Kendiliknesnesi işlevleri temelde kendilik-deneyiminin duygulanımsal boyutu ile ilgilidir ve kendiliknesneleri ihtiyacı, gelişim boyunca değişen duygulanım durumlarına gerekli ve özgül duyarlılık ihtiyacından kaynaklanır tezi, bu makalenin temelidir. Kohut'un (1971, 1977), aynalayıcı ve idealize edilmiş kendiliknesnesi kavramlaştırmaları, duygulanım bütünleştirmesi anlamında, bu genişlemiş kendiliknesnesi işlevleri kavramının çok önemli özel durumları olarak görülebilir. Onun, büyüklenmeci-teşhirci deneyimlerin devreye-uygun aynalanmasının gelişimsel önemini keşfi, bizim bakış açımıza göre, gurur, genişleyicilik, etkinlik ve haz verici heyecanı içeren duygulanım durumlarının bütünleşmesinde, kendiliknesnesi duyarlılığının önemli rolüne işaret etmektedir. Kohut'un gösterdiği gibi, bu tür duygulanım durumlarının bütünleşmesi, kendilik-değeri ve kendinden-emin başarma arzusunun sağlamlaşmasında hayati öneme sahiptir. Diğer taraftan, güç, güvenlik ve sükûnetin idealize edilmiş kaynakları ile birliktelik deneyimlerinin önemi, kaygı, kırılganlık (vulnerability) ve acı içeren duygulanım durumlarının bütünleşmesinde kendiliknesnelerinden gelen sakinleştirici ve rahatlatıcı tepkilerin merkezi rolüne dikkat çeker. Böyle bir bütünleşme, Kohut tarafından gösterildiği gibi, devamında kişinin kaygı tahammülüne ve bütün olarak kendini iyi hissetmesine hayati bir katkıda bulunacak olan kendini yatıştırma becerilerinin gelişiminde büyük öneme sahiptir.
Kohut (1977), ebeveynlerin oidipal dönemin karakteristik duygulanım durumlarına iki yolla tepki verebildiklerini tartışırken, kendisi, genişlemiş bir kendiliknesnesi kavramına doğru hareket etmiş görünmektedir:
Oidipal çocuğun hararetli arzusu ve kendini ifade eden, rekabetçi çekişmesine, empatik ebeveynler tarafından çoğunlukla iki şekilde tepki verilir. Ebeveynler, çocuğun cinsel arzularına ve çekişmeci rekabetine, cinsel olarak uyarılarak ve saldırgan-karşıtı ( counteraggressive ) olarak tepki verirler ve aynı zamanda, çocuğun gelişimsel başarısına, gayretine ve kendini ortaya koymasına, keyif ve gururla tepki verirler [s.230].
Oidipal devrenin büyümeyi teşvik edici mi, yoksa patojenik mi olacağı, çocuğun oidipal duygularına karşılık ebeveyn tepkilerinin, bu iki biçim arasında çocuk tarafından deneyimlenen dengesine bağlı olacaktır:
Eğer küçük oğlan çocuğu, örneğin, babasının kendisine hık demiş burnundan düşmüş gibi gururla baktığını hissederse ve babası onun kendisi ve kendi yetişkin büyüklüğü ile kaynaşmasına izin verirse, o zaman oidipal devre, kendiliğin pekişmesinde (self-consolidation) ve kendilik-kalıp-sağlamlaşmasında (self-pattern-firming), bütünleşmiş erkekliğin çeşitli değişkenlerinden birini de kuran, belirleyici bir adım olacaktır.... Ama eğer oidipal devrede ebeveyn yankısının bu yönü mevcut değilse, o zaman çocuğun oidipal çatışmaları, çocuğun libidinal ve saldırgan çabalarına karşı ebeveyn tepkilerinin şiddetle çarpıtılmış olmadığı durumlarda bile, kötücül bir nitelik kazanacaktır. Ayrıca, çarpıtılmış ebeveyn tepkileri de bu şartlar altında ortaya çıkarlar. Bir başka deyişle, çocuğun gelişmekte olan kendiliğiyle empatik temas kuramayan ebeveynler, çocuğun oidipal emellerini yalıtım içinde görmeye eğilim gösterirler – kendini ortaya koyan sevginin ve kendini ortaya koyan rekabetin daha geniş görünümleri yerine, çocuğun içinde korkutucu cinselliği ve düşmanlığı ... görmeye meylederler – ve sonuç olarak çocuğun oidipal çatışmaları şiddetlenir (s. 234-235).
Bu alıntılarda, Kohut sadece oidipal devrenin sevgi dolu ve rekabetçi duygularına ebeveyn duyarlılığının önemini belirtmekle kalmaz, buna ek olarak, sevgi dolu ve rekabetçi duygulara odaklanarak, kendiliknesnelerinin tepkilerine ihtiyaç duyan duygulanımsal alanı, daha önce yaptığı aynalayıcı ve idealize edilen kendiliknesnesi bağlarının daha sınırlı formülasyonlarının ima ettiğinin epey ötesine genişletir.
Basch (1983), erken sensorimotor devre üzerine bir tartışmasında, Kohut'un (1971) orijinal ilkel büyüklenmeciliğe özgü olan ayna işlevi kavramını daha geniş “duygulanımsal aynalama” alanına yayarak bizimkine yakından benzeyen bir sav ortaya atmıştır. Stern'ün (1983) çalışmasına dayanarak şöyle yazar:
Duygulanımsal hassas ayarlanma (attunement) vasıtasıyla, anne bebeğine tam bir kendiliknesnesi olarak hizmet eder, bebeğin deneyimlerini paylaşır, etkinlikleri içinde onu onaylar ve onun kendilik kavramı olacak bir sensorimotor model inşa eder. Duygulanım hassas ayarının sonucu, paylaşılan bir dünyadır; duygulanım hassas ayarı olmadan insanın etkinlikleri tek başına, özel ve ayrıksıdır.... Eğer... o erken yıllarda duygulanım hassas ayarı yok ya da etkisiz ise, paylaşılan deneyim eksikliği, bir yalıtılma duyumunu ve duygulanımsal ihtiyaçların genellikle bir şekilde kabul edilemez ve utanç verici oldukları inancını pekala yaratabilir (s.5-6).
Basch, tedavide ortaya çıkan savunmaları, erken dönem duygulanım hassas ayarının yokluğundan kaynaklanan, duygulanıma karşı dirençler olarak görür.
Şimdi, genişletilmiş kendiliknesnesi işlevleri kavramını, duygulanım gelişiminin, kendilik-deneyimi yapılanmasının merkezinde olduğuna inandığımız belirli başka yönlerine yaymak istiyoruz. Bunlar: (1) duygulanım ayrışması ve kendilik-sınırı oluşumu ile ilişkisi; (2) duygulanımsal olarak uyumsuz deneyimlerin sentezi; (3) duygulanım tahammülünün ve duygulanımların kendilik-işaretleri (self-signals) olarak kullanılması yetisinin gelişmesi; (4) duygulanım durumlarının bedenleştirmeden ayrılması (desomatization) ve bilişsel olarak ifade edilmesi (articulation).

Duygulanım Ayrışması ve Kendilik-ifadesi 

Duygulanım kuramına psikanalitik gelişimsel bakış açısını uygulamada en kapsayıcı kişi olan Krystal (1974), duygulanımların gelişimsel biçim değiştirmesinde önemli bir bileşenin, “bunların genel bir matristen ayrılması ve ayrışmasını içerdiğine” işaret etti (s. 98). Çocuğun çeşitli değişken duygulanım durumlarını algılamasına ve ayrıştırmasına yardım etmekte annenin duyarlılığının hayati önemini de vurguladı. Bizim burada vurgulamak istediğimiz, küçük çocuğun henüz tam olarak gelişmemiş duygu durumlarına erken dönemdeki bu duygulanım-ayrıştırıcı hassas ayarlanmanın, çocuğun kendilik-deneyiminin gittikçe daha fazla ifade bulmasına hayati bir katkıda bulunduğudur. O nedenle, çocuğun duygulanımlarına karşı bu tür ayrıştırıcı duyarlılık, kendilik-tanımı ve kendilik-sınırının oluşumunun erken temellerinin kurulmasında, bakıcı çevrenin ana kendiliknesnesi işlevlerinden birini oluşturur.
Yani en erken dönemdeki kendiliğin sınırlarının belirlenmesi ve bireyselleşme süreçleri, sağlam bir şekilde yapılanmış kendilik ve öteki duyumu sayesinde, çocuğun farklı duygulanım durumlarını fark edebilme, ayrıştırabilme ve bunlara uygun olarak tepki verebilme konularında güvenilir bir kendiliknesnesinin varlığını gerektirir. Ebeveyn çocuğun duygu durumlarını ayırt edemediği ve uygun olarak yanıt veremediği zaman – örneğin, bu durumlar ebeveynin, çocuğun kendi kendiliknesnesi ihtiyaçlarına hizmet etmesi ihtiyacı ile çatıştığında – çocuk kendilik gelişiminde şiddetli raydan çıkmalar deneyimleyecektir. Daha kesin bir ifadeyle, bu tür durumlar, çocuk kendini ebeveynin ihtiyaç duyduğu kendiliknesnesi “olmak” (Miller, 1979) ve böylece bu ihtiyaçla çatışan kendi merkezi duygulanımsal niteliklerine boyun eğdirmek veya onları ayırmak (dissociate) zorunda hissettiğinde, kendilik-sınır oluşumu sürecini ciddi şekilde engelleyecektir (ayrıntılı bir klinik örnek için bkz. Atwood ve Stolorow, 1984, böl. 3).

Duygulanım Bakımından Uyumsuz Deneyimlerin Sentezi

Erken dönemde bakıcı çevrenin ikinci bir kritik kendiliknesnesi işlevi, bütünleşmiş kendilik duyumunun kurulmasında hayati bir süreç olan, çocuğun karşıt duygulanımsal deneyimlerinin senteziyle ilgilidir. Erken dönemdeki bu duygulanım-sentezleyici süreçler, sağlam bir şekilde bütünleşmiş algıları sayesinde, çocuğun yoğun, çelişkili duygulanım durumlarını, güvenilir bir biçimde, bütün ve sürekli bir kendilikten ortaya çıkıyorlarmışçasına kabul edebilecek, bunlara tahammül gösterebilecek, bunları anlayabilecek ve nihayet anlaşılır kılabilecek bir kendiliknesnesinin varlığını gerektirir. Eğer bunun tersine, ebeveyn çocuğu “bölünmüş” (split) olarak algılıyorsa, - örneğin, “iyi” duygulanımları ebeveynin kendiliknesnesi ihtiyaçlarını karşılayan bir varlık ve “kötü” duygulanımları bu ihtiyaçları hayal kırıklığına uğratan yabancı ikinci bir varlık olarak - o zaman bunlar ebeveynin parçalanmış algısına uygun bir biçimde, biri diğerinden kalıcı olarak ayrılmış, duygulanım bakımından uyumsuz deneyimler haline gelirler ve çocuğun duygulanım sentezleme yetisinin gelişimi ve buna karşılık gelen bütünleşmiş bir kendiliğe doğru ilerlemesi şiddetle engellenir (klinik örnek için bkz. Atwood ve Stolorow, 1984, böl. 3).

Duygulanım Tahammülü ve Duygulanımların Kendilik-işaretleri Olarak Kullanımı

Erken dönem kendiliknesnelerinin, duygulanım ayrışması ve sentezi ile kendilik-deneyiminin buna tekabül eden ayrışmaları ve sentezleri süreçlerindeki rolüyle, erken bakıcı çevrenin, duygulanım tahammülü ve duygulanımları kendine işaret olarak kullanma yetisinin gelişimine katkısı yakından ilişkilidir (Krystal, 1974, 1975). Bu gelişimsel kazanımlar da, çocuğun yoğun, değişken duygulanım durumlarını güvenilir şekilde ayırt edebilen, bunlara tahammül gösterebilen ve uygun bir şekilde yanıt verebilen bir kendiliknesnesinin varlığını gerektirir. Güçlü duygulanımın modülasyonunu, derecelenmesini ve kapsanmasını (containment) adım adım mümkün kılan ebeveynin duyarlılığıdır. Ebeveynin bir “uyaran bariyeri” ya da psişik travmaya karşı “koruyucu kalkan” olarak kavramlaştırılmasında (Krystal, 1978), Winnicott'ın (1965) “kucaklayan çevre” (holding environment) görüşünde, ve Bion'un (1977) ilham verici, kapsayan (container) ve kapsanan (contained) metaforunda kastedilen kendiliknesnesi işlevi budur. Duygulanımların bu modülasyonu ve kapsanması, onların kendilik-işaretleri olarak kullanılmalarını mümkün kılar. Böylece duygulanımlar, kendilik-deneyimi sürekliliğini travmatik biçimde kesintiye uğratmaktansa, onun korunmasına hizmet ederler.
Kendiliknesnesi olarak birincil bakıcı, çocuğun sürekli değişen ve evrilen duygusal deneyimlerini anlamasına ve yorumlamasına yardımcı olmalıdır. Erken gelişim boyunca sayısız deneyim üzerinden bakıcı, çocuğun tek ve ayrı duygu durumlarını yorumlayarak, kabul ederek ve onlara empatik tepkiler vererek, aynı zamanda, çocuğun kendi kendine bunları izleme, ifade etme ve onlara anlayışlı tepkiler verebilmesini de sağlar. Bakıcı, bu önemli kendiliknesnesi işlevini, kendi duygulanım-işareti becerisini kullanarak yerine getirebilirse, çocuğun kendi duygusal tepkilerini kendilik-işaretleri olarak kullanma kabiliyetini kazanması ile sonuçlanan bir içselleştirme (internalization) süreci ortaya çıkar (bkz. Tolpin, 1971, ve Krystal, 1974, 1975). Duygulanımlar, yaklaşmakta olan psikolojik bir dağılmanın ve parçalanmanın belirtisi olmaktan çok, değişen kendilik-durumunun işaretleri olarak algılandığı zaman, çocuk duygusal tepkilerini travmatik olarak deneyimlemeden onlara tahammül edebilir. Bu şekilde, duygulanımları kendilik-işareti olarak kullanma yetisinin gelişmeye başlaması, kopma yaratan duygular ortaya çıktıklarında onlara tahammül etme yetisinin önemli bir bileşenidir. Bu kendilik-işaret etme becerisi olmadan, duygulanımlar travmatik durumların habercisi haline gelirler (Krystal, 1978) ve böylece yadsınırlar, ayrılırlar, bastırılırlar, ya da somut davranışsal canlandırmalar içine hapsedilirler. Bunlar, çocuğun duygulanımsal yaşamının bazı bölümlerini gerçekten de tamamen kesip ayıran, kendini koruma çabalarıdır. Bu tür durumlarda duygulanımın ortaya çıkması, sıklıkla, orijinal olarak çocuğun duygularına olumlu, onaylayıcı duyarlılığın yokluğundan kaynaklanan, acı verici utanç ve kendinden nefret deneyimlerini ortaya çıkarır. Böylece duygusallık, bir şekilde yok edilmesi gereken, yalnız ve kabul edilemez bir durumla bağlantılı hale gelir. Travma burada, donanımsız bir “psişik aygıt”ın üzerine çöken bir olay ya da olaylar silsilesi olarak görülmez. Bunun yerine, duygulanım deneyimlerinin dağılmış (yani travmatik) bir kendilik-durumu yaratmasına eğilimin, karşılıklı paylaşma ve duygulanım durumlarının kabulünün eksikliği ile, bunun yol açtığı yetersiz duygulanım tahammülü ve duygulanımları kendilik-işaretleri olarak kullanamama durumuna sürükleyen, erken dönemdeki hatalı kendiliknesnesi hassas ayarından kaynaklandığı düşünülür.

 

Duygulanımın Bedenleştirmeden Ayrılması ve Bilişsel İfadesi

Krystal (1974, 1975), duygulanım gelişiminin (biz buna kendilik gelişimini de ekliyoruz) önemli bir boyutunun, duygulanımların, ağırlıklı olarak bedensel durumlar olan erken biçimlerinden, derece derece sözel olarak ifade edilebilen deneyimlere evrimleşmesi olduğunu vurgular. Aynı zamanda, bu gelişimsel sürece yardım eden, bakıcının çocuğun erken duygulanımlarını doğru olarak tanımlama ve sözelleştirme kabiliyetinin rolünün de altını çizer. Görüşümüze göre, empatik hassas ayarı yapılmış sözel ifadelendirmenin önemi, sadece çocuğun duygularını söze dökmesinde yardımcı olmasında değil; daha temel olarak, duygulanım durumlarının adım adım bilişsel-duygulanımsal şemalar da (kendiliğin bütünleşmesi ve sağlamlaşmasına anlamlı derecede katkıda buluna psikolojik yapılar) birleşmesini kolaylaştırmasındadır. Böylece çocuğun baştaki gelişmemiş, bedensel olarak deneyimlenen duygulanımlarını bakıcının sözel olarak ifade etmesi, kendilik-deneyiminin yapılanmasını teşvik etmekte yaşamsal bir kendiliknesnesi işlevi görür.
Yetişkinlerde psikosomatik durumların ve bozuklukların sürüp gitmesi, duygulanım ve kendilik gelişiminin bu yönündeki duraksamaların kalıntısı olarak görülebilir. Duygulanım deneyimlerinin daha ileri, bilişsel olarak işlenmiş organizasyonlarının, çocukluk ortamının hatalı duygulanım hassas ayarını taklit eder biçimde, ihtiyaç duyulan duyarlılıkla karşılanmayacağı beklentisi olduğu zaman kişi, kendiliknesnelerinden ihtiyaç duyulan karşılıkları uyandırma bilinçdışı umuduyla, duygulanım dışavurumunun daha ilkel, bedensel biçimlerine geri dönebilir. Yani bu tür psikosomatik durumlar, kişinin duygulanımı kapsamak ve böylece kendilik-bütünlüğünü korumak için ihtiyaç duyulan kendiliknesnesi ile bir bağ kurma yönündeki bilinçdışı çabaları için ilkel, simgesel öncesi bir yolu temsil eder. Psikanalitik ortamda düzenli olarak görürüz ki, analist, duygulanım ifade eden ve kapsayan bir kendiliknesnesi olarak yerleştiği zaman, psikosomatik belirtiler geri çekilme ya da yok olma eğilimi gösterirler ve ancak kendiliknesnesi bağı koptuğu ya da hastanın analistin duygulanımlarına karşı alıcılığına güveni anlamlı ölçüde sarsıldığında tekrar ortaya çıkar ya da yoğunlaşırlar.

Psikanalitik Terapiye Dair Çıkarımlar

Duygulanımların bütünleşmesiyle ilgili kendiliknesnesi işlevlerine dair genişletilmiş kavramımız ve buna tekabül eden, çocuğun oluşan duygulanım durumlarına erken bakıcı çevrenin duyarlılığının kendiliğin yapılanmasındaki temel önemi üzerindeki vurgumuzun, terapi için iki ana çıkarımı vardır. Bir çıkarım, psikanalitik tedavi sırasında duygulanımlara karşı savunmaların dirençler olarak ortaya çıktıkları zamanki analitik yaklaşımla ilgilidir. Belirttiğimiz gibi, duygulanımları yadsıma, ayırma ya da olmazsa savunmacı biçimde hapsetme ihtiyacı, ilk olarak, erken dönem kendiliknesnesi ortamının çocuğun duygusal durumlarına gereken devreye-uygun hassas ayarı ve duyarlılığı sağlamaktaki başarısızlığı sonucu ortaya çıkar. Tedavide duygulanımlara karşı bu tür savunmalar ortaya çıktığında bunların köklerinin, hastanın, ortaya çıkan duygu durumlarının ilksel bakıcılarından gördüğüyle aynı kusurlu duyarlılıkla karşılanacağına ilişkin, aktarımdaki beklenti ya da korkularında olduğu anlaşılmalıdır. Dahası, duygulanıma karşı bu dirençler, sadece hastanın içindeki intrapsişik süreçler neticesinde ortaya çıktıkları biçiminde yorumlanamazlar. Bu tür dirençler çoğunlukla, analitik ortamda gerçekleşen, hasta için, oluşan duygu durumlarına karşı analistin alıcılık eksikliğinin işareti olan ve bu nedenle erken kendiliknesnesi başarısızlığının travmatik tekrarını haber veren olaylar tarafından uyarılır.
Duygulanımlar ve kendiliknesneleri ile ilgili tezimizin ikinci terapötik çıkarımı şudur: Zarar veren çocukluk deneyimlerini “tekrarlama dehşeti” (Ornstein, 1974) üzerine temellenen, duygulanıma karşı aktarım dirençleri yeterli derecede analiz edildiğinde (analistin “yeterince iyi” duygulanımsal hassas ayarı bağlamında), hastanın ortaya çıkan duygu durumlarına karşı ilksel olarak var olmayan ya da hatalı olan yanıt vericiliğe duyduğu, duraksamış gelişimsel ihtiyacı analist ile yeniden canlandırılacaktır. Söz konusu olan belirli duygusal durumlar, ve hastanın bu durumlarla ilgili olarak analistin görmesine ihtiyaç duyduğu belirli işlevler, ortaya çıkan kendiliknesnesi aktarımının kendine has içeriklerini belirleyecektir. Analistin, aktarıma dahil oldukça bu duygu durumlarını ve karşılık gelen kendiliknesnesi işlevlerini anlama ve yorumlama kabiliyeti, analitik süreci kolaylaştırmada ve hastanın analitik olarak genişlemiş ve zenginleşmiş bir duygulanımsal yaşama doğru gelişmesinde büyük öneme sahip olacaktır.
Bu formülasyonu takiben diyebiliriz ki, erken kendiliknesnesi başarısızlığının kalıntıları analitik ilişkiyi yapılandırmada öne çıktığında, ana iyileştirici etmen, kendiliknesnesi aktarımı bağının kendisinde ve bunun hastanın duygulanımlarını ifade etme, bütünleştirme ve gelişimsel olarak dönüştürmedeki çok önemli rolünde bulunabilir. O yüzden, kendiliknesnesi aktarımı bağındaki kopmaları analiz etmenin terapötik tek, hatta birincil önemi, “optimal hayal kırıklığı” neticesinde oluştuğuna inanılan “dönüştürmeli içselleştirmeler”de (transmuting internalizations) (Kohut, 1971) yatmaz. Bu tür bir analizin terapötik etkisi, bizim görüşümüze göre, öncelikle, kopmuş kendiliknesnesi bağının onarılmasında yatar. Bu bağ sağlam olduğunda , analistin hassas ayarı vasıtasıyla, içinde hastanın raydan çıkmış duygusal gelişiminin ve buna tekabül eden kendilik yapılanmalarının bir kez daha kaldığı yerden devam edebileceği, ilkel ilişkililik için bir bağlantı sağlar.
Duygulanımlar ve kendiliknesneleri ile ilgili tezimizi örneklendirmek için, şimdi depresif duygulanımın bütünleşmesini ele alacağız.

Depresif Duygulanımın Bütünleşmesi

Üzüntü, keder, vicdan azabı, hüsran ve hayal kırıklığı gibi depresif duygulanım durumlarının, birçok kaynakları, anlamları ve işlevleri vardır. Bu bölümde, gelişim boyunca nasıl ve hangi şartlar altında depresif duygulanıma tahammül edildiğine ve bunun bütünleştirildiğine odaklanıyoruz. Varsayımımıza göre, bütün duygulanımlar, bu örnekte depresif duygulanım, kendiliğin birleştirilmesi ve yapılandırılmasıyla uyum içinde gelişime uğrar. Bu tarz duygulanım bütünleşmesinin en erken başlangıçları, sensorimotor devrede, tam duygusal büyüme ve gelişimi harekete geçirmeye hizmet eden, çocuğun duygulanımlarına özgül kendiliknesnesi duyarlılığında yatar.
Depresif duygulanım, sürekli, güvenilir, empatik kendiliknesnesi hassas ayarı yoluyla kendilik yapısıyla bütünleşir. Böyle bir hassas ayar kronik bir şekilde yok ya da hatalı ise, bu tür duygulanım kendilik-organizasyonunda bütünlük ve sabitliğin bozulmasının habercisi haline gelebilir. Depresif duyguların, tekabül eden kendilik kaybı, kendilik-çözülmesi korkusu, ya da duygulanımı bedenselleştirme eğilimi olmadan tanımlanması ve bunlara dayanılması yetisinin kökenleri, çocuk ve birincil bakıcı arasındaki erken duygulanım-ilişkililiği içindedir. Kaybı ve ayrılmayı takip eden bir yas ve keder süreci, ancak depresif duygulanımlar tanımlanabilir, anlaşılabilir ve onlara tahammül edilebilirse gerçekleşebilir. O yüzden, çocuğun depresif duygulanımı bütünleştirme yeteneği, çocuğun kendilik deneyiminin tanım bulmasını sağlayarak kendilik-sınırlarını sağlamlaştıran erken dönem kendiliknesnesi hassas ayarı ile ilişkilidir. Depresif bozukluklar (depresif duygulanım durumlarından ayrı olarak), depresif duyguların bütünleştirilememesine ve kendilik-gelişiminde buna tekabül eden raydan çıkmaya yol açan erken dönem kendiliknesnesi başarısızlığında köklenirler.
Kohut (1971, 1977), çocuğun (ya da gelişimsel duraksaması olan hastanın), kendinin ya da birincil nesnelerinin idealize edilmiş imgeleri karşısında, devreye-uygun, derece derece gerçekleşen hayal kırıklığı deneyimlerinin, kendiliğin yapılandırılmasında önemli kilometre taşları teşkil ettiğini göstermiştir. Kohut'un “optimal hayal kırıklığı” (optimal frustration) kavramına alternatif olarak burada, bunların travmatik ve kendiliğin dağılmasına yol açıcı olarak mı, yoksa tahammül edilebilir ve oluşmakta olan kendilik-organizasyonuyla bütünleştirilebilir olarak mı deneyimleneceğini belirleyecek olanın, yalnızca ve hatta öncelikle, eşlik eden depresif duygulanımların “niceliği” olmadığını öne sürüyoruz. İnanıyoruz ki, çocuğun üzüntüsünü ve kendisi ve ötekiler karşısında uğradığı acı verici hayal kırıklıklarını bütünleştirmeye dair gelişen yetisi için önemli olan, içine girilen duygulanımların “miktar” ve yoğunluğu ne olursa olsun, yatıştıran, kapsayan, empatik kendiliknesnesinin güvenilir varlığıdır. Bakıcı, çocuğun depresif duygulanım durumlarına tahammül edebildiği, onları soğurabildiği ve kapsayabildiği zaman, -ki bu, bu duygulanımların bakıcının kendilik duyumu organizasyonunu tehdit etmemesini gerektirir- bütünleştirilebilmesi için “durumu kucaklayacak” (Winnicott, 1965) şekilde işlev gösterebilir. Optimal olarak, eğer böyle bir duyarlılık sürekli olarak mevcutsa, bakıcının kendiliknesnesi işlevi yavaş yavaş, depresif duygulanımın kendi kendine modülasyonuna yönelik bir yeti ve kendine karşı rahatlatan, sakinleştiren bir tutum takınma kabiliyeti şeklinde içselleştirilir. Sonuç olarak, böyle bir duygulanım, kendilikte telafi edilemez kayıplara yol açmayacaktır. Kopuşun ardından telafinin geleceği beklentisi yapılanarak, kendilik-sürekliliği duyumu ve gelecek için güvenli bir umudun temelini oluşturur.
Kendi duygulanım durumlarına, kendilik-organizasyonu taleplerine ya da kendiliknesnesi ihtiyaçlarına uygun olmadığı için ebeveyn çocuğun depresif duygularına tahammül gösteremediği zaman, duygulanım bütünleştirilmesi gibi önemli bir görevde çocuğa yardım edemeyecektir. Çocuk, duygulanım hassas ayarının böyle uzun süreli raydan çıkmalarını deneyimlediğinde, ihtiyaç duyulan bağı korumak adına, kendiliknesnesi başarısızlığıyla ilgili olarak kendi depresif duygularını suçlayabilir ve bu da yaygın, kendinden nefret eden bir çaresizlik ve umutsuzluğa, ya da – eğer “aykırı” duygulanımlarını savunmacı bir biçimde ayırarak (dissociate) tepki verirse – yaşam boyu süren boşluk durumlarına yol açar. Kronik depresif bozukluğun kökenlerinin burada bulunabileceğine inanıyoruz. Böyle hastalar analizde, erken çocukluk dönemlerinde deneyimledikleriyle aynı hatalı duyarlılıkla karşılanacağı korkusuyla, depresif duygularının ortaya çıkmasına direnç gösterirler.

Klinik Örnek

Steven, uykusuzluk, lisansüstü derslerinde başarısızlık ve üç yıllık kız arkadaşının beklenmedik şekilde nişanı bozmasına tepki olarak ortaya çıkan “depresyonun üzerini örtmekten tükenmişlik” hissi ile ilgili olarak tedaviye baş vurmuş, ender rastlanan bir zekâya sahip, 26 yaşında bir adamdı. İlk başta oldukça ajite idi ve pek çok seansı, ilk defa bir psikoterapistle bağlantı kurmasını zorunlu hale getiren travmatik olayların kesin tarihlerini ve zamanlarını detaylandırarak geçirdi. Kız arkadaşıyla kopuşları, gelişimi boyunca annesinin içine girdiği çeşitli fiziksel ve psikiyatrik durumlardan dolayı hastane yatışları dizisinin bir parçası olan, annesinin acil bir şekilde hastaneye yatırılışını takiben gerçekleşmişti. Steven'ın obsesif tarzı ve duygusal hayatıyla bağlantı kurma eksikliği, bu ilk seansların en dikkat çeken yönleriydi. Umutsuzca, deneyimlediklerini tam olarak, ayrıntılarıyla aktarmak istiyordu ve anlaşılıp anlaşılmadığı konusuna keskin bir duyarlılık gösteriyordu. Hasta, kaygısının kökeninde “yanlış” ya da “belirsiz” bulunma korkularının olduğunu açıkladı, ancak kısa süre sonra, deneyimleyebildiği kadarıyla bile, duygu durumlarının kabul edilemez olduğuna, sonuçta terapisti kendisinden uzaklaştıracağına ve terapötik ilişkiyi yok edeceğine inandığı açık hale geldi. Bu sebeple, terapistle kurulmakta olan bağ sürekli olarak tehlike altındaydı.
Bağın korunmasının hiç “hata” yapmamasına bağlı olduğuna inanıyordu. Sonradan bunun, terapistin ihtiyacı olduğunu algıladığı çizginin ötesindeki, daha da önemlisi, onu rahatsız edecek ya da yetersiz hissettirecek hiçbir duyguyu ifade etmemesi gerektiği anlamına geldiği anlaşıldı. Bu sebeple terapistin müdahaleleri karşısında çok uysaldı, ancak tepkileri çarpıcı şekilde duygulanımdan yoksundu. Kendiliğinden ortaya çıkan, terapistin ruh haliyle ayrı düşebilecek herhangi bir duygu, hem terapist tarafından reddedilecek, hem de kendi üzerinde dağıtıcı bir etkiye sahip olacak diye dehşete kapılıyordu. Yoğun duygusal bir tepki uyandığında kafası karışıyor ve paniğe kapılıyor, duygusal bir tepki yaşadığından habersizmiş gibi görünüyordu ve bunun bir kendilik-işareti olarak önemini tamamen fark edemez hale geliyordu. Ek olarak, terapistin yüzeyde duygularını kabul ediyor gibi görünse de, gizli olarak ona düşmanlık, tiksinti ve nefret hissedeceğine inanıyordu – dediğine göre özellikle de, “bunlar benim kadınlara karşı olan duygularımı temsil ediyor” olduğu için. *
Steven'ın kendi depresif duygulanımları ile ilgili korkuları tedavide uzun bir süre önemli yer işgal etti. Başlarda, bir şekilde depresif duygularının dehşetinin ve eğer onlara bir kez “dokunursa”, sonunda onların kendisini yok edeceklerine inandığının farkındaydı. Asla geri dönemeyeceği karanlık bir çukura düşmekten, sonsuza kadar boş, çaresiz ve geleceği konusunda umutsuz kalmaktan korkuyordu. Bir kere kendine yüzeyin altında yatan büyük hayal kırıklığı, üzüntü ve vicdan azabını hissetme iznini verirse, “delireceğine” ve sonunun kronik, bazen de psikotik depresif olan annesi gibi olacağına inanıyordu. Yani, depresif duygulanımlarını hissetmek ve kabul etmekten duyduğu dehşet, kısmen annesiyle kurduğu güçlü özdeşleşme ve tamamlanmamış ayrışma üzerinde temellenmekteydi. Ek olarak, annesinin depresif tepkiler karşısındaki kendi aşırı kırılganlığı, onun depresif duygularına sürekli, hassas ayarı yapılmış bir duyarlılık göstermesini olanaksız kılıyordu. Steven'ın bu tarz tepkileri alay ve reddediliş ile karşılanıyor, annesi tarafından azarlanıyor ve kendisine, “diğer insanların duygularını düşünmelisin”, deniyordu. Ebeveynleri, hastanın mutsuzluğunu ne anlayabiliyor, ne de buna tahammül edebiliyorlardı ve bu tarz duygulanımları kendi kendilik-değerleri ve ebeveyn olarak etkinlikleri üzerine kötücül saldırılar olarak algılıyorlardı. Diğer zamanlarda, umutsuzluk ve hayal kırıklığı, yüzeysel özürler olarak algıladığı tepkilerle karşılanıyor ve bunlar da, kendini yanıt verilmemiş, değersiz, gururu kırılmış, kabul edilemez ve boş hissetmesine yol açıyordu.
Hastanede yattığı süre içinde annesine yaptığı bir çok ziyaret sırasında Steven sıklıkla, onu kaybetmek ve yalnız kalmakla ilgili olarak aşırı derecede üzülüyor ve korkuyordu. Böyle zamanlarda annesi ancak kendisine ve kendi hislerine odaklanabiliyor, onun neler hissettiğinin önemsiz ve kabul edilemez olduğu, ve duygulanım durumunun bir şekilde kendi ihtiyaçlarına uygun olması gerektiği mesajını açık bir şekilde veriyordu. Böyle durumlarda, her zaman kendi büyüklenmeci (grandiose) şemaları ve fantezileriyle, oğlunun sıkıntısına yanıt veremeyecek kadar meşgul görünen babasına da yönelemiyordu. Babasının duygusal olarak mevcut olmaması, Steven'ın depresif duygularını arttırıyor ve annesiyle dolaşıklığını (enmeshment) daha da şiddetlendiriyordu. Duygulanım bütünleşmesi için ikincil bir yol mevcut değildi. Steven, böylece depresif duygularının kendisindeki iğrenç kusurlar olduğuna inanmaya başlamıştı. Öznel yaşantısının acı verici yönlerine ebeveynler tahammül edemediği için, acı verici duygulanımın “yok edilmesi” ve “incinmeye izin verilmemesi” gerektiği şeklinde, içine iyice yerleşen, sağlam bir inanç geliştirdi.
Steven'ın çok erken anıları, seyrek ve ayrıntısız olmakla beraber (duygulanımın erken dönemde büyük çapta ayrılmasıyla [dissociation] uyumlu bir olgu), depresif duygulanım durumlarının karşısında hassas ayar eksikliği üzerine odaklanıyordu. Ne zaman bu tarz duygularını göstermeye cüret etse, annesi onu, tıpkı babası gibi çok fazla kendi meselelerine dalmış olmakla ve -aslında kendininkileri kastederek- başkalarının duygularını umursamamakla suçluyordu. Annesi onun depresif duygularına daima kendi kırılganlıkları ve o anki ihtiyaçlarıyla olan ilişkisi anlamında tepki veriyordu. Steven'ın depresif duygularının, tıpkı kendisinde olduğu gibi psikotik bir gerilemeye yol açacağına ilişkin korkusunu ince bir şekilde oğluna iletmekteydi. Steven, sürekli olarak hem ebeveynlerine hem de yaşıtlarına yabancılaştığını hissediyordu. Zaman içinde tedavide, sürekli “bir gün daha hayatta kalma” çabasının eşlik ettiği, boşluk ve çaresiz umutsuzluk duyguları dışında herhangi bir gerçek ve samimi duygunun olmadığı bir çocukluk resmetmişti.
Tedaviye gelmesine sebep olan kriz durumundan önce Steven, özellikle annesiyle ilişkisinde çok itaatkâr bir evlat olmuştu. Anne kendisini tahammül edilemez sosyal ve mesleki durumlarda bulduğunda, kendisini kurtarması ve yanlış yaptığı şeyi “düzeltmesi” için, “zeki, yaratıcı ve uysal” olan tek çocuğuna bel bağlamaktaydı. Steven, sekiz yaşında ebeveynlerinin boşanmasını takiben çok dindar bir Katolik olmuştu ve gerek fiziksel, gerekse duygusal bütün enerjisini dindarlığına aktarmıştı. Bu yolla, gittikçe karışan iç dünyası için ek bir yapı kaynağı bulmuştu. Ebeveynlerinin boşanmasına ve annesinin hastane yatışlarına ilişkin dehşet verici duygusal tepkileri ayrılmış ve bastırılmıştı; bu da obsesyonel, serebral karakter tarzını katılaştırmıştı. Saf, duygulanımsız zihinsellik, onun için kusursuzluk ifade eden kendilik-ideali haline gelmiş, ve yaşamı “duyguların kusurları”ndan tamamen muaf gibi görünen Uzay Yolu karakteri Mr. Spock'ın yoğun idealizasyonunda vücut bulmuştu. Tedavi, duygusal yaşamının o zamana kadar yadsınmış taraflarını ön plana getirmeye başladıkça, bu duygulanımsız ideale ulaşma çabası keskin bir şekilde ortaya çıktı.
Steven için her yoğunluktaki depresif duygulanım, belirli, tehlikeli anlam-bağlamları içine yerleşmiş hale gelmiş ve bu nedenle hayatı boyunca güçlü bir kaygı kaynağı olarak kalmıştı. Annesinin son hastane yatışı ve kız arkadaşı tarafından “bırakılışı” karşısında Steven, duygulanıma karşı savunmalarını sürdüremez hale gelmişti. Tedavi sırasında yavaş yavaş depresif duygularını kabul ve ifade etmenin içerdiği tehlikelerin anlaşılması, sonunda, ayrı ama birbirleriyle ilişki içinde olan iki dehşet verici sonuç üzerinde yoğunlaştı. Bunlardan biri, duygularının annesinde daha ileri bir dağılmaya yol açacağı ve onun tarafından herhangi bir kabul edici, duygulanım-bütünleyici duyarlılığı tamamen olanaksız bırakacağı beklentisiydi. Diğeri de, annesiyle kaynaşmış ilişkileri bağlamında kendisinin de psikolojik olarak bütünlüğünü kaybedeceği, umutsuz, dağılmış bir kendilik haline geleceği inancıydı. Bu sebeple, depresif duygulanımın ortaya çıkması derhal akut kaygı durumlarını tetikliyordu.
Özetlemek gerekirse, Steven'ın depresif duygulanımı kendi kendilik-organizasyonuyla bütünleştirememesi, hem üzüntü, keder ve hayal kırıklığı durumları ile ilgili yoğun kendiliknesnesi başarısızlığının, hem de kendi depresif duygulanımı ile hem kendinin, hem de anaç nesnenin dağılması kâbusunun derine yerleşmiş bağlantısının neticesi olarak görülmekteydi.
Steven'ın terapistle olan aktarım ilişkisi, annesiyle olan bağını çok net bir şekilde, kısa zamanda yeniden üretmişti. Depresif duygular ifade ettiğinde, terapistin kendisini kırılgan, psikozun kıyısında duran, dağılmaya eğilimli biri olarak göreceğine dair değişmez bir korku içindeydi. Buna ek olarak, terapistin benzer duygu durumları karşısında, terapistin de tıpkı annesi ve kendisi gibi “kontrolü kaybedeceği” ve psikotik olacağı korkusuyla dehşete düşüyordu. Annesininkiler gibi, terapistin başarısızlıklarının ve hatalarının da kendisinin olduğuna inanıyor ve terapistin sınırlılıklarını kendi ölümcül kusurları olarak algılıyordu. Bu tamamlanmamış kendilik-nesne ayrışması da, aktarımdaki herhangi bir hayal kırıklığı deneyimini yadsımayı daha da gerekli hale getiriyordu.
Hastada depresif duygulanımlar, bunlara eşlik eden akut kaygı ve panik durumlarıyla birlikte ortaya çıktıklarında, terapist belirli anlam bağlamlarına ve bu duyguların bağlı olduğu korkutucu yinelemelere odaklanıyordu. Hastanın depresif duygulanıma karşı dirençlerinin ve bunları gerekli kılan, beklenen büyük tehlikelerin aktarımda tekrar tekrar analiz edilmesi yoluyla terapist, yavaş yavaş Steven için, “nicelik” ve yoğunlukları ne olursa olsun, bu duygularını anlayabilen, kabul edebilen, bunlara tahammül gösterebilen ve bunları bütünleştirmesine yardım edebilen bir kendiliknesnesi haline geldi. Bu kendiliknesnesi aktarımının pekişmesini hemen iki sonuç takip etti. İlk olarak hasta, daha önceden ayrılmış olan derin, intihara yönelik umutsuzluğunu hissetmeye ve ifade etmeye başladı. Bu duyguların acı vericiliğine rağmen, terapist bunları duygulanım bütünleşmesindeki bir gelişimsel başarı olarak yorumlayabildi.
İlkinin doğurduğu ikinci sonuç, ortaya çıkan depresif duygularının başkaları için ölümcül bir tehdit teşkil ettiğine dair inancının -üzüntü ve hayal kırıklığının annesi tarafından psikolojik bakımdan zarar verici olarak deneyimlendiğini algıladığı sayısız erken dönem deneyiminin bir kalıntısı– somutlaşmasıydı. Bu tema, intihara yönelik duygularını açıklamasından hemen sonra gördüğü rüyalarda çarpıcı biçimde sembolize olmuştu. Bu rüyalardaki imgelemde, ortaya çıkan duygu durumlarını, bir kere serbest kaldıklarında etrafındaki herkesi yutacak ve yok edecek, kontrol edilemez yıkıcı güçler olarak resmetmişti.
Beklenebileceği üzere, Steven'ın depresif duygulanımlarının diğerleri için tehlikeli ve yıkıcı olacağına dair inancı, duygularının terapiste psikolojik zarar vereceğinden korkmaya başlamasıyla, aktarımda baskın hale gelmeye başladı. Bu korku aktarımda tekrar tekrar analiz edildikçe, bunun genetik köklerinin annesinin aşırı kırılganlığında ve bunun sonucunda, depresif duygulanımlarına tahammül etme ve onları “kucaklama” konusundaki yetersizliğinde bulunduğu, gittikçe daha açık hale geldi. Bu devam eden aktarım analizi, hasta için yeni olan, gittikçe sağlamlaşan, terapistin “yeterince iyi” duygulanım hassas ayarı ve kapsayıcılığı deneyimiyle beraber, sadece daha önceden ayrılmış olan depresif duygularını deneyimlemesini ve ifade etmesini değil, aynı zamanda, genel anlamda duygulanımsallığının gittikçe daha geniş alanlarıyla yeniden buluşmasını, bunun sonucunda da kendisini adım adım duygusal olarak karmaşık, farklılaşmış ve bütünleşmiş bir insan olarak deneyimlemesini olanaklı kıldı. Böylece terapistin duygulanım-bütünleyen bir kendiliknesnesi olarak yerleşmesi, Steven'ın duraksamış duygusal gelişiminin ve buna tekabül eden kendilik-deneyimi yapılanmalarının bir kez daha kaldığı yerden devam etmesine izin vermiştir.

Sonuç

Temelde duygulanımın evrilen kendilik-deneyimi organizasyonuyla bütünleşmesiyle ilgili olduklarını iddia ederek, kendiliknesnesi işlevleri kavramının bir genişlemesini ve arıtılmasını sunduk. Bu kavramlaştırma, ortaya çıkan duygusal durumlarını ayrıştırma, sentezleme, modüle etme ve bilişsel olarak ifade etme ödevlerinde (kendilik duyumunun yapılandırılmasında hayati katkıları olan duygulanım-bütünleyici işlevler) çocuğa yardımcı olmakta, bakıcı çevreden gelen güvenilir duygulanım hassas ayarının kritik gelişimsel önemine keskin bir odak sağlar. Bu tezi, gelişim boyunca depresif duygulanımın gerekli bütünleşmesine odaklanarak ve bu alanda ağır bir kendiliknesnesi başarısızlığını içeren bir klinik örnek sunarak örneklendirdik. Vaka örneğimizin de gösterdiği gibi, duygulanım bütünleştirilmesi ve başarısızlıkları üzerine odaklanmak, hem dirence yönelik analitik yaklaşım, hem de kendiliknesnesi aktarımında iyileştirici unsuru anlamak konusunda önemli çıkarımlar içerir.
 

KAYNAKÇA

 
Atwood, G. & Stolorow, R. (1984), Structures of Subjectivity: Explorations in Psychoanalytic
Phenomenology. Hillsdale , N.J. : Analytic Press.
Basch, M. (1983), Interpretation: Toward a developmental model. Presented to the Sixth
Annual Conference on the Psychology of the Self, Los Angeles , Calif. , October 7-9.
--------- (1984), Selfobject and selfobject transference: Theoretical implications. In: Kohut's
Legacy: Contributions to Self Psychology , ed. A. Goldberg & P. Stepansky. Hillsdale,
N.J.: Analytic Press, in press.
Bion, W. (1977), Seven Servants . New York : Aronson.
Freud, S. (1915), The unconscious. Standard Edition , 14:159-204. London : Hogarth Press,
1957.
Kohut, H. (1971), The Analysis of the Self . New York : International Universities Press.
---------- (1977), The Restoration of the Self . New York : International Universities Press.
Krystal, H. (1974), The genetic development of affects and affect regression. Annual of
Psychoanalysis , 2:98-126. New York : International Universities Press.
---------- (1975), Affect tolerance. Annual of Psychoanalysis , 3:179-219. New York : International Universities Press.
---------- (1978), Trauma and affects. The Psychoanalytic Study of the Child , 33:81-116. New
Haven: Yale University Press.
Lichtenberg, J. (1983), Psychoanalysis and Infant Research . Hillsdale , N.J. : Analytic Press.
Miller, A. (1979), Prisoners of Childhood . New York : Basic Books, 1981.
Ornstein, A. (1974), The dread to repeat and the new beginning: A contribution to the
psychoanalysis of narcissistic personality disorders. Annual of Psychoanalysis , 2:231-248. New York : International Universities Press.
Stern, D. (1983), Affect Attunement. Presented to the World Association for Infant
Psychiatry, Cannes , France , April.
Tolpin, M. (1971), On the beginnings of a cohesive self: An application of the concept of
transmuting internalization to the study of the transitional object and signal anxiety. The Psychoanalytic Study of the Child , 26:316-352. New York : Quadrangle.
Winnicott, D. (1965), The Maturational Processes and the Facilitating Environment . New
York : International Universities Press.
 
 
Ocak 1984
* Socarides, D., & Stolorow, R. D. (1984-1985). Affects and selfobjects. Annual of Psychoanalysis, 12-13 , 105- 119.
** Homeros'un Odysseia'sında, Odysseus Sirenler'i geçtikten sonra, gemisini dar bir boğazdan geçirmek zorunda kalır. Boğazın bir kıyısında 12 bacaklı, altı başlı canavar Skylla yaşar. Yılan gibi uzun boynu sayesinde, uçurumdaki mağarasından uzanarak denizcileri kapar. Boğazın diğer kıyısında ise, günde üç kere suları yutup geri püskürten girdap Kharybdis vardır. Odysseus, bunların hangisinin yakınından geçeceğine karar vermek zorundadır. (N.M.)
Burada ve “kendiliknesnesi” terimini kullandığımız her yerde, kendiliknesnesi işlevlerini yerine getirdiği öznel olarak deneyimlenen bir nesneyi kastediyoruz.
Basch, 1915 gibi erken bir tarihte Freud'un da, savunmanın her zaman duygulanıma karşı ortaya çıktığı inancını ifade ettiğini not eder.
Burada “optimal hayal kırıklığı” kavramına, dürtü kuramının kalıntıları olan ekonomik ve niceliksel metaforları muhafaza ettiği için karşı çıkıyoruz. Örneğin Kohut (1971), çocuğun idealize etme ihtiyaçlarının optimal bir hayal kırıklığını, bütün nesneden hayal kırıklığına uğramak yerine, “çocuk nesnenin idealize edilmiş bir yönü ya da niteliği ile ilgili bir hayal kırıklığının ardından bir diğerini deneyimleyebilir” (s.50), ya da nesnenin noksanlıkları “tahammül edilebilir oranlardadır” (s.64) şeklinde betimlerken; hayal kırıklığının patojenik mi, büyümeyi zenginleştirici mi olacağını belirleyen etken olarak, hayal kırıklığının “boyutu”nu – dolayısıyla da depresif duygulanımın “miktarı”nı - vurgular. Buna karşı biz, asıl belirleyici olanın, çocuğun depresif (ya da diğer) tepkilerine karşı kendiliknesnesi ortamının duyarlılığı olduğunu iddia ediyoruz. Yani vurguyu “optimal hayal kırıklığı”ndan duygulanım hassas ayarının önemine kaydırıyoruz.
* Çevirenin notu: Vakada sözü geçen terapist bir kadın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder